Bibi. C. M. Altar, Opera Tarihi, IV, ist., 1993, s. 224-389; And, Osmanlı, 198; And, Meşrutiyet, 256-271; And, Tanzimat, 417-438; M. And, Türkiye'de italyan Sahnesi, İtalyan Sahnesinde Türkiye, ist., 1989; Orkestra (istanbul Şehir Operası Özel Sayısı), S. 122 (Ekim 1983); Öztuna, BTMA, II, 159; M. N. Özön-B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, ist., 1967, s. 311-312; (Sevengü), Türk Tiyatrosu, I, 64-69; Se-vengil, Opera; F. Yener, Müzik, ist. ty, s. 72-78.
RAŞİT ÇAVAŞ
OPERET
19. yy boyunca yabancı operet topluluklarının, özellikle de İtalyan operet truplarının İstanbul'da, Avrupa'nın önde gelen operetlerini sahnelemeleri, İstanbul'un gerek musiki çevrelerinde, gerekse dinleyici kesimlerinde operete yönelik bir ilgi ve talep yaratmıştı. Türk bestekârlarınca Türk musikisi makamlarının kullanılmasıyla, Türk halkının duyuşuna hitap edebilecek bir operet türü geliştirilmesi süreci ise Batı opereti İstanbul'da az çok tanındıktan sonra başladı.
1863 İstanbul doğumlu, İtalyan asıllı bir Levanten olan Radeglia'nın, Türk musikisine duyduğu yakınlıkla Türk musikisi makamlarını ve usullerini kullanarak bestelediği "Sabân" adlı opera, musikili oyun türlerinde Türk musikisinin kullanılabileceğini göstermesi bakımından ilgi çekiciydi. Türk musikisi tarzındaki operetin asıl örneklerini ise Dikran Çuhacıyan(->) verdi. Çuhacıyan'm eserleri, sahnelendikleri
1936'da
sahnelenen
"Delidolu"
operetinin
sanatçıları:
(soldan sağa),
Sait Köknar,
Şaziye Moral,
Necdet M.
Ayral,
Muammer
Karaca, Behzat
Butak, Bedia
Muvahhit,
Hazım
Körmükçü,
Necla Sertel,
Refik K.
Arduman,
F. Tevfik ve
V. Rıza Zobu.
Ceııgiz Kahraman
arşivi
dönemde İstanbul halkından büyük ilgi gördü.
Çuhacıyan'm operetlerindeki çokseslilik ve orkestralama düzeyinin basit bir çizgide tutularak ezginin hâkim kılınması eğilimi, Türk halkının kulağım Batı musikisine alıştırma kaygısından kaynaklanıyordu. Ezginin ön planda bulunduğu bir musiki olma özelliğini taşıyan Türk musikisi zevki, Çuhacıyan'm operetlerindeki teknik unsurların basit bir düzeyde tutularak ezginin ön plana çıkarılması yöntemiyle Batı musikisine yöneltilebilirdi. Bu yaklaşımda, ortaya yepyeni bir musiki ürünü konulurken halkın yadırgayacağı bir musikiyle piyasada ürünü zarara uğratmama kaygısı da etkili olmuştu. Operetin, İstanbul halkına sunuluşu aşamasında dikkatle düşünülen bu ayrıntı, dönemin konuyla ilgili kalemleri arasında çeşitli tartışmalara da yol açmıştı.
Çuhacıyan'm "Arifin Hilesi" (1872) adlı eseri, ilk Türk operetidir. Librettosu Hov-sep Yazıcıyan'a ait olan bu eser tamamıyla Türk musikisi makamları kullanılarak bestelenmiş ve ilk defa 9 Aralık 1872'de Gedikpaşa Tiyatrosu'nda temsil edilmiştir. Aynı eser daha sonraları Fransız Tiyatrosu, Beyazıt Tiyatrosu ve Kadıköy Tiyatrosu'nda da oynandı. 1884'te ise Tepeba-şı Tiyatrosu'nda 277. kez sahnelendi. Eserin elde ettiği başarının hemen arkasından, dönemin ünlü sahne sanatçısı Güllü Agop'un(->) olumsuz eleştirileri ve bu tür oyunları oynama yetkisinin resmen kendinde olduğunu ileri sürmesi dikkat çekicidir. Çuhacıyan'm başarısı, Güllü Agop dönemini âdeta sona erdiren bir olay niteliğim taşıyordu.
Çuhacıyan'ın, Türkçe librettosunu Ka-rekin Riştuni'nin yazdığı "Köse Kâhya" (Köse Abdal) adlı eseri de başarıyla sahnelenen oyunları arasındaydı. Eser, 1950'de oynanmıştır. Librettosu Takvor Nalyan'a ait olan "Leblebici Horhor Ağa" (1875) ise, bestecinin en sevilen eseridir. İlk kez 11 Ocak 1876'da Fransız Tiyatrosu'nda temsil edilen eser, birçok kez sahnelenmiştir. "Zamîre" (veya "Ebû-Ziyâd") ise 1891'de Concordia Tiyatrosu'nda oynandı.
Çuhacıyan'm eserleriyle hemen hemen
OPERET
134
135
ORGANİZE DERİ SANAYİ
MAESTRO D.TCHOUHADJIAN
pour4/I3F)0 pır
VICTOR CALLEY4
aynı dönemde bestelenen bir başka operet de Direktör Âli Bey'in(~0 "Letâfef'idir. Muzıka-i Hümayun'dan Kemani Haydar Bey de (1846-1904) "Pembe Kız" (sözleri Osman Nuri Bey ve Muslihiddin Bey'e ait), "Çengi, "Sigorta", "Binbirdirek" ve "Allak Kız" adlı eserlerinde Türk musikisi makamlarını ve usullerini kullandı. O dönemde ezgilendirilmemiş operetler de vardır. Metni Hasan Bedreddin Paşa ile Manastırlı Mehmet Rifat Bey'e ait olan "Ebul-fedâ", bunlardan biridir. Bu dönemin en çok tutulan eserlerinden biri de Ahmed Midhat Efendi'nin(->) yazıp, Lavtacı Hristo'nun (Hristaki Kiryazis) ezgilendirdiği "Zeybek-ler"dir. Çok sevilip oynandığı halde günümüzde hakkında yeterli bilgi bulunmayan eserler de vardır. Hasan Vâhid'in "Anadolu Köylülerinin, bugüne kadar ne metninin ne de musikisinin kim tarafından yazıldığı öğrenilememiştir. "Köroğlu" ile "Derebeyi" yahut "Türkmenler" yahut "Çoban Kızı" adlı eserlerin ise ne yazarları, ne bestecileri bellidir.
Muallim İsmail Hakkı Bey(->), Türk operet tarihinde önemli bir dönemeç noktası oluşturur. Kurduğu İstanbul Operet Heyeti Türkiye'de operetin en önemli örneklerini veren topluluklardan biridir. Şeh-zadebaşı'ndaki Ferah Tiyatrosu'nda(->) faaliyet gösteren Operet Heyeti'nin saz takımım da İsmail Hakkı Bey, meslekten bir musikici olarak bizzat yönetiyordu. Türk musikisi kurallarına göre bestelediği 15 operetin yanında, operet konusunda ilgi çekici bir adımı da, eseri icra eden orkestrayı tamamıyla bir "incesaz" heyeti haline getirerek atmıştı. İsmail Hakkı Bey'in uygulamasıyla "Türk tarzı operet" Batı'da-kinden ayrı bir anlayışa dayanıyordu. Sanatçının bestelediği operetler, Musahib-zade Celal'in(->) Bülbül, Lâle Devri, Kaşıkçılar ve Yedekçi; Sezai Bey'in Nurü's-Sa-bah; Faik Bey'in Emel; Enver Bey'in iyi Saatte Olsunlar, Gazanfe; Aram Efendi'nin Gelin-Kaynana adlı eserleriyle Falcı, Kiracılar, Tutkun, Ve Mine'l-Garaibve Da-mad İbrahim Paşa adlı eserleridir. İsmail Hakkı Bey'in operet üzerindeki çalışmaları Türk musikisinin sahne musikisi ola-
Hû
itSliŞİŞ.ftl
Çuhacıyan'ın "Köse Kâhya" adlı operakomiğinin istanbul'da basılan (solda) ve yine Çuhacıyan'a ait ilk Türk opereti "Arifin Hilesi"nin Leipzig'de basılan nota kapaklan. TETTVArşivi
rak kullanılması açısından önemliydi, ama bu faaliyet ülkenin içinde bulunduğu savaş şartları ile siyasi istikrarsızlığın belirlediği olumsuz ortam yüzünden devam edemedi.
Aynı yıllarda başka Türk musikisi bestekârları da operete ilgi duyarak eserler vermişlerdir. Subhi Ezgi(->) ilk defa Şehza-debaşı'ndaki Ferah Tiyatrosu'nda oynanan "Lâle Devri"ni Nedim'in(->) şiirleri üzerine 28 şarkı besteleyerek ezgilendirmişti. Hasan Ferid Alnar'm 1922'de bestelediği operet onun ilk eseriydi. Fahri Kopuz(-0 1923'te Musahibzade CelaPin "Atlı Ases" adlı eserini besteledi. Kaptanzade Ali Rıza Bey(->) ise bestelediği beş eserle Türk operetinin en değerli temsilcilerinden biridir. Sanatçı, "Macun Hokkası" ile "İstanbul EfendisF'nde oyuncu olarak da rol almış ve başarı göstermişti. Levon Hancıyan(->) ile Muallim Kâzım Bey de (Uz) operet musikisi üzerinde çalışmışlardır.
Türk operet sanatına damgasını vuran bir başka isim Muhlis Sabahattin Ezgi' dir(->). 20'den fazla operet bestelemiştir. Tıpkı İsmail Hakkı Bey gibi Muhlis Sabahattin'in de operetle ilgisi bestekârlıkla sınırlı değildi. Her şeyden önce, İstanbul'un musiki hayatında "operet devri"nin mimarlarından biriydi.
Muhlis Sabahattin'in "Çaresaz", "Zühre", "Ayşe", "Gül Fatma", "Asaletmeab", "Muteber Paşa", "Aşk Mektebi", "Kerem ile Aslı" ve "Yerden Göğe" adlarını taşıyan baş-
i otteflfıl
Surlesmolils dıoisis fc Topereltc
"Leblebici
Horhor
Ağa"daki
seçme
motiflerle
bestelenen
"Potpourri
XAS|âDCŞK.
oriental"in
nota
kapağı.
tettv
lıca operetleri arasında "Çaresaz", "Gül Fatma", özellikle de "Ayşe", en çok tutulan ve sahnelenenleri oldu. "Çaresaz", Şehzade Ziyaeddin Efendi'nin desteğiyle Benli-yan'ın yönetimindeki Osmanlı Milli Operet Kumpanyası'nca oynandı. "Aşk Mektebi" ise, Şehir Tiyatroları'nca sahneye kondu. Muhlis Sabahattin, Türk musikisi tarzında operetin son temsilcisiydi. Onunla, Türk musikisi operet besteleme devri kapandı. 1930'larda başlayan yeni dönemde eserler artık Batı musikisi tekniği içinde bestelendi. Bu dönemin ilgi toplayan eserleri arasında metinlerini Ekrem Reşit Rey'in yazıp kardeşi Cemal Reşit Rey'in(-0 bestelediği operetler ve musikili oyunlar başta gelir. Rey'in bestelediği "Üç Saat" (1932), "Lüküs Hayat" (1933), "Deli Dolu" (1934), "Saz Caz" (1935), "Maskara" (1936), "Havacıva" (1937), "Yaygara 70" (1969), "Uy! Balon Dünya" (1970), "Bir İstanbul Masalı" (1971) operetleri ile, "Adalar Rövüsü" (1934), "Alabanda" (1941) ve "Aldırma" (1942) adlı revüleri büyük ilgi uyandırdı. Özellikle "Lüküs Hayat" çok geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı; eser beyaz perde ve TV için filme alındı; TV'de ayrıca oyun olarak temsil edildi, 1980'li yıllarda Şehir Tiyatroları'nda üst üste 5-6 yıl kapalı gişe oynadı, eserdeki şarkılar plaklara okundu.
Operetin, İstanbul halkına sunulduğu mekânlar, İstanbul'da sahne sanatlarının sunulduğu Gedikpaşa Tiyatrosu, Fransız Tiyatrosu, Concordia Tiyatrosu, Üsküdar Bağlarbaşı Aziziye Tiyatrosu, Ortaköy Tiyatrosu, Tepebaşı Tiyatrosu ve Direklera-rası'ndaki Kâzım Efendi Kıraathanesi'nin bahçesinde kurulan Mesire-i Efkâr adlı yerlerdi.
Operet, İstanbul'un sanat dünyasında ciddi düzeyde kurumsallaşma yoluna giren bir sanat hareketi niteliğindeydi. "Hale Operet Heyeti", "İstanbul Operet Heyeti", "Milli Osmanlı Operet Kumpanyası", "Sahir Operet Heyeti", "Sahne-i Milliye-i Osmaniye" gibi operet toplulukları, operetin yaygınlaştırılması yolunda önemli adımlar attılar. Bunlar arasında özellikle İsmail Hakkı Bey, kurup yönettiği İstanbul Operet Heyeti bünyesi içinde operet sanatkârı yetiştirmek üzere bir okul kurmayı bile düşünmüştür. Bu heyet sahne musikisinde gelenekten kopmama kaygısı duyması bakımından dikkat çekiciydi. İstanbul Operet Heyeti, yerli bir operet terminolojisinin de yaratıcısıdır. Bu terminolojide müzikli oyun "temsil-i musiki", uvertür müziği "küşad musikisi", koro "cumhur terennümü", arya, düo, trio, kuartet, kentet gibi terimler -sırasıyla- "birli, ikili, üçlü, dörtlü, beşli terennüm", ara orkestra müziği ise "sahne musikisi" kelimeleriyle karşılanmıştır.
Operet, İstanbul'un sanat hayatında iz bırakan ve ustalıkla icra edilen Batı kaynaklı musiki türlerinden biri olmasına rağmen, özel bir kültürel ortamın ürünü olduğu için, Cumhuriyet Türkiye'sinde ciddi bir gelişme gösteremedi. Dönemindeki başarısının sebeplerinden biri de geleneksel Türk seyirlik sanatlarında musikinin önem-
li bir yeri olmasıydı. Operet türünün önemli örneklerini İstanbul halkına sunan yabancı grupların da operetin başarısında önemli bir payı vardı.
Dönemin operet topluluklarının derli toplu musiki grupları oluşları ile bu toplulukların nitelikli oyunlar seçmeleri de operetin halka mal olmasında etkili olmuştur. Ülkenin o günlerde içinde bulunduğu olağanüstü olumsuz şartlara rağmen operet, büyük bir başarıyla tutunabümiş ve kabul görmüştür.
Bibi. (Sevengil), Türk Tiyatrosu; Sevengil, Opera; Sevengil, Tanzimat; B. Arpad, Muhlis Sabahattin, İst., 1947; Sevengil, Meşrutiyet; And, Tanzimat; And, Meşrutiyet; M. And, Elli Yılın Türk Tiyatrosu, Ankara, 1973; N. Akı, XIX. Yüzyıl Türk Tiyatrosu Tarihi, ist., 1963; G. Oransay, Batı Tekniğiyle Yazan 60 Türk Bağ-dar, Ankara, 1965.
MEHMET GÜNTEKİN
OR-AHAYİM HASTANESİ
bak. BALAT MUSEVİ HASTANESİ
ORAN, AHMED CEVDET
(1862, istanbul - 28 Mayıs 1935, Ankara) Gazeteci.
Aksaray'da doğdu. Tütün taciri Hacı Ahmed Efendi'nin oğludur. Mekteb-i Mül-kiye'yi(-») ve Hukuk Mektebi'ni(->) bitirdi. 1883'te Fransızca ve Arapça çevirmeni olarak Tercüman-ı Hakikat^) gazetesinde çalışmaya başladı. Bir süre de Takvim-i Vekayi'de(_->) yazarlık, Sabah ve Tarik gazetelerinde başyazarlık yaptı. Daha sonra Reji İdaresi'nde, Osmanlı Bankası'nda ve Hariciye Nezareti'nde memurluklarda bulundu. 1894'te memurluktan ayrılarak 5 Temmuz 1894'te lkdam(^>) gazetesini çıkarmaya başladı. Gazetenin başyazarlığını da üstlendi. Dilde sadeleşmenin ve Türkçü düşüncelerin sözcülüğünü yapan İkdam, II. Abdülhamid rejimiyle de iyi geçinmeye çalıştı. Oran o dönemde İstanbul'da yayımlanan diğer günlük gazetelerin (Sabah, Tarik ve Tercüman-ı Hakikat) rekabetine karşı özellikle aydınların desteğiyle gazetesini yaşatmayı başardı.
Oran bu arada "Kitabhane-i İkdam" adıyla kitap yayımcılığına da girişerek Osmanlı tarihinin ve edebiyatının yazma eserlerini gün ışığına çıkardı. Bunlar arasında Evliya Çelebi'nin Seyahatname 'sinin ilk 6 cildi, Şeydi Ali Reis'in Mir'atü'l-Me-malik'i, Gelibolulu Mustafa Âli'nin Heft-Meclis'i, Karsîzade Mehmed Cemaleddin Efendi'nin Âyine-i Zürefâ 'sı, ayrıca Tez-kire-iLâtifi, Tezkire-i Salimve Tezkire-iRıza sayılabilir. Ayrıca Ali Şir Nevai'nin Mu-hakemetü 'l-Lugateyn, Necib Âsım'ın (Yazıksız) Eski Türk Yazısı, Bursalı Mehmed Tahir'in Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri gibi Türkçü yönü ağır basan kitaplar da yayımladı.
II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) sonra bir süre İttihad ve Terakki'yi destekleyen sonra da muhalefete geçen Oran, Babıâli Baskını'ndan(->) sonra basının denetim altına alınması üzerine hastalığını da vesile ederek gazetenin başından ayrılarak yurtdışına gitti. Bir süre Fransa'da Nice kentinde yaşadıktan sonra İsviçre'ye yer-
leşti. Buradayken İkdam'a politika dışı yazılar yazdı. İ923'te İstanbul'a dönüp gazetesinin başına geçtikten sonra da bu tutumunu sürdürdü. Özellikle ticaret, tarım ve madencilik konularında ilginç yazılar yazdı. Oran, 1927'de İkdamin yayın haklarını Ali Naci Karacan'a(-») devrederek gazetecilikten çekildi. Mayıs 1935'te Ankara'da toplanan L Türk Basın Kongresi'ne Türk basınının en kıdemli gazete yayımcısı olarak katıldı. Kongre sırasında geçirdiği bir kalp krizi sonucunda öldü. İstanbul'a nakledilen cenazesi Eyüb Sultan Me-zarlığı'nda toprağa verildi.
İSTANBUL
ORDUEVLERİ
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarıyla eş, çocuk, anne, baba ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin moral kazanmak, dinlenmek ve gecelemek gibi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan hizmet yapıları. İşletmeciliği yine Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından sağlanmaktadır.
İstanbul'daki orduevleri sadece şehir dışından gelen ordu mensuplarının konakladığı bir merkez değil, kentte yaşayan ve kullanma hakkına sahip kişiler için de önemli bir dinlenme ve eğlence yeridir. Orduevlerinin hepsinde yemek, kuaför, düğün, nişan, sünnet törenleri için kullanılabilecek salonlar, dispanser, fotoğrafçı, kuru temizleme ve lostra gibi çeşitli hizmetler verilmektedir. Gecelemek sadece ordu personeli veya onların refakatinde-kiler için mümkündür. Diğer hizmetlerden ise orduevlerine giriş hakkı olan herkes yararlanabilmektedir.
Harbiye Orduevi
Yavuz Çelenk, 1994
Bugün İstanbul'da subay ve astsubaylara ait sekiz orduevi mevcuttur. En büyüğü Harbiye'deki(-t) Harbiye Orduevi'dir. Birinci sınıf otel niteliğindeki Harbiye Orduevi subaylara mahsustur. İnşası 1981'de tamamlanan orduevi daha önce yakınında bulunan eski Mekteb-i Harbiye(->) binasının bir bölümünde hizmet vermekteydi. Restoranı, çay ve pasta salonu, düğün salonu, çeşitli davet ve kokteyl salonları, oyun salonları, butik, kadın ve erkek kuaför salonları, yüzme havuzu, kapalı otoparkı ve otel kısmı ile Türkiye'nin en büyük orduevidir. Devlet misafirhanesi olarak da kullanılmaktadır.
İstanbul'daki orduevlerinden ikincisi Tarabya'da bulunan Kalender Orduevi'dir. Burası da subaylara mahsus olup avlusunda Cumhurbaşkanlığı'nın dinlenme köşkü vardır. Boğazdaki orduevlerinin ikincisi Sarıyer Orduevi'dir. Üçüncüsü ise Ru-melikavağı yolundaki Sarıyer Astsubay Orduevi'dir. Bu orduevinin bir de plajı vardır. İstanbul'un Avrupa yakasındaki diğer orduevleri Vatan Caddesi üzerinde astsubaylara mahsus Aksaray Orduevi ile Kasımpa-şa'daki Deniz Astsubay Orduevi'dir.
Asya yakasında ise Fenerbahçe Orduevi ve Selimiye Orduevi vardır. Fenerbahçe koyunda yer alan Fenerbahçe Orduevi subay orduevidir. Anadolu yakasında oturan subay personelin özellikle havuzundan dolayı en çok kullandığı bir mekândır. Marmara Denizi kirlenmeden önce Fenerbahçe orduevinin önünde geniş bir plaj da mevcuttu.
Selimiye Orduevi Selimiye Kışlası'mn bitişiğinde yer almaktadır ve astsubay orduevi olarak kullanılmaktadır.
TÜLİN ÇORUHLU
ORGANİZE DERİ SANAYİ BÖLGESİ
Tuzla İlçesi'nin Aydınlı Köyü mevkiinde 1992'de açılan debbağhaneler ve deri işleme atölye ve tesisleri bütünlüğü.
İstanbul'un fethinin hemen ardından Kazlıçeşme'de(-0 kurulan debbağhaneler, o tarihten 1993'e kadar ülkenin en büyük deri üretimi bölgesi olma niteliğini korumuş; İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nce 1990'da başlayan bölge düzenleme çalışmaları sırasında tamamen yıkılarak, Tuz-la'nın Aydınlı Köyü'ne nakledilmiştir.
Debbağhanelerin Kazlıçeşme'den kaldırılması fikri, 1958'de sahil yolu açılırken ortaya çıkmış ve 1960'larda dericiler için yeni bir yerleşme bölgesi aranmaya başlanmıştır. Önce Haramidere, sonra Riva, daha sonra Dil İskelesi arkasındaki Dilovası üzerinde durulmuş; ancak hiçbiri uygun görülmemiş, konu uzun süre sürüncemede kalmıştır.
İstanbul'da bir Organize Deri Sanayi Bölgesi kurulması Bakanlar Kurulu'nun 7 Ağustos 1978 tarih ve 10529 sayılı kararıyla resmiyete dökülmüş, aradan 3 yıl geçtikten sonra Ekim 1981'de o zaman İstanbul valisi olan Nevzat Ayaz'ın başkanlığında Tuzla, Aydınlı-Orhanlı Köyü civarındaki alanda Organize Deri Sanayi Bölge-
ORHAN KEMAL
136
137
ORHANİYE KIŞLASI
si'nin kurulmasına karar verilmiştir. 18 Ocak 1982'de istanbul Organize Deri Sanayi Bölgesi Müteşebbis Teşekkülü bir protokol ile resmen kurulmuş; istanbul Vilayeti Özel idaresi, İstanbul Belediyesi, Türkiye Deri Sanayicileri Derneği, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul Sanayi Odası iştirakiyle resmi bir kuruluş oluşturulmuştur. Başlangıçta küçük bir alan tahsis olunmuş daha sonra bu alan on misli artırılarak 670 hektara çıkarılmıştır.
Bölgenin 1/25.000'lik yerleşim planlan İstanbul Nâzım Plan Bürosu'nca hazırlanmış, İmar ve İskân Bakanlığı'nca tasdik olunduktan sonra arazi kamulaştırılmıştır. Bölgenin altyapı temeli 7 Nisan 1985'te, üstyapı temeli zamanın başbakanı Turgut Özal tarafından 8 Aralık 1985'te atılmıştır. Arazi durumuna, ihtiyaçlara, talebe göre, bölge ilk etapta 163 farklı büyüklükte parsele ayrılmış; noter huzurunda kuraları çekilerek Kazlıçeşme'deki işyeri sahiplerine dağıtılmıştır. Dağıtım tarihi 14 Ağustos 1985'tir. Arsaların çok büyük bir kısmında inşaatlar tamamlanmıştır.
1992 sonunda, bölgede deri fabrikaları çalışmaya başlamış, Kazlıçeşme'den Aydınlı Köyü'ne taşınma yaklaşık 10 yılda tamamlanmıştır.
670 hektarlık alanda 220 hektar deri işleme sanayiine; 49 hektar diğer yan sanayiye; 15,8 hektar ortak bina ve diğer tesis alanlarına; 6,2 hektar ortak kullanılacak lojman alanlarına; 5,2 hektar çarşı alanına; 3,1 hektar makine, torna, marangoz sanayiine; 48,4 hektar park ve yeşil sahalara; 55,6 hektar göletlere; 230,1 hektar ortak ağaçlandırma alanına; 168 hektar ağaçlandırılacak kamu arazisine tahsis olunmuştur. Parklar, yeşil alanlar, göletler ve ağaçlandırma alanlarının toplamı takriben 500 hektarlık büyük bir sahayı kaplamaktadır. Çevreyi koruma ön plana alınarak şimdiye kadar 100.000 ağaç dikilmiş, ağaç sayısının 1.000.000'a çıkarılması planlanmıştır.
Dünyanın en büyük arıtma tesisleri bu bölgede gerçekleştirilmektedir. Biyolojik arıtma dışında tüm üniteler devreye girmiştir. Kullanılacak ham suyun büyük bölümü Ömerli Barajı'ndan sağlanmakla birlikte, bir bölümü aynı bölgede oluşturulacak 3 göletten sağlanacaktır.
Tuzla'daki Organize Deri Sanayi Bölgesi ve arıtma tesisleri. IS Bünyamin Çelebi
Kazhçeşme'de günde 600 ton hamderi işleme kapasitesi mevcut iken yeni bölgede üç misli artış ile günde 1.800 ton ham deri işlenebileceği hesaplanmaktadır.
Aynı alanda dericilikle ilgili yan sanayi ve satış merkezleriyle bütünleşecek bu bölgede 800.000 rrPlik özel bir alanda İstanbul Serbest Deri Bölgesi oluşturma çalışmaları sürdürülmektedir.
HASAN YELMEN
ORHAN KEMAL
(15'Eylül 1914, Ceyhan -2Haziran 1970, Sofya) Romancı ve hikayeci.
Asıl adı Mehmed Raşit Öğütçü'dür. Babası L dönem Kastamonu mebuslarından Abdülkadir Kemali Bey'dir. Babasının 1930' da Adana'da Ahali Fırkası'm kurması üzerine gelişen siyasal olaylar nedeniyle o sırada ortaokul son sınıf öğrencisi olan Orhan Kemal öğrenimini yarım bırakarak babasıyla birlikte yurtdışına gitti. Antakya, Hama ve Beyrut'ta yaşadı. 1932'de yurda dönünce pamuk fabrikalarında işçilik, dokumacılık, kâtiplik yaptı. 1939'da askerlik görevim yaparken ceza yasasının 94. maddesine aykırı hareketten beş yıla hüküm giydi ve Kayseri, Adana, Bursa cezaevlerinde hapis yattı. Bursa cezaevinde Nâzım Hikmetle tanıştı. Edebiyat alanında Nâzım Hikmet'ten yardım ve destek gördü. Bu dönemini daha sonra Nazım Hikmet'le Üç Buçuk 7«K1965) adlı kitapta anlattı..
1945'te cezaevinden çıkınca Adana'da fabrika işçiliği, sebze nakliyatçılığı, kâtiplik yaptı. Bu dönemde evlendi. Nisan 1950' de eşi ve çocuklarıyla İstanbul'a göç etti. Burada yaşamını tamamen kalemiyle kazandı. İlk şiirleri Yedigün dergisinde yayımlanmıştı (1939-1941). Daha sora Yeni Edebiyat, Yürüyüş, Yeryüzü, Varlık, Yelken, Ataç gibi dergilerde; Vatan, Cumhuriyet, Milliyet, Dünya gibi gazetelerde eserleri yayımlandı. Tedavi için gittiği Sofya'da öldü. Mezarı Zincirlikuyu'dadır.
Orhan Kemal'in hikâye ve romanlarının bir bölümünde mekân olarak Adana, bir bölümünde de İstanbul vardır. Gerçekçi bir yazar olarak gözlem ve yaşantıya önem veren Orhan Kemal konularım kendi hayatından, çevresinden ve belli çevrelerden (işçiler, dar gelirliler, toprak insanları, çift-
lik sahipleri, küçük esnaf, küçük memur) seçer. Bu amaçla Orhan Kemal İstanbul'da yaşadığı sürece şehri adım adım gezmiş, belli yerlerinde (kahveler, meyhaneler, sinemalar, parklar) ve belli semtlerinde (Ci-bali, Yenikapı, Babıâli, Beyoğlu) hayatını geçirmiştir.
Roman ve hikâye dışında oyun, anı ve incelemeleri de olan Orhan Kemal'in eserlerinin toplamı 42'dir. Bunlardan on biri hikâye, yirmi altısı roman, ikisi oyun, biri anı, biri incelemedir. İki kez Sait Faik Hikâye Armağanı'nı (1958 ve 1969) ve Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü'nü (1969) almıştır.
Orhan Kemal İstanbul kahvelerini en çok dolaşan, en iyi bilen yazarlardan biridir denebilir. Orhan Kemal'in bu tutkusu ya da alışkanlığı Nurer Uğurlu'nun Orhan Kemal'in ikbal Kahvesi (191$) ve Muzaffer Buyrukçu'nun Arkadaş Anılarında Orhan Kemal (1984) adlı eserlerinde ayrıntılı biçimde anlatılır. Gazete ve dergilere hikâye, roman tefrikası ya da yazı veren Orhan Kemal haftanın belli günlerinde Cağa-loğlu ya da Babıâli kahvelerine giderdi. Orhan Kemal'in yaşadığı dönemde Cağaloğlu ve Babıâli gazete, dergi ve yayınevlerinin semtiydi.
Orhan Kemal'in yaşamında meyhanelerin de büyük yeri vardı. Çeşitli kesimlerden arkadaşlarıyla buralarda edebiyat ya da siyaset üzerine tartışmalar yaptığı, hattâ bu yüzden takibata bile uğradığı bilinmektedir. Muzaffer Buyrukçu'nun anılarından anlaşıldığına göre Sirkeci, Aksaray, Unka-panı, Saraçhanebaşı, Yenikapı, Beyoğlu, Gedikpaşa, Lanğa, Samatya Orhan Kemal'in meyhane konusunda gözde semtleriydi. Gülhane Parkı ve Şişhane'deki park da Orhan Kemal'in gözde parklarıdır. Sinema tutkusu Orhan Kemal'i senaryo yazarlığına itti. Yazlık ve kışlık sinemalardan hikâye ve romanlarında sık sık söz açan Orhan Kemal edebiyat ve basın dünyası ile olduğu kadar bir süre de sinema dünyası ile ya da Yeşilçam'la içli dışlı oldu.
Küçükpazar, Haliç (Suçlu, 1957); Kum-kapı, Unkapanı (Devlet Kuşu, 1958); Beyoğlu (Küçücük, 1960; Yalancı Dünya, 1966; Sokaklardan Bir Kız, 1968); Balrkpa-zarı, Kadıköy, Bakırköy (Gurbet Kuşları, 1962); Cibali (Evlerden Biri, 1966) Orhan Kemal'in bazı romanlarının geçtiği İstanbul semtleridir. Gurbet Kuşları romanında İstanbul'un 1957-1960 arasında yaşadığı "istimlak" olayını, gecekondulaşma ve köyden (taşradan) İstanbul'a göç olgusunu ele alır. Küçücük, Yalancı Dünya, Sokaklardan Bir Kız, Müfettişler Müfettişi, Üç Kâğıtçı (1969) adlı romanlarında İstanbul'un eğlence yerlerinin, barların, pavyonların, sinema dünyasının, sahtekârlıkla zengin olanlarının dünyası anlatılır. Orhan Kemal'in İstanbul'la ilgili hikâye ve romanlarında olaylar genellikle yoksul ya da orta halli semtlerde, kenar mahallelerde, küçük işyeri ve atölyelerde geçer. Orhan Kemal'in bu eserlerinde İstanbul'un 1950-1970 arasında halkını, toplumsal değişimleri, semtlerinin şehircilik, yerleşim ve sakinleri açısından yapısını bulmak mümkündür.
Dostları ilə paylaş: |