Rainiz Ağa Çeşmesi
Banu Kutun, 1994/Obscura
RAMİZ AĞA ÇEŞMESİ
Beşiktaş İlçesi'nde, Maçka'da Vişnezade Mahallesi'nde, Çatlak Çeşme Sokağı'mn altında, Şenlikdede Camii karşısındaki set üzerindedir. Beşiktaş Mevlevîhanesi Şeyhi Nazif Dede (ö. 1861) tarafından yazılan kitabesine göre, 1278/186l'de Başmusa-hib Rainiz Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Çeşme Osmanlı ampir üslubunda(->) ve haznelidir. Tümüyle mermerden yapılan cephe Dor başlıklı düz pilastrlarla simetrik düzende üç bölüme ayrılmıştır. Dışa doğru taşırılan orta bölümde, pilastr-lara oturan yuvarlak kemerli musluk nişi ve iki yanında testi seti bulunan mermer tekne yer almaktadır. Musluk nişinin silmelerle hareketlendirilen yuvarlak kemerinin, konsol biçiminde kilit taşı dışında bezemesi yoktur. Yalın bir kornişle ayrılan üst bölümde ortada tarih kitabesi, iki yanında ayet ve hadis yazılıdır. Birkaç sıra silmeden oluşan saçağın üstündeki alınlıkta oval madalyon içinde Abdülaziz'in (hd 1861-1876) tuğrası ve altında besmele, üst kenarda da dalgalı hatlı rumî kıvrımları yer almaktadır.
Taksim Suyu tesislerine bağlı olarak inşa edilen çeşmenin, halen şehir şebekesine bağlı olan suyu akmaktadır. Meyilli bir arazi üzerinde inşa edildiğinden yanından merdivenli bir yol geçmekte ve üzerinde teras bulunmaktadır.
Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 213-214; Yüngül, Taksim Suyu, 48; Çeçen, Taksim-Ha-midiye, 146; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 699.
ŞEBNEM AKALIN
RASATHANE-İ ÂMİRE
1868'de istanbul'da kurulan gözlemevi. Bugünkü Kandilli Rasathanesi'nin(-») temelini oluşturmuştur.
Osmanlı Devleti'nde ilk rasathane 1578' de III. Murad döneminde (1574-1595) Müneccimbaşı Takiyeddin Efendi tarafından Tophane Bayırı'nda kurulmuştur (bak. İstanbul Rasathanesi).
istanbul Rasathanesi'nin 1580'de yıkılmasından tam 288 yıl sonra 1868'de, Abdülaziz'in emri ile Maarif Nezareti'nin bir şubesi olarak kurulan Rasathane-i Âmire bu konudaki ikinci büyük adımdır. Ra-
sathane-i Âmire'nin yeri Beyoğlu'nda bugünkü İstiklal Caddesi üzerinde, Della Su-dda Eczanesi'nin hemen karşısındaydı. Burası önceleri bir astronomi rasathanesi olmayıp, bir meteoroloji merkez büro-suydu. Gözlemler ise 74 m yükseklikteki Pera Tepesi üzerinde yapılıyordu. ,1872' de yayımlanan Rasathane Salnamesi'nde, gezegenler, kuyrukluyıldızlar, yıldız zamanının güneş zamanına dönüştürülmesi, enlem ve boylam tayini gibi konulardan bahsedilmesinden anlaşıldığına göre, bu yıllarda rasathane bir astronomi merkezi olma yönünde çalışmalar içine girmişti.
Maarif Nezareti'nin talimatı uyarınca Osmanlı topraklarındaki vilayet ve kazalarda görev yapan maarif müdürleri ve öğretmenleriyle, telgrafhane memurları, Rasathane'ye önemli gök olaylarını ve depremleri bildirmekle yükümlüydüler. 1875'te Viyana'da toplanan uluslararası meteoroloji ve astronomi kongresine buradan temsilci gönderilmişti. Kongre kararları uyarınca Avrupa ülkelerindeki çeşitli gözlemevleri ile resmi ilişkiler kuruldu.
Daha sonra Maçka Topçu Okulu'nun karşısında bulunan bir binaya taşınan Rasathane-i Âmire, burada Tezelzülat-ı Araziye (Yer Sarsıntıları) adıyla bir merkez kurmuş ve buraya depremin merkezini, şiddetini, yayılma alanını ve süresini ölçen aletler yerleştirmişti. Rasathane, her yıl hava tahmin özetleri ile Osmanlı topraklarındaki depremlere ve bunların etkilerine ilişkin raporlar yayımlıyordu. Namaz vakitlerinin belirlenip duyurulması, Ay ve Güneş tutulmasının hesaplanması, Tophane ve Dolmabahçe'deki kulelerin saatlerinin ayarlanması Rasathane-i Âmire'nin başlıca işleri arasındaydı. Ayrıca İstanbul'un hava durumu, düzenli olarak Paris, Roma, Viyana, Belgrad, Atina, Sofya, Odessa ve Moskova gözlemevlerine bildirilirdi.
Rasathane-i Âmire 12 Nisan 1909'da yaşanan Otuz Bir Mart Olayı(->) sırasında tümüyle tahrip edildikten sonra yerine 1911'de, gökbilimci Fatin Hoca (Gökmen) tarafından Kandilli Rasathanesi kuruldu.
AYŞE HÜR
RASİM PAŞA YALISI
Beykoz İlçesi'nde, Çubuklu'da bulunan yapının, bugün sadece zemin kat duvarlarının bir bölümü günümüze ulaşmıştır. 19- yy'ın sonlarına tarihlendirilen yapının, 1988'de başlayan restorasyonu henüz tamamlanmamıştır.
1897'de bir yangında tamamen yanan yalı, l yıl sonra yeniden inşa edilmiştir. Fakat yeni yalı öncekine göre daha küçüktür. Rasim Paşa, Trablusgarp valisi iken ölünce, yalı İstanbul Belediyesi'ne satılmıştır. Bir süre ilkokul olarak kullanılan yalı 1970'li yıllarda boşaltılmıştır. Yalıdan ayrı olarak inşa edilen hamam ve mutfak kısımları ise tamamen yıkılmıştır.
Yalının mimarının Balyan ailesi kalfa-
larından biri olabileceği düşünülmektedir. Yapı ampir üslubunun(->) bir uygulaması olarak değerlendirilir.
Rasim Paşa Yalısı'mn, zemin katı üzerinde iki katı daha vardır. Yalının planı simetrik değildir. Harem ve selamlık olmak üzere iki bölüme ayrılan yapıda, sofaların etrafında odalar yer alır. Tekli ve çiftli merdivenler, katlar arasındaki geçişi sağlar. Harem ve selamlık kısımlarına ayrı girişler bulunmaktadır.
Yalı denizden üç, karadan iki katlı olarak görülür. Kuzey ve deniz cephelerinde alınlıkla sonuçlanan çıkmalar vardır. Bu çıkmalar yapı boyunca yükselir. Kara cephesi diğer cephelere oranla daha sadedir. Bu cephede silmeli, dikdörtgen pencereler vardır. Diğer cephelerde ise dikdörtgen pencerelerin yanısıra yuvarlak kemerli pencereler de bulunur. Denize bakan cephede, iki uçta, birer tane ikili pencere yer alır ve üzerleri üçgen almlıklıdır. Kuzey cephesindeki alınlıklı çıkıntıda, merdivenlerle çıkılan dört sütunlu açıklıktan kapıya ulaşılır. Bu bölümün üzeri balkon olarak düzenlenmiştir. Aynı şekilde denize bakan cephedeki alınlıklı çıkmada da ikinci katta, işlemeli konsolların taşıdığı bir balkon vardır. Güneydeki yan cephede ise alınlıklı ve yuvarlak gül pencereli bir kapı yer alır. Yapıda katlar kornişlerle ayrılmıştır.
Yalının içinde, tavan dekorasyonunda yer yer boyama bezemeler ve resimler görülmektedir. Fakat ağırlıklı olarak çıtalarla yapılmış, geometrik bezeme öğeleri kullanılmıştır.
Bibi. Erdenen, Boğaziçi Sahilhaneleri, I, 71-75; A. C. Yada, Boğaziçi Konuşuyor. Kanlıca Tarihçesi, İst., 1945.
EMİNE ÖNEL
RAŞİD MEHMED EFENDİ
(?, istanbul - 10 Temmuz 1735, istanbul) Tarih-i Raşid'vn yazarı, Osmanlı vakanüvi-si, Divan şairi, hattat, müderris, kadı ve elçi, İstanbullu aydın. Vakanüvis Mehmed Raşid Efendi olarak da bilinir.
Naima Mustafa Efendi'den(->) sonra va-kanüvis olan Raşid Mehmed Efendi'nin tarihi, 1660-1722 dönemi için İstanbul'da yaşanan olaylar bakımından önemli bir kaynaktır.
Malatyalı K-dı Mustafa Efendi'nin oğlu olan Raşid, tahminen 1670'li yılların başında istanbul'da doğdu. İstanbul medreselerinde okudu ve dönemin hattatlarından "ta'lik" yazısı çalıştı. 1692'de mülazim-lik (müderris adaylığı) hakkını kazandı. Kadro elde edebilmek için 12 yıl bekledi. Bu arada kendi deyimiyle "istanbul'da at-târ olsun bakkal olsun" pek çok kimse, mülazemette 18 yıl veya daha fazla beklediklerini birer belgeyle kanıtladıklarından bilimsel yeterliliklerine bakılmaksızın müderrisliğe alındılar. Raşid, müderrisliğin ilk aşaması olan "hariç" derslerini 1704'te Hacı llyas Medresesi'nde okuttu. Sırası ile yükselerek 1711'de Halil Paşa, 1714'te Hadım Hasan Paşa, 1715'te Sahn-ı Seman, 17l6'da Hangâh-ı Kahriye, 1718'de Bay-
RAŞİTRIZA___308___309__RAUFÎ_TEKKESİ'>RAŞİTRIZA
308
309
RAUFÎ TEKKESİ
rampaşa, 1728'de Ayasofya-yı Kebir, 1723' te de Süleymaniye Medresesi'nde görev yaptı ve o yıl "kaza" (yargı) sınıfına geçerek Halep kadılığına atandı. Ertesi yıl İstanbul'a döndü ve 1728'e kadar mansıpsız (kadro dışı) kalarak Sadrazam Nevşehirli Damat ibrahim Paşa'ya(->) danışmanlık etti. Siyasi toplantılarda, elçi kabullerinde, ibrahim Paşa'nın özel ve resmi ziyaretlerinde, kasır, köşk, mesire açılışlarında, III. Ahmed'in de (hd 1703-1730) katıldığı eğlencelerde, Seyyid Vehbi, Nedim(->) ve Dürrî efendilerle birlikte bulundu. Örneğin 1719 depremi sırasında İbrahim Paşa ile Beykoz'daydı. Katıldığı her önemli açılış ve eğlence için tarihler düşürdü. Alibey-köy Mesiresi'ne "Hüsrevâbâd" adım Raşid Efendi verdi.
1728'de Rumeli beylerbeyi rütbesi ile İran'a elçi atandı. Uzun bir hazırlıktan sonra 300 kişilik maiyeti ile Üsküdar'dan Beşiktaş'a geçip Frenk Mezarlığı'nda alay korteji düzenledi ve Beşiktaş Sarayı'nda bulunan III. Ahmed ile şehzadelerin önünde alay gösterdi. "Mücevherli kılıcı ve murassa okluğu" ile atından inip yer öptü ve padişahın huzurunda kendisine hilat giydirildi. İsfahan'a götüreceği nâme-i hümayunu aldıktan sonra İran'a hareket etti. Dönüşünde yeniden ilmiye sınıfına geçti. Önce "Mekke payesi" rütbesi verildi. O sırada İstanbul'da aşırı düzeyde yiyecek kıtlığı ve pahalılık yaşandığından, azledilen Zülalî Hasan Efendi'nin yerine 7 Temmuz 1729' da İstanbul kadısı atandı. Bu görevde yasal süresini doldurup 17 Temmuz 1730'da emekliye ayrıldı.
Patrona Halil Ayaklanması(->) ve sonrasındaki bunalım ortamında, eski dönemin bir adamı sayılarak sorgulandı ve 1731-1734 arasında, Limni'de ve Bursa'da sürgünde kaldı. 1734'te Üsküdar'daki yalısında oturmasına izin verildi. Sadrazam Heki-moğlu Ali Paşa'nın koruması ile de 6 Ağustos 1734'te Anadolu kazaskeri oldu.
Raşid, Sadrazam Şehit Ali Paşa tarafından 17 Ocak 17l4'te vakanüvisliğe atandı ve III. Ahmed'in tahta çıktığı 22 Ağustos 1703'ten itibaren olayları yazmakla görevlendirildi. Vakanüvis olarak 1715'te Mora, 1716'daVaradin seferlerine katıldı. Harp divanlarında müzakereleri izledi ve savaşları gözlemledi. Ali Paşa'nın önerdiği nişancılık görevini, sağlık gerekçeleriyle kabul etmedi.
1718'de sadrazam olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Raşid'den, Naima Tari-bi'nin kaldığı 1071/1660'tan başlayarak 1115/1703'e kadar olan zamana ait "ihmale uğramış metrukât ve vakalar ile eserleri" toplayıp "Devlet-i Osmaniye'nin tarihinin şirâzesi"nin tamamlanmasını istedi. Böylece kendi ifadesi ile "tarih yazıcısı" oldu ve bu görevi için de bir berat verildi. Raşid'in vakanüvisliği ise 1723'te Halep kadılığına atanmasıyla sona erdi. Yerine 3 Temmuz 1723'te Küçük Çelebizade İsmail Âsim vakanüvis atandı.
Osmanlıcayı doğru kullanan ve üslubu sıkıcı olmayan Raşid, aynı zamanda, Nâbî ve Sâib'in izinde güçlü bir Divan şairiydi. "Sıhhat-âbad" adlı 1.500 beyitlik bir mes-
nevisi, 27 kasidesi, 260 gazeli, rubaileri ve tarih manzumelerini içeren bir divanı olduğu için, tarihçiliğinin mi, şairliğinin mi daha önde geldiği tartışma konusu olmuştur. Özel ve diplomatik mektuplarını topladığı iki mecmua ile Mora fetihnameleri, III. Ahmed ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa için kaleme aldığı vakfiyeler, Raşid'in düzyazıda ve şiirde eşdeğerde bir yeteneğe sahip bulunduğunu kanıtlar.
Raşid Tarihi, 1660-1722 arasındaki 62 yıllık dönemde, IV. Mehmed(-0 II. Süleyman^), II. Ahmed(->), II. Mustafa(->) ve III. Ahmed'in(-») saltanatları sırasında yaşanan olayları kısa paragraflarla özetler. Vakanüvisliğe atandığı 1714'e kadarki 54 yılın olaylarım, elde edebildiği belgelere, Naima'nın bıraktığı müsveddelere, tanıklardan dinlediklerine ve aynı periyodu veren Osmanlı tarihlerine dayanarak yazmış, Naima'nın açtığı çığırı izlemeye çalışmıştır. 1714-1722 arasındaki kısa dönemi ise "ve-kayiname" olarak kaleme almıştır. Bursalı Tahir, Raşid'in eserine, "Naima Tarihi'nin zeyli" demekte, olayları "seçili" çoğu yerde de muğlak anlattığım vurgulamaktadır. İstanbul tarihi açısından ise, Raşid Tarihi'nin, Naima Tarzız kadar zengin ve renkli anlatımlı olmadığı görülür. Raşid, işlediği yılların sosyal olaylarına pek az yer vermiştir. Buna karşılık, İstanbul'a özgü törenler, saray düğünleri bütün ayrıntılarıyla betimlendiği gibi, tören giysileri ve protokol kuralları da yer yer açıklanmıştır. Elçi kabulleri, önemli kişilerin özgeçmişleri, muahedenameler, hatt-ı hümayunlar da ayrıntılı veya aynen verilmiştir.
Raşid Tarihi'nin İstanbul kütüphane-lerindeki koleksiyonlarda (Nuruosmaniye, Bayezid, Damatzade Mehmed, Es'ad Efendi, Halet Efendi, Ragıb Paşa vd) yazma nüshaları bulunduğu gibi 1153/174l'de ve 1282/1865'te yapılan basımları da mevcuttur. İlk basımın 4., ikinci basımın 6. cildi, kendisinden sonraki vakanüvis Küçük Çelebizade İsmail Âsım'm Tarih-i Vekai'sini de kapsamaktadır. Raşid Tarihi'ni tamamlayan vekayiname 13 Ağustos 1722-27 Ağustos 1728 olaylarını içermektedir.
Raşid, eserinin birçok yerinde kendi yaşamından ve aldığı görevlerden söz eder.
Anadolu kazaskeri iken ölen Raşid, Ka-ragümrük'te Efdalzade Medresesi karşısında Zincirlikuyu denen yerde, oğlu İbrahim Edhem'in konağı yakınındaki, kayınpederi İdris Efendi'nin de medfun bulunduğu hazireye gömülmüştür. Mezar taşındaki "Ola Raşid Efendi'nin mekânı evc-i İlliy-yî" dizesi ebced hesabıyla ölüm yılı olan 1148/1735'i verir.
Bibi. Tarih-i Raşid, V, 451 vd; Küçükçelebiza-de İsmail Âsim; Tarih (Raşid Tarihi, c. VI), s. 5 vd; Salim, Tezkire, ist., 1315, s. 260 vd; M. Kemal Özergin-H. İpekten, "Sultan Ahmed III. Devri Hadiselerine Ait Tarih Manzumeleri", TD, IX (1958), s. 133 vd, X/l4 (1959), s. 125 vd; M. Kemal Özergin, "Raşid", İA, c. 9, s. 632 vd; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 294-295, 320-321; Sicill-i Osmanî, II, 351; Osmanlı Müellifleri, 55-57; Ali Kemal, Raşid Müverrih miŞairmi, İst., 1334; Ahmed Refik, Alimlerve Sanatkârlar, Ankara, 1980, s. 247 vd.
NECDET SAKAOĞLU
RAŞİTRIZA
bak. SAMAKO, RAŞİT RIZA
RAUF YEKTA BEY
(27Mart 1871, İstanbul-8 Ocak 1935, İstanbul) Musiki nazariyatçısı, bestekâr, neyzen, yazar.
Asıl adı Mehmed Rauf olup, "Yekta", hat hocası tarafından kendisine verilmiş mahlastır. Simkeşhane İkokulu'nu ve Mahmudiye Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra 4 yıllık Lisan-ı Mektebi Ali'nin Fransızca bölümünden mezun oldu. Özel hocalardan Arapça, Farsça öğrendi. Henüz 13,5 yaşında ve öğrenci iken Divan-ı Hümayun'da devlet memurluğuna başladı. 38 yıllık hizmetten sonra 51 yaşında, beylikçi muavinliğinden emekliye ayrıldı. 64 yaşındayken tifoya yakalanarak Beylerbeyi'ndeki evinde öldü. Kuzguncuk'taki Nakkaştepe Me-zarlığı'na gömüldü.
İlk ney derslerini Kulekapısı (Galata) Mevlevîhanesi dervişlerinden Sabri Dede ve Hacı Ali Dede'den aldı. Daha sonra Ye-nikapı Mevlevîhanesi neyzenbaşısı Cemal Dede ile Aziz Dede'den bu sazı öğrenmeye devam etti. Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Celaleddin Dede'den tanbur öğrendi. Klasik repertuvarı, 7 yıldan fazla öğrencisi olduğu Zekâi Dede(->), Ahmed Irsoy ve Bolahenk Nuri Bey'den(-») meşk etti. Musikinin ses fiziğiyle ilgili konularını matematik alanında tanınmış bir bilim adamı olan Salih Zeki Bey'den öğrendi. Galata Mevlevîhanesi Şeyhi Atâullah Dede ve kendisinden tanbur öğrendiği Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Celaleddin Dede ile musiki nazariyatı konusunda çalıştı, tanbu-run perdeleri ile aralıklarını yaptığı bir so-nometreyle ölçtü.
Mevlevî olan Rauf Yekta Bey, Bahariye Mevlevîhanesi Şeyhi Hüseyin Fahred-din Dede, Atâullah Dede ve Celaleddin Dede'nin teşvikleriyle müzikoloji çalışmalarına yöneldi. Çağdaş Türk müzikolojisi-nin temellerini atan musiki araştırmacılarının ilki olarak Türk musikisi tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Uzun yıllar birlikte çalıştığı Subhi Ezgi(-0 ve Hüseyin Saadettin Arel'in(->) sonradan geliştirecekleri bilimsel çalışmaların öncüsü ve ha-.. zırlayıcısıdır. Geleneksel Türk musikisinin hiç kimse tarafından bilinmeyen örneklerine dek hemen tamamını hafızasında taşıyacak kadar geniş repertuvarı, her biri devrin en büyük üstatları olan hocaların eğitiminden geçmesi ve Batı müziko-lojisi kaynaklarını inceleyerek elde ettiği bilgiler ile hem içinde yetiştiği geleneği iyi tanıyor, hem de o geleneğe bilimsel bir gözle bakabiliyordu.
Rauf Yekta Bey, Darü'l-Elhân(-») kurulduğunda, bu okulda "musiki nazariyatı ve tarihi" dersleri verdi. 1926'da Darü'1-El-hân'ın Türk musikisi şubesi kapatılıncaya kadar bu görevini sürdürdü. 1926'dan ölümüne kadar da aynı kurumda oluşturulan Türk Musikisi Eserlerini Tesbit ve Tasnif Heyeti'nin başkanlığını yürüttü. Bu kurulda İsmail Hakkı Bey(->), Mesud Cemil(->), Ahmed Irsoy, Subhi Ezgi ve Ali Rifat Çağa-
tay(->) ile birlikte sürdürdüğü çalışmalarda çok sayıda Türk musikisi klasiğinin notalarını yayımladı. Bu eserler en sağlam kaynaklar arasında sayıldı. 1926'dan sonra başlatılan Anadolu folkloruna yönelik araştırma ve derleme gezilerine de katılan Rauf Yekta Bey, bu araştırmalara önemli katkılarda bulundu.
1898'de İkdam gazetesinde yayımlanan ilk makalesinden başlayarak ölümüne kadar yazdığı inceleme ve araştırma yazılarının sayısı 400 kadardır. İkdam dan başka Şehbal, Yeni Mecmua, Hale, Nota gibi yerli gazete ve dergilerin dışında Re-vueMusicaleve Monde Musicale gibi yabancı yayın organlarında da inceleme ve araştırma yazıları basılmıştır. 1922'de Paris'te yayımlanan, Albert Lavignac'ın yönettiği Encylopedie de la Musique adlı ansiklopedinin Türk musikisi için ayrılan kısmının yazarı da Rauf Yekta Bey'dir. Bir yıl çalışarak yazdığı 120 sayfalık bu monografi, çok değerli bir müzikoloji çalışması niteliği taşır. Bu inceleme sonradan Türkçe'ye de çevrilmiştir. Türk musikinin kendine özgü ses ve perde yapısının bilimsel bir açıklaması olması gerektiği düşüncesinden yola çıkan Rauf Yekta Bey bu monografisinde Türk musikisi bilgilerini bir düzene sokmuş, makamları, usulleri bilimsel bir temele dayanarak yeniden tanımlamış, bir sekizlide 24 eşit olmayan aralığa karşılık 25 perde bulunduğu yolundaki görüşünü açıklamıştır. Bu görüş, daha sonra Arel-Ezgi sisteminin çıkış noktası olmuştur.
Rauf Yekta Bey'in "Esâtiz-i Elhân" serisinden yayımladığı Zekâi Dede, Dede Efendi ve AbdülkadirMerâgîadlı üç kitapçığı, bu bestekârların hayatı ve sanatı üstüne yazılmış ilk ve değerli araştırmalardır. Darü'l-Elhân'daki hocalığı sırasında verdiği derslerin notlarından oluşan Türk Musikisi Nazariyatı adlı eserini 1924'te 9 forma halinde, Şark Musikisi Tarihi adlı eserini de 1925'te 4 forma halinde yayımlamıştır. Rauf Yekta Bey'in Milli Tetebbular Mecmuası hda yayımlanan çalışmaları da Türk musikisi kaynaklan arasında önemli bir yeri olan yazılardır.
Rauf Yekta Bey'in yakın zamana kadar varlığından haberdar olunmayan ya da içeriği bilinmeyen üç eseri daha ortaya çıkmıştır. İlki Mart 1932'de Kahire'de toplanan ve Türkiye temsilcisi olarak katıldığı Doğu Musikisi Kongresi'ne sunduğu tebliğ ve raporlarla birlikte genel görüşmelerin toplandığı, Kahire'de basılan kitaptır. İkinci eser, Türk Notası ile Kıraat-ı Musikiyye Dersleri adlı 16 sayfalık bir kitapçıktır. Kendi geliştirdiği nota sistemini anlattığı ve 1917'de Şehzadebaşı Evkaf-ı İslamiyye Matbaası'nda basılmış olan bu kitapçık Rauf Yekta Bey'in yarım kalan eserlerindendir. Varlığı yeni keşfedilen eserlerin üçüncüsü, Mütaleat ve Erâe Havle Mu 'temerü 7-MusikiüT-Arabiyye adını taşımaktadır. 1932'de Şark Musikisi Kongresi'nde bulunduğu günlerde Muhaddefe gazetesinde yayımladığı 30 kadar makalenin, aynı gazete tarafından kitap haline getirilip 1934'te yayımlanmış şeklidir. Kitap, yaza-
rın Doğu musikisinin yaygınlaştırılması üzerine görüşlerini içerir.
Rauf Yekta Bey'in bestelediği eserler Mevlevi ayini, beste, ağır semai, peşrev, saz semaisi, marş, ilahi, tekbir, kâr, şarkı ve fantezi türlerinde olmak üzere 50 dolayındadır. Yenikapı Mevlevîhanesi'nde neyzenbaşıyken bestelediği ve ilk mukabelesi 16 Ağustos 1923'te aynı mevlevîha-nede gerçekleşen "yegâh ayin", en büyük çaptaki eseridir. Saz eserleri arasında mahur peşrevi çok ünlüdür. R. Yekta Bey bütün bu eserlerinde geleneksel zevke, kurallara bağlı bir bestekâr olarak dikkati çeker. Mehmet Akif'in "İstiklal Marşı"nı besteleyen bestekârlardan biri de Rauf Yekta Bey'dir. Yetiştirdiği çok sayıda öğrenci arasında Kemal Batanay, Sadeddin Heper ve Burhanettin Ökte anılabilir. Torunu Yavuz Yektay da bestekâr ve neyzendir.
Rauf Yekta Bey
Türk Bestekâr Portreleri, Yapı Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi, İst., 1990
Beylerbeyi'ndeki köşkü bir süre musiki müzesi olarak düzenlenen Rauf Yekta Bey' in kütüphanesi büyük değer taşır. Dünyada tek nüsha olan bazı eserlerin bu kütüphanede olduğu bilinmektedir. Kütüphanedeki eserlerin bir bölümü Süleymaniye Kütüphanesi'ne bağışlanmıştır, ama asıl önemli kaynakların akıbeti konusunda bugüne kadar sağlıklı bilgiler elde edilememiştir.
Çağdaş Türk musikisi araştırmacılığının en büyük temsilcilerinden biri olan Rauf Yekta Bey'in adı, İstanbulluların kendisine duydukları saygının bir göstergesi olarak Bakırköy Zuhuratbaba'da bir sokağa verilmiştir. Nây kinisin tanbur âh ü efgan eylesin / Hazret-i Yekta Rauf u aldı âğûşa ebed/ Bâkiyâ geldi dü çeşmimden sirişk-i firkat /Kutb-i nâyî ney gibi bâmûş oldu elmeded mısraları, Abdülbaki Göl-pınarlı'nın Rauf Yekta'nın ölümü üzerine yazdığı tarih şiiridir.
Bibi. L. Atlı, Hatıralar, İst., 1947, s. 126; E. B. Şapolyo, "Rauf Yekta", Türk Yurdu, S. 241 (Şubat 1955); İnal, Hoş Şada, 241; M. Rona, 50
Yıllık Türk Musikisi, ist., 1960, s. 145; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, II, Ankara, 1989, s. 83; Öztuna, BTMA, II, 218; S. Aksüt, Türk Musikisinin 100Bestekârı, ist., 1993, s. 300; M. Bardakçı, "Rauf Yekta Bey'in Hayatı ve Eserleri", Türk Musikisi, ist., 1986, s. 8-15.
MEHMET GÜNTEKlN
RAUFÎ TEKKESİ
Üsküdar İlçesi'nde, Doğancılar'da, Sinan Paşa Mahallesi'nde, mahalleye adım veren caminin yakınında yer almaktaydı.
Halvetî tarikatının Raufî kolunun âsi-tanesi olan bu tekke, 18. yy'ın ilk yarısında, tespit edilemeyen bir tarihte, adı geçen kolun kurucusu Üsküdarlı Şeyh Ahmed Raufî (ö. 1756) tarafından tesis edilmiştir. Kaynaklarda "Ahmed Raufî, Raufî Efendi, Şeyh Raufî Efendi" olarak da zikredilen tekkede, Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde 3 erkek ile 3 kadının barındığı belirtilmiştir. Ayin günü 19. yy'ın ikinci çeyreğine tarih-lenen Hankahname adlı yazmada cuma; 1256/1840 tarihli Âsitâne'ûe 1304/ 1886-87 tarihli Mecmua-i Cevâmi'de ise perşembe olarak verilmektedir. 1920'lerde vuku bulan Doğancılar yangınında ortadan kalkan Raufî Tekkesi'nden geriye hiçbir iz kalmamıştır. Şeyh Ahmed Raufî'nin ve neslinden gelen postnişinlerin kabirleri Sinan Paşa Camii'nin haziresinde bulunmaktadır.
Şeyh Ahmed Raufî 1068/l657-58'de Üsküdar'da doğmuş, medrese tahsilini bitirdikten sonra aynı semtteki Kapı Ağası Medresesi'nin müderrisliğine tayin edilmiş, ayrıca ileride yanına tekkesini tesis edeceği evine yakın olan Sinan Paşa Camii'nin imamet ve hitabet görevlerini üstlenmiştir. Halvetîliğin Ramazanî kolundan, Üsküdar-Toygartepesi'ndeki Selami Ali Efendi Tekkesi'nin postnişini Şeyh Ali Alâeddin Köstendilî'ye (ö. 1730) intisap ederek kendisinden hilafet almış, inşa ettirdiği tekkede hayatının sonuna kadar irşatla meşgul olmuş ve 20 civarında halife yetiştirmiştir. Şeyh A. Alâeddin Köstendilî'nin halifelerinden, Halvetîliğin Cerrahî kolunun kurucusu Şeyh Nureddin Cerrahî'nin (ö. 1721) "pirdaşı" olan Şeyh Ahmed Raufî'nin "Raufî" mahlası ile şiirler ve ilahiler yazdığı, basılmamış bir divanı ile Kurretü'l-Uyûn başlıklı Osmanlıca bir risalesi ve Me-câlis adlı Arapça bir mev'iza kitabı olduğu bilinmektedir. Münzevi bir hayatı tercih etmesine ve şöhretten kaçınmasına rağmen III. Osman'ın (hd 1754-1757) kendisini sıkça ziyaret ederek duasını aldığı rivayet olunur.
Raufî Tekkesi'nin postu, en azından 19. yy'ın ilk çeyreğine kadar banisinin neslinden gelen ve "Raufîzadeler" olarak anılan ailenin uhdesine kalmış, babadan oğu-la intikal eden meşihat görevi Şeyh Ahmed Raufî'den sonra Mehmed Nurullah Efendi (ö. 1775), el-Hac Abdurrahim Nesib Efendi (ö. 1812), Mehmed Fazlî Efendi (ö. 1812), Ahmed Raufî Efendi (ö. 1814) adındaki şeyhlerce sürdürülmüştür. Zâkir Şük-rî Efendi'nin Mecmua-i Tekâyâ 'sındaki şeyhler listesi burada son bulmakta, 1814'
RAZGRAD OLAYI
310
311
REDİNGOT
ten sonra tekkenin postuna geçen şeyhlerin adlan tespit edilememektedir. Bu arada Süleymaniye Kütüphanesi'nde, Zühdü Bey Bölümü'nde, no. 489'da kayıtlı bulunan ve 1823 civarına tarihlenebilen, müellifi meçhul şeyhler listesinde, Gülşenî şeyhleri arasında "Üsküdar'da, Şeyh Yusuf Efendi hulefâlarından Raufî Dergâhı şeyhi vekili Mehmed Tahir Efendi dâîlerinin" adı geçmektedir. Şeyh Ahmed Raufî'nin 1814'te vefat etmesi üzerine, Raufîzade-lerden henüz reşit olmayan bir erkek çocuğun posta geçtiği, bu belgede sözü edilen M. Tahir Efendi'nin de kendisine vekâlet ettiği tahmin edilebilir. Ancak tekkenin bundan dolayı Gülşenîliğe bağlanmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim 19. ve 20. yy'lara ait tekke listelerinde Raufî Tekkesi, bağlı bulunduğu kol belirtilmeksizin Hal-vetî olarak gösterilmiştir. II. Mahmud'un (hd 1808-1939) kızlarından Saliha Sultan'ın 1249/1834'teki düğününe davet edilen Halveti şeyhleri arasında, "Üsküdar'da Ahmed Raufî Tekkesi şeyhi efendi" zikredilmiş ancak adı açıklanmamıştır.
İstanbul'da, Halvetîliğin en az yayılan kollarından olan Raufîlik, Üsküdar'daki âsi-tanenin yanısıra biri Beykoz'da, diğeri Ye-niköy'de bulunan iki zaviyede faaliyet göstermiştir. 18. yy'ın ortalarında kurulan Beykoz'daki zaviye "Raufî, Raufî Efendi, Hafız Efendi, Şeyh Hafız Efendi" adları ile anılmakta, Yeniköy'de 1201/1786-87'de tesis edilen diğer zaviye ise "Şeyh ismail E-fendi Tekkesi" veya "Yeniköy Tekkesi" o-larak tanınmaktadır. Söz konusu her iki tekke de 19. yy'da Halvetîliğin Şabanî ve Cerrahî kollarına intikal etmiş, tekkelerin kapatılmasından sonra tarihe karışmışlardır.
Dostları ilə paylaş: |