SARAYLAR
464
465
SARIYER
da düzenlenmiş ikinci bölüm ise dahiliye, yani haremdir. Surnamelerde sultanı Atmeydanı'ndaki alayları seyrederken gösteren ünlü köşk (Mehterhane ya da Hiya-miye Köşkü) bu sarayın divanhanesinin kapalı bölümüne açılıyordu. İlginç olan kagir ve çok büyük ölçekli olmasına karşın yapının hayatlı divanhane, köşk, revak-lı avlu gibi, Anadolu'da gelişen Türk evinin fizyonomisini yaratan birçok öğelerle kurulmuş olmasıdır. 16. yy'da İstanbul'a gelen yabancı gezginler, örneğin 1553-1555'te Hans Dernschwam(-»), İbrahim Paşa Sarayı'nı bugünkü topografik konumuna kesinlikle uyan, çok büyük, güzel ve kaleye benzeyen bir konut olarak betimlemektedir. Sultan sarayları için karakteristik olan bir kulenin İbrahim Paşa Sarayı'nda da olduğu Matrakî'nin İstanbul minyatüründen anlaşılmaktadır.
16. yy'da varlıklarını belgelerden öğrendiğimiz Rüstem Paşa'nın ya da karısı Mih-rimah Sultan'm, Siyavuş Paşa'nın, Sinan Paşa'nın saraylarına ya da Sokollu'nun Sultan Ahnıed Camii yapılırken ortadan kalkan sarayına ilişkin hiçbir veri kalmamıştır. Fakat bu sarayların büyüklüklerine ilişkin bazı bilgiler vardır. Örneğin Ahmed Refik Al-tınay saraya damat olan Sokollu'nun görkemli sarayında üç hamam, üç fırın, ikisi kendisinin hayvanları için altı ahır ve saraç, terzi ve kuyumcu gibi zanaatkarların işyerleri olduğunu yazar. Bazen yüzlerce odası olduğu söylenen bu sarayların oda sayıları hakkında şüpheler vardır. Fakat 19. yy'dan bildiğimiz konutlara ve konaklara göre çok daha büyük alanlarda inşa edilmiş oldukları anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi sözünü ettiği saraylar içinde, sadece Sinan'ın yaptığı Siyavuş Paşa Sarayı'nı Sü-leymaniye'nin kuzeyinde avlular etrafındaki odaları, yedi hamamı, elli dükkânı ve ayaklar altındaki deniz manzarasıyla betimlemiştir. Üzerinde biraz bilgi verdiği iki saray Eski Saray ve Topkapı Sarayı'dır. Bu saraylardan günümüze hiçbir iz kalmamasının nedeni, temelde ahşap yapılmış olmalarıdır. Nitekim 18. ve 19. yy'm başındaki, hattâ II. Abdülhamid dönemindeki büyük saraylardan da pek az örnek kalmıştır.
Saray adı taşıyan konut kompleksleri-
L'Espinasse'ın
betimlemesiyle
Beşiktaş
Sarayı.
N. Arslan,
Gravür ve
Seyahatnamelerde
istanbul,
ist., 1992
nin tipolojisi bugünkü bilgilerimize göre ikiye ayrılabilir: Pavyonlardan oluşan saraylar, tek bir plan olarak tasarlanmış olanlar. Pavyonlardan oluşanlara Topkapı Sarayı da dahildir. Bunların mimari tasarımı köşk, kasır gibi ünitelerden oluşur. Daha büyük üniteler olarak tasarlanmış olanların hakkında bilgi sahibi olduğumuz III. Ahmed ve I. Mahmud dönemlerinin Sa'dâbâd Sarayı da, İbrahim Paşa Sarayı gibi, birbirinden bağımsız ve avlular etrafında tasarlanmış harem ve selamlık bölümlerinden oluşuyor ve planları bir hayat ya da bir galeri üzerine sıralanmış odalar şeklinde kuruluyordu. Bu gözlem Anadolu hayat evi geleneğinin saray planlamasını da etkilediğim gösterir. Doğrusu istenirse III. Selim ve II. Mahmud dönemine kadar, İstanbul saraylarının vaziyet planları bağımsız ya da birbirlerine uzanmış pavyon ağırlıklı yapılardan oluşur. Uzun bloklar şeklinde, özellikle sahilsaray olarak yapıldıkları zaman da cepheye taşan büyük sofalar çevresinde oluşturulan oda kümeleri şeklinde planlanmışlardır. Kavak Sarayı, Topkapı Sahilsarayı gibi, pavyon ağırlıklı bir kompleksti. D'Ohhson'un albümündeki L'Espinasse imzalı çok ilginç gravürde görülen Beşiktaş Sarayı, büyük yalı ile birleşik pavyonlar arasında bir kompozisyon olarak tasarlanmıştır. Daha bütünleşmiş bir tasarım Melling'in gravürlerinde görülen Defterdarburnu'ndaki Hatice Sultan'm ünlü Neşatâbâd Sarayı'dır. Bugüne kadar gelmiş saraylar içinde bu son iki saray Türk-Osmanlı büyük konut geleneğinin en güzel örnekleridir. Yine Melling'in gravürle-
ibrahim Paşa
Sarayı'nın
kuşbakışı
çizimi.
Sedat Çetintas
rinde görülen Tersane Sarayı bu ulanmış köşk çekirdekleri tipolojisine uymaktadır. Fakat bugün o saraydan kalmış Aynalıka-vak Kasrı'nın da tanıklık ettiği gibi, 18. yy'm sonuna kadar Türkler Avrupa geleneğinin sonradan Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında gördüğümüz saray imgesini benimsememişlerdir. Nitekim Boğaziçi'nin 18. yy'daki en güzel yapıları, başta Bebek Kasrı olmak üzere, Beşiktaş Sara-yı'nın Çinili Köşk'ü gibi, merkezi planlı köşk ve divanhane niteliğinde olanlardır. Bunların tasarımı da temelde, 17. yy'm sonunda yapılmış ve bugüne kadar yaşamış, Amcazade Hüseyin Paşa Sahilsarayı'riın divanhanesinde görülen geleneksel planı, daha büyük ölçekte yinelemektedir. Başka bir deyişle 18. yy'a gelene kadar İstanbul sarayları bezeme alanında Batılı etkilere açık olsalar bile, tasarımda kendi tarihi geleneklerine sadık kalmışlar ve Batılı ressamların bugün hayranlıkla baktığımız Boğaziçi konut uygarlığını yansıtan aristokra-tik yerleşme düzenini yaratmışlardır.
Tek bir yapı olarak tasarlanmış, ulanmış pavyonlar tipolojisini kesinlikle aşan ilk saray II. Mahmud'un şimdiki sarayın yerinde yaptırdığı, 1859'da Abdülmecid'in yıktırdığı Çırağan Sarayı'dır. Mimarının kim olduğu üzerinde tartışmalar yapılan bu saray, Türk geleneğim yadsıyarak, Boğaz kıyılarına ampir üslubunda(->) Batı romantizmini ve Avrupa sarayı görüntüsünü getirmiştir. Bunu Abdülmecid'in Topkapı Sa-rayı'mn terk edilmesine neden olan Dolmabahçe Sarayı izlemiştir. Plan tipolojisi açısından bu saraylarla büyük konak ve yalılar arasında önemli bir mekânsal tasarım farkı yoktur. Saraylar için karakteristik olan, büyük boyutun getirdiği zorunlulukla, planın koridorlarla bölünen uzun cephelere paralel üç bölümden-oluşmasıdır. Cephelere gelen oda ve dairelerin önünde onları sirkülasyon ve servis alanlarından ayıran koridorlar vardır. Başka bir deyişle plan, genellikle koridorlarla ayrılan bir iç, iki dış (yani cepheye açılan) şeritten oluşur. Bu şeritler her iki cepheye de açılan direkli eyvanları olan büyük sofalarla bölünür. Bu şema blok başlarında, girişlerde, birbirine dik birleşen kolların birleşme noktalarında, işlevin gerektirdiği değişimlere uğrar. Koridorlar oda dizilerini ya da kendi içinde başlıbaşına bir daire oluşturan bölümleri birbirine bağlar. Dolmabahçe Sarayı'nda bu şemanın ortasına büyük muayede salonu girmiştir. Neoklasik
tarzdaki Beylerbeyi Sarayı da(->), daha küçük, daha iyi orantılı, fakat benzer bir plan anlayışıyla inşa edilmiştir. Çırağan Sarayı da aynı plan özelliklerini gösterir. Büyük sarayların en görkemli öğeleri evyanlı ve sütunlu sofalarıyla, anıtsal merdivenlerdir. Bir bakıma Osmanlı konut geleneğini, bu 19. yy yapılarında tümüyle değiştiren en önemli plan öğesi merdivenlerdir. Ölçüleri büyümüş olmakla birlikte orta sofalar, eliptik olmadıkları zaman, direklikleri ve eyvanlarıyla bir ölçüde geleneksel plan öğelerine referans verirler. Fakat simetrik, büyük yer işgal eden dönen merdivenler, tümüyle yabancı bir mekân anlayışını İstanbul'un büyük konutlarına taşımışlardır. Buna değişik mimari üsluplar da eklenince 19. yy saray mimarisi, büyük konak ve sahilsaray mimari geleneğini, 19. yy seçmeciliğinin akıntılarına sürüklemiştir. 19. yy' da İstanbul en az üç kez mimari üslubun değiştiğini görmüş, bu akımlar, özellikle Boğaz kıyılarındaki büyük sahilhanelere yansımıştır. Sonunda 1923'te yıkılan olağanüstü güzellikteki art nouveau(->) üsluplu Nazime Sultan Yalısı ve Bebek'teki Hı-diva Sarayı(->) gibi yapılar ortaya çıkmıştır.
Bibi. F. Drimtekin, "Leş palais imperiaux byzantins", Corsi Ravennate, S. 12 (1965), s. 225-245; Janin, Constantinople byzantine, 107, 153; Millingen, Walls; S. Miranda, Leşplais deş Ampereurs byzantins, Mexico City,-1965; Müller-Wiener, Bildlexikon, 223-247; Milli Saraylar, Ankara, 1992; N. Atasoy, ibrahim Paşa Sarayı, ist., 1972; S. Çetintaş, Saray ve Kervansaraylar Arasında ibrahim Paşa Sarayı, İst., 1939; Eldem, TürkEvi, II, 108-156; Eldem, Sa 'dâbâd; Konyalı, İstanbul Sarayları; Mel-ling, Voyage;M. Sözen, Devletin Evi Saray, İst., 1990; H. Şehsuvaroğlu, İstanbul Sarayları, ist., 1954.
DOĞAN KUBAN
Dostları ilə paylaş: |