NECİP CELAL
60
61
NEDİM
K
İ
D
(Der vasf-ı İstanbul ve sitâyiş-i sadrazam ibrahim Paşa)
Altında mı üstünde midir Cennet-i a'lâ Hep halkının etvârı pesendîde vü makbul
Elhak bu ne halet bu ne hoş âb ü hevâdır Derler ki bir az dilberi bî-mihr ü vefadır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letafet Şimdi yapılan 'âlem-i nev-resm ü safânın
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safadır Evsâfı hele başka kitâb olsa revadır
ki Aziz Mahmud Hüdaî Tekkesi'nin(-») postnişinlerinden, kendisi gibi aynı zamanda Nakşibendîliğe mensup bulunan ve "Büyük Ruşen Efendi" olarak tanınan Mudanyalı Şeyh Mehmed Ruşen Efen-di'nin (ö. 1794) 1783'te kısa bir müddet için Mudanya'ya sürülmesi üzerine Celve-tî Âsitanesi'nde "vekâleten" meşihat görevini üstlenmiştir. Ancak gerek M. Rızaed-din Efendi'nin, gerekse de oğlu M. Sıddık Efendi'nin Celvetî-Nakşibendî olmalarına rağmen Neccarzade Tekkesi'nin tasavvufi kimliğinde Nakşibendîliğin ağır bastığı anlaşılmakta, söz konusu tesis, 18. yy'ın sonlarından itibaren sayıları artan tekke listelerinin hepsinde Nakşibendî olarak kaydedilmektedir. Hattâ bu tekke BOA'da bulunan ve M. Sıddık Efendi'nin meşihatı (1746-1794) sırasında 1199/1784'te kaleme alınan listede (Çetin, Tekkeler) bile "Beşiktaş'ta Nakşibendî Dülgerzade Tekkesi" şeklinde zikredilmiştir. Zâkir Şükrî Efendi'nin Mecmua-i Tekâyâ'sında M. Sıddık Efendi'den sonra postun damadı Şeyh ismail Hakkı Efendi'ye (ö. 1841) intikal ettiği, î. Hakkı Efendi'nin vefatı üzerine istanbul'da Kadirîliğin âsitanesi olan Kadirîhane Tekkesi'nin(-») postnişini Şeyh Abdüşşekûr Efendi'nin (ö. 1860) vefatına kadar (1841-1860) vekâleten Neccarzade Tekkesi meşihatını üstlendiği, daha sonra Şeyh Mustafa Rıza Efendi adında bir şahsın bu makama geçtiği kayıtlıdır. Her ne kadar açıkça belirtilmemişse de, Mustafa Rıza Efendi'nin, İ. Hakkı Efendi ile aynı adı taşıdığı, M. Rızaeddin Efendi'nin torunu olan hanımın oğlu olduğu, babasının vefatında reşit olmadığı için de Abdüşşekûr Efendi'nin kendisine vekâlet ettiği tahmin edilebilmekte, ancak Neccarzade Tekkesi'nin Kadirîlik(-») ile olan bağlantısı açıklık kazanmamaktadır. Kaynaklarda Neccarzade Tekkesi "Dülgerzade", "Sinan Paşa" ve üçüncü postnişinden dolayı "Hakkı Efendi" adları ile de zikredilmiştir. Ayin günü pazartesi olan tekkede, Dahiliye Ne-zareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde iki erkeğin ikamet ettiği kayıtlıdır.
Türbe dışında bütünüyle tarihe karışmış olan Neccarzade Tekkesi'nin yerleşim düzem ve mimari özellikleri aydınlatılmamıştır. M. Rızaeddin Efendi'nin Sinan Paşa Ca-mii'nin imamı olması, tekkesini caminin hemen yanında tesis etmesi (hattâ bu yüzden kimi zaman bu tesisin "Sinan Paşa Tekkesi" olarak anılması), istanbul'da sıkça görüldüğü üzere, burada da doğrudan caminin tekkenin tevhidhanesi olarak kullanıldığını düşündürmekte, ayrıca şadırvan avlusunun çevresinde derviş hücresi olarak kullanılmaya çok uygun medrese odaları sıralanmaktadır. Ancak ilgili kaynakların hiçbirinde Neccarzade Tekkesi'nin Sinan Paşa Camii'nin "derûnunda" olduğu yolunda bir kayıt bulunmamakta, aksine Hadîka 'da ve birtakım tekke listelerinde tekkenin, caminin "kurbünde" (yakınında) yer aldığı belirtilmektedir.
Diğer taraftan İstanbul Vakıflar Başmü-dürlüğü'ndeki 1341/1925 tarihli Esâmi-i Tekâyâ Defteri'nden E. Hakkı Ayverdi'nin
istinsah ettiği bir kayıtta Kaptan-ı Derya Sinan Paşa'nm (ö. 1554) Beşiktaş'taki camiinde bir tekke kurduğu belirtilmekte ve vakfın tescil tarihi 970/1562-63 olarak verilmektedir. Ayrıca Mecmua-i Ceuâmi'de de (1889-1890) Dülgerzade Tekkesi'nin banisi olarak Sinan Paşa'nm adı kaydedilmiştir. Bu hususun doğruluğu varsayıldı-ğı takdirde Neccarzade Tekkesi, Sinan Paşa tarafından cami ve medrese ile birlikte düşünülmüş ve muhtemelen sonradan faaliyeti kesintiye uğramış bir tekkenin 18. yy'da canlandırılması suretiyle kurulmuş bir tesis olmaktadır. Hakkında hemen hiçbir bilgi bulunmayan bu ilk tekkenin varlığının kesinleşmesi ve niteliğinin açıklığa kavuşması ancak ilerideki araştırmalarda mümkün olacaktır.
Günümüzde mevcut olan türbe, kapısının üzerindeki talik hatlı, manzum kitabeye göre 1286/1869'da yenilenmiştir. Dikdörtgen planlı (9,65x5,70 m) olan yapı sıvalı duvarlarla kuşatılmış, kurşun kaplı bir tekne tonozla örtülmüştür. Batı duvarının ekseninde giriş, bunun yanlarında birer pencere, ayrıca, biri güney, ikisi kuzey, üçü de doğu duvarında olmak üzere, altı adet pencere bulunmaktadır. Mermerden sövelerin çerçevelediği bu açıklıklardan giriş ile güney penceresi dikdörtgen, diğerleri yuvarlak kemerlidir. Türbenin yeniden inşa edildiği dönemin ampir üslubunu yansıtan cephelerinde sövelerin köşeleri yıldız kabartmaları ile bezenmiş, kemerlerin kilit taşları küçük konsollar şeklinde biçimlendirilmiştir. Yapının camiye bakan doğu cephesinde, köşeye yerleştirilmiş olan sülüs hatlı manzum kitabede 1158/1745'te "Şeyhü'l-harem Hacı Beşir Ağa'nın bâb-ı Rızaullah'a su getirdiği" belirtilmektedir. Hadîka'&z aynı kişinin ("Şeyhü'l-harem" ve "Büyük" lakapları ile tanınan, Eyüb Sultan Külliyesi'nde gömülü Darüssaade Ağası Hacı Beşir Ağa(->) medresenin sol (batı) kanadındaki abdest musluklarını yaptırdığı ifade edilir. Türbenin duvarındaki bu kitabenin de aynı sırada tekke için yaptırılan bir çeşmeye ait olduğu, sonradan (muhtemelen türbenin yeniden inşa ettirilmesi sırasında) buraya konduğu tahmin edilebilir. Türbenin içinde M. Rızaeddin Efendi ile neslinden gelenlere ait toplam altı adet ahşap sanduka sıralanmaktadır. Yapıda herhangi bir süsleme öğesi görülmez. Pencere açıklıkları oldukça basit demir parmaklıklarla donatılmıştır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 91-92; Kut, Der-gehname, 231, no. 22; Çetin, Tekkeler, 590; Aynur, Saliha Sultan, 35, no. 55; Âsitâne, 9; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 42-43, no. 70; Münib, Mecmua-i Tekâyâ; Raif, Mir'at, 321; th-saiyatll, 19; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 47; Vas-saf, Sefine, III, 13; Osmanlı Müellifleri, II, 187; H. K. Yılmaz, Aziz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiy-ye Tarikatı, İst., 1982, 234-266; İ. G. Kayaoğlu, "Neccarzade Dergâhına Ait Bir Çift Güğüm", Journal of Turkish Studies, 7/II (1983), s. 287-291; M. Özdamar, DersaadetDergâhları, İst., 1994, s.
203~2°4' M. BAHA TANMAN
Dostları ilə paylaş: |