Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə111/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   107   108   109   110   111   112   113   114   ...   147

SALİHA SULTAN SIBYAN MEKTEBİ

Azapkapı'da, Atatürk Köprüsü'nün başında yer alan ve 1957'deki imar hareketleri sırasında ortadan kaldırılan tarihi eser.

Saliha Sultan Sıbyan Mektebi, Sokollu Mehmed Paşa'nın yaptırdığı Azapkapı'daki cami ve Saliha Sultan Sebili ile birlikte bir bütün oluşturmaktaydı. Mektep, II. Mustafa'nın (hd 1695-1703) zevcesi ve I. Mahmud'un (hd 1730-1754) annesi Valide Saliha Sultan tarafından yaptırılmıştır. Galata'nın başlıca iskelelerinden birinin başında bulunan mektep, Çeşme Meydanı olarak tanınan ufak bir meydanı süslemekteydi. Mektep, sebil ve çeşmelerin 1114/1731-32 tarihli vakfiyesinden, bir ekmekçi fırını ile beş dükkânın gelirlerinin bu eserlere vakfedildiği anlaşılmaktadır.

Mektebin içinde, dershane odasının kapısı üzerinde bulunan güzel sülüs hatla yazılmış kitabe 1146/1733-34 tarihini taşımaktadır.

Yapının mimarı hakkında bilgi yoktur. Yanındaki sebil ve çeşmelerin yazılarının

hattatı Eğrikapılı Rasim Mehmed Efendi olduğuna göre büyük ihtimalle, mektebin de kitabesinin hattatı o olabilir.

Saliha Sultan Mektebi, vakıf mekteplerinin îdare-i Hususiye'ye devredilmelerini isteyen kanun gereğince Vakıflar Idare-si'nden alınmıştır. Önce Beyoğlu 48. İlkokulu olan ve bir süre böyle kullanılan bu tarihi eser, sonraları boşaltılarak kendi haline terk edilmiş, bu sırada mektebin altında bulunan dükkânlar kiracıları tarafından işletilmeye devam edilmiştir. Mektep, 1957'deki imar faaliyetleri sırasında istanbul Belediyesi tarafından verilen emir ve Beyoğlu Şube Müdürlüğü'nün kararı ile yıktırılıp ortadan kaldırılmıştır. Bugün mektebin yerinde kısmen bir boşluk, kısmen ise Atatürk Köprüsü'nü Perşembepa-zarı'na bağlayan varyant bulunmaktadır.

Mektebin eksik bir planı bulunmakla birlikte iyi bir rölövesi yoktur. Saliha Sultan Sıbyan Mektebi iki caddenin köşesinde kemerli dükkânların üstünde yükseliyordu. Her cephede üç dükkân vardı. Bunlardan beşinin vakfiyede adı geçen dükkânlar, altıncısının ise fırın olduğu tahmin edilebilir. Mektep bir sıra muntazam işlenmiş kesme taş ve üç sıra tuğla örülerek inşa edilmişti. Dershane mekânı eski Mahmudiye Caddesi'ne taşkın olup bir dizi taş konsol üzerine oturuyordu. Binanın Halic'e bakan arka cephesi ön cephe kadar itinalı bir işçiliğe sahip değildi. Buradaki kapılardan birinden sıbyan mektebine geçit verilirken, diğer kapı ise dükkânlarla bağlantılıydı. Bu kapıların içerideki bağlantıları bilinmemektedir. Yukarı kattaki mektebe çıkan merdivene nasıl ulaşıldığına dair bilgi ve zemin katın planı da elde edilememiştir. Zeminde olan ve caddelerin çizgisine göre şevli yapılan kısmın üstünde aslında ne olduğu anlaşılamaz. Geç devirlerde bunlardan Karaköy tarafında olanının üstüne ahşap bir mekân oturtulmuştur.

Yapının sıbyan mektebi olarak kullanılan kısmı kare planlı bir salondan ibaretti. Bu salon iki cephede açılmış üçer pencere ile aydınlanıyordu. Tek sıra halindeki pencerelerin tuğladan birer boşaltma kemeri bulunuyordu. Salonun Galata tarafında caddeye bakan yanında iki pencereli bir giriş holü vardı. Giriş holünde bir hela yer alıyordu. Giriş holünün Karaköy tarafındaki cephesi üç kemerli bir açıklığa sahipti. Böylece burası bir "hayat" (veranda) tarzında idi ki, bu sıbyan mekteplerinde pek rastlanmayan bir yeniliği oluşturuyordu. Sonraları bu "hayat"ın kemerlerinin içleri örülmüş, sadece bir pencere açıklığı bırakılmıştı. Mektebin Haliç ve Karaköy tarafındaki yanlarına, yakın tarihlerde ahşap ekler yapılmıştı.

Giriş holünde esas mektep mekânına girişi sağlayan kapı kemeri kabartma çiçekler işlenerek süslenmiş, bunun üstüne de altı satirlik kitabe yerleştirilmişti. Kitabenin tacını ise stalaktitli bir friz ile bunun üstünde uzanan Türk rokokosu üslubunda kabartma bir şerit süslüyordu. Esas mektep mekânı, bu tip yapıların çoğunda görüldüğü gibi aynalı tonoz ile örtülü tek bir oda

idi. Duvarlarda tonoz başlangıcım belirtmek üzere çepeçevre stalaktitli bir friz dolaşıyordu. Bu mekânın Halic'e bakan tarafındaki duvarda alçı davlumbazlı bir ocak yer almıştı. Bina ilkokul olarak kullanılmaya başlandığında davlumbaz kaldırılarak yerine bir pencere açılmış, ancak ocağın malakari süslemesinin üst kısmı korunmuştu. Ocağın iki yanındaki dolaplardan sağdaki de delinerek pencere haline getirilmişti. Ocağın bulunduğu duvarın itinalı ve zengin bir kalem işi süslemeye sahip olduğu bilinmektedir.

Mektebin çatısı alaturka kiremit ile kaplanmıştı. Dış cephelerden Azapkapı ve cadde yönüne bakan ikisinde saçağa yakın yerlerde birer kuş evi vardı. Mektebin esas mekânının tepesinde ise altın yaldızlı ve içinde bir ayet yazılı güzel bir alem bulunuyordu. Mektebin yıkılmasından birkaç yıl önce yerinden çıkarılan bu alem kaybolmuştur.

Osmanlı dönemi Türk sanaünda sıbyan mektepleri daima bir çeşme ve sebil ile birlikte küçük bir külliye meydana getirecek şekilde yapılıyordu. Saliha Sultan Sıbyan Mektebi'nin sebil-çeşmeleri ayrı bir kitle olarak yükseliyordu. Bu durum, sıbyan mektebi-çeşme ve sebil kompozisyonunda bir yeniliğe ve değişikliğe işaret etmesi bakımından çok önemli bir husustu.

Bibi. Necib Bey, istanbul Rehberi, ist., 1340, pafta 3; Eyice, istanbul, 102; S. Eyice, "istanbul' un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri", TED, S. 12 (1981-1982), 847-852; ay, "İstanbul (Tarihi Eserler)", lA, V/2, 1214/ 93; Unsal, Eski Eser Kaybı, 42.

SEMAVÎ EYİCE



SALZENBERG, WILHELM

(10 Ocak 1803, Münster - 23 Ekim 1887, Montreaux) Alman mimar.

1847-1849 arasında Ayasofya'da İsviçreli mimar Gaspare Fossati(->) tarafından önemli onarımlar yapıldığı sırada İstanbul'a gelen Salzenberg, dünya mimarlık tarihinin bu önemli yapısı ile ilgilenmek imkânını bulmuş ve Fossati'nin binanın içinde kurduğu iskelelerden geniş ölçüde faydalanarak istediği gibi desenler yapabilmiştir. Normal zamanlarda yabancıların Ayasofya içinde çalışmalarının çok zor olmasına karşılık, binanın restorasyon sebebiyle kapalı olması onun bu çalışmalarını kolaylaştırmıştır.

Salzenberg, kraldan Kasım 1847'de görevlendirme emrini almış ve Ocak 1848'de çalışmalara başladığını bildirmiştir. Salzenberg, Ayasofya'mn mimarisinden başka, Fossati tarafından üstleri açılarak gün ışığına çıkarılan mozaiklerinin de resimlerini çizmiştir. Gerek Ayasofya, gerek İstanbul'daki başka eski Bizans kiliselerinde yaptığı incelemeleri, çağına göre son derecede lüks baskılı büyük boyda bir albümde toplamıştır.

Salzenberg'in bu kitabı, Altchristliche Baudenkmale von Constantinopel, vom V. bis XII. Jahrhundert, aufBefehl S. Maj. deş Königs, aufgenommen und historisch erlâutert... (5. yy'dan 12. yy'a kadar İstanbul'un eski erken Hıristiyan mimari anıtla-



SAMAKO, RAŞİT RIZA

430

431

SAMATYA

Salzenberg'in Ayasofya'ya ilişkin ünlü kitabının kapağı.



TETTV Arşivi

rı, majeste kralın emriyle planları çıkarılmış ve tarihçeleri açıklanmıştır...) adını taşımaktadır. 1854'te Berlin'de basılan kitabın sonunda bir de ek bulunmaktadır. Ayasofya ve içindeki ambonun 6. yy yazarlarından Pavlos Silentiarios tarafından düzenlenen övgüsünün C. W. Kortum eliyle yapılmış tercümesi bu ekte yer alır.

Salzenberg bu büyük boyutlu kitabında, İstanbul'un başka Bizans kiliselerine dair bilgiler ve çizimler verdikten başka, Ayasofya'da, Fossati'nin temizleyerek açığa çıkardığı mozaik resimlerin renkli kopyalarını kitabında yayımlamıştır. Bu resimler asıllarının üslubunu tam olarak aksettirmez ise de mozaiklerin üstleri tekrar kapatıldığından, yeniden açıldıkları 1930'lu yıllara gelinceye kadar, Ayasofya mozaiklerine dair tek görüntü belgesi olmuştur.

Gaspare Fossati, Abdülmecid'in (hd 1839-1861) desteği ile Ayasofya'nın geniş ölçüde tamirini yürütürken bulduğu mozaiklerin, ileride renklendirerek yayımlamak üzere krokilerini de çizmiştir. Düşüncesi, Ortodoksların en büyük hamisi olarak gördüğü Rus çarından sağlayacağı maddi yardım ile Ayasofya ve mozaiklerine dair, renkli büyük bir eser bastırmaktı. Fakat çardan umduğu ilgiyi göremeyince, Ayasofya'ya dair albümünü, Abdülmecid'in verdiği parayla Londra'da 1852'de yayımlamış ve dolayısıyla Osmanlı sultanına ithaf ettiği eserine Ayasofya'nın yalnız iç ve dışını gösteren resimleri koymuş, fakat Hıristiyanlığa işaret eden mozaik resimlerinden kaçınmıştır. Salzenberg bu fırsattan faydalanarak, mozaiklerin resimleri olan büyük kitabını 1854'te Berlin'de yayımlamıştır.

Fossati, Salzenberg'in girişiminden büyük ölçüde huzursuzluk duymuştu. Aralarındaki tartışmalar yüzünden Salzenberg eserinin önsözünde, yardımları için Fos-sati'ye teşekkür etmiştir.

Fossati'nin Salzenberg'den şikâyeti devlet kademesine kadar yükselmiş, hattâ bu çekişmede, ünlü Alman araştırmacı ve coğrafyacı A. von Humboldt'un (1769-1859) aracılığına dahi başvurulmuştur,

Sonuçta bu sürmşmeye*b,itşon vermek için, kral, 16 Nisan 1855'te Fossâti'ye üçüncü dereceden siyah kartal nişanı vermiş ve aynı nişanın bir tanesi de 28 Nisan'da Sal-zenberg'e verilerek bu konu kapatılmıştır.

Wilhelm Salzenberg'in istanbul'da çizdiği krokiler ve desenler, Berlin Charlot-tenburg'da Teknik Üniversite'ye (Technisc-he Hochschule) bırakılmıştı. Sonra bunlar yine Berlin'deki İnşaat ve Ulaşım Müze-si'ne (Bau- und Verkehrsmuseum) geçmiş ancak büyük kısmı II. Dünya Savaşı yıllarında yok olmuştur. Kurtulan birkaç resim, savaştan sonra ihya edilen Technische Hochschule'nin Mimarlık Fakültesi'ne devredilmiştir. Bunlar bitmiş durumda beş desen ile esasında on altı tane olan taslak defterlerinden dokuzu olup, sadece üçü İstanbul ile ilgilidir. Salzenberg'in bu şehre veya eski eserlerine dair başka bir çalışmasının varlığı tespit edilmemiştir. Bibi. W. Pollack, "Altchristliche Baudenfcmale von Constantinopel vom V. bis XII. Jahrhun-dert von Wilhelm Salzenberg, 1852, Ge-schichte eines Architektur-Werks", Römiscbe Quartalschrift, XLIX (1954), s. 243-250; C. Mango, Materials for the Study of the Mosaics ofSt. Sophia at istanbul, Washington D. C., 1962, s. 19-21.



SAMAKO, RAŞİT RIZA

(1890, istanbul - 24 Şubat 1961, İstanbul) Tiyatro oyuncusu ve yöneticisi.

Hukuk Fakültesi'ne başladığı 1908'de, Ahmed Fehim'in(->) kurduğu Fehim Efendi ve Arkadaşları Komedi Kumpanyası'na katılarak Namık Kemal'in Vatan yahut Si-



Raşit Rıza Samako

Cengiz Kahraman arşivi

listre adlı oyunuyla sahneye çıktı. Aynı toplulukla Selanik, Üsküp ve Manastır'a turneye çıkan sanatçı, o yıllarda ilgiyle seyredilen Namık Kemal'in Zavallı Çocuk ve Şemseddin Sami'nin Basa adlı oyunlarında oynadı.

Otuz Bir Mart Olayı'ndan sonra, Ahmed Fehim Efendi ile birlikte Samsun'a giden sanatçı, onunla orada Meşrutiyet Tiyatrosu adlı bir topluluk kurdu. 1910'da İstanbul'a döndü ve kurduğu toplulukla Üsküdar'da oyunlar sahneledi. 1911'de Ahmed Fevzi'nin kurduğu Ahmed Feyzi Tuluat Tiyatrosu ile Kavala'ya turneye gitti. Daha sonra Otello Kâmil'le(->) Edirne'de topluluk kuran sanatçı rahatsızlanınca, bir süre Konya'da, ardından İstanbul'da iyileşmek için dinlenmeye çekildi.

Balkan Savaşı çıktığı sırada Ahmed Fey-zi'yle Edirne'de yeniden çalışmaya başladı. Edirne kuşatması sırasında oradaydı. Kuşatmanın kalkmasından bir süre sonra İstanbul'a dönen Raşit Rıza, tiyatro yapmak için Samsun'a gitti. Ancak orada iki ay çalıştı. Giresun'dan teklif alınca, bir sezon kadar orada çalıştı. Bu topluluğun gereksinimlerini karşılamak için İstanbul'a geldiğinde, I. Dünya Savaşı başlamış, Darülbe-dayi yeni kurulmuştu. 1915'te Darülbeda-yi'ye girdi.

Darülbedayi'nin kuruluş döneminde, özellikle Eliza Binemeciyan'la birlikte oynadığı rollerde başarı ve beğeni kazandı. Fare, Rakibe, Uçurum, Bora, Eski Rüya, TaşParçasıbu dönemdeki oyunlardan bazılarıdır. Darülbedayi'nin yönetim ve sanatsal sorunlar yaşamaya başlaması üzerine buradan ayrıldı. Kendi adıyla kurduğu topluluklarla İstanbul'da ve Anadolu'da oyunlar sahneledi. Ayrıca zaman zaman, kısa süreli olmak üzere Darülbedayi'de de çalıştı. Diksiyonu, metne egemenliği, disiplini, özverisi ve fiziği ile beğeni kazanan Raşit Rıza Samako 1950'de girdiği Şehir Ti-yatroları'nda ölümüne kadar sahneye çıktı. HİLMİ ZAFER ŞAHİN



SAMATYA

Fatih İlçesi sınırları içinde, Marmara Denizi ile Kocamustafapaşa semti arasında yer alır. Batısında Yedikule, doğusunda ise Yenikapı semtleri bulunmaktadır. Semtin esas ulaşımını Samatya Caddesi ve banliyö hattındaki Kocamustafapaşa tren istasyonu sağlamaktadır.

Samatya adının kaynağı Bizans dönemindeki Psamathion'dur ki Psamathos, yani "kum"dan gelir. Buranın kumluk bir yöre olması ve sahilden kum çıkarılması nedeniyle bu adı almış olmalıdır. Son bulgulara göre, Megaralıların kumandanı efsanevi Bizas, bugün Topkapı Sarayı'mn bulunduğu yerde kendi şehri Bizantion'u kurarken Samatya'nın yerinde, bir köy bulunuyordu. Bu köy, I. Theodosius döneminde (379-395) batıya doğru büyüyen şehre yeni surlar kazandırıldığı sırada suri-çinde, şehir sınırları dahilinde kalmıştır. Samatya, Bizans döneminde şehrin görece az iskân edilmiş bir bölğesiydi ve burada bazı kiliseler ve manastırlar bulunuyordu. Bi-

Samatya

istanbul Ansiklopedisi

zantion'un Rabdos Mahallesi'nin(->) de Samatya'nın deniz tarafında olduğu sanılmaktadır. 5. yy'da inşa edilen Studios Manastırı, Samatya'nın âdeta bir dini merkez gibi gelişmesinde etkili olmuştu. Bu manastırdan geriye kalan İoannes Prodromos Kilisesi, İstanbul'da hâlâ kısmen ayakta duran en eski kilisedir (bak. İmrahor Camii). İmparator V. Mihael (hd 1041-1042) bir ayaklanma sırasında bu manastıra sığınmıştı.

Samatya İstanbul'un fethinden sonra uzun yüzyıllar boyunca bir Hıristiyan (Rum Ortodoks ve Ermeni) semti kimliğim korudu. Bunda II. Mehmed'in (Fatih) (hd 1451-1481) İstanbul'u iskân politikasının da etkisi vardı. Bizans döneminde İstanbul'da bir Ermeni nüfus bulunmakla birlikte, şehirdeki Ermeni nüfusun gelişimi bu iskân politikasının bir sonucudur. Nitekim Samatya'nın aynı zamanda bir Ermeni semti niteliğini kazanması da böyle olmuştur. II. Mehmed, Bursa Ermenilerinin dini lideri Episkopos Hovagim'i yeni başkentine getirterek Samatya'ya yerleştirmiş ve kendisine Rum Ortodoks patriğine tanınan tüm hakları vermiştir. Ermeni Patrikhanesi I46l'de kurulmuş ve 1640'lara kadar Sa-matya'da kaldıktan sonra Kumkapı'ya taşınmıştır. II. Mehmed'den sonra gelen Osmanlı sultanları da Ermenilerin İstanbul'da iskânı politikasını sürdürmüşlerdir. Örneğin III. Murad döneminde (1574-1595) Nahcıvan ve Tebriz'den getirilen Ermeniler Samatya, Yenikapı ve Kumkapı'da iskân edilmişlerdir. Bu iskânlar neticesinde bazı Rum Ortodoks kiliseleri Ermeni cemaatine tahsis edilmiştir. Semtteki Rum Ortodoks kiliselerinin en önemlilerinden biri olan Analipsis Kilisesi (bak. Hristos Analip-sis Kilisesi) de 16. yy'ın ortalarına ait olmalıdır. II. Mahmud döneminden (1808-1839)

itibaren Rum ve Ermeni cemaatlerine ait kiliselerin onarılması veya yemden yapımına izin verilmiştir. Semtin günümüzdeki kiliselerinin pek çoğunun yapılma veya onarım tarihi 1830'lu yıllara rastlar.

Samatya'nın nüfus bileşimindeki değişiklikler yalnızca Ermenilerin bu semte iskânı ile sınırlı olmamıştır. Tekke ve mescitler çevresinde bir Müslüman nüfusun geliştirilmesi politikası fethin hemen arkasından başlamıştır. Mirza Baba Tekkesi(->) II. Mehmed döneminde, eski bir Bizans yapısından yararlanılarak kurulmuştur. Sancak-dar Hayreddin Mescidi ve Tekkesi(->) de aynı dönemin ürünüdür. Abdı Çelebi Ca-mii(->) ve Ağa Hamamı(->) gibi bazı Mimar Sinan yapılarının 16. yy'da gerçekleşme-

Yüzyıl başından bir kartpostalda Samatya. M. Tuğrul Acar arşivi

si, semtin Müslüman kimliğinin 16. yy'da pekiştiğini göstermektedir. Cumhuriyet döneminde özellikle 1950'li yıllarda, İstanbul'un Anadolu'dan giderek artan ölçülerde göç alması, Samatya'nın kimliğinde fetihten bu yana meydana gelen değişmelerin derinleşmesine yol açmış; İstanbul'daki Rum cemaati nüfusunun Altı-Yedi Eylül Olayları'ndan(->) sonra iyice azalmasıyla, semt bir Rum ve Ermeni semti olmaktan biraz daha uzaklaşarak, içinde Ermenilerin de yaşadığı bir Müslüman semti hüviyetini pekiştirmiştir.

1950'lerde başlayan göç dalgası semtin fizik niteliklerini de değiştirmiş, giderek gelişen apartmanlaşma, kagir ya da ahşap iki-üç katlı evlerin yerini almaya başlamış-



SAMÎ

432

433

SAMİPAŞAZADELER

tır. Ama yine de, arsa fiyatlarının, istanbul'un başka semtlerine göre fazla artmaması, üç katlı eski kagir yapıların tamamen yok olmasını engellemiştir. Samatya, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de şehrin yok-sul-orta halli kesiminin ikamet ettiği bir semt hüviyetini korumaktadır. Semtin halkı işçi ve küçük esnaftır. Çeşitli dükkânlar ve küçük atölyeler semtin her yerine dağılmıştır. Bu atölyelerden bazıları belki de istanbul'un en eski Bizans yapılarının kalıntılarında faaliyetlerini sürdürmektedir. Bugün bakımsız ama apartmanlaşma ile ortadan kalkmamış iki-üç katlı kagir ve yer yer ahşap binalarıyla; dar ve yer yer bir yangın sonrasının imarı sırasında oluşmuş, ızgara planlı sokaklarıyla; sayıları azalmış olmakla birlikte eski Rum meyhaneleri geleneğinin sürdürücüsü durumundaki yoksul meyhaneleriyle istanbul'un özellikler taşıyan bir semti olmayı sürdürmektedir.

istanbul

SAMÎ (Arpaeminizade)

(?, istanbul -1733, İstanbul) Divan şairi, hattat, tarihçi.

Adı Mustafa'dır. Arpa Emini Osman Efendi'nin oğludur. Babasının himayesinde kalemden yetişerek hacegâna dahil edildi. Sırasıyla küçük ruznameci, şehremini ve 1725'te piyade mukabelecisi oldu. 1730'da vakanüvisliğe getirildi ve 3 yıl sonra öldü. istanbul'da Yeni Ali Paşa Camii naziresinde gömülüdür.

Samî nesih, sülüs ve özellikle ta'lik yazıda başarılı bir hattattır. Vakanüvisliği sırasında kaleme aldığı ve 1730-1733 arasını işleyen tarihi, halefleri Şakir ve Subhi'nin eseriyle birlikte basılmıştır (ist., 1784).

Lale Devri'nin önde gelen şairlerinden olan Samî'nin ömrü istanbul'da geçti. Mizacı, eğlence meclislerinden çok tasavvuf muhitlerine uygun düştüğünden olsa gerek, şiirlerinde eğlence dolu bir istanbul yerine mevsim mevsim şehir manzaraları görülür. Özellikle Dwan\nda (bas. 1837) yer alan şitaiyelerde eski istanbul'un kış hayaü sık sık söz konusu edilir (Istan-

Samatya'dan bir görünüm. Cengiz Kahraman, 1994

bul'un hevâ-yı latifi alelhusûs / Oldu bu fasl içinde safâ-bahş-ı bîş ü kem). Hattâ bunlardan birinde istanbul ile Edirne'nin sosyal hayatı payitaht ve taşralı oluş açısından mukayese edilir: Yine Sitanbul ile da'vi-i tevâsîde/Edirne halkı aceb rütbe-i hamâkatte. Bir lydiyesinde de istanbul mahbupları ve bir Ramazan Bayramı geniş açılımlar ve uzun tasvirler ile anlatılır: Yusuf istâna dönüb lyd-geh-i Islâmbol / Dil-berân oldular ârâyiş-i keff-i mizan.

Devrin modasına uyarak yazdığı ve Sa'dâbâd eğlencelerini anlattığı iki şarkısında ise Samî'nin istanbul hayranlığı açıkça görülür. Kemine birgubânn olfezâ-yı cen-net-âbâdın / Değişmem Sâmîyâ iklimine Iran u Turanın/Huda eksikliğin göstermesin sultân-ı devrânın /Mülükâne aceb cây-ı safadır sahn-ı Sa'dâbâd diyerek iran'a ve Turan'a değişmediği Sa'dâbâd ve istanbul'u bizzat içinde yaşayarak anlatmıştır. Samî'nin şiirlerinde Sarayburnu, Beşiktaş, Üsküdar ü kasr-ı Tersane / Cihan bağında yoktur gerçi bunlar gibi şahane / Veli gayr-i mükerrerdir bu tarh-ıpâdi-şâhâne / Safâlar ile Sa'dâbâd'a gel şev-

Arpaemini

zade


Samî'nin

ilk sayfası.



Nuri

Akbayar

koleksiyonu

ketlû hünkârım benzeri örneklere sıkça rastlanmaktadır.

Bibi. Fatin, Tezkire-i Hâtimetü'l-Eş'âr, ist., 1855, s. 181; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 296-297.

iskender pala sami efendi



(13 Mart 1838, istanbul -1 Temmuz 1912, istanbul) Hattat.

Babası, Yorgancılar Kethüdası Hacı Mahmud Efendi'dir. Sıbyan mektebini bitirdi. Ayrıca Arapça ve Farsça okudu. Genç yaşta Maliye Kalemi'ne memur olarak girdi. 1855'te aynı kalemde kâtipliğe yükseldi. 1865'te "namenüvis" adıyla Divan-ı Hümayun Mühimme Kalemi'ne geçti. Kısa zamanda hat sanatında ilerlediği için dikkati çekerek 1878'de oranın yazı hocalığına ve Nişan Kalemi hulefalığma getirildi ve buradan emekli oldu.

Sami Efendi, aklâm-ı sitteyi Boşnak Osman Efendi adında mahalle mektebi hocasından; bu yazıların celisini, Recai Efen-di'den; divani, celi divani ve tuğrayı Nâ-sih Efendi'den; taliki Kıbrısîzade İsmail Hakkı Efendi'den; bu yazının celisini Ali Haydar Bey'den; rık'ayı da Mümtaz Efendi'den öğrendi. Çok titiz bir sanatkârdı. Bütün çağdaşlarını aşan bir ustalık gösterdi. Daha ziyade iri yazılarla uğraştı. Yazdığı yazıyı bir müddet saklar, sonra ele alır, yazdığı zaman için gözünden kaçan bir husus varsa düzeltirdi. Celi sülüste, tuğrada ekol sahibi Mustafa Rakım'ın(-0, celi talikte de bir çığır açan Yesarîzade Mustafa tzzet'in(-0 üslubunu takip etmekle beraber onların estetik bakımdan hoşa gitmeyen bazı eksiklerini tamamlayacak bir kudret ve maharet göstermiştir. Kâğıt üstüne yazdıkları az, fakat levha halinde olanları boldur. Büyük boydaki levhalarının bir kısmı Cihangir, Altunizade, Şehzade, Valide, Erenköy Zihni Paşa ve Galib Paşa camilerinde bulunmaktadır. Müze ve hususi koleksiyonlarda da eserleri vardır. Ayrıca, Eminönü'ndeki Yeni Cami Sebili ile Ka-palıçarşı'nın Nuruosmaniye ile Beyazıt Meydanı tarafındaki kapılarının üstündeki yazılar ile Maçka'daki Hamidiye Çeşmesi kitabesi onun elinden çıkmıştır.

En tanınmış öğrencileri Nazif, Tuğrakeş Hakkı Altunbezer ve Ferid beyler, Hulusi Yazgan, Hasan Rıza, Kâmil Akdik, Ömer Vasfi, Elmalık Hamdi Yazır, Aziz Efendi, Neyzen Emin Yazıcı ve Necmeddin Ok-yay'dır. 20. yy'ın bu değerli hattatları onun sayesinde yetişmişlerdir.

Son zamanlarda felçli olan Sami Efendi, vefatında Fatih Camii'nin bahçesinde eşi ve kızının yakınında toprağa verilmiştir. Mezar taşı kitabesi, öğrencisi Kâmil Akdik tarafından yazılmıştır. BibL Habib, Hat ve Hattatân, ist., 1306, s. 180; C. Huart, Leş Calligraphes et leş Miniaturistes del'OrientMusulman, Paris, 1908, s. 205; inal, Son Hattatlar, 355-365; U. Derman, "Sami Efendi", Hayat Tarih Mecmuası, S. 5 (1969), s. 4-10; ay, "Hattat Sami Efendi'nin Diş Kirası", Hayat Tarih Mecmuası, S. 12 (1969), s. 20-22; ay, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982, levha 32, 33, 36, 37; ay, İslam Kültür Mira-

sında Hat Sanatı, İst., 1992, levha 137, 141, 145, 149, 150, 155 (s. 217, 218, 219, 220, 221, 223); ay, "Yeni Cami Sebili'nin Kitabesi", Lale, IV (Aralık 1986), s. 14-17; Rado, Hattatlar, 239-241.

ALI ALPARSLAN



Hafız Sami Efendi

A. R. Sağman, Meşhur Hafız Sami Merhum, ist., 1947



SAMİ EFENDİ (Hafız)

(1874, Filibe [bugün Bulgaristan'da]- 26 Nisan 1943, istanbul) Hafız, gazelhan, ses sanatçısı.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Filibe'nin Ruslarca işgali üzerine 4 yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Sesinin güzelliği fark edilince 10 yaşındayken Sultan Selini Camii imamı Hasan Efendi'den Kuran hıfzına başlatıldı, 2 yıl içinde hafız oldu. Daha sonra çeşitli hocalardan kıraat öğrendi, medrese dersleri oku-yup 35 yaşında icazet aldı. Şeyh Edhem Efendi, Bolahenk Nuri Bey, Hacı Kirami Efendi, Bestenigâr Ziya Bey'den musiki meşk etti. 1893'ten 1906'ya kadar Halıcıoğ-lu Topçu Mektebi'nde, daha sonra da Galata Camii'nde imamlık etti. istanbul'un çeşitli camilerinde Kuran ve mevlit okudu. 1912'de geçirdiği bir sinir hastalığı sonucu camilerdeki görevini de, okumayı da bıraktı; bundan sonra çok seyrek olarak okudu. Yılmaz Öztuna'mn 1990'da Ali Rıza Av-ni Tınaz'dan edindiği bilgiye göre, Sami Efendi, Soyadı Kanunu'ndan sonra Üno-kur soyadını almıştır.

Sami Efendi doğaçlamaya dayanan dini ve dindışı musiki şekillerinde yakın dönemlerin en büyük üstatlarından biri kabul edilir. Başta Kuran, mevlit, gazel olmak üzere hemen bütün doğaçlama türlerinde ustaydı. Gazelde, Hafız Osman'la birlikte, bu türün iki büyük temsilcisinden biri sayılır. Okurken "güfte taksimatı"nın kurallarını başarıyla uygular, kelimelerin, hecelerin hakkını verir, gerekli vurgulan yer-

li yerine oturturdu. Tenor sesiyle tiz perdeleri çok etkileyici bir biçimde kullanırdı; başladığı makamın çeşidi özelliklerini iyice gösterdikten sonra makam değiştirir, miyanlarda yakın makamlara geçer, ancak ezgiyi perdeler üzerinde alışılandan daha uzun aralıklarla sürdürerek şaşırtıcı bir teknik ustalık gösterirdi. "Âşıkane" denilen bir üslupta, duyarak, içtenlikle okuması musikisinin en etkileyici yanıydı.

Sami Efendi yalnız musiki çevrelerinde değil, geniş halk kiüeleri katında da erişilmesi güç bir üne ulaşmıştı. Kuran, mevlit okuyacağı günlerde istanbul camilerinde izdiham olur, onu dinleyenler kendilerinden geçerlerdi. Özellikle 1900-1910 arasında okuduğu mevlitler eski istanbulluların anılarında silinmez izler bırakmıştı. Sami Efendi bu ünü dolayısıyla plak şirketlerinin peşini bırakmadığı bir sanatçıydı. Zonophone, Odeon, Ottoman, His Master's Voice, Orfeon, Gramophone Re-cord şirketlerine pek çok plak doldurdu. "Ey kamer-i tal'at! Sarayı asuman durdukça dur", "Nedir ey mest-i nâzım?", "Ne sâ-kî şad eder gönlüm", "Her dilber için...", "Aşk ehline âlemde..." güfteli, sırasıyla muhayyer, hicaz, uşşak, acemaşiran, segah gazelleri plaklara okuduğu eşsiz doğaçlamalardan birkaçıdır. Bunlardan muhayyer gazel notaya da alınmıştır. Sami Efendi koleksiyoncuların arşivlerindeki taş plakla-rıyla eski İstanbul'un sihrini bugün de dillendirmeye çalışıp durmaktadır.


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   107   108   109   110   111   112   113   114   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin