Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə19/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   147

Bibi. M. And, Elli Yılın Türk Tiyatrosu, Ankara, 1972, s. 99-102; M. Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın, ist., 1989; A. Madat, Sahnemizin Değerleri, I, İst., 1943, s. 70-74; M. N. Özön-B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, ist., 1967, s. 170-171; (Sevengil), Türk Tiyatrosu, I, 120.

RAŞIT ÇAVAŞ

NEYZEN TEVFİK

bak. KOLAYLI, TEVFİK (Neyzen)

Neyyire Neyyir (ayakta) 1931-1932'de Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Doktor İhsan adlı oyunda Bedia Muvahhit ile. Cengiz Kahraman arşivi

NICOIAY, NICOLAS DE

(1517, Grave - 25 Haziran 1583, Paris) Fransız haritacı, ressam ve yazar.

Lyon'da okuyan ve gençliğinden beri çizime yetenekli olan Nicolay 1542'de Fransız ordusuna katıldıktan sonra, bu yeteneğini, özellikle haritacılıkta değerlendirecek biçimde askeri istihbaratta çalıştı. 1546'ya kadar Almanya, Hollanda, Danimarka, İsveç, İngiltere ve İspanya'da bulundu. 1551'de Fransa'ya talimat almak için dönen İstanbul Elçisi Gabriel d'Ara-mon'un(->) heyetinde görevlendirildi. D'Aramon'a verilen vazife Osmanlıları, Fransa'nın yararına Almanya İmparatoru ve İspanya Kralı Charles Cjuint'e (V. Kari) karşı savaşa sürüklemek ve özellikle İtalya'ya karşı bir ortak Fransız-Osmanlı seferi düzenlemekti. Bu misyon çerçevesinde Nicolay'ın vazifesi Akdeniz kıyısındaki şehir ve kalelerin plan ve resimlerini çizmekti.

5 Temmuz 1551'de Marsilya'dan yola çıkan elçilik heyeti önce Cezayir beylerbeyi ve Barbaros Hayreddin Paşa'mn oğlu Hasan Paşa'mn yardımını sağlamak üzere Cezayir'e uğradı. Burada umduğunu bulamayan heyet doğuya doğru yol alırken, Sinan Paşa kumandasındaki Osmanlı donanmasının, Malta'yı kuşattığı haberini aldı. Ancak oraya varıldığında, Osmanlıların Malta şövalyelerine ait olan Trablusgarp önünde oldukları öğrenildi. Oraya giden heyet kentin kuşatılmasında ve alınmasında hazır bulundu ve 19 Eylül 1551'de İstanbul'a vardı.

1546'dan 1553'e kadar süren d'Ara-mon'un Osmanlı Elçiliği'ne ait birçok belge ve seyahat metni vardır. Bunların arasında Nicolay'ın katkısı, bekleneceği gibi, yazıdan çok resimlerde ön plana çıkar. Ancak, Nicolay'ın özelliği ve heyete katılma nedeni olan harita ve plancılığından bu misyona ait hiçbir iz kalmamıştır. Oysa, ölümünden l yıl önce, kendisinin yazdığına göre, arşivlerinin arasında Doğu'da çizmiş olduğu 900'e yakın harita ve plan vardır. Bunlar, herhalde istihbarat malzemesi sayıldığından, kitaplarına alınmamış, ölümünden sonra kızına ve damadına kalmış, onlar, da yazarın tüm kütüphane-siyle birlikte bunları Kral IV. Henri'ye hediye etmişlerdir. Moulins Şatosu'nda muhafaza edilen bu evrak 2 Haziran 1755'te yanarak yok olmuştur. Böylece Nicolay'ın resim maharetinden Doğu'ya ait bir tek kostüm çizimleri kalmıştır. Ancak bunlar küçümsenecek nitelikte değildir, çünkü çeşitli kütüphane ve arşivlerde bugüne kadar korunmuş o döneme ve sonrasına ait kostüm serilerinin çokluğuna rağmen, 16. yy'da gravür haline sokulup basılan tek önemli seri Nicolay'ınkidir. Bunlar 200 yıl boyunca tekrar tekrar kullanılarak basılmış ve Batı kamuoyunda Osmanlı görüntüsü büyük ölçüde bu çizimlerden oluşmuştur. Kitabın basıldığı dönemde ise, sürekli bir karşı propagandanın etkisi altında kalan bu kamuoyuna, Türklerin ve Doğu'da yaşayan diğer milletlerin, insan kılığında, eli ayağı düzgün, derli toplu bir biçimde çizilmesi ve sunulmadı, hasmı ca-

Nicolas de Nicolay'ın çizimiyle deli (solda) ve saraylı kadın. Galeri Alfa

navaıiaştırmayı amaçlayan eğilimlere görsel de olsa karşı çıkılması hiç de az önemli değildir.

Bunun farkında olan Nicolay metninde sık sık çizimlere ait izahlar verir. Döneminde olduğu kadar bugün de en çok şüphe yaratabilecek, ancak doğru olduğunu bildiğimiz, deli akıncı ve derviş çizimlerini nasıl çizdiğini, saray kadını kılıklarını hadımağaları aracılığıyla elde ederek fahişelere giydirip çizdiğini yazarak çalışmasını böylece belgelendirir.

Çizim için gösterilen bu gayretlerin yanında yazılı bilgiler zayıf kalır. İstanbul'da Eylül 1551 ortalarından Mayıs 1552 ortalarına kadar kalan, ancak d'Aramon'la birlikte kışın ve baharın bir bölümünü I. Süleyman'ın (Kanuni) yanında Edirne'de geçiren Nicolay fazla yazılı not almamışa benzer. 15ö7'de yayımlanan kitabında özellikle daha önceki yazarları kullandığı görülür. Böylece tarihi bilgiler için kullanılan klasik yazarların dışında dönemin kitaplarından da büyük ölçüde yararlanır.. Örneğin kitabın en can alıcı noktalarından olan hamam tasviri 1545'te Roma'da basılan Luigi Bassano'nun(-0/costMW/modiparticolari de la vita de 'Turchi, adlı eserinde; ayrıntılı deıviş tasvirleri Giova-

nedeninin resimlerde yattığı kuşkusuzdur, çünkü bunlar ayrıca birçok kitapta, özellikle Chalcondyle'in Histoire deş Turcs adlı eserinde kullanılacaktır.

Bibi. M. C. Gomez-Geraud-S. Yerasimos (yay.), Nicolas de Nicolay, Dans l'Empire de Solitnan le Magnifique, Paris, 1989 (giriş, izahlı tam metin ve çizimler); S. Yerasimos, "Leş re-lations franco-ottomanes et la prise de Tripoli", Soliman le Magnifique et son temps, Actes du colloque de Paris, 7-10 Mars 1990, Paris, 1990, s. 529-547; Yerasimos, Voyageurs, 224-225.

STEFANOS YERASİMOS



NIEBUHR, CARSTEN

(l 7 Mart 1733, Lüdingsıvorth - Mayıs 1815, Kopenhag) Alman gezgin.

Orta halli bir köylü ailesinin çocuğu olan Niebuhr, ancak 20 yaşım aştıktan sonra Hamburg'a giderek öğrenim yapabildi ve özellikle matematik ve haritacılıkta uz-manlaştı. 1758'de dinbilimci ve arkeolog olan Michaelis'in etkisiyle, Tevrat'ta verilen coğrafi bilgileri kanıtlamak üzere Danimarka hükümeti Arabistan'a bir keşif heyeti göndermeye karar verince bu işle Niebuhr'u görevlendirdi. 3 yıl boyunca bu yolculuğa hazırlanan ve bu arada Arapça öğrenmeye. çalışan Niebuhr'a Doğubilimci Von Haven,



NIGHTEVGALE, FLORENCE

72

73

NİGÂRÎ

doğabilimci Forskaal, tabip Gramer ve ressam Baurenfeind de eşlik etmekteydi.

7 Ocak 1761'de bir yolcu gemisiyle yola çıkan 5 kişilik heyet Cebelitarık'tan dolaşarak 30 Temmuz'da İstanbul'a vardı. Burada Danimarka Elçiliği'nde barındı ve hazırlıklarım tamamladıktan sonra, denizyoluyla iskenderiye'ye doğru yola çıktı. 10 Kasım'da Kahire'ye varıldı. Mısır'daki gözlemlerden ve Sina Dağı turundan sonra Eylül 1762'de Süveyş'ten gemiye binilerek Cidde'ye ve oradan Muha'ya varıldı. Orada Von Haven ve Sana'ya gidilirken yolda Forskaal öldü. Sana'da imam tarafından kabul edildikten ve bölge gezildikten sonra ağustosta Muha'ya dönüldü ve Hindistan'a gitmek üzere gemiye binildi. Yolda Baurenfenid, Bombay'a varıldıktan birkaç ay sonra da Gramer öldü. Tek başına kalan Niebuhr 1764 sonlarında Maskat yoluyla Buşir'e ve oradan Basra'ya geldi. Bağdat, Musul, Diyarbakır üstünden Ha-lep'e geldikten sonra Suriye ve Filistin'i gezdi ve Halep'ten yola çıkarak karayoluyla Kasım 17ö7'de istanbul'a döndü. Burada birkaç ay kaldıktan sonra Kopenhag'a doğru yola çıktı.

Kendisinin ve kaybettiği arkadaşlarının topladıkları malzemeyi bir düzene sokan Niebuhr ilk olarak 1772'de çalışmaların nüvesini oluşturan Arabistan bölümünü Beschreibung von Arabien adı altında Almanca olarak Kopenhang'da bastırdı. Ertesi yıl aynı kitabın Description de l'Ara-bie d'apres deş observations et rechershes faites dans lepays meme, adıyla yine Kopenhag'da Fransızca baskısı yapıldı. Bunları Amsterdam 1774 tarihli, Fransızca ve Felemenkçe baskıları ve Paris 1779 baskısı izleyecektir. Yolculuğun kaleme alınmış bölümünün tümünü kapsayan yapıt ise Reisebeschreibung nach Arabien und andern umliegenden Lânder adıyla 2 cilt halinde Kopenhag'da 1776'da ve 1780'de basıldı. Aynı biçimde bu son eserin "de Amsterdam baskül Fransızca ve Felemenkçe çevrileri vardır (I. c. 1776, II. c. 1780). Ayrıca Edinburgh 1792 tarihli ingilizce çevirisi ve çizimleri eksik, kısaltılmış bir Bern 1780 tarihli Fransızca baskısı vardır. Son olarak 1837'de astronomik tablolar ve bazı ekleri içeren bir üçüncü cilt Almanca olarak Hamburg'da basılmıştır.

Tüm bu baskılarda metin Niebuhr'un Basra'ya varmasıyla son bulmaktadır. Yolculuğun geri kalanı büyük bir olasılıkla kaleme alınmamıştır. Ancak İstanbul'da 1761'deki ilk ikametini anlatırken Niebuhr, yolculuk hazırlıkları içinde bulundukları bu arada kenti göremediğini, 1767-1768'de dönüşünde daha rahatça gezdiğini ve gözlemlerini bu ilk yolculuğa eklediğini yazar.

Niebuhr'un İstanbul'a ait bilgilerimize en önemli katkısı modern anlayışta kentin ilk planlarından birini çizmesidir. Bu plan kusursuz olmaktan uzaktır. Ancak, Niebuhr kentin önemli binalarını planın üstünde l'den 79'a kadar numaralamıştır, bu numaraların izahı planın üstünde değil de metinde vardır.

l'den 34'e kadar olanlar kenti ve sur-ı

sultaninin kapılarını gösterir, geri kalanlardan ise en ilginçleri şunlardır: 41 ve 42, Sultanahmet ile Ayasofya arasında, sırasıyla Arslanhane ve Cebehane; 51, Süley-maniye'nin arkasındaki Ağa Kapısı; 60, Et-meydanı, Yeni Odalar; 61, Eski Odalar; 62, Yeni Odalar'ın güneybatısında tımarhane; 69, Kasımpaşa ile Aynalıkavak arasında orta yerde forsalar zindanı (Bagno); 70, Ga-lata'da Meyyit Kapısı adı verilen Azapka-pi; 71, Beyoğlu'nda isveç Elçiliği'nin karşısındaki Danimarka Elçiliği; 74, bugünkü Galatasaray Postanesi'nin yerindeki Prusya Elçiliği; 78, Galata Suru'nun kapı isimleri (12 adet); 79, Üsküdar Sarayı.

Metinde verilen bilgiler de kısa olmakla birlikte oldukça ilginçtir. Yazar yer kazanmak için Haliç'te surların önünde denizin doldurulduğunu kaydeder. Aynı şey Marmara tarafında da yapılmıştır ve doldurulan yer üzerinde evler inşa edilmektedir. Burada söz konusu olan 17öO'ta, Laleli Külliyesi inşaatı sırasında çıkarılan toprakların Yenikapı önünde denize dökülmesi ve elde edilen sahanın mimar Tahir Ağa tarafından mahalle kurmak üzere Ermenilere satılmasıdır. Aynı şekle başka bir yerde yazar III. Mustafa'nın Üsküdar'da ve kent içinde kurduğu iki camiden söz etmektedir ki bunlar Ayazma ve Laleli camileridir. 1766 depreminden söz eden seyyaha göre bunun Fatih Camii'ni yerle bir etmesinden başka Edirnekapı Mihri-nıah Sultan Camii'nde de büyük hasara yol açmıştır. III. Mustafa'nın Boğaz'daki sarayları ihmal ettiğini ve ancak Haliç'te Eyüp'ün ötesinde bulunan Karaağaç Sa-rayı'nda ikamet ettiğini -planda 68 numara ile gösterilmiştir- de yazar. Nihayet bentlerden de söz eden yazar ilginç bir yorumda bulunarak, bunların Bizanslılardan kalma bir geleneğe bağlanamayacağını, Yemen'de görmüş olduğu Magrib bentlerinin küçüğü olduklarını söyler.

STEFANOS YERASİMOS



NIGHTINGALE, FLORENCE

(12 Mayıs 1820, Floransa - 13 Ağustos 1910, Londra) İngiliz hemşire.

Varlıklı ve kültürlü bir ailenin kızıydı. Çocukluğu Derbyshire'da geçti. Latince ve Yunancayı babasından şiir, müzik, resim, tarih ve matematiği ise özel öğretmenlerden öğrendi. Ailesinin amacı kültürlü bir kız yetiştirip iyi bir evlilik yapmasını sağlamaktı. Fakat Nightingale ev yaşamını boş buluyor ve evlenmeyi düşünmüyordu. Günün birinde Tanrı'nın kendisine özel bir görev verdiğine inanarak yaşamını insanlara adamaya karar verdi. Bunun için en iyi meslek hemşirelik olabilirdi fakat bunu nasıl gerçekleştireceğini bilemiyordu. Çünkü o yıllarda hiç bir lady hemşire olmamıştı. Mevcut hemşireler, eğitimsiz, kaba, cahil, hattâ sarhoş kadınlardı. Onun hemşire olmak isteği ailede bir facia gibi karşılandı. Sadece babası biraz ılımlı düşünüyordu. Ailesi onu bu hevesinden vazgeçirmek için yabancı ülkelere geziye gönderdi. Ama Nightingale bu gezileri düşüncelerini gerçekleştirmek için kullandı.

1844'te yerinin, acı çeken insanların bu-

Florence Nightingale

TETTV Arşivi

lunduğu hastaneler olduğuna karar verdi. Hasta bakımı konusunda bilgi edinmek üzere 1851'de Almanya'nın Kaiserswerth kentine gitti. Burada Theodor Fliedner adlı bir papaz ile eşi 1833'te yazlık evlerinin bahçesinde basit bir yurt kurarak hapishaneden yeni çıkmış yoksul ve kimsesiz kadınların barınacağı bir yer hazırlamıştı. Daha sonra burası gelişerek 1851'de 100 yataklı bir hastane, küçük çocuk okulu, ıslahhane, yetimhane ile kız öğretmen okulundan oluşan büyük bir kurum olmuştu. Nightingale'in burada 3 ya da 6 ay kaldığı söylenir. Oradan Paris'e geçerek Maison de la Providence'de St. Vincent de Paul rahibelerinin yönettiği hastanelerin bakım ve yönetimini inceler.

1853'te İngiltere'ye döndükten kısa bir süre sonra yeniden Paris'e giden Nightingale, kızamığa yakalanınca Londra'ya dönerek, 12 Ağustos 1853'te, "The Home for Gentle Women During Temporal Ilness" (Asil Kadınların Geçici Hastalıklarına Bakan Yurt) adlı kurumun yönetimim üstlendi. O sıralarda Londra'da baş gösteren kolera salgınında Middlesex Hastanesi'nde koleralı hastalara nezaret etti.

1853'te Osmanlı Devleti ile Rusya arasında başlayan Kırım Savaşı'na, 1854'te ingiltere ve Fransa, daha sonra da Sardunya, Osmanlı Devleti'nin müttefiki olarak katılmışlardı. Müttefiklerin Çanakkale, İstanbul ve Varna çıkarmalarını kolera ve dizanteri salgınları izlemişti. Buna ilaveten savaş yaralıları da gittikçe artmaktaydı.

İstanbul'a getirilen hasta ve yaralılar için Tarabya'da bir köşk İngiliz deniz kuvvetlerine, Haydarpaşa Askeri Hastanesi ile Selimiye Kışlası da İngiliz kara kuvvetlerine tahsis edilmişti. Bir bölümü yanmış olan Selimiye Kışlası bir hayli bakımsızdı. Bakım ve onarını yapılamadan buraya yerleştirilen hasta ve yaralılar tahta üzerinde ya-

tıyor, günlük ihtiyaçları bile karşılanamı-yordu. Tıbbi malzeme olmadığı gibi sağlık personeli de yoktu. Kırım Savaşı'm izleyen muhabir William Howard Russel'ın bu faciayı gazetesinde dile getirmesi üzerine The Times bir yardım kampanyası açtı. İngiltere Savunma Bakanlığı harekete geçerek hükümet hesabına ve hükümetin garantisi altında İstanbul'a bir sağlık ekibi göndermeye karar verdi. 14 hemşire ve 24 rahibeden oluşan gönüllü bir ekip kuruldu ve başına "Türkiye'de İngiliz umumi hastaneleri kadın hastabakıcıları hastanesi müdürü" unvanı ile Nightingale getirildi.

4 Kasım 1854'te istanbul'a gelen Nightingale, Selimiye Kışlası'nda o kadar çok çalışıyordu ki uyumaya bile vakit bulamıyor, geceleri elinde fenerle hastaları dolaşıyordu. Ona verilen "Lambalı Kadın" (lady with a lamp) adı bundan dolayıdır. Başarılı yönetimi sonunda Selimiye Kışlası'nda tedavi edilen Türk ve İngiliz askerlerinde ölüm oranı hızla düşmüştür. Nightingale ayrıca, hasta ve yaralılarla aileleri arasında bağlantı kuruyor, hastaların mektuplarını bile kendi elleriyle yazıyordu.

Nightingale, 1855'te ingiliz askerlerin bakımıyla ilgilenmek üzere bir hemşire grubu ile Kırım'a gitti. Balaklava'da Kırım hummasına yakalandı. 16 Mart 1856'da Ordu Askeri Hastaneleri Kadın Hemşirele-ri'nin yönetimini üstlendi. Savaş bitince Abdülmecid, kendisine özel olarak yaptırılan değerli bir bilezik armağan etti. Diğer hemşirelere de toplam 1.000 mecidiye tutarında para bağışlandı.

Nightingale 26 Temmuz 1856'da İstanbul'dan sessizce ayrılarak ingiltere'ye döndü. Burada Ordu Sağlığı Kraliyet Komisyo-nu'nda görevlendirildi. Halkın bağışlarıy-la oluşturulan Nightingale Fonu'nu kullanarak, St. Thomas Hastanesi'nde, adını taşıyan ilkokul olan "Nightingale Nursing Home" açıldı. Bunu birçok ülkede kurulan hemşirelik okulları izledi. O zamana değin ilgi görmeyen hemşirelik kısa sürede tıbbın en önemli yardımcı mesleklerinden biri oldu. Modern hemşireliğin temellerini İstanbul'da atan Nightingale, 1907'de o zamana kadar hiçbir kadına verilmemiş olan, liyakat nişanına layık görüldü.

Nightingale, çalışmalarını daha çok askeri hemşirelik, askeri hastanelerin düzenlenmesi ve hemşirelik mesleğinin yeni anlamı üzerinde yoğunlaştırdı ve başarılı oldu. Hemşirelik konusundaki yayınlarında ileri sürdüğü fikirler devrinin çok ileri-sindeydi. Onun koyduğu prensiplerin bazıları bugün bile geçerlidir.

Türkiye, Nightingale'in İstanbul'daki çalışmalarını takdir ederek, adını çeşitli kurumlara vermiştir. Bunların ilki Selimiye Kışlası'nda oturduğu kulede kurulan müzedir. 196l'de de anısına İstanbul'da Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na bağlı Florence Nightingale Yüksek Hemşirelik Okulu ile buna bağlı bir hastane açılmıştır. 1975'te Florance Nightingale Hemşirelik Yüksek Mektepleri ve Hastaneleri Vakfı ile istanbul Tıp Fakültesi arasında imzalanan bir protokolle fakülteye devredilen okul daha sonra kapatılmıştır. Binala-

rı bugün, Florence Nightingale Vakfı Kalp Hastanesi adı ile hizmet vermektedir.

Florence Nightingale'in doğum günü olan 12 Mayıs'ta başlayan hafta, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de Hemşirelik Haftası olarak kutlanmaktadır.

NURAN YILDIRIM



NİGÂR HANEM

(1862, İstanbul -1 Nisan 1918, istanbul) Şair ve yazar.

Doğum yılı farklı kaynaklarda farklı gösterilmekle birlikte, kendi el yazısıyla tuttuğu hatıra defterlerinden anlaşıldığı kadarıyla 1862'dir. Zamanında "Nigâr bint-i Osman" diye tanınan ve şiirlerini de böyle imzalayan Nigâr Hamm'ın babası 1848 ihtilalinden sonra İstanbul'a sığınan Macar-lardandır. Kırım Savaşı sırasında (1853-1856) Osmanlı ordusunda savaşa katılan ve Ömer Paşa'nın yaverliğini yapan Macar Sandar Farkaş, daha sonra Müslüman olarak Osman Nihâlî adını almış, Macar Osman Paşa diye tanınmış ve uzun yıllar Harbiye'de hocalık yapmıştır.

Annesi Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa'nın mühürdarı Nuri Bey'in kızı Emine Rif atî Hanım olan Nigâr Hanım, babasının musiki, annesinin şiir merakının da etkisiyle, hem Doğu hem de Batı kültürlerini tanıyarak yetişti. 7 yaşındayken Kadıköy' de Madame Garos'un Fransızca eğitim yapan okuluna leyli olarak verildi. Burada 11 yaşına kadar kaldı. Fransızca, piyano, resim, elişi öğrendi. Bu arada, okuldaki çeşitli gayrimüslim cemaatlerden arkadaşlarından da Rumca, İtalyanca, Ermenice, ayrıca Almanca ve Arapça öğrendi. Daha sonra eğitimine çeşitli Türk ve yabancı hocalarla evde devam etti.

Şair Nigâr Hanım

Nevsal-i Milli, ist., 1330

Çocuk yaşında, 1875'te İhsan Bey adlı, zevke, eğlenceye düşkün, belli bir işi olmayan biriyle evlendirildi. Çok mutsuz geçen, 1890'da boşanmayla sonuçlanan, ancak 1895'te tazelenen ama 1902'de yeniden boşanmaya varan bu evlilikten, çok bağlı olduğu üç erkek çocuğu oldu. Annesinden sonra 1898'de babasını da kaybedince kendisini büsbütün yalnız hissetmeye başlayan Nigâr Hamm'ın zaten zayıf olan ve daha önce ameliyata lüzum göstermiş olan ciğerleri; melankoliye müsait ve zaman zaman hastalık düzeyine varan ruhsal yapısı, geçirdiği tifüs hastalığıyla birleşince l Nisan 1918'de İstanbul'da öldü.

Nigâr Hamm'ın şiirleri özellikle evliliğinde ve evliliğinin yıkılışından sonra yaşadığı hüzün ve acılardan etkilenmiştir. Eşinden ikinci boşanmasından sonra, çocukları da büyüdüğünden ve kadın şair olarak dar çevrede de olsa belli bir üne kavuşmuş olduğundan, çeşitli yurtdışı seyahatleri yapmaya başlamış; Selam'k'e, Se-rez'e, Viyana'ya, Berlin'e, Paris'e, Göte d'Azur'e, Mısır'a vb gitmiş; çeşitli sanatçılar, hanedan mensupları, ünlü kişilerle tanışmıştır. O doğrudan doğruya İstanbul'u yazmasa da ilhamıyla olduğu kadar yetişmesi ve yaşam biçimiyle de döneminin bir istanbul kadınıdır. Saray ve yabancı elçilik çevrelerinde, sultan hanımlar, şehzadeler, Osmanlı hanedanı ve yüksek bürokrasisi mensupları, yabancı misyonların ileri gelenleri arasında, bir kadın şair olarak aranmanın ve beğenilmenin zevkini tatmış, ancak özellikle 1905'ten ölümüne kadar geçen sürede zaman zaman büyük maddi sıkıntılar da yaşamıştır. Çevresinde bir sanat ve edebiyat muhiti kurmaya çalışmış, Nişantaşı'ndaki konağında ve Rumelihisarı'ndaki yalısında şiirli müzikli sohbetler düzenlemiştir.

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanını coşkuyla karşılamış; Namık Kemal'e hayranlık duymuş, 1912'de Balkan Savaşı'ndan, daha sonra I. Dünya Savaşı'ndan etkilenmiş ve vatan şiirleri de yazmış, ancak şiirlerinin ana temasını aşk, hüzün, hasret, acı gibi duygular oluşturmuştur.

ilk şiirlerini "Üryan Kalp" rumuzuyla Servet-i Fünûn 'da yayımlayan Nigâr Ha-nım'ın diğer nazım ve nesir eserleri Efsus (l c 1886, 2. c. 1890), Niran (1896), Aks-i Sada(19QO), Safahat-ıKalb(19Ql),Elhan-ı Vatan(19l6), Girive'dir (1912'de sahnelenen dram).

İSTANBUL


NİGÂRÎ

(1494, İstanbul - 1572, İstanbul) Nakkaş. Asıl adı Haydar'dır. Denizci olduğu için Reis Haydar olarak da anılır. Tezkirelerde şairliği övülen Haydar nakkaşlığı ile Türk minyatürü sanatının büyük ustaları arasında yer aldı. Eserlerinde Nigârî mahlasını kullanan Reis Haydar, portreleriyle ün yaptı. Portrelerinde genellikle petrol rengi düz bir zemin kullandı ve iri figürlerini tam profilden veya 3/4 profilden çizdi. Portrelerindeki desen gücü ve yüz ifa-

r

NİKA AYAKLANMASI



74

75

NİKOĞOS AĞA

desine verdiği önem dikkati çeker. I. Süleyman (Kanuni), II. Selim ve Barbaros Hayreddin Paşa gibi Türk büyüklerinin ve dönemindeki ünlü Avrupa krallarının minyatür portrelerini yaptı. Barbaros Hayreddin Paşa'nın portresinde ünlü amirali yaşlılık yıllarında betimledi. 1540'lı yıllarda yaptığı sanılan bu portresinin yanında sanatçının adının geçtiği dizeler yer alır (TSM Ktp, H. 2134, s. 9). Ünlü Kanuni portresinde padişahı, arkasında iki silahda-rıyla birlikte resimledi. Profilden ve tam boy portre olan bu resimde padişah 1560'h yıllardaki yaşlı görüntüsüyle dikkat çeker (TSM Ktp, H. 2134, s. 8). Aynı albümdeki II. Selim portresinde Selim, karşısındaki doğancıbaşının tuttuğu hedefe ok atarken gösterilmiştir (TSM Ktp, H. 2134, s. 3). Bu portrenin, II. Selim'in Kütahya'daki şehzadelik döneminde yapıldığı sanılır. Aynı albümde yer alan iki av sahnesi de Nigâ-rî'ye atfedilir (TSM Ktp, H. 2134, s. 5). Sanatçıya atfedilen bir başka II. Selim portresi bugün Ağa Han koleksiyonundadır. Bu portrede padişah bir elinde mendil, öteki elinde bir kadehle gösterilmiştir. Nigâ-rî'nin bugün Harvard Üniversitesi Müze-si'nde bulunan iki portresi I. François ve V. Karl'ı (Charles Quint) canlandırır (B6. 214 a, b). Tam profilden gösterilmiş I. François portresinin, Fransız gravürcü Clo-uet'nin yaptığı bir portreden kopya edildiği sanılır. 3/4 profilden betimlenmiş V. Kari ise bir Oranach kopyası olabilir. Nigâ-rî II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) yerleşen padişah portredliği geleneğini sürdürmüş ve geliştirmiştir. Avrupalı kralların portresini yapan ilk Osmanlı min-yatürcüsüdür. Nigârî'nin Osman Gazi'den Kanuni'ye kadar tüm Osmanlı padişahlarının minyatür portrelerini yaptığı ve bunların Barbaros Hayreddin Paşa aracılığıyla italyan portre koleksiyoncusu Grovio'ya ulaştığı ve onun da bir ressama bunların yağlıboya kopyalarım yaptırttığı sanılır.

Nigârî'nin yaptığı resimde I. Süleyman (Kanuni) arkasında iki silahdarıyla birlikte. TSM Ktp, H. 2134 / Galeri Alfa

BibL S. Ünver, Ressam Nigari, Hayatı ve Eserleri, ist., 1946; F. Çağman-Z. Tanındı, Topka-pı Sarayı İslam Minyatürleri, İst., 1979; Tur-kish Treasures from the Collection ofEduıin Binnoy, Oregon, 1979; Treasures of islam. Musee d'art et d'histoire, Cenevre, 1985; H. G. Mayer, "Zur Ikonographie der Osmanisc-hen Sultane", Das Büdnis in der Kunst deş Orients, Stuttgart, 1990, s. 99-119.

GÜNSAL RENDA



NİKA AYAKLANMASI

11-19 Ocak 532'de, Konstantinopolis'te, imparator I. Iustinianos'a(-») (hd 527-565) karşı yapılan halk ayaklanması. Konstan-tinopolis'in büyük ölçüde tahrip edilmesine neden olan ayaklanma, adını isyancıların erken zafer sarhoşluğu içinde haykırdıkları "Nika !, Nika !" (zafer) nidalarından almıştır.

I. lustinianos'un tahta çıkışı sırasında Bizans imparatorluğu hem siyasal hem de dinsel açıdan büyük kargaşa içindeydi. Bir yandan sabık imparator I. Anastasios'un(->) (hd 491-518) vârisleri taht üzerinde hak iddia ederken, diğer yandan lustinianos'un, boşalan devlet hazinesini ve bozulan idari yapıyı düzeltmek için izlediği politikaların huzursuz ettiği halk kitleleri, kışkırtılmaya ve patlamaya hazır duruma gelmişlerdi. Halkedon Konsili'nden(->) yana olan Ortodokslarla, isa'nın tek doğası olduğunu ileri süren Doğu hizbi Mono-fizitler arasındaki çatışmalar da önemli bir gerginlik kaynağı idi. 4. yy'dan beri başkentin politika sahnesinde önemli rol oynayan araba yarışı gruplarını temsil eden Maviler ve Yeşiller(-») adlı yarı siyasi gruplar ise, kavuştukları büyük güçle hem sarayı hem de halk kitlelerini rahatsız ediyorlardı, lustinianos daha amcası I. lustinos döneminden (518-527) beri, Anastasios'un dayandığı Yeşillere karşılık Mavileri himayesine almıştı. Monofizit eğilimli karısı Te-odora(-0 ise bir yandan Yeşilleri tutuyor, öte yandan da kocasının sadık bir yandaşı olarak çalışıyordu. I. lustinianos iktidara geçtiğinde, güç odağı haline gelerek merkezi otoriteye meydan okuyan, aynı zamanda başkent halkına karşı terör estiren bu yarışçı grupların baskısından kurtulmayı denedi ve hem Mavilere hem de Yeşillere karşı sert ceza tedbirlerine başvurdu. Güçlü konumlarını yitirmekten korkan hiziplerin tepkisi, ağır vergi yükü altında ezilen yoksul halk kitlelerini kışkırtmak oldu. Buna, bazı yüksek memurların ve yetkililerin mali ve idari uygulamalarına büyük arazi sahiplerinin tepkisi; taht üzerinde hak iddia eden Anastasios'un vârislerinin komploları ve ayrıcalıkları ellerinden alınmak istenen senatörlerin hoşnutsuzluğu da eklenince, ayaklanma için uygun koşullar doğmuş oldu.

8. yy yazarı Teofanes'in ve bazı kro-nikçilerin sözünü ettiği bir olay Nika Ayak-lanması'nın başlangıcı kabul edilir. Hip-podrom'da(->), imparatorun temsilcisi olarak adı geçen Kalopodios (Güzel Ayak) lakaplı bir kişi ile Yeşiller arasında geçen bir diyalog ve Kalopodios'a karşı Yeşillerin başlattığı aleyhte tezahürat, ayaklanmanın ilk işareti sayılır. Kalopodios'un kimliği ve

söz konusu atışmanın tarihi hakkında farklı görüşler vardır. Bazı araştırmacılar Kalopodios'un, lustinianos'un ünlü komutanlarından hadım Narses olabileceğini, bazıları da bu konuşmanın isyandan sonra gerçekleştiğini ileri sürerler. Böylece 11 Ocak'ta (bazı kaynaklara göre 13 Ocak) Yeşiller tarafından kışkırtılan halkın "Nika, Nika !" haykırışlanyla başlattığı isyan birkaç gün içinde Maviler partisi taraftarlarının ve pek çok senatörün katılımı ile şiddetlenmiş ve tüm kente yayılmıştır. O güne dek rakip olan iki grup birleşmiş ve Hippodrom'dan, hiç alışılmamış biçimde, "Yaşasın yoksulları koruyan Yeşiller ve Maviler !" nidaları yükselmeye başlamıştır, lustinianos her iki gruba dahil isyancıları cezalandırmak üzere girişimlerde bulunduysa da halkın öfkesi yüzünden geri çekilmek zorunda kalmış, kızgın kitleler kamu binalarına ve hapishanelere saldırmış, mahkûmları serbest bırakmışlardır. Ayasofya Bazilikası neredeyse tümüyle yıkılmış; Büyük Saray'ın Halke Kapısı, Aya irini Kilisesi(->), Zeuksippos Hama-mı(->) ve Augusteion'un(-») bir bölümü başta olmak üzere pek çok anıtsal yapı, kamu binası ve sanat eseri tahrip edilmiştir.

isyancıları yatıştırmak isteyen lustinianos, 15 Ocak'ta halkın şikâyetlerine neden olan yüksek memurları azletmeye söz verdi ve Konstantinopolis Valisi Euda-imon'u görevden aldı; fakat isyancıları yatıştırmak mümkün olmadı. 18 Ocak'ta Hip-podrom'un imparatorluk locası Katis-ma'da(->) isyancı liderlerle görüşen imparatorun tavizleri kabul edilmediği gibi, sabık imparator I. Anastasios'un yeğeni Hi-patios'a imparatorlara özgü "purpur" (erguvanı elbise) giydirildi. Paniğe kapılan lustinianos tahtı ve kenti hemen terk etmeye hazırlandıysa da tmparatoriçe Te-odora tarafından cesaretlendirilerek isyancılara karşı koymaya ikna edildi. 19 Ocak'ta Komutan Narses, Mavilerle müzakereye girerek isyancılar cephesinde gedik açarken, Belisarios komutasındaki birlikler, ayaklanmacıları Hippodrom'a sığınmaya mecbur ettiler. Dönemin tarihçilerinden Prokopios(->) ve Malalas'a(->) göre Belisarios, Hippodrom'da kanlı bir katliama girişti. 30-35.000 kişinin kılıçtan geçirilmesinden sonra ayaklanma sona erdi. Başta taht üzerinde hak iddia eden Hi-patios ve kardeşi Pompeios olmak üzere ayaklanmaya destek veren senatörlerin ve soyluların mülkleri müsadere edildi ve çoğu hemen idam edildiler. lustinianos, Nika Ayaklanmasından aldığı dersler sonucu, daha sonra çıkardığı yasalarla büyük arazi sahiplerinin, senatörlerin ve yüksek bürokratların yetkilerini sınırlamaya, görevlerini suiistimal etmelerini önlemeye çalıştı. Bu tarihe kadar başkent yaşamında çok önemli bir yeri olan Hippodrom yarışlarının 537'ye kadar tamamen durdurulduğu sanılmaktadır. Bu tarihten sonra yeniden başlayan araba yarışları, V. Kons-tantinos(-0 dönemine (741-775) kadar tö-rensel nitelikte kaldı. Ayaklanma sırasında büyük hasar gören Ayasofya Kilisesi'nin

onarımı ise 23 Şubat 532'de başlamış ve günümüze kadar gelen haliyle yapı, 537'de tamamlanmıştır.


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin