Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə132/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   128   129   130   131   132   133   134   135   ...   147

SEIİMm

508

509

SEUMIH

III. Selim Topkapı Sarayı'nda Bâbüssaade önünde bayram merasiminde.

N. Anafarta, Padişah Portreleri, ist., 1966

Hanlısından sonra Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem Yusuf Ziya Paşa, 15 Mayıs 1799'da Üsküdar'dan Mısır'a hareket etti. III. Se-lim'den büyük destek ve saygı gören Şeyh Galib'in bu yıl ölmesi, İstanbul'da derin üzüntü yarattı.

1801'e değin süren Mısır savaşlarının sonuçlanması ve Mısır'ın işgalden kurtarılması, Cezâyir-i Seb'a'nm (Yedi Adalar) ve Arnavutluk kıyısındaki dört kentin yeniden Osmanlı egemenliğine geçmesi, III. Selim aleyhindeki propagandaları susturdu. Fakat bu kez de Batı tarzı askeri eğitimin gündeme gelişiyle tutucu çevreler ve yeniçeriler tepki gösterdiler. 1802 ve 1803' te Divan-ı Hümayun'dan çıkan iki ayrı hükümle, daha önce Fransa'nın himayesine bırakılmış olan, Galata'daki Saint Antonio ve Saint Pierre kiliseleri, Latin topluluğuna iade edildi.

4 Kasım 1805'te istanbul, benzeri görülmedik bir lodos fırtınası yaşadı. Limandaki tüm gemiler, Bahçekapı ile Yalı Köşkü arasında birbirine çarparak battı veya parçalandı. Ertesi 5 Kasım günü de deprem oldu ve halk, bu iki afetin, bir uğursuzluk belirtisi olduğunu, büyüklerden birisinin ölmesi gerektiğini, yeniçeriler ise uğursuzluk nedeninin Nizam-ı Cedid olduğunu konuşmaya başladılar. 1806'da askeri ıslahatın Rumeli'ye de yayılmak istenmesi ve İstanbul'dan çıkarılan Nizam-ı Cedid birliklerinin Edirne'ye hareketi, III. Selim için sonun başlangıcı oldu. Başkentteki muhalif odaklar, ulema, tüccar, sarraf, Fenerli ve yeniçeri zümreleri, 24 Nisan 1805'te "ahvalin encamından korkup" istifa eden Yusuf Ziya Paşa'nın yerine sadarete getirdikleri Hafız İsmail Paşa'nın da desteğini sağlayarak harekete geçtiler. Hafız İsmail Paşa'nın aracılığı ile Rumeli ayanlarına haber gönderip Nizam-ı Cedid girişimini en-

gellemelerim istediler. İstanbul'da ise, III. Selim'in tahttan indirileceği söylentisi yayıldı. Silivri'ye kadar giden Nizam-ı Cedid birlikleri, halkın direnişi üzerine İstanbul'a geri döndü. "Edirne Vak'ası" denen bu olaydan sonra III. Selim ve Nizam-ı Cedid aleyhtarlığı, düşmanlığa dönüştü. Kampanyaya öncülük edenler, üç hafta süreyle İstanbul camilerinde cuma hutbelerinde padişahın adını andırtmayacak derecede ileri gittiler. III. Selim, yapımı tamamlanan Üsküdar'daki Selimiye Camii'nin(->) açılışını ertelemek zorunda kaldığı gibi bir süre cuma selamlıklarına da çıkamadı. Kendisine ihanet ettiği, Rumeli ayanlarını isyana kışkırttığı apaçık ortada olan Sadrazam Hafız İsmail Paşa'yı idam ettirmekten çekinerek azletti ve İbrahim Hilmi Paşa'yı sadarete getirdi. Bu atama da yine, yenilik karşıtlarının dayatması ile olmuştu. Şey^ hülislamlığa getirilen Şerifzade Mehmed Ataullah Efendi ise ilim yoksulu bir yobazdı. Aralık 1806'da Sırpların ayaklanması, Belgrad'ın yitirilmesi, Rusya'ya savaş ilanı, İstanbul'daki siyasi ortamı büsbütün gerginleştirdi. Şubat 1807'de Vehhabîlerin Hicaz'ı istilası, Çanakkale Boğazı'ndan geçen bir İngiliz donanmasının İstanbul'a yönelmesi, korku ve telaş uyandırdı. Fransa Elçisi General Sebastiani'nin istanbul'daki nüfuzu daha da arttı. Bundan kaygılanan İngiltere, Sebastiani'nin başkentten uzaklaştırılması için nota verdi. İngiliz donanması da 19 Şubat 1807'de Yeşilköy açıklarında demirledi ve kentin bombardıman edileceği söylentisi herkesi korkuttu. Medrese öğrencileri, halk ve esnaf, İngiliz donanmasının tehditlerine tepki göstererek savunma örgütleri kurmaya başladılar. Birkaç gün içinde kent kıyıları boyunca 1.200 top yerleştirildi, uzak çevrelerden silahlı gönüllüler İstanbul'a geldi. İngiliz vis-ami-

rali John Dukworth'm oğlu Kınalıada'ya su almak için çıktığında tutsak edildi. İstanbul halkı silahlanmış olarak kayıklara dolup devriye gezmeye başladılar. Nihayet, kente dönük bir operasyon yapamayacağım anlayan donanma amirali l Mart 1807'de tabyalarla kıyılardaki halkın yuhalan arasında İstanbul'dan uzaklaştı ve İskenderiye'ye hareket etti. Bununla birlikte Çanakkale Boğazı'ndaki İngiliz ablukası kaldırılmadı. 12 Nisan 1807'de Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem İbrahim Hilmi Paşa Rusya seferi için ordu ile İstanbul'dan ayrıldı.

Bu kez, III. Selim'in en yakın çevresini oluşturan, Sır Kâtibi Ahmed Faiz Efendi^), Valide Kethüdası Yusuf Ağa, İbrahim Kethüda ile ilgili yolsuzluk iddiaları ortalığa yayıldı. Bunların edindikleri servetin kaynağı olarak Nizam-ı Cedid için toplanan paralardan söz edilmekteydi. Öte yandan en üst düzeyde, çoğu zaman padişahın başkanlığında yapılan toplantılarda konuşulanlar, ertesi gün, yalan yanlış halk arasına yayılmakta ve elçiliklere de ulaştırılmaktaydı. Güven bunalımı, dedikodu, yolsuzluk savları ve hayat pahalılığı giderek arttı. Nizam-ı Cedid önderleri ise tüm bu olumsuzluklara karşı sorumsuz bir tavır içinde "İstanbul zengin yeridir, buraya fukara yakışmaz?" demekteydiler. Olanlara sırt çeviren zengin bir zümre ise Avrupa'dan gelen yenilik ve moda akımlarına ayak uydurma çabasındaydı. Yobazlar ve cahil bir kesim de dinin elden gittiği yaygarası ile padişaha duyulan güvensizliği nefrete dönüştürmeye çalışmaktaydılar. Batıl inançlara bağlılık, eskiye oranla kentte daha çok yaygınlaştı. Yeniçeriler, Nizam-ı Cedid'i dinsizlikle eşdeğerde saymakta ve "Haşa, Moskof olurum, cedid askeri olmam!" demekteydiler. Bu gidiş, 25 Mayıs 1807'de Rumelikavağı'ndaki Boğaz yamaklarının başlattıkları Kabakçı Mustafa Ayaklanması(-0 ile sonuçlandı. Kentte günlerce süren bir terör yaşandı. Kaçama-yan Nizam-ı Cedidciler yakalanıp öldürüldü. Kimilerinin konakları yağmalandı. Et-meydanı'nda 10.000 dolayında ayaklanmacının toplandığını öğrenen III. Selim, sarayda ah vah diyerek vakit geçirdi ve önerilen tüm tedbirleri geri çevirdi.

29 Mayıs 1807 cuma günü sekbanbaşı huzuruna çıkıp selamlık alayı için hangi camiye gitmek istediğini sorduğunda "Ben ne selamlığa çıkarım, ne de benim tebaam vardır. İhtilal banadır" dedi. Şehzade Mustafa'ya haber gönderip "Tahta buyursun, uğurlu kademli olsun" dedikten sonra dairesine çekildi (bak. Mustafa IV).

Tahtı bırakışından, 28 Temmuz 1808'de öldürülüşüne değin, 14 ay süreyle Topkapı Sarayı haremindeki dairesinde münzevi yaşayan Selim'e, kadınları, cariyeleri eşlik ettiler. Ney çaldı, Kuran okudu. Yitirdiği tahtını yeniden elde etmek için hiçbir girişimde bulunmadı. Alemdar Mustafa Paşa'nın gelip sarayı kuşatmasından da haberi yoktu. Son bir çare olarak amcazadesi Selim'i ve kardeşi Şehzade Mahmud'u (II) öldürterek tahtını korumak isteyen IV. Mustafa'nın görevlendirdiği darüssaade ağası, Selim'in dairesine gitti. "Efendim, kul

gelmiş sizi istiyor" diyerek onu odasından çıkarmaya çalıştı. Bir süre direnen eski padişah, ağanın ısrarı üzerine daire kapısından çıktığında Gürcü kölelerden Başçu-hadar Abdülfettah ile Sırp asıllı Hazine Kethüdası Ebe Selim ve birkaç bostancı üstüne atıldılar. Hazine kethüdası bir tokat, Nezir Ağa bir hançer savurarak Selim'i yere yıktılar. Yeni gelenlerle sayıları 12'yi bulan katiller, aralarında cellat bulunmadığı için öldürme işini kolay beceremediler. Başağa ile Hacı Bağdatlı, boynuna kement geçirdiler. İmrahor, hayalarını, Nezir Ağa da boğazını sıktı. Aldığı, hançer, kılıç yaraları ile bir-iki saat can çekişen Selim'in cesedi bir ehrama konulup Arzodası'mn(->) önüne getirildi. Açılan Bâbüssaade'den içeri giren Alemdar Mustafa Paşa, tahta geçirecekken ölümüne neden olduğu eski padişahın cesediyle karşılaştı ve ağladı.

30 Mayıs 1808'de ulemanın, devlet erkânının katıldığı tabutu önünde dervişlerin mersiyeler okudukları, büyük bir cenaze alayı ile kaldırılan Selim, babası III. Mustafa'nın Laleli Külliyesi'ndeki(->) türbesine gömüldü. Öldürülmesinden sorumlu tutulan İmrahor Seyyid Mehmed Ağa'nın aynı gün Terziler Kârhanesi önünde boynu vuruldu. Kellesinin yanına padişah katili olduğuna ilişkin bir levha kondu. Nezir Ağa'nın, Başçuhadar Abdülfettah'm, Kızlarağası Mercan Ağa'nın, Hacı Ali Bağ-datlı'nın, Sır Kâtibi Arif Bey'in, Musahib Cafer ve Firuz ağaların, IV. Mustafa'nın cariyeleri olup Selim'in öldürülmesine yardım eden 10 harem kadınının idamları da izleyen günlerde II. Mahmud'un buyruğuyla gerçekleştirildi.

III. Selim, babası ve ataları gibi sık sık tebdil gezer, en çok da humbaracı kıyafetinde halk arasına girerdi. İstanbul'un asayişini, çarşı pazar düzenlerini gözlemlemek başlıca tutkusuydu. Tebdil dönüşlerinde sadrazama veya sadaret kaymakamına hatt-ı hümayunlar yazıp buyruklar verirdi. İstanbul yaşamı bakımından Selim'i en çok düşündüren olgu, "köylünün tarlasını, tüccarın mağazasını bırakıp" başkente göçmeleriydi. Bunu önlemek için hacegândan bir zabitin başkanlığında bir yoklama örgütü kurmuştu. Bunlar, imaret, medrese, tekke, zaviye vb yerleri sık sık denetleyerek kaçak gelenleri memleketlerine göndermekteydiler. Padişah, bu konuda sadrazamdan gelen bir yazıya karşılık, kentin baştan başa yeniden yoklanmasını, kaçıp dönenler varsa yakalanıp cezalandırılmalarını, kimsenin çiftini çubuğunu terk edip İstanbul'a gelmesine göz yumulmamasını, Anadolu'ya emirler yazılmasını bildirmişti. Kentin havasına yakıştıramadığı bir zümre ise dilencilerdi. Sadaret kaymakamına yazdığı emirlerde "Cumalarda, tebdillerde görüyorum. Miskinler dileniyor. Eskiden gelmeleri âdet değildi... El ve ayağı ve gözleri sağ olup kâr ü kisbe gücü yetenler saillik etmesünler ve külha-ni çocukları külhanlara komasunlar... Kül-hanileri tersaneye gönderesin, hizmet etsinler" diyordu. Sokaklarda asker, softa kavgalarına, çirkin olaylara tanık olduğunda üzülüyor, bunların da önlenmesini is-

III. Selim'in müsenna tuğrası, 18. yy sonu. tsm

tiyordu. Kalyoncu neferlerinin Üsküdar çarşısında ehliırz kadınları kaldırıp odalarına götürmek istemelerine gözleriyle tanık olduğunda, kaymakam paşaya sert bir hatt-ı hümayun yazdı "Eğer bula idim, cezalarını tertib ve siyaset (idam) ederdim, bu nasıl şeydir? Kaptan paşaya bir eyü ten-bih eylerim. Bu nasıl şeydir? Vallahi bir dahi böyle kapusuz-vâri işlerin işidirsem zabitlerinden sual ederim" dedi. İstanbul'daki gayrimüslimlere izin verilmekle birlikte Müslümanların içki içmelerini yasaklatan III. Selim, "ehl-i İslama hamr satılmayub ve bir mahalde hafî ve celî meyhane olmamak üzere müteaddit hatt-ı hümayun" yazdığını ilgililere bildiriyor, buna aykırı davranan bostancıbaşım azlettiğini, ancak yi-



m. Selim

N. Anafarta, Padişah Portreleri, ist., 1966

ne de kentin şurasında burasında gizlice şarap satıldığını "ayaklılar"ın her yere girip çıktığını, sekbanbaşının para karşılığında bunlara göz yumduğunu, onu azledip yerine başkasını atadığını, kısacası bu işin ucunu bırakmayacağını uyarıyordu.

Üzerinde ısrarla durduğu bir başka konu kıyafetti. Müslümanların sarı pabuç, Ermenilerin kırmızı ayakkabı ve şapka, Rumların siyah, Yahudilerin mavi giymeleri öteden beri kuralken, buna uyan yoktu. Devlet adamları ve zenginler, çok pahalı ve ithal kumaşları tercih ettikleri gibi, dairelerindeki hizmetlilere de -kendi güçlerim kanıtlamak için- pahalı elbiseler giydirmekteydiler. Esnaf arasında da lüks yaygındı. Hint, İran, Avrupa kumaşlarının başlıca pazarı İstanbul olmuştu. III. Selim, sadrazama gönderdiği buyruklarla yasaklar koydu. "Mizac-ı nâsın israf ve sefahete mail ve bu suret kâffe-i nizâmı muhill ve irtikâb ve irtişaya bâis olduğunu" gerekçe gösterdi. Herkesin halince davranmasının ilan edilmesini istedi. "Hilaf-ı emr libas giyenler ve tankından hariç kıyafetde olanlar" için ceza uygulanmasını önerdi. Esnafın çuha dikişli kavuk giymesini, hizmetkâr, kâtip, mültezim sınıfmdakilerin samur kürk gibi "kibara mahsus esbabla" gezmelerini yasakladı. Sadrazama hattında "Ben daima İs-tanbulkârî, Ankarakâri kumaş giyerim, devlet ricalim ise hâlâ Hindkâri ve İran-kâri kumaş giyerler, memleket kumaşları giyerlerse, memleket malı revaç bulur" diye yazdı. Kadınların giyim kuşamlarını da beğenmediğini ve aşırı süslenme eğiliminin israfı artırdığım "hem kanlar yine gayet fena kıyafetle, hotozları uzun, yakaları uzun, hem pek açık renk giyindiklerini" vurgulayıp ilgililerin, nerede böyle kıyafette kadına rastlarlarsa yakalarını kesmelerini istedi.



SEIİMm

510

511

SELİM m ÇEŞMESİ

III. Selimin daha ilginç bir yaklaşımının binaların yükseklikleri, hattâ badanalarıyla ilgili olduğu saptanmaktadır. Kaymakam paşaya hattında "Şimdiden sonra bina olunan evler, tenbih edesin, gâ\aırlarmki gibi siyah lacivert boyamasunlar, hem pek yüksek yapıyorlar ve âdetden ziyade yap-masunlar, Müslüman evleri siyah olmasun, gâvur ve Yahudi evleri siyah olsun, gâvur ve Müslüman belli olsun, mimar ağalarını çağırıb tenbih edesin" demekteydi. Yangınların daha çabuk haber verilmesi için Galata Kulesi'nde tabi yerine kös çalınması da III. Selim dönemindedir. Yine onun bir hatt-ı hümayunundan anlaşıldığına göre çıkan yangınlarda "rüesâ ve zabitân" yeterince çaba göstermedikleri için ateş yayılıyor, ancak söndürücülere bol bahşiş verilirse yangının önüne geçilebiliyordu.

III. Selim, duygusal bir padişah olarak halkın günlük sıkıntılarından da etkilenmekteydi. Sadrazama yazısında "Bugün tebdilen geçerken Divanyolu'nda furun önünde kalabalık gördüm, herifin biri dahi yiyecek ekmek bulamıyoruz deyü fer-yad eyledi, alim Allah mükedder oldum, şunun bir çaresine bakasın, zira ramazan-ı şerifde ibadullah zahmet çekmek layık değildir. Rezzak-ı âlem olan Allah inayet ey-lesün, çaresi ne ise ziyade işletmek ile mi olur, hâsılı dikkat edesin" demesi buna bir örnektir. Yine, hayat pahalılığının halkı ezmesinden duyduğu rahatsızlığı ise "Her şey es'ar haddini tecavüz eyleyerek bir dereceye vardı ki mazallahî teala halkta geçinecek hal kalmadı, hususa mübarek günler geldi, her ne kadar sana yazıb tekîd ey-ledimse hiç kimse siyaset eylemediğinden esnaf fürce bulub yokdur deyü olanı dahi saklayub iki kat baha ile ibadullaha satıyorlar, doğrusu bu muamele bana güç geliyor, elbetde şu günlerde erzak saklayan muhtekirleri ve narhından ziyade insafsız satanları siyaset edesin ve daima bu siyasetin üzerine olub şey saklayan bakkalı dükkânı önünde salb eyleyüb yoluyla tu-tub ibadullaha zahmet çekdirmeyesin, böyle vakitde siyasetsiz iş görülmeyeceğini bilüb daima siyaset edesin" diyerek açıklamıştır.

III. Selim, yabancıların İstanbul'daki başına buyruk davranışlarından, onlarla birlik olan LevantenlerinC-O tutumundan da rahatsızdı. Örneğin, bir gece sarayın önünden kayıklarla ve şarkı söyleyerek geçen yabancıların bu saygısızlığından duyduğu üzüntüyü ertesi gün sadaret kaymakamına "Bu gece sabaha yakın Frenk gemicileri sandal ile türkü çağırarak saray önünden " geçtiler ve birkaç defadır ediyorlar, reis efendiye tenbih eyle bilcümle elçilere ve Frenklere tenbih eylesün, bir dahi öyle edebsizlik etmesünler, hem olursa bilâ âmân katlederim" diye yazmıştı. Bir başka gün, İspanya'dan gelen geminin karşı-lanışmdaki pervasız tutum için de "Top atıp alkışladılar, Frenk gemilerinin beğlik gemileri gelmek âdet değildir, İspanya elçisine şimdi haber gönderesin öyle şeyler etmesün, burası Frengistan mıdır? Böyle alkışlama filan öyle şeyler etmesünler" diye yazdığı görülmektedir.

III. Selim ve III. Mustafa'nın türbesi. Nurdan Sözgen, 1994

Halksever bir padişah izlenimi veren III. Selim'in yalnızca İstanbul halkının sorunlarıyla ilgilendiğini de unutmamak gerekir. Taşralarda olup biteni izlemeye olanak bulamadığı gibi, şehzadeliğinde ve saltanatı boyunca İstanbul dışına çıkmamış olması da ülkesini tanımasına imkân vermemişti. Kenti her gün gezmesi, en basit olaylarla ilgilenmesi ise salt duygusallığından değildi. Ona göre, örneğin kıtlık olursa arkasından ayaklanma da olurdu. Bu nedenle de İstanbul'da 100 fırına, miri ambarlardan her gün 15.000 okka un verdirmekteydi. Kente kaçak yollardan buğday, un, canlı hayvan, bakliyat getirilmekteydi. Hava koşullarındaki geçici bir anormallik, derhal fiyatları etkilemekte, kıtlık ve pahalılık başlamaktaydı. Örneğin, birkaç gün süren bir fırtına veya kar yağışı, yaşamı altüst etmekteydi. III. Selim'in, Zahire Nezareti örgütünü kurdurmasının asıl nedeni de halkı ekmek kıtlığından kurtarmaktı. Kent yaşamında önemsenen kahvenin ithali ve dağıtımı, evlerde, kahvehanelerde, hattâ sokaklarda tüketilen kahve, bir nizama bağlandı.

Yüksek kamu görevlilerinin rızaî şallar, samur kürkler, murassa hançer, bıçak, işlemeli saat taşımalarını hoş karşılamayan, mevcut paranın İran'a, Hindistan'a ve Avrupa'ya akışını önlemek için yerli malım özendirmek isteyen III. Selim, vaşak kürkü, çiçekli kumaş kullanımını da yasak etmişti. Döneminin pek çok aydınından daha ileri düşünceli olan padişah, batıl inançlardan uzaktı.

Örneğin "Her gün cenab-ı Allanın günüdür, benim asla nücuma itikadım yoktur" diyebilmişti. Buna karşılık, çağdaşı ulema, reform öncesi Avrupa ruhban sınıfının saplantılarındaydı. Her şeye ilkin bu sınıftan tepki gelmekteydi. Ordunun mütemadiyen savaşması, küffâra karşı cihat açılması yönünde fetva verdikleri halde kendilerinin de ordunun moralini yükseltmek için cepheye gitmeleri istendiğinde "Fakiriz, ihtiyarız, gidemeyiz" demekte, İstan-

bul'daki köşk, konak ve yalılarında vezirlerden daha ileri düzeyde bir yaşam sürdürmekteydiler.

III. Selim dönemi İstanbul halkının yeni bir tutkusu, Avrupa'dan getirtilen cicili bicili şeylerdi. Halet Efendi(->) Paris'te elçiyken İstanbul'daki dostları kendisinden "abur cubur, ufak tefek şeyler buldukça" göndermesini rica ediyorlardı. Gerekçelerini ise "Hediye olur veya bahasıyla alınıb sarrafa havale olunur" diye açıklamaktaydılar. Avrupa'yı "Hoca efendimiz yeşil taşlı gözlük ister, altmışından sonra kullanılacak gözlüklerden irsal buyrulsun" diye mektup yazanlar bile vardı. İki yüzlü çuha, saniyeli saat, gözlük en çok getirtilen şeylerdi.

Sarayda eski birçok geleneği koruyan III. Selim, sık sık "halvet" düzenleyerek harem kadınlarını hasbahçeye çıkarıyor, hay-meler, çergeler, kirpaslı çadırlar kurdurup eğlendiriyordu. Avusturya'dan getirttiği bahçıvan Jacop Ensle, Viyana imparatorluk sarayı bahçıvanının kardeşiydi. İstanbul'da çalıştığı 1794-1802 döneminde hasbahçele-re Avrupai görünümler kazandıran bu ustadan başka, Melling(->), ilk dans öğretmeni bir Fransız ile birçok müzisyen de III. Selim döneminde İstanbul'a geldiler. Gerçi dans ve müzik sanatçıları, doğrudan saraya alınmadı, fakat, saraydan gönderilen cariyelere müzik ve dans eğitimi verdiler.

III. Selim dönemine ilişkin en önemli kaynak, Sır Kâtibi Ahmed Faiz Efendi'nin tuttuğu Ruzname'dir. Bu büyük defter, 1791-1802 arasında, padişahın her günkü yaşamından kısa fakat çok ilginç kesitlerle doludur. Ahmed Faiz Efendi, olayları haşivlere boğmadan, ileride lazım olacak boyutları ile betimlemek suretiyle tarihe büyük hizmet etmiştir. Ruzname'nin tamamı İstanbul'la doğrudan ya da dolaylı ilgisi olan yüzlerce olayı içermektedir.

İstanbul'un imarına olduğu kadar askeri bir başkent olması için de çaba sarf eden III. Selim'in, kent kimliğine kazandırdığı başlıca eserler, Selimiye Kışlası(-0, Selimiye Camii, Levent Çiftliği ve kışlaları, Tophane Kışlası, Haliç'teki Kumbaracı, Lağımcı kışlaları, Mühendishane-i Berrî-i Hümayun, Üsküdar zahire ambarlan, yeni Eyüb Sultan Camii ile Topkapı Sarayı'nda-ki dairesidir.

Annesi Mihrişah Valide Sultan'ı çok sayan III. Selim'in, onunla her konuyu konuşup tartıştığı rivayet edilir. Kız ve erkek çocuğu olmamıştır. Kadınları, Sâfizâr (Nefi-zâr) (ö. 1791), Âfitâb (ö. 1813), Goncenigâr (ö. ?), Zîbifer (ö. 1817), Tâbısefâ (ö. 1854), Re'fet (ö. 1867), Nuruşemâ (ö. 1826), Dem-hoş'tur (ö. ?).



Bibi. Tarih-i Cevdet, IV, V, VI, VII, VIII; Ta-rih-i Vasıf, I, 206 vd; Mür'i't-Tevarih, II/A, 90-92; Mustafa Necib Efendi, Sultan Selim-i Sâlis Asrı Vekayüne ve Müteferriatına Dair Tarih, İst., 1280; T. Valle, Historie de l'Empire Otto-man, Paris, 1855, s. 418; Esad Efendi, Teşri-fat-ıKadime, İst., 1988, s. 110-117; III. Selim'in Sırkâtibi Ahmed Efendi Tarafından Tutulan Ruzname, (haz. S. Arıkan), Ankara, 1993; Ge-org Oğulukyan 'in Ruznamesi, III. Selim, IV. Mustafa, II. Mahmud ve Alemdar Mustafa Paşa, İst., 1972; K. Arapyan, Rusçuk Ayanı Mustafa Paşa 'nm Hayatı ve Kahramanlıkları, Ankara, 1943; d'Ohsson, Tableau, III; Mehmed Galib, "Selim-i Sâlis'in Bazı Evamir-i Mühimme-

si", TOEM, S. 8, 500 vd; (Altınay), Onüçüncü Asırda; E. Z. Karal, Selim IIFün Hatt-ı Hümayunları, Nizam-ı Cedit, Ankara, 1988; lorga, Osmanlı Tarihi, V, Ankara, 1948; 1. H. Uzun-çarşılı, "Selim IH'ün Fransa Kralı Louis XVI ile Muharebeleri", Belleten, S. 5/6 (1938), s. 191-246; N. Elgin, Selim IlI-llhamî, Konya, 1959; A. C. Eren, Selim IIFün Biyografisi, İst., 1964; ay, "Selim III", 1A, X, 441-457; Danişmend, Kronoloji, IV, 68-87; M. Sertoğlu, "III. Selim'in Hal'i", Hayat Tarih Mecmuası, (Ocak, Şubat, Mart 1975); Uluçay, Padişahların Kadınları, 116-118; M. Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1985, s. 5, 148-149.

NECDET SAKAOĞLU

Musiki Yönü

III. Selim klasik Türk musikisinin en değerli bestecilerinden biridir. Besteciliği dışında, ney üfler, tanbur çalardı. Musikiye çok küçük yaşlarda başlamıştı. I. Abdülha-mid'in müezzinbaşısı Kırımlı Ahmed Kâmil Efendi'den meşk etmişti; tanbur hocası ise geleneksel tanbur üslubunun üstadı ünlü Tanburi İzak'tı(->).

Osmanlı hanedanının üyeleri arasında musikiye ilgi duyan, saz çalan, hattâ bestecilikle uğraşan birçok şehzade ve padişah çıkmışsa da hiçbirinin musikiye ilgisi, musiki sevgisi ve bestecilik gücü III. Selim'in-ki düzeyinde değildir.

III. Selim daha şehzadelik yıllarında saraydaki ve saray dışındaki musikicileri çevresinde toplamaya başlamıştı. Padişah olduktan sonra da saray meşkhanesihi yeniden düzenleyerek, o zamana kadar yevmiye karşılığı çalışan ve "ihsan-ı şâhâ-ne'lerle teşvik edilen musikicileri düzenli aylığa bağladı, gençliğinden beri desteklediği ve katıldığı musiki faaliyetlerinin sarayın harem dairesinde de iyice yayılmasına önayak oldu. Başta İsmail Dede Efen-di(->) olmak üzere birçok genç yeteneğin yetişmesinde büyük emeği geçti. Kendisinden sonra ünlenen pek çok besteci ve icracı da yetişme çağlarını onun şehzadelik, veliahtlık ve padişahlık yıllarında tamamlamışlardır. Abdülhalim Ağa, Vardakosta Ahmed Ağa, Küçük Mehmed Ağa, SadullahAğa, EminAğa, Numan Ağa, Şakir Ağa, Kömürcüzade Hafız Efendi ve Türk musikisinin daha nice vazgeçilmez bestecisi hep III. Selim döneminin musikicile-ridir. Sarayın musikiye verdiği geleneksel desteğin en yüksek düzeyine çıktığı ve musikinin saraydaki gündelik faaliyetlerin ayrılmaz bir parçası haline geldiği o yıllarda toplanan musiki meclislerinin canlılığı, Topkapı Sarayı'ndaki Serdab Kasrı ile Kâğıthane'deki Çağlayan Kasrı'nda okunan muhteşem fasılların musiki nazlarını dile getiren efsaneleşmiş hikâyeleri sözlü kaynaklardan günümüze kadar ulaşmıştır.

Yenilikçilik III. Selim döneminin en belirgin özelliğidir. Değişiklik ihtiyacı en çok yeni makam düzenlemeleriyle kendini belli eder; yeni makam terkipleriyle yeni yollar aranır, bu makamlardan çeşitli bestecilerin katılımıyla ortaklaşa fasıllar bestelenir. Öte yandan, eski gelenek ve yerleşik kurallar bir ölçüde zorlanır; eski üslubun ağır, mistik havası yerini daha içli, "âşıkane" ve dünyevi bir musikiye bırakır. Bu çalışmalar ve eğilimler zamanın musikicile-rini az çok ortak bir çizgi üzerinde birleş-

tirir. Bu dönem Türk musikisi tarihinde yeni bir çığır olarak, "III. Selim dönemi" diye adlandırılır.

III. Selim Mevlevîydi; bazı eserlerine "Selim Dede" imzasını atmıştı. Saray dışındaki, özellikle mevlevîhaneler çevresindeki musiki faaliyetlerini izler, hattâ yönlendirirdi. Kulekapısı (Galata) Mevlevîha-nesi'ne sık sık gidip ayinleri dinler, Şeyh Galib'le(-») sohbet ederdi. Hampartzum Li-monciyan(-*) ile Abdülbâkî Nasır Dede de nota sistemlerini III. Selim'in teşvikiyle geliştirmişlerdi.

Suzidilara, arazbarbuselik, nevakürdi, şevkefza, pesendide, şevk-u tarâb, hica-zeyn, hüseynizemzeme, nevabuselik, rast-ı cedid, şevkidil, gerdaniyekürdi, ıshafa-nek-i cedid onun düzenlediği makamlardır. Ayin, durak, peşrev, kâr, beste, ağır semai, yürük semai, saz semaisi, şarkı, köçekçe türlerinde olmak üzere, 70'i aşkın eseri notalarıyla günümüze ulaşmıştır. Bazı eserleri ortaklaşa fasılların eksik parçalarını tamamlar. Eserlerinin çoğunu padişah olmadan önce bestelemiştir. Suzidilara Mevlevî ayini çok sevilmiş, günümüze kadar birçok kez okunmuştur. Suzidilara makamındaki çok ünlü takımı, zavil ağır çember bestesi ("Bezm-i âlemde meserret bana canan iledir"), zavil yürük semaisi ("Olmuş nişân-ı tîr-i muhabbet civan iken") ve pesendide ağır semaisi ("Zîver-i sîne edip rûh-i revanim diyerek") klasik fasılların en parlak örnekleri arasında yer almıştır. Hüzzam ("Gönül verdim bir civâ-ne"), buselik ("Bir pür cefâ hoş dilberdir"), şehnaz ("Bir nevcivâna dil mübtelâdır"), şevkefza ("Ey serv-i gülzâr-ı vefa, niçin et-din bize cefâ"), muhayyersümbüle ("Ey gonca-i nazik tenim") şarkıları ise geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmıştır. III. Selim "İl-hamî" mahlasıyla şiirler yazmış, şiirlerini bir divanda toplamıştır. Bazı eserlerinde kendi şiirlerini güfte olarak kullanmıştır.

III. Selim Batı musikisine de ilgi duymuştur. Belgelere göre Türkiye'de ilk kez Batı musikisi dinleyen padişahtır. Merak ettiği Batı musikisini kız kardeşi Hatice Sul-tan'ın sarayında dinlemişti. Batı musikisi daha sonra Topkapı Sarayı'nda da icra edilmiş, Mayıs 1797'de yabancı bir topluluk tarafından sarayda ilk kez bir opera sahnelenmişti.

Batı türünde bandoya doğru atılan ilk adım da onun döneminde gerçekleşmişti. 1794'te, yeniçeri ordusunun yanında kurulan Nizam-ı Cedid birliklerinin gündelik eğitim ve yürüyüşlerinde kullanılmak üzere, askeri yetiştirmekle görevli Fransız subaylarının çabasıyla bir boru-trampet takımı kurulmuştu.



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   128   129   130   131   132   133   134   135   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin