I.Hıristiyanlıkta cehennem inancı51
Hıristiyanlığa göre Tanrı adil bir hâkimdir ve insanları amelleri gereği değerlendirir. Salih amel işleyip kiliseye itaat edenler cennetle mükâfatlandırılır. Ölümden sonra ruh bedenden ayrılır ve dünyadaki amellerine göre yargılanır.52
-
Hıristiyan toplumlarında cehennem tasvirlerinin teşekkülü
Hıristiyanlığa baktığımızda Paskalya hikâyesinde İsa 3. Gün yeraltına, Hades’ e girmiştir. Bu yolculuğun amacı, ruhları kurtarmaktı. İncil’ e göre İsa orada şeytanı yener ve orada hapis olunan ruhları kurtarır ve tanrıya götürür.53
Kitab-ı Mukaddes54’te birçok yerde cehennemle ilgili rivayetler mevcuttur. Özellikle Ahd-i Cedîd’in içerisinde cehennemle ilgili ayetler, tehditler ve uyarılar vardır.
Matta İncili:
-
“Eğer sağ gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme atılmasından iyidir.”55
-
“Bedeni öldüren, ama canı öldüremeyenlerden korkmayın. Canı da bedeni de cehennemde mahvedebilen Tanrı'dan korkun.”56
-
“Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur. Oysa yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır”57
Markus:
-
“Eğer elin günah işlemene neden olursa, onu kes. Tek elle yaşama kavuşman, iki elle sönmez ateşe, cehenneme gitmenden iyidir” 58
-
Eğer ayağın günah işlemene neden olursa, onu kes. Tek ayakla yaşama kavuşman, iki ayakla cehenneme atılmandan iyidir.59
Luka:
-
“Kimden korkmanız gerektiğini size açıklayayım: Kişiyi öldürdükten sonra cehenneme atma yetkisine sahip olan Tanrı'dan korkun. Evet, size söylüyorum, O'ndan korkun”.60
-
“Bir gün yoksul adam öldü, melekler onu alıp İbrahim’in yanına götürdüler. Sonra zengin adam da öldü ve gömüldü. Ölüler diyarında ıstırap çeken zengin adam başını kaldırıp uzakta İbrahim’i ve onun yanında Lazar’ı gördü.”61
Yuhanna:
-
“İsa, «Yol, gerçek ve yaşam Benim» dedi. «Benim aracılığım olmadan Babaya kimse gelemez.”62
2.Petrus:
-
“Tanrı günah işleyen melekleri esirgemedi; onları cehenneme atıp karanlıkta zincire vurdu. Yargılanıncaya dek orada tutulacaklar.”63
İnsanların ölümden korkusu yeni bir fenomen değildir. İnsanlığın en başından beri insan zihnini meşgul eden bir korkudur. “Beni öldükten sonra ne bekliyor?” sorusu insan düşünce yapısının temelinde var olan bir sorudur. Dinin görevi ve hedefi insanlar için bir huzur kaynağı ve sığınak olmak. Tıpkı fırtınalı geceden sonra gemi limanda huzur buluyorsa, hayatının zorluklarından insan liman vazifesi gören dinde huzur bulmak ister. Kilisenin özellikle Orta Çağ’ da insanlar üzerinde etkisi çok büyüktü. O zamanın insanları birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalıyordu (veba, salgın hastalıklar, açlık, fakirlik) ve bunlardan kurtulmak için, en azından manevî feraha kavuşmak için kilisenin kapısını çalıyordu.
Kilise bir taraftan manevi destek sözünü verirken, diğer taraftan da kendini ayakta tutabilmeyi ve insanları kendine bağlamayı hedefliyordu. Bundan dolayıdır ki daha sonraları 16. ve 17. yüzyıllardan sonra Hümanizm ve Rönesans gibi düşünce inkılapları sebebiyle kilise etkisini kaybetmiş, hatta tehlike olarak görülmeye başlamıştır.
Kilise insanları cehennem azabını, yakıcı ateşi anlatarak insanları korkutmaya ve endişelendirmeye çalışmıştır ki sürekli kiliseye bağlı kalsın ve maddi destekte bulunsun. Nitekim cehennemden korku Orta Çağ’da önemli bir güç faktörü haline geliyor. Bu korku Haçlı Seferlerini tetiklemiş ve sübvanse etmiştir. Cehennemden kurtulmanın tek yolu, Kilise adına çalışmak, Papa’nın emrini yerine getirmek ile olur propagandası yürütülmüştür.64
Peki, insanları bu kadara korkutan şeyin sebebi nedir?
Yukarıda da zikrettiğimiz üzere bu, cehennem azabı, yani yakıcı ve kavurucu sıcaklık ve ateşten korkunun yanında şeytan denilen, bu acı ve ıstırap yurdunun sahibi varlığa karşı hissedilen korkudur. Müslümanlar altın çağını yaşarken Avrupa Orta Çağ’da en karanlık çağını yaşamıştır. Bu çağa “karanlık çağ” ismi verilmiştir. Korkular en doruk noktada, zalim hükümdarlar, adaletsizlik, açlık, kıtlık ve en önemlisi “siyah ölüm” olarak adlandırılan VEBA hastalığı yaygın idi. Ayrıca kilisenin “cehennem Vaizleri” ‘nin cehennemle ilgili vaazları ve insanları korkutması, cadıların zuhur etmesi, insanların korkularını daha da pekiştirmiştir. Veba hastalığı yüzünden yüzbinlerce insan, köyler, kasabalar, şehirler bir çırpıda yok olmuştur. Bunun sebebinin tanrının cezası ve dünyanın artık sonunun geldiği ve bundan dolayı hesap günün başlayacağı olmalıydı.65
“Sonra bir meleğin gökten indiğini gördüm. Elinde dipsiz derinliklerin anahtarı ve büyük bir zincir vardı. Melek ejderhayı –İblis ya da Şeytan denen o eski yılanı– yakalayıp bin yıl için bağladı. Bin yıl tamamlanıncaya dek ulusları bir daha saptırmasın diye onu dipsiz derinliklere attı, oraya kapayıp girişi mühürledi. Bin yıl geçtikten sonra kısa bir süre için serbest bırakılması gerekiyor.”66
Sosyo-ekonomik hayatın kötü olması, veba hastalığının yaygın olmasının üzerine kilisenin “cehennem vaizleri” görevlendirmesi ve insanlara cehennem azabını anlatması ve korkutması ile birlikte kilisede ikonların ahiret ile ilgili tasvirleri insan psikolojisinde büyük korku ve çaresizliklere yol açmıştır. İnsanlar tek çareyi kiliseye sığınmak ve tam teslimiyette bulmuştur.
Christoph Markschies, Protestan bir İlahiyatçı ve kilise tarihçisi bu konu hakkında der ki: “O zamanlarda (kilisedeki ikonlar, tasvirler) insanlar için çok şey ifade ediyordu. İnsanların şimdi müzeye gidip bu resim güzel, bu resim güzel değildir veya “beğeniyorum” beğenmiyorum” dedikleri gezip görme olarak değil, korku ve endişe, insanlar için bağlayıcılık ifade eden mesajlar veriyor ve insanların düşüncelerini etkiliyordu. Gerçeğin buradaki resimlerden oluştuğunu inanıyorlardı.”67
Hıristiyanlığın en başlarında aslında cehennem tasvirleri yok denilecek kadarı az. İsa’nın sevgi ve muhabbet dini getirdiğine vurgu yapılmaktaydı. Hem İsa’nın kendisi hem de havarileri tanrının azabından ve gazabından bahsetmektense daha çok merhameti ve bağışlayıcılığından bahsetmekteydiler. Ancak ne zamanki Hıristiyanlık Roma’nın resmî dini oldu, bu azap ve cehennem tasvirleri ön plana çıktı. Din siyasî emeller için kullanılmıştır. Konstantin Hıristiyanlığı kendi istekleri çerçevesinde şekillendirmeye çalışmıştır.68 İncil’de tanrıya, âlemlerin yaratıcısına isyandan bahsedilir:
“Sonra bir meleğin gökten indiğini gördüm. Elinde dipsiz derinliklerin anahtarı ve büyük bir zincir vardı. (2) Melek ejderhayı-İblis ya da Şeytan denen o eski yılanı- yakalayıp bin yıl için bağladı. (3). Bin yıl tamamlanıncaya dek ulusları bir daha saptırmasın diye onu dipsiz derinliklere attı, oraya kapayıp mühürledi. Bin yıl geçtikten sonra kısa bir süre için serbest bırakılması gerekiyor…”69
-
İnsanların korkularının menşei
İnsanların cehennem fikri ve korkusu aynı şekilde doğal afetlerin vuku bulmasıyla da açıklanabilir. Mesela İzlanda’ da 900 sene bir volkan patlamasından sonra özellikle Hıristiyanların cehennem algısı etkilenmiştir. HEKLA adlı bu volkan İzlanda’nın güneyindedir. 12.yy’da Hekla’nın patlamasıyla “Cehennem kapıları açıldı denmiştir: “Kapılar açıldı, dünyaya kötülükler geldi”. 1104 yılında köyler volkanın şiddetinden dolayı yok oldu. Bu Avrupa’yı sarsan büyük bir olay olmuştur. Volkandan çıkan erozyon sesleri ruhların çığlıkları olarak kabul edildi. Teologlar bu olayı o zamanlar cehennemin varlığının ispatı olarak kabul ettiler. Siyah dumanlar kötü ruhları serbest bıraktı. Bu olay Hıristiyan inancını etkilemiştir.70 Bu olaydan sonra halkın algısına göre kötü ruhlar cehennemden çıkıp insan bedenini ele geçirmeye başlamıştır. Massachusetts’te Şeytanın insan üzerinde etkilerini ve mahiyetini araştıran püriten ilahiyatçısı olan Cotton Mather şeytanın saldırısına uğrayanlardan bahseder söyler71. Salem’de cadı mahkemeleri (Salem which trials) vardı. Bir çok kişi şeytanla işbirliği yaptığı suçlamasından dolayı yargılanmıştır72 Muhtarın kızı Abigale Williams gibi bazı kadınlar, tuhaf hareketler göstermeye başlamış. Bağırıp çağırmaya başlamış ve “şeytanla pazarlık yaptım, nefsimi ona sattım, şimdi beni istiyor” demişlerdir.73 Bu sadece muhtarın kızıyla kalmamış, belirli zaman sonra birçok kız nefsini şeytana sattığını söylemiştir. Bu bir nevi cadılık “trendi” ‘nin başlangıcı olarak görülebilir. Amerika ve Avrupa’nın her yerinde cadılar zuhur etmiştir. Ta ki Aydınlanmaya kadar bu durum böyle devam etmiştir.74
Cehennem ve cehennemin bekçisi olarak bilinen Şeytan insanların korkularının merkezleridir.
Şeytanın dünyaya kötülük getirdiği inancı dinlerde yaygındır. Onun yeryüzüne atılmasıyla birlikte kötülüklerin önü açılmıştır. Luzifer ve askerleri tanrıya isyanlarının bedelini ödemek zorunda kalmıştır.75
Bazıları şeytanı bir nevi tanrıya rakip olarak görüyorlar. Böyle algılandığı için onun gücünün çok büyük olduğuna inananlar olmuş ve özellikle Orta Çağ ’da cadılar, daha sonra 19 ve 20 yy’ da da Şeytana tapanlar olmuştur. Satanizm denilen, şeytana tapma ve hayranlık duyma günümüzde ciddi manada yaygın ve özellikle evrensel ahlak bozukluğunun yaşandığı post-modern çağda genç kesimler tarafından benimsenen ve merak edilen bir dini hareket haline gelmiştir. Bazı araştırmacılar Luzifer’ in yeryüzüne düştüğü yeri, oranın izlerini aramaktadır. Yerin altı, yani magma, Luzifer’ in merkezi ve krallığı olduğu kanısına vararak oralarda onun ve cehennemin izlerini araştırmışlardır.
Bazı insanlar volkanların, kaynar suların yerden fışkırdığı ve dumanların çıktığı yerlerin şeytanın barındığı ve yeryüzüne düştüğü yerler olduğuna inanırlar. Burada cehenneme girişin bulunduğunu söylerler. Hatta bazı insanlar şeytanı gerçekten gördüklerini iddia etmişlerdir.
Bunun sebebi, insanların gerçekten şeytanı gördükleri değil, sürekli şeytan tasvirleriyle karşılaştıkları için, kilisedeki ikonlar ve resimlerde sergilenen tasvirlerden dolayı zihinlerinde cehennem algısı sürekli taze tutulmaktaydı.76 Her daim bir korku içinde olduklarından ve zihinlerinde Şeytanın tasvirleri mevcut olduğundan, özellikle korku ve yalnızlık anlarında Şeytanı gördüklerine inanırlar.
Kilisenin rolü
O zamanlarda ayrıca yaygın olan bir fenomen ise, “Cehennem vaizleri ve ateş vaazleri” dir. Orta Çağ’da kilise tarafından belirlenen ve seçilen bazı papazlar cehennem ile ilgili vaaz verdikleri ve verdikten sonra “bu azap ve elemden kurtulmanın tek yolu kiliseye uymak” diyerek Kilise adına propaganda yaptıkları malumdur. “Tanrının yeryüzündeki yegâne temsilcisi Papa hazretleri sizlere merhamet etti ve sizlere bu “Ablassbriefe”- “kurtarıcı mektupları” gönderdi diyerek insanlara kaçıramayacakları imkânlar sunmaktaydılar. Bu mektupları para ile satarlardı. Hem kim satın alırsa, kendisiyle cehennem arasına bir perde çekmiş olacaktı. Kilisenin bu tutumu insanların korkularını suiistimal etme anlamına gelmekteydi. Kilisenin insanların duygularıyla oynaması ta ki Martin Luther gelene kadar devam etmiştir. Martin Luther papanın egemenliğine ve onun Tanrı’nın yegâne temsilcisi olduğuna, insanların İncil’i sadece papazlar ve kilise vasıtasıyla öğrenebileceğine karşı gelmiş ve “Her insan kendi İncilini kendisi anlayabilir, kendi dinini kendi yaşayabilir” demiş ve Tanrı’nın kilisenin anlattığının zıddına sevgi dolu ve merhametli olduğunu anlatmıştır. Halk Luther’i hemen sevmiş ve kucaklamıştı. Papa ise onu düşman ilan etti. Zira Luther “Tanrı’nın paraya ihtiyacı yok. Cehennemden kurtulmak için başka birisine ihtiyacınız yok, İncil ve Tanrı’nın merhameti bize yeter”77 diyerek kilisenin hem ticarî gelirinin önüne set çekmiş, hem de insanlar üzerine hâkimiyetini kaldırmış oldu. Luther’den sonra birtakım toplumsal değişimler vukuu buldu. 16 yüzyıldan sonra Aydınlama ’nın, daha sonra Hümanizm ve Sekülerizm ’in gelmesiyle zihinlerdeki kilise ve genel olarak din anlayışı değişmiştir.
Araf inancı
11-12.yy’da Hıristiyanlığın içerisinden zuhur eden bir inanışa göre, cennetle cehennem arasında bir yer vardır, “Purgatorium” yani ARAF. Burada ruhlar kısık ayar ateşe atılır, orada temizlenir. Günahlarından arındırıldıktan sonra oradan tekrar çıkar ve cennete girer.78
Purgatorium inancı Katolik kilisesi için önemlidir. Clemens, Origenes ve Thomas Aquinas gibi önemli âlimler bu konuya deyinmiş ve sistemleştirmişlerdir. “Hristiyan dünyasında Araf inancı tartışmalı bir konu olup, sadece Katolik Hristiyanlarca kabul görmüş bir inançtır. 1274 Lyon Konsül´ünde dile getirilen bu inanç, 1439 Floransa ve 1547 Toronto Konsüllerinde son şeklini almıştır.”79
İncil’de doğrudan Araf yazmasa da ona işaret eden bir takım ayetler var:
-
“Senden davacı olanla daha yoldayken çabucak anlaş. Yoksa o seni yargıca, yargıç da gardiyana teslim edebilir; sonunda da hapse atılabilirsin.
Sana doğrusunu söyleyeyim, borcunun son kuruşunu ödemeden oradan asla çıkamazsın”80
-
“Bu öfkeyle efendisi, bütün borcunu ödeyinceye dek onu işkencecilere teslim etti”81
-
“Bu temel üzerine kimi altın, gümüş ya da değerli taşlarla, kimi de tahta, ot ya da kamışla inşa edecek.
Herkesin yaptığı iş belli olacak, yargı günü ortaya çıkacak. Herkesin işi ateşle açığa vurulacak. Ateş her işin niteliğini sınayacak. Bir kimsenin inşa ettikleri ateşe dayanırsa, o kimse ödülünü alacak.
Yaptıkları yanarsa, zarar edecek. Kendisi kurtulacak, ama ateşten geçmiş gibi olacaktır.”82
İnsan bu dünyadaki amellerine göre karşılık görür. Eğer bu dünyadan götürülenler altın, gümüş veya değerli taşlarla değerindeyse ki niyet bir şeye değer katar, o zaman bu kısık dereceli Araf’ tan yanmadan geçebilir, ancak eğer yaptıkları tahta, ot veya kamışla değerindeyse, o zaman Araf’ tan yana yana geçebilir.83
Aynı şekilde Luka İncili 12:59-59 ve Matta 45:35’de de Araf inancından bahsedilmekte. Günahlar burada borç olarak görülüyor. Herkes muhakkak borcunu ödemek zorunda bırakılır.
“Önce bir ateş, aşkın, sevginin ve muhabbetin ateşi. O ateş ki tanrı tarafından yakılmış. O ateş ki, onun kaynağı ve asıl mercii ilahî vahiy. Nasıl izah edeyim bilmiyorum. Bu ateş aynı anda hem maddi hem de manevi. Bu ateşin gizemliliği ruhları arındırması ve affettirici olmasında. Affettirilmeyi ona, tanrıya borçluyuz. İşlemiz olduğumuz günah ve günahlar yığınına bedel. Ancak Araf’taki ruhlarda artık günah bulunmaz…”84
Bu inanışın meydana gelmesi, o zamanki İtalya ekonomisin canlanması ve bankacılığın başlamasına dayandırılabilir.85 Ticaret adamı nasıl girdi-çıktıları detaylı bir şekilde hesaplıyor ve kayıt altına alıyorsa, borçlarını ve alacaklarını biliyorsa, insanın amel defterinin de bu şekilde olması gerektiğine inanmaya başlanıldı. Nasıl ki bir borcun ticari anlayışa göre muhakkak ödenmesi gerekiyorsa, ahirette de günahların bedeli aynı şekilde ödenmesi gerekiyor.
Belirli bir müddet sonra inananlar bu Araf ’ta geçirecekleri zamanları hesaplamaya başladılar. Bundan dolayı ahirete borçsuz veya az borçla gitmek için daha hayattayken ön çalışmalarda bulundurlar. Gökteki hesaba bir nevi para depolama, erzak hazırlamaya koyuldular. Kilise bunu fırsat bilip insanlara kolaylık sağlayabileceğini söylemiştir. Kiliseye para ödemekle ahiret borcunun ödenmesi sağlanır anlayışı yaygınlaşmıştır. Kilise bunu ileriye de götürmüş ve Haçlı Sefer diye adlandırılan kutsal savaşlar için adam bulabilmek adına “savaşa katılıp kâfir kanı akıtan cehennem azabından kurtulmuştur” diyerek şövalye olmaya teşvik etmiştir. Bunu için sırf haçlı seferlere katılanlara önlerini açmak için “haksız yere öldürmeyeceksin” emri kaldırılmıştır. Kim haçlı seferde öldürürse bunu İsa için yapmış olur ve cenneti kazanır denmiştir. Hatta Kutsal topraktan azizlere ait herhangi bir eser, hatta onların kemiklerini getirenlere de ayrıca mükâfat sözü verilirdi. Her eser için 100 sene azaptan kurtulma vaat ediliyordu. Böylece kilise ticarî gelir elde ediyordu. Bu hem şövalye bulmak için, hem de ticarî gelir elde etmek için kaçınılmaz bir fırsat olarak kabul edildi ve uygulandı.86
SONUÇ:
Cehennem ile ilgili inanış insan psikolojisinin yansımasıdır. Bu itibariyle Cehennem inancı eski medeniyetlerden beri insanlık tarihinde varola gelmiştir. Tabiat unsurlarıyla bağdaştırılan bu inanç asırlar boyunca insanı etkilemiş ve aynı zamanda bir bakıma yönlendirmiştir. Hıristiyanlık’taki cehennem inancının unsurlarını Yahudilikte, Yunan pagan kültüründe ve eski Babil kültüründe aramak isabetli olur. Bilhassa Kilise ateş ve şeytan etrafında dönen tasvirlerini din mensuplarına aşılamıştır. Cehennem korkusu aslında pedagojik bir yöntem olarak kullanılmıştır. İnsanın hayatına çeki düzen verebilmek ve kötülükleri engelleyerek toplumsal huzuru sağlayabilmek için önemli bir metottur. Kilise bunu kendi egemenliğini pekiştirebilme ve insanları kendilerine çekebilmek ve kendine bağımlı hale getirebilmek için kullanmıştır. İnsan fıtratında adalet duygusu neticesinde iyilerinde ve kötülerinde yaptıklarının bir karşılığı olacağı, dolayısıyla bunların gidecekleri iyiler veya kötüler diyarı tarzı bir yerin mevcut olacağına dair güçlü bir inanç söz konusudur.
Şu bir gerçek ki korkan ve her şeyini kaybettiğini zanneden insan her şey yapabilir. Aşırı korku insanı şizofren, hasta ve paranoya eder. Bu psikolojik bir vakadır.
Galileo gibi bilim adamlarının cennet ve cehennemi daha detaylı araştırmaları sebebiyle Kilise ve İncil’in insanlara verdikleri bilgilerin bilimsel verilerle çeliştiği ortaya çıktı. Bu durum kilisenin hoşuna gitmedi ve bilim adamlarına karşı çıktı, onları uyardı, takip etti, cezalandırdı ve hatta infaz etti. Kilise ’nin bilim adamlarını engizisyon mahkemelerinde yargılamasının sebebi, bilimsel verilerin kilisenin insanlara anlattıklarına karşı oluşu ve böylece insanların korkularının azalacağı ve kiliseye olan bağlılığın zayıflayacağıdır.
Dostları ilə paylaş: |