Hümanist tarih eğİTİMİ



Yüklə 162,12 Kb.
tarix02.08.2018
ölçüsü162,12 Kb.
#66442




HÜMANİST TARİH EĞİTİMİ

Tarih insanlığın öğretmeni olmalıdır, böyle olmazsa gençlere tarih öğretenler en kabahatli olanlardır.

Peki, “hümanist tarih” anlayışı nasıl olmalıdır?

Öncelikle çocukların tarihe neden- sonuç ilişkisi içinde bakması sağlanmalıdır. (pragmatik tarih) Çocuklarda yurt severlik duygusu oluşturulurken bir yandan da bir dünya vatandaşı olma kimliği kazandırılmalıdır. Bu bağlamda her ülke, çocuklarına kendi ulusal tarihini öğretirken Mezopotamya, Pers, Mısır, Eski Anadolu, Helen, Eski Yunan ve Roma tarihi bu çekirdeğe eklenmelidir. Bu öğretimler yapılırken de çok fazla detaya inilmemeli, olaylar özetlenmelidir. Daha sonra da ülke tarihinin Avrupa ve Dünya tarihiyle senkronize olarak verilmesi üst sınıflardaysa keşifler tarihi ve bilim tarihine önem verilmesi gerekmektedir.

Tarihte, özel konular öğretilirken ise her çocuğun din, matematik, doğa bilimleri, coğrafya, İngilizce gibi derslerle günde en az bir kere karşılaşması sağlanmalıdır çünkü tarih tehlikeli bir çalışma alanıdır.

Tarih öğretimi mutlaka coğrafya eğitimiyle ilişkilendirilmelidir. Önce bir yerin coğrafyası ele alındıktan sonra o yere ait eski haritaların yardımıyla geçmişi de incelenebilir. Böylece öğrenciler, sınırların değiştiğini ve ileridede değişebileceğini; insanların hayat şartlarının ve sorunlarınında sürekli değişebileceğini görür. Bu sınırların değişmesinde hangi sorunların, çatışmaların ya da ihtiyaçların söz konusu olduğunu kavramak gençleri bilgilendirirken bu sınırların bir kimlik elde etmek için mi yoksa zihinsel ya da algı farkları yüzünden mi değiştiğinide gösterir.

Hümanist Eğitim Projemiz öğrencilere şunları düşündürmeyi amaçlar.

-Neden sınırlar vardır?

- Sınırları oluşturan etkenler nelerdir?

-Yoksa sınırlar sadece beynimizde midir?

Tarih öğretiminde görsel materyallerin, haritaların, tarih şeridinin, müziğin, müzelerin öğrencilerde hayal gücünü geliştirmeyi sağladığı kadar, kronolojik olarak ileri veya geriye gitmenin aynı anda eş zamanlı olarak diğer kıta ve ülkelerdeki gelişmeleri kavramalarının yollarını da açar. Bu doğrultuda tarih öğretimine insan-insan, insan- doğa ilişkilerini içeren eski çağ tarihlerinin öğretimiyle başlanması gereklidir bu da çocuklara modern dünyanın kapılarını açmayı sağlayacaktır.

SONUÇ

1. Tarih ruhu etkileyen ve insanlarda zihniyet yaratan bir derstir.

2.Geleneksel tarih eğitiminin trajedisi bilgilerin birbirinden yalıtılmış olarak verilmesidir. Yeni eğitim anlayışında ise tarih eğitimi coğrafya felsefe, sosyoloji edebiyat vb. derslerinin birbiriyle ilişkisi göz önüne alınarak verilmelidir.

3.Her birey kendi evriminde barbarlıktan uygarlığa doğru insanların geçirdiği aşamaları geçirir. Bir çocuğun düşünce ve ahlak evrimi ilk çağ ve ortaçağ mitoloji kahramanlarına uymaktadır. Tarih programları da buna uygun düzenlenmelidir.

4.Çocuklar birdenbire bugünün karmaşık hayatı içine sokulmamalıdır. Çocukları bu günden çok daha basit olan ve insan ihtiyaçlarının daha yalın olduğu eski çağ dünyasıyla meşgul etmeliyiz. Çocuklar tarihi kitapları olmayan ilk insanlar gibi deneylerden, gözlemlerden, olaylardan çıkarımlar yaparak öğrenmelidir.

Tarih programında tarihi olaylar 2 ilkeyi göz önüne getirerek düzenlenmelidir. Bunların birincisi bir ülkenin tarihi dikey( veritical) olarak öğretilirken ikincisinde kronolojik olarak diğer ülkelerin tarihi de ele alınmalıdır.

Sosyal Bilgiler Tarih Öğretiminde Alternatif Yöntem ve Teknikler


  1. Derslerdeki İçerik yani Bilgi Unsuru:

Öğrenciler sosyal bilgiler derslerinde ezberden yakınıyorlar. Bu hususta haklılar da. Bir verinin ezber olup olmaması o bilginin günlük yaşamımızda işlevsel bir ağırlığı olup olmamasına bağlıdır. Bir başka deyişle bilgiyi öğrencilere aktarabiliyor muyuz? Yani tarih dersinde verdiğimiz bilgi değilse öğrencinin onu ezberlemesi kadar doğal bir şey yok. Gerçekten sosyal bilgiler derslerinde öğrencilerin anlamaya yönelik bilgiyle donatıyor muyuz ya da öğrencilere yarına yönelik bir perspektif kazandırabiliyor muyuz?

  1. Sosyal Bilgiler Öğretiminde Görsellik ve Mekân:

Tarih eğitimi sürecinde görsellik ve mekân son derece önem taşıdığı halde bunu ne kadar gerçekleştirebildiğimiz tartışma konusudur. Örneğin, Antalya ölçeğinde öğrencilere uyguladığımız anket sonuçlarına göre öğrenciler lise eğitimlerinin ev, okul, dershane ve AVM’ler arasında geçtiğini belirtmişlerdir. Kaleiçi’ndeki Suna İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Müzesini görüp görmediklerini sorduğumuzda pek çoğu yakınından geçtiği halde hiç görmediğini hatta yerini dahi bilmediklerini belirtmişlerdir.

Öğrenciler, Antalya tarihini gezerek öğrenebilecekleri halde bir AVM’ye gitmeyi tercih edip AVM’deki sinema, kafe vb. yerlerde bütün ihtiyaçlarını karşılayıp tüm günlerini orada geçirebildiklerinden bahsetmişlerdir.

Bazı sınıflarımızda Hümanist Eğitim Projemizin ortağı olan ülkeler hakkında ne biliyorsunuz dediğimizde Portekizli Kristiano Ronaldo ve Alman Mesut Özil dışında pek bir şey söyleyememişlerdir. Oysa bu öğrenciler Türkiye’nin seçkin bir okulu olan Adem Tolunay Anadolu Lisesine çok ciddi bir sınavla gelmekte ve her yıl büyük başarılarla üniversitelere yerleşmektedirler.

3.Karşılaştırmalı Tarih Eğitimi:

Biz nasıl bir tarih eğitimi veriyoruz Türkiye dışındaki ülkeler ne anlatıyor. Türkiye olarak Avrupa Birliği’ne adaylığımız gündemde. Avrupa’da tarih ve diğer sosyal bilimler eğitiminde neler yapılıyor. Bunları irdelememiz geriyor çünkü Avrupa Birliği bünyesinde tüm bu sosyal bilim dediğimiz alanlar giderek örtüşüyor ortak bir platforma doğru gidiyor.

Hümanist Eğitim Projemizde de irdelemek istenen asıl konu budur. Avrupa Birliği neden kuruldu? Ayrımcılığı ve sınıfsal farklılıkları azaltmak için neler yapıldı ve neler yapılabilir? Avrupa Birliği bu kadar hibeyi neden veriyor? İnsani standartları eşit veya benzer düzeylere getirerek sorunları en aza indirgemek için mi? İşte karşılaştırmalı tarih eğimiyle Hümanist Eğitim Projemizdeki partnerlerin birbirini anlama, ön yargıları yıkmak hümanist değerleri geliştirme fikrine destek vermektir.

4.Hümanist Tarih Eğitimi:

Barışın hâkim olduğu bir dünya ancak geçmiş ve bugünü anlayabilen özellikle de günümüz dünyasını algılayabilen bir eğitimle oluşur.



Fransa’da Tarih Eğitimi

Fransa’da hangi işe girerseniz girin hem tarih bilginiz hem de tarih derslerinde ne öğretildiği çok önemlidir. Fransa’da lise 1. sınıflarda tarih dersleri 1789 Fransız Devrimi’yle başlar. Aydınlanma düşüncesi, Voltaire, Diderot gibi devrimcilerin fikirleriyle anlatılır ama anlatılanlar daha çok dünya tarihidir. Bu tarih 1890’a kadar gider. Yani lise 1. Sınıf öğrencisi bir yüzyıllık süreci derinlemesine okur. Sayfa sayısı Türkiye’deki lise 1. Sınıf tarih kitaplarının üç katı olup görselliği de oldukça iyidir.

Lise 2. sınıf öğrencileri 1890’dan başlar ve 1945’e kadar gelir. Yani iki Dünya Savası arası çok önemlidir. Dünyayı algılamak otoriter, totaliter rejimleri bilmek, fikir hareketlerini öğrenmek temel amaçtır.

Lise 3. sınıf öğrencileri 1946’dan başlar günümüze kadar gelir. Bu sınıfta Fransa’nın Avrupa’da önemli bir ağırlığı olsa da daha çok bloklaşan dünya, 3. Dünya dediğimiz yöreler Japonya, Uzak Doğu ile ilgili her türlü toplumsal, siyasal, ekonomik ve sosyal gelişmeler, göçler okutulur. Bu bağlamda liseyi bitiren, Bakolarya’yı geçen bir öğrenci dış dünyayı daha iyi algılar.

Fransızlar için eski Franklara gidiş ancak orta öğretimde vardır. Fransızlar Ortaçağ’da çok önemli bir devlet olmalarına karşın lise eğitiminde buna hiç değinilmez. Lise öğrencisi bu dönemi şatosuyla, sarayıyla günlük yaşamında daha çok görür.
Türkiye’deki Liselerde Tarih Eğitimi

Türkiye’de lise 1. Sınıflarda Tarihi, İlkçağ Tarihi, Eski Türk Tarihi, İslam Tarihi ve Selçuklu Tarihi anlatılır. Toplam 6 ünitedir. Kitabın sayfa sayısı 231 dir. Avrupa tarihi sadece Haçlı Seferleri’dir. Toplam ünitelerin %7 sini kapsar 1300’de biter.

Lise 2. sınıfta konular 1300’den başlar 1900’e kadar gelir. Toplam 5 ünitedir. Kitabın sayfa sayısı 231dir. Konu daha çok Osmanlı siyasi ve kültürel tarihidir. Avrupa tarihi konularıysa Coğrafi Keşifler, Rönesans, Reform, Sanayi Devrimi, ABD’nin Kuruluşu, Fransız Devrimi ve bu gelişmelerin Osmanlıya etkileri konularını içerir. Avrupa tarihi kitabın %10’nu oluşturmaktadır. Bu oranlar 50 yıl öncesinde %70’ini kapsarken gittikçe geriledi.

Lise 3. sınıfta okutulan Türkiye Cumhuriyeti tarihi 1900’den başlar 1940’larda sona. Toplam 7 ünitedir. Kitabın sayfa sayısı 256 dır. Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçiş ve Atatürk devrimlerini kapsar.

Lise 4. sınıfta konular Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi dersi var ancak bu ders seçmelidir. Lise 4. sınıf öğrencilerinin üniversite sınavı kaygısı nedeniyle bu ders verimli olarak işlenememektedir. Toplam 7 ünitedir. Kitabın sayfa sayısı 240 dır.

Sonuçta ötekine bakmadan kendimizi tanımamız olanaksızdır. Kendi kimliğimizi ancak dış kimlikler bağlamında inşa edebiliriz. O nedenle de sınır ötesini bilmemiz gerekir. Dünyayı bildiğimiz oranda kendi kimliğimize sahip çıkabiliriz ve kendi kimliğimizi inşa edebiliriz. Ne yazık ki pek çok ülke dünyayı bilmeden kendi kimliğinin inşa etmektedir.



Öneriler:

  1. Avrupa Birliği üyesi ve aday ülkeleri kapsayan, savaşlara, kavgalara pek dokunmadan daha çok insani değerleri, sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkileri, göçleri, ortak acıları, sevinçleri çağrıştıran hümanist kişileri ve eylemleri ön plana çıkaran ortak bir ders kitabının hazırlanması gereklidir.



  1. Her yıl savaş karşıtı bir romanın Avrupa Birliği üyesi ve aday ülkelerde lise düzeyinde mutlaka okutulması

Savaş Karşıtı Roman Örnekleri

1aşım




İşgalci ülkelerde, en acımasız biçimde savaş politikalarının yürütüldüğü bölgelerde bu düşünceye muhalif olmak, üstüne bu düşünceyi destekleyen kitaplar yazmak kolay olmasa gerek. Birçoğu döneminde yasaklanmış, yazarlarına çeşitli cezalar verilmiş 9 roman:

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

11

1929 yılında Erich Maria Remarque tarafından yazıldı. Almanya’da yayınlandıktan sonra dünyada büyük yankı uyandırdı ve birçok dile çevrildi. Yazar, savaşa dahil olan bir insanın yaşamının devam edemeyeceğini savunuyor. Kiminin bedenen kimininse ruhen yaşamını yitirdiğini düşünüyor. Kitapta da o yitmişliği, umutsuzluğu sürekli hissediyorsunuz.



Aslan Asker Şvayk

aslan_asker_svayk_kapak
Jaroslav Hašek’in bu kitabı mizahi bir dille savaşı eleştiriyor. Savaş karşıtı ilk roman olması açısından çok önemli bir yere sahip Aslan Asker Şvayk. Bu alanda yazılan diğer kitaplara öncü olduğu çok defa dile getirilmiş diğer yazarlar tarafından. Kitap, Çek bir savaş gönüllüsünün yaşamını anlatıyor.

Küçük Dev Adam

33

Gerçekler küçük ayrıntılardan oluşmuşlardır, ancak bunlar sık dile getirildiğinde kulağa anlamsız ve gülünç gelirler.” Bu sözlerle başlar roman. Bu kitabı ilginç kılan Thomas Berger’in 1964 yılında beyazları değil Kızılderelileri yücelten, aksine beyazlara kötü insan misyonu yükleyen bir anlatıma sahip olması.



Madde 22

 

madde 22


Joseph Heller’in literatüre kazandırdığı bu roman geçtiğimiz yüzyılın en önemli edebiyat eserlerinden biri olarak anılıyor. Hikaye farklı karakterlerin gözünden ilerler ve Yüzbaşı John Yossarian’ın , ABD Hava Kuvvetleri’nde görevli bir asker, etrafında şekillenir.

Mezbaha No 5

55

Roman Kurt Vonnegut tarafından 1969 yılında kaleme alınmış. Yazar, İkinci Dünya Savaşı döneminde “özgür irade” kavramını sorgular ve sistem eleştirisi yapar.



Sessiz Amerikalı

sessiz abd

Graham Greene tarafından yazılan ve 1955’te yayınlanan kitap Vietnam’da gerçekleşen Birinci Çinhindi Savaşı’nı konu ediniyor. Yayınlandıktan hemen sonra filmi çekilen bu kitap, senaryolaştırma aşamasında normalinden çok farklı bir hale dönüştürüldüğü gerekçesiyle Graham Greene tarafından tepkiyle karşılanmış. Kitap çıktığında ise ABD halkı, alınan muhalif tutumdan ötürü kitaba oldukça karşı çıkmış.



Sıhhiye Bölüğü

sıhhiye_bölüğü

Amerikalı askeri cerrah ve yazar H. Richard Hornberger’ın kaleme aldığı eserin gerçek adı MASH: A Novel About Three Army Doctors. Roman 11 sezonluk dizi şeklinde televizyona ve birçok kez sinemaya uyarlanmış.



Silahlara Veda

ernesthemingwaysilahlaraveda

Birçoğumuzun kulağına çalınmıştır bu eserin ismi. Ernst Hemingway’in savaş karşıtı bir tutumla yazdığı romanlar arasından en bilineni Silahlara Veda. Otobiyografik izler de taşıyan bu romanda birinci ağızdan, savaşın ne denli olumsuzluklara sahip olduğunu görüyoruz.



İnsanlar Yaşadıkça

insanlar yaşadıkça

Orijinal ismi From Here to Eternity olan roman, James Jones tarafından yazıldı. 1953 yılında yapılan film uyarlaması 8 dalda Oscar kazandı. Yıllar sonra kitap mini dizi haline getirilmek üzere bir daha senaryolaştırıldı. Kitapta Amerikan askerlerinin problemlerinden bahsediliyor.

Not: Proje koordinatörü Ebru Hanım’a Batı cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı romanın 2. Erasmus+ toplantısı öncesince bir atölye çalışması olarak yaptırılması önerilir.

3.Savaş karşıtı filmlerin lise düzeyindeki öğrencilere tavsiye edilmesi ekte sunulan filmlerden bazılarının küçük çalışma gruplarınca izlenerek değerlendirilmesi

Savaşların Yıkıcı Etkilerini Gözler Önüne Seren 23 Savaş Karşıtı Film

23. Savaş Günahları (1989)


Casualties of War

Dünya tarihinin kanlı sayfalarından bir yaprak: Vietnam Savaşı. Beş Amerikan askeri, yerli halktan bir kızı kaçırarak tecavüz eder. İçlerinden sadece biri, bunu reddetse de, diğerlerine engel de olmaz. Genç kızın daha sonra öldürülmesiyle olayın asla kapanmayacak insani boyutu açılacaktır. Tek bir olay üzerinden, genel olarak savaşın insanı acımasızlaştıran yönlerini eleştirel bir gözle ele alan Brian De Palma imzalı film, savaş karşıtı filmler arasında önemli yeri olan bir çalışma.



22. Kardeşler (2009)

Brothers
Sam Cahill , Afganistan dağlarında terörle savaşmak üzere gönderilmiş bir Amerikan askeridir. Eşi Grace ve çocuklarının yanına erkek kardeşi Tommy taşınır. Tommy kardeşinin ailesini korumak için onların yanındadır, oysa değişken karakteri ve tuhaf alışkanlıkları aile içinde sorun yaratır. Zaman geçtikçe Tommy ve Grace birbirlerini daha iyi anlamaya ve birbirlerinden hoşlanmaya başlarlar. Sam'in Afganistan'da yaşadığı travmalarla birlikte eve dönmesi ise bütün dengeleri değişecektir.

21. Doğum Günü 4 Temmuz (1989) |


Born on the Fourth of July

Oliver Stone'un Vietnam'a 'sol'dan bir bakış attığı 'Doğum Günü Dört Temmuz', muhafazakar görüşlü, içi Amerikan vatanseverliğiyle dolu bir gencin savaşa gitmesini ve gerçeklerle yüzyüze gelmesini anlatıyor. Tom Cruise filmdeki rolüyle Oscar adayı olmuş ve unutulmaz bir performans vermişti.



20. Birdy (1984) |
Birdy

İki Vietnam gazisinin ilkgençlik yıllarında başlayan ve savaş yaralarını sarmalarını olanaklı kılan az bulunur dostluklarını anlattığı için de bütün dünyada takdirle karşılandı. Biri ruhsal, diğeri fiziksel yaralar alarak Vietnam'ı terk eden gencecik iki insanın öyküsü, izleyenleri savaş denen şey üzerine düşündürecek nitelikte.



19. İnce Kırmızı Hat (1998) |

The Thin Red Line
kinci Dünya Savaşı sırasında Guadalcanal'da savaşan bir grup Amerikalı erkeğin değişmelerinin, acı çekmelerinin ve kendileriyle ilgili önemli keşifler yapmalarının öyküsü...Film Pasifik adalarında Japonların ilerlemelerini durduracak olan, savaşta anahtar görevi görmüş çatışmalardan birini arka planına almış. Ama öykü, bunun ötesinde, hayatta kalmak için savaşan, korkunç stres altındaki insanların aralarında gelişen güçlü bağların arasında dolaşıyor...

18. Güneş İmparatorluğu (1987) |


Empire of the Sun

Jim Graham (Bale), aristokrat İngiliz ailesiyle Şanghay'da iyi şartlarda bir hayat sürmektedir. Fakat İkinci Dünya Savaşı'nın bütün dünyayı saran dehşetinden Şanghay da kurtulamaz ve Japonya tarafından işgal edilir. İşgal sonucu değişen bütün hayatlar gibi Graham ailesinin düzeni de alt üst olur. Ailesinden koparılarak, Japonya'daki bir toplama kampına götürülen Jim, sahip olduğu hayal gücü ve cesaretle yaşadığı korkunç ortamı, başrol oyuncusu olduğu bir maceranın parçası haline getirmeye, oynadığı bir oyuna dönüştürmeye çalışır. Ama koşulların taviz vermez sertliği, bir çocuğun hayal gücünün baş edemeyeceği kadar zorludur.


17. Yağmurdan Önce (1994) |
Before the Rain

Makedonya ve Londra hatları üzerinde kurulmuş 3 farklı aşk hikayesi ile Modern Çağda Avrupa'ya ışık tutan bu filmde Makedonya dağlarında meydana gelen gizemli bir olayülkeyi bir iç savaşın eşiğine getirerek bir rahip, bir Londralı resim editörü ve bir de savaş fotografçısının kaderlerini de trajik bir biçimde bir noktada buluşturur. Bu karakterler ve olayları üç ayrı bölümde işleyen 'Before the Rain' savaşın masum insanları zorla taraf tutmaya yönelten doğasını gözler önüne serer.



16. Tarafsız Bölge (2001) |
No Man's Land

1993. Bosna'daki savaş tüm şiddetiyle sürmekte. Ciki isimli Bosnalı ve Nino isimli bir Sırp asker düşman hatları arasındaki tarafsız bölgede sıkışmışlardır. Kaçacak bir yerleri ve güvenecek kimseleri yoktur. Birbirine düşman bu iki asker bir yandan birbirlerini yok etmek için fırsat kollarlarken bir yandan da içinde bulundukları trajikomik durumdan kurtulmak için mücadele etmektedirler. Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nde görevli bir asker, kendisine verilen emirleri hiçe sayarak yardımlarına koşar.


15. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (1930) |
All Quiet on the Western Front

Birinci Dünya Savaşı’na bağnaz öğretmenlerinin kendilerine empoze ettiği militarist-milliyetçi duygularla gönüllü olarak katılan Alman gençlerinin savaşın ağırlığı ve acımasızlığı altında nasıl ezildiklerini, bedenen kurtulsalar bile geri dönüşü olmayan verdikleri bu kararın ruhların da açtığı derin yaraları çarpıcı bir biçimde gözler önüne serer. Hem film hem kitap yayınlandığı dönemde birçok milliyetçinin tepkisini çekmiş, İtalya ve Almanya’da filmin gösterimi yasaklanmış; kitap ise Nazi Almanyası’nda 1933 yılındaki “Kitap Yakma Eylemi” sırasında yakılmıştır.



14. Avcı (1978) |
The Deer Hunter

Vietnam sonrası sendromunu en iyi anlatan filmlerden birisi Avcı. Savaş sonrası herşeyin bittiğine ve artık herşeyin iyi olacağına inanmak isteyen bir kaç arkadaşın sivil yaşama uyum sağlayamamaları öykünün odak noktasını oluşturuyor. Savaşın insanlar üzerindeki tahribatı ile bir savaş karşıtı film olmasının yanısıra, Michael Cimino'nun karakterler üczerinde yaptığı usta çalışmayla da öne çıkan bir film.


13. Harp Esirleri (1937) |
The Grand Illusion

Birinci Dünya Savaşı'nda, aristokrat sınıftan gelen Komutan De Boeldieu ile işçi sınıfından gelme Teğmen Marechal, keşif gezisine çıkarlar. Ancak görevlerini başarı ile tamamlayamadan, Alman askerleri tarafından esir alınırlar. Alman Komutan von Rauffenstein da, tıpkı Boeldieu gibi aristokrat bir aileden gelmedir ve esirlerinin kendisi ile birlikte yemek yiyebileceklerini duyurur. Yemek sırasında Boeldieu ile Rauffenstein, aralarındaki ortaklıkları görmeye başlarlar, bunların hepsi de sınıf temellidir. Ancak bu ortaklık, onların esir kampına gönderilmesini engellemez.



12. Müfreze (1986) |
Platoon

Film, Chris Taylorun (Charlie Sheen) Vietnam savaşına katılması ile başlıyor. Kendisinin dedesi ve babası Birinci ve ikinci dünya savaşında da savaşmışdılar. Ve daha sonra bu savaşta yaşadıklarını ve askerlerle tanışmasını konu almaktadır. Vietnam savaşı sırasında, genç ve deneyimsiz askerlerin, savaşın dehşeti karşısında yaşadıklarını özetleyen filmde, öldürme içgüdüleri ağır basan çavuşun, barış yanlısı askerle çelişkileri ön plana çıkmaktadır.

11. Kardeşler Savaşı (2004) |
Tae Guk Gi: The Brotherhood of War

Kore Savaşı’ndan yıllar sonra, savaş alanda yapılan bir kazı Jin Tae Lee'yi geçmişe götürür. Kazıdan çıkan bazı eşyalarla savaş sırasında kaybolan ağabeyinden bir ize ulaşabileceğini uman Jin Tae sayesinde 1950-53 yıllarında iki ülke arasında patlak veren savaşa tanık oluruz. Savaş çıkmadan önce üniversite öğrencisi olan Jin Tae Lee, ağabeyi ile ayakkabı tamirciliği yapmaktadır. Annesi ve ağabeyinin nişanlısı ile kurdukları mutlu ve sıradan bir yaşamları vardır. Ağabeyi bir yandan annesine ve kardeşine bakarken, diğer yandan da evlilik hazırlıkları yapmaktadır.

10. Full Metal Jacket (1987) |
Full Metal Jacket

Amerikan Ordusu ve Vietnam Savaşı, fakat bu kez Stanley Kubrick bakış açısıyla. Filmin başlarından ortalarına kadar askeri disiplinin farklı kişiliklerdeki askerler üzerinde nasıl bir etki yarattığını izliyoruz. Bu etki daha çok psikolojik bir tahribat olarak yorumlanabilir. Filmin geri kalanında savaş alanındayız ve tüm gerçekliği ile savaşı hissediyoruz . Filmin, esas olarak bir savaş filmi olması dışında özetlenebilecek bir konusu yok fakat bu konunun işlenişi savaşın insanları ne hale getirdiğini anlatmaya yetiyor.



9. Büyük Diktatör (1940) |
The Great Dictator
Nazi Almanya'sının tıpkısının aynısı bir başka diktatörlükte, kararları ve yönetimi ile ülkesini kırıp geçiren Diktatör Adenoid Hynkel, ülkede kendisine ikizi kadar çok benzeyen son derece saf karakterli bir Yahudi berberin yaşadığından habersizdir. Hynkel'in askerleri Yahudileri teker teker toplama kamplarına götürmek üzere toplarken Yahudi Berber'in Hynkel'e olan benzerliği nedeni ile onu Büyük Diktatör zannederler ve bu benzerlik büyük bir karışıklık yaşanmasına neden olur.

8. Kıyamet (1979) |
Apocalypse Now

Yüzbaşı Willard (Martin Sheen), Vietnam’da Amerikan ordusuna başkaldıran ve vahşi yöntemlerle bir orman kabilesini yöneten Albay Walter Kurtz’ü (Marlon Brando) bulup öldürmekle görevlendirilir. Kurtz’ün izinde, insan yüreğinin karanlığıyla savaşın gerçekliği arasında kalan Yüzbaşı Willard, çok geçmeden sonsuz bir kabusun içine sürüklenecektir.



7. Zafer Yolları (1957) |
Paths of Glory

George Broulard, bir Fransız generalidir. Almanlarla çarpışan askerlerine, Ant Tepesi'ni (Ant Hill) işgal emri verir. Alman askerleriyle savaşa giren Fransız askerleri ise, psikolojik olarak çarpışmaya hazır olmalarına rağmen, Almanlar'ın öldürücü güçlerine tanık olunca, geri çekilirler. Siperini terkedip, Alman sınırına yaklaşan her Fransız askeri, cansız bedeniyle geri dönmektedir ve birliklerinin yokolduğunu gören yüzlerce asker, siperini terketmez.



6. Piyanist (2002) |
The Pianist

Wladyslaw Szpilman, savaş patlak verdiğinde 27 yaşındaydı ve Polonya'nın geleceği en parlak konser piyanistlerinden biriydi. Luftwaffe'de radyo istasyonu bombalandığında Chopin'in C minor Nocturne'nü çalıyordu.Tüm Yahudiler gibi o ve ailesi de evlerinden çıkartılarak Varşova gettolarına sürülmüştü. Bu çok yetenekli genç adam yeni yaşamında karaborsacıların ve işbirlikçilerin eğlendiği barlarda çalmaya başlamıştır. İşte bu işbirlikçilerden biri onu ve ailesini ölüme götüren esir kampı trenlerinden birinden kurtarmıştır.


5. Dr. Strangelove (1964) |
Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb

İki kutuplu bir dünyada, çok hassas dengeler üzerine kurulmuş olan uluslararası ilişkiler sistemi, Amerikalı bir Generalin tamamen subjektif değerlendirmeleri sonucu nükleer bombaların kullanılmasını da içeren vahim bir sonuca doğru ilerlemektedir. Filmde, sonradan hastalık seviyesinde rahatsız olduğu anlaşılan, Generalin hatasının telafi edilmesi çabası çerçevesinde çok ince mesajlar verilmektedir. Tüm bunlar olurken sadece üç mekanda geçen filmin heyecanınızı nasıl ayakta tutmayı başardığını kendinize hayretler içerisinde soracaksınız.



4. Ateş Böceklerinin Mezarı (1988) |
Grave of the Fireflies

I. Dünya Savaşı henüz sona ermiş, Japonya onur kırıcı bir şekilde teslim olmaya zorlanmıştır. Aynı günlerde Seita isimli delikanlı bir tren istasyonunda yere uzanmış son nefesini vermektedir. Seita yaşadıklarını hatırlar. O ve küçük kardeşi Setsuko, savaşbaşladığında Kobe'de yaşamaktadırlar. Anneleri Amerikan bombardımında öldüğünde, babaları da donanmada denizci olduğu için teyzelerinin yanına gönderilirler.



3. Hayat Güzeldir (1997) |
Life Is Beautiful

İkinci Dünya Savaşı’nın birkaç yıl öncesini anlatarak başlayan filmde başkahramanımız hayat dolu Guido’nun güzeller güzeli öğretmen Dora’ya vurulur ve tüm engellere rağmen evlenirler. Ardından bir de çocuk sahibi olan çiftin hayatlarındaki tüm pürüzler ortadan kalktığında savaş patlak verir. Yahudi oldukları için toplama kampına götürüldüklerinde Guido, oğluna esir kampının ve savaşın bir oyun olarak söyleyecek; oğlu, oyunu başarıyla tamamlarsa ödül olarak çok istediği bir oyuncak tankı hediye edecektir.



2. Er Ryan'ı Kurtarmak (1998) |
Saving Private Ryan

II. Dünya Savaşı yıllarında 3 oğlunun birden ölüm haberini alan anne, 4. oğlunun yaşadığını duymak ister. Artık tüm Amerikan ordusunun hedefi annenin son oğlu olan James Ryan'ı ne pahasına olursa olsun kurtarmaktır. Askerler her yerde ona ait izler aramaya başlar fakat bu öylesine bir göreve dönüşür ki bir kişiyi kurtarmak uğruna bir çok askerin hayatı tehlikeye girer.


1. Schindler'in Listesi (1993) |

Schindler's List

Soykırım zamanında 1.100'den fazla Yahudinin hayatını kurtaran Nazi partisine üye, çapkın ve savaş yanlısı bir adam olan esrarengiz Oscar Schindler'in tarihten hiçbir zaman silinmeyecek olan gerçek hikâyesini anlatıyor. İnsanlık tarihin kara dönemlerinden biri olarak anılacak bir zamanda yaptığıyla farklılık yaratan bir adam ve bu soykırımdan kurtulmayı başarabilenlerin hikâyesi.



4.Savaşların acılarının dillendirilmesi ve acıların hafifletilmesiyle ilgili Hümanist Eğitim Projesiyle ilgili her ülkenin örnek bir olay seçmesi ve bunu proje sonu kitapçığına koyması

Örnek, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Çanakkale Savaşları’nda rakibi olan ve savaş sırasında yaşamlarını yitiren Anzak askerleri için söylediği sözler ve bir Anzak annesinin cevabı:

    


 

Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”



         Atatürk, 1934


  Bunun üzerine Avustralyalı bir anne ATA'ya aşağıdaki cevabı yollamıştır:

    “Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi.
     Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde
    dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine Ata
    demek istiyoruz. Çünkü yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın
    sözleri gibi yüce, ilahi. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla...”

  Avustralyalı bir anne

İngilizcesi:

In 1934 Atatürk wrote a tribute to the ANZACs killed at Gallipoli:



"Those heroes that shed their blood and lost their lives... You are now lying in the soil of a friendly country. Therefore rest in peace. There is no difference between the Johnnies and the Mehmets to us where they lie side by side now here in this country of ours... you, the mothers, who sent their sons from faraway countries wipe away your tears; your sons are now lying in our bosom and are in peace. After having lost their lives on this land. They have become our sons as well."
This inscription appears on the Kemal Atatürk Memorial, ANZAC Parade, Canberra.

http://4.bp.blogspot.com/-as-bf3o9nde/tjpn_86tisi/aaaaaaaaajq/hu-jdpr6xog/s320/anzac+cove+gallipoli-gelibolu.jpg

These words attributed to Ataturk are inscribed on a memorial at ANZAC Cove

5.Müze ve gezi eğitiminin olumlu etkisiyle ilgili Hümanist eğitim Projesinin uluslararası toplantısı öncesinde ilgili bir örnek olayın verilmesi:

Örnek, Gazeteci Özgen ACAR’ın anlattığı bir olay müzede yaşantılara dayalı öğrenmeye iyi bir örnek oluşturmaktadır

Acar oğluyla ABD’de Doğa Tarihi Müzesi’ne gider. Her hafta sonu aynı müze ziyaret edilir. Küçük çocuk bir süre sonra dinozorların tüm özeliklerini öğrenir. Türkiye’ye döndüklerinde çocuk 4.5 yaşındadır. TV’de Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik dergisi reklamı yapılırken bir mağara adamının bir dinozorun peşinden koştuğunu yakalayıp kafasına vurduğunu ters çevirip ardından sürüklediğini görünce baba bu reklam yanlış der. Babası neden diye sorduğunda da insanlarla dinozorlar hiçbir zaman bir araya gelmedi ki der.

Haklıdır, arada herhalde 25 milyon yıl vardır.bir gazetenin bilim ve teknik ekinde böyle bilimsel bir hata yapması 4.5 yaşındaki bir çocuğun gözünden kaçmaz çünkü müzeye gitmiş ve müzede görerek yaşayarak eğitim almıştır.



6. Hümanist Eğitim Projesi üyesi her ülkenin bir diğerinden etkilenmesiyle ilgili bir örnek olayın verilmesi:

Başkomutan Mustafa Kemal’in Sofya yılları

Sitene Ekle

http://i.milliyet.com.tr/yazarresimleri/fft6_mf433241.jpeg | Prof. Dr.  İlber Ortaylı




Mustafa Kemal, Balkanlar’ın en Prusyalı denen başkenti Sofya’da Balkan tipi hayatı, Osmanlı’nın henüz buram buram koktuğu bu ülkelerdeki modernleşmeyi yakından gözleme fırsatını elde etti

Bundan tam yüz yıl önce 27 Ekim 1913’te Binbaşı Mustafa Kemal Bey, Sofya askeri ataşeliğine atandı. Sofya sefiri yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar) idi. Sofya, Osmanlı Erkan-ı Harbiyesi için mühim bir merkezdi; bu nedenle uhdesine verilen Belgrad ve Çetine (Karadağ Prensliği) nezdindeki askeri ataşeliklere de bir-iki kere uğramış olmalıdır. Yakın zamanlarda Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vujanoviç, Topkapı Müzesi’ni ziyaret ettiğinde kendisine ebedi önderin ülkelerinde askeri ataşe olduğunu söylediğimde heyecanlandı ve bir müddet sonra eski başkent Çetine’deki imparatorluk devri sefaretimizin restorasyonu ile birlikte önüne bir Atatürk büstü de konuldu.


Bu görevlerdeyken Mustafa Kemal Bey, 1 Mart 1914’te yarbaylığa yükseldi. Osmanlı devleti 28 Temmuz’da başlayan krizin içinde etkin olarak yerini aldı ve 29 Ekim 1914’te savaşa girdi.
Yarbay Mustafa Kemal Bey’i Sofya’da tutmanın imkanı yoktu, ısrarla
cephede görevlendirilmesini istedi ve Çanakkale’de henüz olmayan bir tümenin başına tayin edildi. Tümeni kendisinin tertiplemesi istendi. Ocak sonunda
(20 Ocak 1915) on beş aylık “ataşemiliterlik” görevi sona erdi.

Temsil ettiği ülke askerliği ile şöhretli bir devletti
Genç zabitin Fransız dilini bütün kurmay arkadaşları gibi imparatorluk sınırları içinde öğrendiği bir gerçektir. Sicilinden kendisinin Bulgarca anladığı ve bir parça konuştuğu da anlaşılıyor. Selanikliydi, tıpkı İzmir ve Beyrut gibi imparatorluğun kozmopolit kentlerinden biri olan bu Makedonya metropolünde Bulgarca konuşanlar kalabalık bir gruptu. İmparatorluğun yapısı ilginçtir. İlk Bulgar gazetesi de ne Bulgaristan’da ne de Makedonya’da, İzmir’de hayata geçti. Konstantin Fotinov adlı bir işadamı “Lyuboslovye” adlı gazeteyi İzmir’de çıkartmıştır. Genç kurmay subayın Fransız dilini Osmanlı kozmopolit muhitinde görevli bulunduğu Halep ve Şam gibi üçüncü dil olarak Fransızca da konuşulan şehirlerde ama her halükarda kütüphanede okuyarak geliştirdiği anlaşılıyor.
Fransa’daki tek gezisi 12 ila 18 Eylül 1910’da Osmanlı askeri heyetinin üyesi olarak katıldığı Picardie manevralarıdır. Sonraları harp içinde Veliaht Mehmet Vahdettin’le yaptığı Almanya ve Avusturya resmi gezisi ve tedavi için gittiği Avusturya Çekya’sındaki Karlsbad (Karlovy Vary) kısa ikameti ile Avrupa gezileri tamamlanır. Bu nedenle 1913 ekim sonuyla savaş başlangıcı arasındaki Sofya görevi onun için önemlidir.
Mustafa Kemal Bey, Londra, Berlin, Paris hatta Roma gibi yerlerde uzun boylu bulunamadı. Dolayısıyla Osmanlı Tanzimat aydınının bu başkentlerdeki temasları ve yaşamı sonucu çok defa duçar olduğu Batı tipi modernleşmeden çekinmek veya doğrudan o hayata ve sisteme dalmak gibi bir tutumu görülmez. Genç komutan Balkanlar’ın en Prusyalı denen başkenti Sofya’da Balkan tipi hayatı, Osmanlı’nın henüz buram buram koktuğu bu ülkelerdeki modernleşmeyi yakından gözleme fırsatını elde etti. Bulgar askeri erkanının hayatına kolayca girdi. Unutmayalım genç subayın temsil ettiği ülke askerliği ile şöhretli bir devletti.

Bulgar köylüsünün duruşunu hayranlıkla izledi
Mustafa Kemal’in Sofya’nın yüksek çevrelerinde bulunmaktan geri durmadığı anlaşılıyor. Genelkurmay mensuplarının toplantıları kadar opera ve baloları ve çay saatlerini de takip ediyordu. İlk anda operaya da gitmiştir.  Balkanlar’da Sofya, Bükreş operasıyla birlikte en ünlü olanıdır. Kendisine refakat eden Sobranye (Bulgar Millet Meclisi) üyesi Şakir Zümre Bey’e o günkü temsilden sonra “Adamların Balkan Savaşı’nı niye kazandıklarını şimdi anladım” demiş.
Opera bir tertip ve disiplin işidir. Wagner’in tabiriyle (bir Gesamtkunstwerk-bütün sanatların ortaklığı). Hayatı boyunca operayı Türkiye’de kurmak için çabaladı. 1933’te İran şahı geldiğinde “Özsoy” operasının (Adnan Saygun’un bestelediği ve “Şehname”den Münir Hayri Egeli’nin uyarlayarak librettosunu yazdığı İran ve Turan halklarının birliği üzerine bir konu içeren bir opera) tek perde temsilinden sonra güçlü seslere sahip gençleri Berlin’e göndertti. Tiyatro ve operayı kurmakla görevlendirdiği Karl Ebert’e bu iş için kaç yıl gerektiğini sormuş. Aldığı cevap onun kısaldığını hissettiği ömrü için pek iç açıcı olmamakla birlikte, girişime devam edilmesini istedi.
Bulgaristan’daki eğitimin hızlı seyri bütün Osmanlı Meşrutiyet erkanını hayran bırakmaktaydı. Mustafa Kemal Bey bunu yerinde gördü. Özellikle Bulgar köylüsünün durumu ve duruşunu hayranlıkla izlediği görülüyor. Bir gün Sofya bulvarlarındaki bir kafede otururken kafeye zengin bir köylü girer. Otantik kıyafetler içindedir. Garsonlar bu kılıktaki bir adama hizmet edemeyeceklerini söyleyerek onu sepetlemeye kalkarlar. Adamın cevabı ilginçtir: “Bulgaristan benim kazandığımı ve ürettiğimi yiyerek geçiniyor. Paramı da ödedikten sonra niye buradan gidecekmişim!”
Askeri ataşemiz bu tavırdan çok etkilendi ve Şakir Zümre’ye harfiyen anlattığı anlaşılan bu itirazı şöyle değerlendirdi: “Şakir, bizim köylümüzün de bu adamlar gibi kendinden emin ve hakkına sahip olması gerekir.” http://i.milliyet.com.tr/gazetehabericiresim/2013/10/26/fft16_mf3722939.jpeg

Yıllar sonra Türkiye Cumhuriyetini kurduğunda “ Köylü milletin efendisidir.” demiştir.

Bulgaristan macerası Bulgar literatüründe ele alındı
Balkan modernleşmesini,politik uyanışları gözleyerek yerinde değerlendirdi. Atatürk’ün Bulgaristan macerası Bulgar literatüründe ele alındı. Türkiye’de sadece Altan Deliorman bu dönemi kaleme almaya çalıştı.
Yeni cumhuriyetin Bulgaristan Çiftçi Partisi hareketi ve başındaki sosyalist lider Stanbuliski ile sıcak ilişkiye girmesi hiç tesadüf değildir. 20’nci yüzyıl başında bir Osmanlı subayı geniş imparatorluğun her köşesinde görev görürdü. Asayiş görevi yüzünden çarpıştığı kabileleri yakından tetkik etme imkanına da sahip olmuştur. Cumhuriyeti kuran kadroların nerede olursa olsun geniş bir tecrübeye ve geniş bir dünya görüşüne sahip olduğunu bu nedenle anlamak mümkündür. Genç kurmay subay Mustafa Kemal Şam’da, Makedonya’da, Selanik’teydi, Trablusgarp’ta hem görev gördü hem de İtalyanlara karşı savunma yaptı. Üstüne Balkan Savaşı’nda karşı cephede yer alan üç ülkenin başkentinde askeri ataşe olarak bulundu. Karadağ’daki eski büyükelçimiz Birgen Keşoğlu Atatürk’ün bu dönemde yazdığı raporları değme diplomatın zor kaleme alabileceğini söylemişti. Bu dönemin Türk subaylarında hele kurmay statüsünde ise etrafa nüfuz etme yeteneği güçlü oluyordu.

7. Hümanist Eğitim Projesi kapsamında hayatı ve çalışmaları örnek alınabilecek hümanist bir kişiliğin çalışma grupları oluşturularak araştırılması ve proje sonu kitapçığında model olarak yer alması

Hümanist Olduğu Bilinen Kişiler Listesi

Hümanist olduğu bilinen kişiler listesi, ünlü seküler ve dini hümanistlerin kısmi bir listesidir.

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/2/21/margaret_atwood_eden_mills_writers_festival_2006.jpg/100px-margaret_atwood_eden_mills_writers_festival_2006.jpg

Margaret Atwood



https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/d1/clarke_sm.jpg/100px-clarke_sm.jpg

Arthur C. Clarke



https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/d2/francis_crick.png/100px-francis_crick.png

Francis Crick



https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/a/a0/richard_dawkins_cooper_union_shankbone.jpg/100px-richard_dawkins_cooper_union_shankbone.jpg

Richard Dawkins



https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/a/ab/umberto_eco_04.jpg/100px-umberto_eco_04.jpg

Umberto Eco



  • Clark Adams (1969–2007) Las Vegas ve Güney Nevada Hümanist Derneği'nin eski başkanı ve Amerikan Hümanist Derneği esi üyesidir.[1]

  • Steve Allen, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nden Hümanizm ödülü kazanmıştır,[2] ayrıca Seküler Hümanizm Konseyi eski başkanıdır.[3]

  • Isaac Asimov, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Margaret Atwood, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • A. J. Ayer, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Ronnie Barker, (1929–2005) Britanyalı komedyen.[4]

  • Marshall Berman, Amerikalı siyaset bilimci ve Marksist hümanist.

  • Hermann Bondi, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Anton J. Carlson, orijinal Hümanist Manifestonun imzacılarından birisidir.[5]

  • Arthur C. Clarke, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Francis Crick, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Richard Dawkins, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Daniel Dennett, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • John Dewey, orijinal Hümanist Manifestonun imzacılarından birisidir.[5]

  • John H. Dietrich, orijinal Hümanist Manifestonun imzacılarından birisidir.[5]

  • Ann Dunham (1942–1995), ABD başkanı Barack Obama'nın annesidir.[6]

  • Umberto Eco, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Albert Einstein, New York Birinci Hümanist Derneği'nin danışma kurulu görev almıştır.[7][8]

  • Murray Gell-Mann, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Stephen Jay Gould, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Daniel Handler (1970–), Lemony Snicket ile tanınan Amerikalı yazar. Handler ateist[9] ve sekülar hümanisttir.[10]

  • Matt Harding [11]

  • Bill Hayden (1933–), Avustralya genel valisi.[12][13]

  • Sam Heads, İngiliz böcekbilimci, paleontolog ve sekülar hümanist.

  • Julian Huxley, Uluslararası Hümanist ve Etik Birliği'nin kurucu kongre başkanıdır.[14]

  • Paul Kurtz, Hümanist Manifesto IInin yardımcı yazarlarındandır.[15]

  • Corliss Lamont

  • Stewart Lee (1968–), İngiliz komedyen, yazar ve yönetmen. İngiliz Humanist Derneği'nin destekçisidir.[16]

  • Jonathan Meades, yazar. İngiliz Hümanist Derneği üyesidir.[17]

  • R. Lester Mondale, orijinal Hümanist Manifestonun imzacılarından birisidir.[5]

  • Kathleen Nott

  • Steven Pinker, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Charles Francis Potter, orijinal Hümanist Manifestonun imzacılarından birisidir.[5]

  • Karl Popper, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Sir Terry Pratchett, İngiliz romancı ve hicivci.[18]

  • Curtis W. Reese, orijinal Hümanist Manifestonun imzacılarından birisidir.[5]

  • Gene Roddenberry (1921—1991), Amerikalı senarist ve yapımcı, Star Trek'in yaratıcısı. Roddenberry Amerikan Hümanist Derneği üyesidir ve "yirminci yüzyılın en etkili hümanistler biri" olarak bilinir.[19]

  • Richard Rorty, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Arnold Ruge{

  • Salman Rushdie, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Carl Sagan, (Amerikalı)Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Jean-Paul Sartre, Fransız varoluşçu ve Marksist filozof, oyun yazarı, romancı, senaryo yazarı, biyografi yazarı, aktivist ve eleştirmen. Varoluşçuluk Hümanizmdir'in yazarı.

  • Ferdinand Canning Scott Schiller

  • Rod Serling, Twilight Zone'un yaratıcısı.[20]

  • Peter Singer, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Marc Sinden, İngiliz tiyatrosu yapımcısı ve aktör. İngiliz Hümanist Derneği ve Ulusal Seküler Topluluğu'nun destekçisidir.[21]

  • Linda Smith, İngiliz Hümanist Derneği'nin eski başkanıdır.

  • Christer Sturmark, İsveç Hümanist Organizasyonu'nun başkanıdır.

  • Neil deGrasse Tyson, Amerikalı astrofizikçi. Uluslararası Hümanizm Akademisi tarafından ödüllendirilmiştir.[2]

  • Björn Ulvaeus, ABBA üyesi.[22]

  • Peter Ustinov, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Cenk Uygur, YouTube'da ve radyoda yayınlanan popüler The Young Turks'un yaratıcısıdır.[23]

  • Kurt Vonnegut, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Ibn Warraq, Neden Müslüman Değilim?'in yazarı ve Kuran Edebiyatı Araştırmaları'nın başındaki isimdir.[24]

  • James D. Watson, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Joss Whedon, televizyon yazarı ve yönetmendir.[25]

  • E. O. Wilson, Uluslararası Hümanizm Akademisi'nin dağıttığı Hümanizm ödülü sahibidir.[2]

  • Edwin H. Wilson, orijinal Hümanist Manifestonun imzacılarından birisi[5] ve Hümanist Manifesto IInin yardımcı yazarlarındandır.[15]

  • Sherwin T. Wine, Musevi Hümanistler Derneği'nin kurucusudur.

  • Cesare Beccaria, Hümanist Ceza Hukuku'nun kurucusu, Aydınlanma Çağı hukukçularındandır.

Sonuç olarak

Formun Üstü

Hümanizm geniş anlamıyla modern insanın hayat anlayışını ve duygusunu dile getiren bir akımdır.
Hümanizm skolâstik düşüncenin tam karşıtı olan bir düşüncedir. 
Hümanizm insani konularda doğaüstü inanışların hocalığını açıkça reddeder. Hümanizm bu tür doğaüstü güçlerin varlığıyla ilgilenmeyen etik tabanlı bir görüştür. 
Maddi yaşamı yüceltme ilkesi ve her otorite karşısında insanı özgürleştirme çabası hümanizmin temel özelliğidir.
Temel ereği insanın gelişimidir, bütün insanlar için hayatı daha iyi yapmak ilkesidir.
Hümanizm güzel şeyler yapmaya, şimdi ve burada iyi yaşamaya ve geleceğe daha iyi bir dünya bırakmaya yoğunlaşır.
Hümanizme göre doğruyu bulmak insanın en önemli özelliği olmalıdır. Fakat doğruyu bulma yönteminde gizemcilik, mistisizm, gelenek ve bunlar gibi genel geçer kanıtlarla ve mantıkla bütünleşmeyen yöntemleri reddeder. Bu bilimsel şüphecilik ve bilimsel yöntemle ancak yapılabilir. Kaderin olaylar üzerindeki etkisini kabul etmez.

Doğrunun ve yanlışın bilgisine kişisel ve ortak bilincin en doğru biçimde algılanmasıyla ulaşılabileceğini savunur.

Hümanistler insanı temel alırlar ama insanın diğer canlı türlerinden daha özel olduğu düşüncesini reddederler.

Hümanizm doğacı ve hayvanseverdir. Hümanistlere göre diğer canlıların üzerinde tanrı-vergisi bir hüküm hakkımız yoktur.

Bir insanın hümanist olması, insanın insanlaşma sürecinin aşamalarıyla doğru orantılıdır. (İnsan kılığındaki herkes insan değildir!)

*
Hümanizm, milattan önce 6. yüz yılda Anadolu üzerinde doğmuş bir düşüncedir. İlk dile getiren düşünür Thales Miletoslu'dur. (Bugünkü Didim civarı.) Thales, “Kendini bilmeyi düşünce dünyasının temeli yapmıştır. Daha sonra, Ksenophanes, Anaksagoras, Perikles de bilinmezciliği benimsemiş ve insanın varoluşunun doğaüstü bir varlıktan bağımsız olduğunu savunmuştur.


İtalyan Rönesans içinde Eski Yunan'dan alınan bu düşünce Avrupa'da Aydınlanma düşüncesinin temelini oluşturmuş, onlarca filozof yetiştirmiş, ülkemize de Cumhuriyet devrimlerinden sonra girmiştir.
Cumhuriyet aydınları, tüm ilerici yazar ve şairler bu filozoflara Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi isimleri eklemişler, Eski Yunan uygarlığının, yani bu düşüncenin doğduğu Anadolu topraklarının üzerinde büyük bir senteze gitmişlerdir.

Gündüz TOK



Adem Tolunay Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni






Yüklə 162,12 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin