N E D İ R D E D İ L E R
Ziyaretin nedir? Dediler. Tafsilde aramaktır, dedim.
Mekke’n nedir? Dediler. Zâtî tecellimin şerhidir, dedim. Harem’in nedir? Dediler. Zâtımın şerhidir, dedim. Zem zem’in nedir? Dediler. Bâtıni pınarımdır, dedim. Tavaf yerin nedir? Dediler. Ef’âl âlemimdir, dedim. Direklerin nedir? Dediler. Sıfat, Esmâ, Ef’âl tecellilerimdir, dedim. Birinci sıra direklerin nedir? 104 kitap, 99 esmâ tecellilerimdir, Dediler. dedim. Arka direklerin nedir? Dediler. Esmâ tecellilerimin tafsilidir, dedim. İkinci katın nedir? Dediler. Sıfat tecellilerimin tafsilidir, dedim.
Terasın nedir? Dediler. Ulûhiyyet tecellilerin tafsilidir,
dedim.
Kâ’ben nedir? Dediler. Zâtî tecellimin cem-i’dir, dedim.
Tavaf nedir? Dediler. Zâtıma gelen yoldur, dedim.
Birinci dönüşüm nedir? Dediler. Hayat sıfatımın kazanılmasıdır,
dedim.
İkinci dönüşüm nedir? Dediler. İlim sıfatımın kazanılmasıdır,
dedim.
Üçüncü dönüşüm nedir? Dediler. İrade sıfatımın kazanılmasıdır,
dedim.
Dördüncü dönüşüm nedir? Dediler. Kudret sıfatımın kazanılmasıdır,
dedim.
Beşinci dönüşüm nedir? Dediler. Kelâm sıfatımın kazanılmasıdır,
dedim.
Altıncı dönüşüm nedir? Dediler. Semi sıfatımın kazanılmasıdır,
dedim.
Yedinci dönüşüm nedir? Dediler. Basar sıfatımın kazanılmasıdır,
dedim.
Hacer’ül Esved nedir? Dediler. Zâtımdan ef’âl âlemine
bakan gözümdür, dedim.
İlk selâmın nedir? Dediler. Hakikatime giriştir, dedim.
İkinci selâmın nedir? Dediler. Mârifetime giriştir,
Zâtımı selâmlamaktır, dedim.
Siyah çizgi nedir? Dediler. Ulûhiyyete gidiş, sıratullahtır,
dedim.
Birinci köşen “Rükn-ü Iraki” nedir?
Dediler. Umumi şeriatımdır, dedim.
İkinci köşen “Rükn-ü Şami” nedir?
Dediler. Gerçek tarîkatımdır, dedim.
Üçüncü köşen “Rükn-ü Yemâni” nedir?
Dediler. Gerçek hakikatimdir, dedim.
Dördüncü köşen “Rükn-ü hacer’ül Esved”
nedir? Dediler. Gerçek mârifetimdir, dedim.
Altın oluğun nedir? Dediler. Rahmetimin şeriat ve tarîkat
ehline aktığı yerdir, dedim.
Tavaf niçin soldan döner? Sağ akl-ı kül’üm’dür,
Dediler. herşeyi ihata eder, dedim.
Ya örtün nedir? Dediler. Ahadiyyetimin gizlenmesidir,
dedim.
Ya kapın nedir? Dediler. Zâtımın girişidir, dedim.
Ya içinde ne vardır? Dediler. Üç direk, ilmel, aynel,
hakkal yakıyndır, dedim.
Hicr’in nedir? Dediler. Zâtımın açık yanıdır, dedim.
Hatimin nedir? Dediler. Şeriat, tarîkat mertebesinde
sınırımdır, dedim.
Makam-ı İbrahim’in nedir? Dostluk (hullet) mertebemdir,
Dediler. dedim.
Enin niye onbir metre? Dediler. Biri sen biri de benim, dedim.
Boyun niye oniki metre? Dediler. Zâtıma gelen mertebelerimdir,
dedim.
Yüksekliğin niye onüç metre? Rasûlümün şifresidir, dedim.
Dediler.
Çocuk sesleri niye? Dediler. İsmail’in o günden yankısıdır,
dedim.
Mültezem’in nedir? Dediler. Kapının yanıdır, bekleme yeridir,
dedim.
Dokuz minaren nedir? Dediler. Dördü :
Şeriat, tarîkat, hakikat, mârifet:
Beşi : Hazerat-ı Hamsedir, dedim.
İki şerefelerin nedir? Dediler. Zahir ve bâtın davetimdir, dedim.
Dış kapıların nedir? Dediler. Ulül el bab’larımın giriş yerleridir,
dedim.
Say’ın nedir? Dediler. Zâtıma gelen yoldur,
zaman tünelidir,
dostu aramaktır, dedim.
Safa’n nedir? Dediler. Akl-ı küllün zuhurudur, dedim.
Merve’n nedir? Dediler. Nefs-i küllün zuhurudur, dedim.
Birinci gidiş nedir? Dediler. Akl-ı külden nefs-i külle
nüzûldür (iniştir) dedim.
Geriye dönüş nedir? Dediler. Nefs-i külden akl-ı külle
urucdur (çıkıştır) dedim.
Üçüncü yürüyüş nedir? Dediler. İbrahimiyet tevhidime ulaşmaktır,
dedim.
Dördüncü yürüyüş nedir? Dediler. Mûseviyet tenzihime ulaşmaktır,
dedim.
Beşinci yürüyüş nedir? Dediler. İseviyet teşbihime ulaşmaktır,
dedim.
Altıncı yürüyüş nedir? Dediler. Habibimin gerçek tevhidine
ulaşmaktır, dedim.
Yedinci yürüyüş nedir? Dediler. Zâtımla, halkımın arasına
girmektir, dedim.
Saç kesmek nedir? Dediler. Beşeri fiillerimi kesmektir, dedim.
İhram nedir? Dediler. İnsândaki örtümdür, dedim.
Neden beyazdır? Dediler. Renksiz olmak içindir, dedim.
Rıda’n nedir? Dediler. Azametimdir, dedim.
İzar’ın nedir? Dediler. Kibriyamdır, dedim.
İhramdan çıkmak nedir? Dediler. Renklere boyanmak içindir, dedim.
Omuz açmak nedir? Dediler. Kudretimi göstermektir, dedim.
Hervele yapmak nedir? Dediler. Azametimi göstermektir, dedim.
Hacc’ın nedir? Dediler. Hakikatimde cemâlimi seyrdir,
dedim.
Umren nedir? Dediler. Hakikat-i Muhammedi’de
habibimi seyrdir, dedim.
Vedan nedir? Dediler. İzafidir, birlikte olanın
vedası olmaz, dedim.
Bunları soran kim? Dediler. Soran da söyleyen de benim,
dedim.
Peki tavaf edenler kim? Dediler. Hepsi sûretlerimdir, dedim.
Kapıların niye doksanbeş? Biri “star” (yıldız) kapısıdır.
Dediler. Diğerlerinin toplamı onüç eder,
o da habibimin şifresidir,
ondan habersiz girilmez, dedim.
29/10/1999 Cuma
(Mekke-Kâ’be)
Terzi Baba
- Efendim, Haremdeki her şeyi açıklamışsınız.
C. “Evet bu haremde artık bize gizli birşey kalmadı,” diyor.
- Tekrar elimdeki şiiri göstererek
“Bu beyanlarla hareminizi herkese açmış olmadınız mı efen-dim?”
C. “Bu açık olduğu anlamına gelmez. Anlayan anlar, İhram-sız olana yine kapalıyım,” ifadeleriyle cevap verdiler.
- Ben tekrar devamla okuduğum bu şiiri kastederek,
“Efendim Hz. Peygamber (s.a.v) Arafatta Veda Haccı sırasın-da “el yevme ekmeltü,” meâlen “Bugün sizin için artık dininizi tamamladım” âyetini okuyup, kendilerine bunun dinin kemâlâtı gibi ol-duğunu belirttiğim de;
C. “Evet, onun gibidir,” cevabını verdiler.
Bu cevabı alınca hemen Hz. Peygamberimizin bu hutbeyi irad ettik-ten 80 gün sonra vefat ettiği hatırıma geldi. Acaba artık Terzi Babam da mı vefat edecek şeklinde de düşünmeye başlamıştım.
Ardından da Hz. Peygamberimizin vefat haberini alan Ebu Bekir Efendimizin “Muhammed öldü ancak Allah bakidir,” sözü aklıma geldi.
Bu zaman diliminde kendilerinin en önemli çalışmalarından biri de Kâ’be-i Şerifin bâtıni krokisini özellikleriyle birlikte çizip takdim etme-leri olmuştur.
Aşağıda çizilmiş olarak görülen Kâ’be-i Şerifin krokisinde yer alan husus ve hakikatler, O’nun bu umre ziyaretinden getirdiği en büyük Mi’rac hediyesi hükmündedir.
Daha önceki yıllarda, kendisini yeni tanıdığım dönemlerde Hazreti-mizin bir rû’yasını kendisinden şöyle dinlemiştim.
RÛ’YA :
“Hacca gitmişim, Kâ’be-i Şerifin içindeyim fakat başka hiç kimse yok. İçerisi yani bulunduğum yer bomboş. Bütün hacılar tavafı Kâ’be’nin dışından yapmaktalar ve tavafın tersi istikâme-tinde yapmaktalar. Say yerindeki bazı camlar gibi süslemeli de-mir parmaklıklı gibi camların ortasında dışarıdan tafav edenleri görüyorum.
Umre ile Fetih kapısı arasındayım. Burada özel yapılmış ha-remin gizli bir kapısı var. O kapı o kadar değişik yapılmış, ki de-mir oymalı şekillerin arasından açılabilen kapı kapanınca kapı olduğu anlaşılamıyor. Cam süslemeli gibi duruyor. Ben o kapı-nın iç tarafında duruyorum. Tanıdık ve aşina birisi geçerse içeri-ye alayım diye orada bekliyorum. O kapı bize aitmiş, özel olarak verilmiş. Ancak dışarıda içerideki tavafın tersi yönünde tavaf yapılıyor ve harem duvarlarının dışında bu tavaf yapılıyor.”
Bu zuhuratı daha önceden de biliyordum. Sanırım o esnada ikimiz de aynı şeyi hissetmiş olsak, ki Hazretimiz bu zuhuratı hatırlatıp “ka-pıyı arayalım” dediler.
Birlikte haremin kapılarını tek tek saydık. Kapı sayısı 94, bir de star (yıldız) kapısı mevcuttu. Yaptığımız bu araştırma neticelerinde Fetih ile Umre kapıları (45 ile 62) arasında yer alan kapalı kısımda olup dışarı-dan bakıldığında haremin her katına çıkış imkânı sağlayan Kehribariy-ye Şami 53 nolu kapının olduğunu müşahâde ettik. Burada gönlümüz de gözümüz de bunu doğrulamıştır. Kısacası bu zuhuratı tabir etmiştik.
Hazretimle M Haremde olan beraberliğimizin artık yavaş yavaş so-nuna geliyorduk. O Nüket Hanım Validemiz ve ihvandan diğer iki ha-nımla birlikte Türkiyeye dönecek biz de birkaç gün sonra Medineye gidecektik. Ertesi gün döneceği için son akşamlarındaki “veda tavafı-nı” hep birlikte yaptık. Ertesi sabah namazda mahfilin altında buluşup onları yolcu edecektim.
SON SABAH : Namazı eda etmek için mahfilin altına gelmiştim. Kendisi bir ön safta, bense biraz arka saflarda namazlarımızı kılmıştık. Namazlar bitti. Otele doğru yerimizden kalkmıştık ki 2-3 adım atıldı. Bir kişi Terzi Babam ile Mûsâfaha yaptı, sarıldı, kulağına birşeyler fısıldadı.
Peki kimdi bu kişi? Boyu, yüzü, endamı tıpkı Terzi Baba gibi olan, ona çok benzeyen birisi idi. Ardından bizlerle de Mûsâhafa yaptı. Biz-ler yolumuza devam ettik. Nüket Hanım validemizi de alıp yavaş yavaş ilerleyerek son kez de selâmlayarak haremden ayrıldık.
Bu esnada Harem’i ayrılıktan olsa gerek, bir hüzün kapladı. Dü-şünceli ve durgun adımlar bizi Vahid otele getiriyordu. Kısa bir koş-turmacadan sonra eşyaları arabaya yüklüyoruz.
Vedalaşma anında “birlikte olanın ayrılığı olmaz, sen daima Rabbınla olduktan sonra gerisi kolay,” sözleriyle de bize teselli ikram ederek onları Türkiye’ye doğru uğurlarken bizim de rû’yamız böy-lece tabir edilmiş oldu.
Bizler Medineye geçtiğimizde ise, zaman zaman yaklaşık 4-5 defa değişik yerlerde ve zamanda O kişiyi tekrar gördüm. Terzi Babama o kadar çok benziyordu, ki ilk görüşünde hemen “aa... Terzi Baba” di-yeceğim esnada..., benzediğini düşünüyorum. Özellikle fiziki görünümü o kadar benziyor, ki sadece sakalları biraz daha ak... hatta benzemek sözü bile bu gerçeği ifade edemiyor.
Medinedeki günlerimiz sağlık ve sıhhat içerisinde sona erip Türkiye’ ye döndüğümüzde ertesi gün Terzi Babamı ziyarete gittim. Kendileriyle bir müddet sohbet yaptıktan sonra şöyle dediler:
“Mekkede mahfilin altında ayrıldığımız son sabahı hatırladın mı?”
Ben de “evet” dedim.
“Orada bana benzeyen biriyle namazdan sonra görüşmüştük ya, o Hızır (a.s.) idi,” dediler. “Bizi ve umremizi tebrik ve takdir etti,” dediler.
Daha sonra bu olayı tekrar tekrar düşünmeye çalıştım. Hızır (a.s.) ın öyle bir fizik yapısı vardı ki, daha çok lâtif gözüken, ama letâfetle kesa-fetin iç içe olduğu bir sûreti vardı.
Hazretimizdeki ilmi düşünce ve ahlâkı çıkarıp, bir sûret oluştur-sanız, bu yani Hızır (a.s.) aynısı ortaya çıkar. Dolayısıyla görmüş ol-duğum o sûret de, Terzi Babamdan başkası değildi.
Harem-i Şerif’te mahfilin altında benim de tanık olduğum Hızır (a.s.) ile görüşmelerinin haricinde bu tarihten 2 yıl sonra da ikinci umre ziya-retleri esnasında ihvandan olan F. D. adlı bir hanım kardeşimiz de Ha-rem-i Şerif’te bir namaz esnasında yakaza hâlinde Terzi Babam ile Hızır (a.s.) ı müşahâde etmişlerdir. (*)
Efendi Babamlar Türkiyeye geldiklerinde evlerine girince de bir süp-rizle de karşılaşıyorlar. Şöyleki kendileri Umrede iken oğulları evin halı-larını değiştirip yeni halılar almak sûretiyle onları karşılamak isterler. Aldıkları halılar da evin ilgili bölümlerine serilmiştir.
(*) Not : Bu tecellinin beyanı “Ne Dediler” bölümünde gelecektir. Böylece bir zahir bir batın olarak iki defa Hızır (a.s.) a mülâki ol-muşladır.
Kendileri evin içine girdikleri esnada ise, gördüğü halılar karşısında hayretini gizleyemez. Çünkü halıların üzerindeki dekor ve işaretler Efendi Babamızın Umrede iken Kâ’be-i Şerif ile ilgili olarak yaptığı, çiz-diği şekil ve çalışmayı gösteriyordu.
Buradan da şunu anlamamız gerekiyor, ki bu hadise de Cenâb-ı Hakk’ın bir lütûf ve tecellisidir. Adeta Haremdeki çalışmalarının bir tasti-kidir. Haremi Şerif ondan ayrılmayı istememiş olsa gerek ki, gelip evinde misafir edilmiş.
Sonuç olarak Umre ziyaretimle ilgili şunu diyebilirim. Çok açık olarak şunu anladım ki, kişi oralara gitmekle hacı olmuyor. Daha önce seyri sülûkunda Allah’ın beytini KÂ’BE’yi tavafı öğreniyor ve yaşıyor. O öğ-rendiklerine ise, burada haremde mühür vurduruyor. Ayrıca irfaniyetin değerini vahdet ve tasavvuf eğitiminin ve bunları bize bahşeden pirimi-zin büyük bir nimet olduğunu idrak ettim. Orada o zaman diliminde kendisinin yanında bulunmamın onun himmetiyle olduğuna da hiç şüp-he etmedim. Bu hâlime de şükür ettim.
29.11.1999
Mekke
Ç. H. U.
Bu son sabah halini bir şiiriyle de belirtmiştir.
Berat Günü
23/11/2000
S O N S A B A H
Dolmuş süre, namaz sondu,
Son sabah, son secdeydi.
Mahfel altında o sabah,
Yerimiz ön sıradaydı.
Biraz buruk, biraz hoşluk,
Son defa bakıp Kâ’be’ye,
Etrafında nasıl koştuk
Bu ilâhi abideye.
Yavaşça kalktım yerimden,
Geriye doğru çıkarak,
Üzgündüm kederimden,
Tekrar Beyte bakarak.
Aklımdan geçti günler,
Misafir etti bizleri,
Gönlüme doldu hüzünler,
Varlığımda hep izleri.
Bu hislerle ayrılırken,
Yavaşça geriye doğru.
Muhabbetle savrulurken ben,
Herkes yoluna doğru.
Döndüm ben de arkaya,
Otele gitmek için.
Baktım biraz ilerde,
Beklemekte bir kişi.
Önüne geldiğimde,
Uzattı elin bana.
Elini sıktığımda
Öptüm yanağından da.
Bana benzettim onu,
Sakalları biraz ak.
Çok uygundu hem boyu,
Ne iştir şu işe bak.
Yavaşça kulağıma,
Fısıldadı bir şeyler.
Gitti acayibime,
Nasıl olur bu işler.
Medine günlerinde
İleri muhabbetten,
Mekke günlerinde
İleri mârifetten.
Yorulmuştum bir hayli,
Bana ondan bahsetti.
Nasıl bildi bu hâli,
İspati bana yetti.
Teşekkür edip kendine,
Razı olsun dedim Allah.
Ben dönerken kendime,
Neler lûtfetti Allah.
Kısa görüşmeden sonra,
Devam ettim yoluma.
Tecelliler vardı orda,
Bakmadım sağ soluma.
Anladım gördüğüm kimse,
Orada hazırdı, Hızır’dı.
Buldu beni nasılsa,
Son günün ikramıydı.
Devam ederken yoluma,
Düşünürken hadiseyi.
Hak oyun yaptı kuluna.
Doldurdu tüm kâseyi.
Anladım ki o zaman,
O aynı anda ben idim.
Böyle gösterdi Mevlâ,
Tecelli oldu tamam.
Dördüncü ziyaretim,
Mârifetullah mertebesi.
Birçok sırlar hallettim,
Hakk’ın lûtfu ilâhisi
Hep velilik nişanesi,
Oldu Hak’tan çok lütûf.
Mamur oldu hanesi,
Günlerimiz geçti lâtif
Kendileri 2001 yılında bir kez daha Umreye gittiler. Bir ay süren Umre günlerinde ise, “Kelime-i Tevhid” adlı eserlerinin önemli bir bö-lümünü “Harameyn”de yazdılar. (Mekke ve Medine)
Yine 2001 yılının bahar aylarında kendilerine yapılan davetler üzeri-ne batıya, Almanya ve Fransaya gittiler. Burada çok merak ettikleri Ey-fel ve Şanzelizeyi de görme imkânı buldular.
17/09 – 14/10/2004 tarihleri arasında “Haremeyn-i” altıncı ve üçüncü Umre ziyaretlerinde birçok husûsi hallerin oluşumundan sonra da, daha evvelce görmüş oldukları bir zuhuratın Umre boyunca gerçek mânâda yaşandığını ifade etmişlerdir.
(Bu zuhurat kitap içinde anlatılmıştır.)
Hazretimizin bu ziyaretlerinde yanında dostlarından ve ihvan kar-deşlerimizden bir gurup da vardı. Otellerin bulunduğu yön, “Bab-ı Umre” ile “Bab-ı Fetih” arasında imiş ve o istikametten yani 53 üncü kapıdan ve çevresinden devamlı olarak girip, çıkmışlar. Bu ziyaretin bir özelliği de iki oğullarıyla da birlikte orada olmalarıydı.
Zahir ve batın, lâtif ve kesif irfaniyet ve muhabetin hep birlikte bu umrede de yaşandığını ifade etmişlerdir.
Bu bölümde sizlere Terzi Babam’ın kısa dörtlükler halinde 1998 yı-lında yazmış olduğu Suriye ve Irak gezi notlarını sunmak istiyorum.
24/06/1998 yolda
Dostları ilə paylaş: |