(Necm Sûresi 53/47)
ve enne aleyhinneş’etel uhra
“Ve muhakkak ki, ölenlerin daha sonra neş’et bulmaları, diriltilmeleri O'na âittir,
(Necm Sûresi 53/48)
ve ennehü hüve ağna ve akna
“ve şüphe yok ki, O'dur, gani (zengin) eden ve fakir düşü-ren.”
En büyük zenginlik, “fakr”dır.
Efendimizin buyurduğu, “fakrim fahrimdir,” dediği gibidir.
Yani şeriat mertebesinde, nefsaniyetini alırım, karşılığında cenneti veririm.
Hakikat mertebesinde ise, nefsaniyetini alırım karşılığında kendi-mizi veya daha uygunu kendimizden hakikat veririm, buyurduğudur.
Zengin yani varlık verdik, deniyor.
(Necm Sûresi 53/49)
ve ennehü hüve rabbüşşıra
“Ve muhakkak ki, O'dur Şı'ra (işaret) -yıldızı-nın Rab'bi O'dur.
Necm Sûresinin başında belirtilen Necm ile Şıra birbirini tamamla-maktadır.
49. âyet, kendi içinde toplandığında (4 + 9) =13 tür.
Necm yıldızı için bazı müfessirler,
“batmakta olan yıldıza andolsun”,
bazıları ise,
“doğmakta olan yıldıza andolsun”, şeklinde mânâlandırdılar.
Hepsi de kendi mantıklarına göre bu hâli uzun uzun anlattılar.
Bunlar hep kişisel, indi olan şeylerdi.
Esas olan Akl-ı küll idi; sahibi, Allah ne demek istiyordu?...
Bize neyi vermek istiyor?...
Burada yıldız olarak neden “şıra” kullanılmış?...
Şıra yıldızı, işaret yıldızı demektir.
“Hakikat-i Muhammediye”ye işarettir.
Baştaki yıldız Necm, sıradan yani her birerlerimizin kafalarından icat ettikleri, bireysel heva, heves yıldızına işarettir.
Kim o benlik yıldızı ile hayatını sürdürüyor ise, ne aya, ne güneş’e, ne başka yıldıza, ne de fezaya yolu kapalıdır.
Bireysel yıldızından aydınlandığı sürece Hakikat-i Muhammed-i bedrine, kamerine ulaşma yolu yoktur.
Hakikat-i Muhammed-i bedrine, kamerine ulaşma için necm yıldı-zını, şıra yıldızına döndürmesi gerekmektedir.
Nitekim Kûr’ân-ı Keriym (En’am Sûresi 76-79 âyetlerinde)
felemma cenne aleyhil leylü rea kevkeben
kale haza rabbiy
felemma efele kale la ühıbbül afiliyne
“Ne zaman ki, üzerine yine gece bastı, bir yıldızı gördü, "bu benim Rabbim" dedi batınca da "ben öyle batanları sevmem" deyiverdi.”
felemma reel kamere baziğan kale haza rabbiy
felemma efele kale lein lem yehdiniy rabbiy
leekunenne minel kavmiddalliyne
“Ne zaman ki, ayı doğar bir hâlde gördü. “Rabbim bu'dur” dedi. Sonra ay batınca da “and olsun ki, eğer bana Rab'bim hi-dâyet etmemiş olsaydı, elbette ben sapıklığa düşenler toplulu-ğundan olacaktım” dedi.”
felemma ree’şşemse baziğaten
kale haza rabbiy haza ekberü
felemma efele kale ya kavmi
inniy beriyün mimma tüşrikune
“Ne zaman ki" güneşi doğmaya başlar gördü. Dedi ki: "Bu- dur Rab'bim bu daha büyük" nihâyet o da batınca dedi ki: Ey kavmim!. Ben muhakkak sizin Allah Teâlâ'ya ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”
inniy veccehtü vechiye lilleziy fetaressemâvati vel arda
haniyfen ve ma ene minel müşrikiyne
“Ben muhakkak bir hânif olarak yüzümü gökleri ve yeri yara-dana çevirdim ve ben müşriklerden değilim”
İbrahim (a.s.) sırasıyle önce yıldıza, sonra kamere, sonra güneşe baktı ve herbirinin sonunda;
* kefkef (yıldızda),
- “uful edenleri (batanları) hubb etmem (sevmem) dedi”.
* kamer (ayda)
- “elbette eğer Rabbim bana hidâyet etmezse elbette kesin dalâlete düşmüş kavimden olurum dedi”.
* şems (güneşte)
- “ya kavmim şirk koştuğunuzdan kesin ben beriyim dedi.”
bunlardan sonra da
- “hanif olarak semâvatı ve arzı fatr eden (yaratan) zât (şey) için vechimi kesin ben teveccüh ettim ve ben müşriklerden de-ğilim,” buyurdu.
İbrahim (a.s.) bu müşahâdesini daha çocukluğunda idi İbrahimiyyet, Tevhid-i Ef’âl makamıdır.
(Bakara Sûresi 2/158 âyetinde)
“innessafa vel mervete min şe’airillâhi”
“kesin Sefa ile Merve Allah Teâlâ'nın şaairinden (işaretlerin-den) dir.”
Görüldüğü gibi şiar, “safa” ve “merve” bahsinde de geçmektedir.
Safa ve Merve Allahlık işaretleridir, yani ulûhiyet mertebesinin mühim noktalarıdır.
Burada da o işaret edilen yıldızın “Hakikat-i İlâhiye” yıldızına dö-nüşmesi gerekiyor. Kafandaki yıldız, nefsinden kaynaklanan yıldız değil Hakikat-i ilâhiye’yi, Tevhidi işaret eden olması gerekir.
“ve ennehu” “hüve”,
buradaki “hu” ların hepsi Amaiyetten Ahadiyete tenezzül ettiğinde, ahadiyetin özelliği olarak zuhura çıkan inniyet ve hüviyetin, hüviyyeti olanıdır.
Yani bütün bu “hu” lar kaynağını Ehadiyetin hüviyetininin sin-den almaktadır.
“Allah” lâfzının, yazılışının ilk harfi “hu” dur.
“Allah” diye okurken biz onu sonda okuruz, ama o baştır.
Çünkü bütün bu âlemler yok iken “Allah” lâfzı da yoktu.
Bütün bu âlemler nasıl var edilmiş ise, “Allah” lâfzı da o şekilde var edilmeye başladı ve mertebe, mertebe oluştu.
İlk var edilen de “hu” dur.
Başta da “hu” ve en kemâl olarak varılacak olan da “hu”dur. Bu yüzden bir bakıma “hu” “ism-i azam”dır.
Kelimeyi Tevhid sonundaki “hu”, ulûhiyetteki “ism-i azam”dır.
Kelimeyi Risâlet sonundaki “hu”, Hz. Muhammedin ismi ile birlikte
risâlet mertebesindeki “ism-i azam”dır
(Necm Sûresi 53/50)
ve ennehu ehleke adenil ula
“Ve şüphe yok ki, O helâk etti evvelki Âd'ı.”
Burada eskileri misâl vererek yani Lût kavmi mertebesinde, Salih kavmi mertebesinde, İbrahim kavmi mertebesinde ve İbrahimiyyet-ten evvel ki mertebelerde olan kimselerin helak oldukları gibi onların helak olmamaları için ikazda bulunuyor.
(Necm Sûresi 53/51)
ve semude fema ebka
“Ve Semud'u -da O helâk etti- artık -onlardan hiçbirini- bı-rakmadı.
Âd kavmini de, Semud kavmini de yeryüzünden helâk ederek kaldırdı. Bunlar bir bakıma tebşirdir.
Çünkü gerçekten hakikati Muhammediyeyi bünyesinde yaşamış olan için tabii geriye dönmemek şartıyle bu kavimlerin etkisinin olmayacağı bildiriliyor.
(Necm Sûresi 53/52)
ve kavme nuhın min kablü
innehüm kanu hüm azleme ve etğa
“ Ve evvelce de Nûh kavmini de -helâk etmişti-
şüphe yok ki, onlar olmuşlardı onlar, en zâlim ve en azgındı-lar.
Derviş olunduğunda önce, Âdem kavminden olmak ve Âdem haki-katlerini idrak etmesi gerekir.
Sonra yavaş yavaş diğer peygamberlerin yaşantıları kendi bünye-sinde neyi gerektiriyorsa (yani hangi terkleri ve hangi alışları, özellikleri gerektiriyorsa), müspet olanları alıp, menfileri terkedip, Beş Hazret (tevhid) mertebelerinden evvel gelen nefis mertebelerinde yapılması gereken şeyleri hakkıyle yapılmış ise, o zaman bunlardan kurtulunduğu burada tebşir ediliyor.
Bir insân geçme karnesini alır, bu karne onun bu statüyü sürdür-mesi üzerine verilir. Ancak o statüyü tatbik etmez ise o zaman onlar onda kayba uğrar. Hakketti ise verilir ve yerini koruduğu müddetçe de devam ettirilir.
(Necm Sûresi 53/53)
vel mu’tefikete ehva
“Alt üst olan şehirleri de böyle yaptı.”
(Necm Sûresi 53/54)
feğaşşaha ma ğaşşa
“Artık onları gaşyeden (kaplayan) kapladı.
Onları öyle kapladı ki onlardan bir iz kalmadı
Baş taraflarda,
(Necm Sûresi 53/16 âyetinde)
Dostları ilə paylaş: |