E R L E R D E M İ N E
Erler demine destur alalım.
Pervaneye bak ibret alalım.
Aşkın ateşine gelbir yanalım.
Dost, dost, dost, dost.
Devrane uyup seyran edelim.
ALLAH diyelim.
Lâ ilâhe illâllah, La ilâhe illâllah.
Lâ ilâhe illâllah, Hûû.
Günler geceler durmaz geçiyor.
Sermayen olan ömrün bitiyor.
Bülbüllere bak feryad ediyor.
Ey gonca açıl mevsim bitiyor.
Dost, dost, dost, dost.
Devrane uyup seyran edelim.
Eyvah, vah, vah, vah demeden
ALLAH diyelim.
Lâ ilâhe illâllah, La ilâhe illâllah.
Lâ ilâhe illâllah, Hûû.
Aşıksan eğer gel birleşelim.
Şeyhin izine yüzler sürelim.
Ta fecre kadar zikreyleyelim.
Feryad edelim efgan edelim.
Dost, dost, dost, dost.
Devrane uyup seyran edelim.
Eyvah, vah, vah, vah demeden
ALLAH diyelim.
Lâ ilâhe illâllah, La ilâhe illâllah.
Lâ ilâhe illâllah, Hûû.
Ey yolcu biraz gel dinle beni.
Kervan yürüyor sen kalma geri.
Nûsret denilen derya gezeri.
Hatmetti bu gün seyru seferi.
Dost, dost, dost, dost.
Devrane uyup seyran edelim.
Eyvah, vah, vah, vah demeden
ALLAH diyelim.
Lâ ilâhe illâllah, la ilâhe illâllah.
Lâ ilâhe illâllah, Hûû.
Diyerek bu ilâhi son bulmaktadır.
Nihayet dünyadaki günlerini Hacc dönüşünden kısa bir süre sonra sona erdirerek tamamlayan Hazmi Tûra efendi Hz. (1960) senesinde Hakk'a yürüyerek yerini ve emanetlerini Nûsret Efendiye bırakmıştır.
Kendisi hakkında kitabımızın görülen kerametler bölümünde ayrıca izahat ve bilgiler gelecektir.
Böylece Nûsret Efendinin Halifelik dönemi başlamıştır.
Rahmiye hanımın guatr rahatsızlığı olduğu için, doktorların deniz ha-vası olan bir yerde yaşamaları gerektiğini bildirmeleri üzerine, (1950) senesinde Nûsret Efendi ailesi ile birlikte, boğazda Küçük Bebek semti, İbriktar sokak No 4’te aldıkları eve Kasımpaşadan nakli mekân ederek oraya yerleşmişlerdir.
Böylece Nûsret Efendi Hilâfet görevini bu Dergâh evde (1979) yılına kadar sürdürmüştür.
Bu tarihte Hakk'a yürümesiyle Hilâfetini ve emanetlerini Necdet Efendiye devretmiştir.
Böylece göreve başlayan Necdet Efendi, Rahmiye annemin vefatına, (1981) yılına kadar sohbetlerine burada devam etmiş, daha sonra soh-betlere Fındıkzade semtindeki Mesrure hanımın evinde devam edilmiş-tir. Bu hususta kitabımızın sohbetleri ve yerleri bölülümünde daha fazla izahat olacaktır.
Nûsret Babam ve Rahmiye annem, vasiyetleri gereği, Pendik, Soğanlık, Dolayoba, Yayalar köyü kabristanlığına defnedilmişlerdir.
Nûsret Babamın kitapları:
1. Divan.
2. Vecizeler.
3. Tasvvufta aşk ve gönül.
4. Esmaül Hüsna.
5. Rah-ı aşk.
6. Mektuplar, ve diğer yazıları.
7. Ayrıca yayınlanmamış bir çok şiirleri de vardır.
Terzi Babam, Nûsret Babamın, büyük Arif ve sonsuz Hakk muhab-betlisi zarif, kâmil bir zat olduğunu bizlere her zaman ifade eder, onu ve Rahmiye annemi rahmetle yadeder idi.
Rahmiye annemin ailesinin Tekirdağlı (4) çocuk sahibi Küçük Ahmet ailesi olduğunu belirtmiştik.
Bu ailenin en büyük çocuğu Emin Efendi, onun küçüğü Rahmiye Ha-nım, onun küçüğü Sadık Efendi, ve en küçükleri ise, Mehmet Efendi idi, diye devam eden Efendi Babam;
Emin Efendinin (yani büyük amcamın) 2 erkek, 1 kız;
Rahmiye hanımın (yani halamın, yani annemin) 1 kız, 1 erkek;
Sadık Efendinin (yani Babamın) 3 erkek;
Mehmet Efendinin (yani küçük amcamın) ise, 1 kız, 2 erkek evlâtları olmuştur.
Onların da torunları vardır, diye ilâve ederek bizlere bildirmiştir.
Küçük Ahmet ailesinin (3) üncü çocuğu olan Sadık Efendinin Ahmet, Necdet, Cevdet, isimli üç çocuğundan (ortancası) olan kendisini (Necdet beyi) Nûsret Efendi, yerine bırakarak Hilâfetini ve emanetlerini, (ki “Tac-ı şerif, Cübbe, Kemer, bazı evraklar ve duvar halısı Yasin-i Şerif”tir,) ona tevdi etmiştir.
Bu vesile ile de o kanaldan gelen Hilâfet Tekirdağına gelmiştir. Bu hususlarda daha geniş bilgiler ileriki sayfalarda gelecektir. Böylece Terzi Babam Nûsret Babam ile hem zahir hem de batın bağı olduğunu biz-lere bildirmiştir.
U L U D E R G Â H I N A G E L D İ M
Gönüllere muhabbet veren
Ab-ı hayattan içiren
Kulları padişah eden
Ulu dergâhına geldim
Bakan gözlere nûr saçan
Minaremin kandillerini yakan
Gizli hazinenin sırlarını açan
Ulu dergâhına geldim...
Kûr’ânda adı olan...
Kâ’bede kapısı bulunan...
Girenlere ikram olunan...
Ulu dergâhına geldim...
13.03.1999
Ç. H. U.
B U Y O L K İ M İ N ?
Bu yol; Onsekizbin âlemi seyrân edenlerindir.
Bu yol; Hak yolunda canını verenlerindir.
Bu yol; Cümle varlığı sinesine gömenlerindir.
Bu yol; Uşşâki gülüne söz verenlerindir.
Bu yol; Rabbimin dön hitabını duyanlarındır.
Bu yol; Nefsini götürüp üç kuruşa satanlarındır.
Bu yol; Gafletten uyanıp sırra ulaşanlarındır.
Bu yol; Terzi Babaya gönül verip de, gönülde dolaşanlarındır.
Bu yol; Kızıldenizi geçip Firavunu boğanlarındır.
Bu yol; Vatanından uzaklaşıp da sıla hasreti çekenlerindir.
Bu yol; Dikeni seven, derdi bilen, tuzakları görenlerindir.
Bu yol; Varlık bendini geçip, yokluğa erenlerindir.
Bu yol; Toprak gibi çiğnenipte hayat verenlerindir.
Bu yol; Erenlerin dergahında Edep Ya Hû diyenlerindir.
Bu yol; İhrâma girip te tavâf edenlerindir.
Bu yol; Necdet'in Özünü Bilipte, Hakk’a Secde Edenlerindir.
30/03/1999
Ç. H. U.
T E R Z İ B A B A D Ö N E M İ
Değerli okuyucum,
Bizler hayatımızda bütün ihtiyaçlarımıza kâfi gelecek tam bir örnek şahsiyete sürekli muhtaç durumdayız, insânoğlu fıtratı gereği de daima ideal ve örnek şahsiyetler arar. Bazen de bu yolda hatalara bile düşe-bilir. Bu yüzden, yaptığımız uzun, derin ve dikkatli bir araştırmanın ar-dından sizlere gerçek örnek şahsiyetlerden birisini göstermeyi kendime bir vazife addediyorum.
Terzi Baba dönemiyle onun hususiyet ve özelliklerini tanıyıp kavra-yabilmemiz için, şahsiyet ve kişiliğinin toplandığı "NECDET" ismi üze-rinde bir miktar durup, bu ismin hakikat ve mahiyetini izah edip, bazı açıklama ve bilgiler vermek istiyorum. Zira bu bilgiler sadece burası ile sınırlı kalmayıp kitabımızın diğer bölüm ve izahatlarının daha iyi anlaşı-lıp idrak edilmesinde siz değerli okuyucularımıza yardımcı olacaktır.
Bilindiği gibi her ismin bir mahiyeti ve değişik tezahürü vardır.
Peki "NECDET" isminde hangi hakikat ve tezahürler bulunmakta-dır?
Her bir kelime, delâlet eylediği mânânın o sûrette meydana gelişinden başka bir şey değildir ve mânâ, o sûretin rûhudur.
Şu hâlde “cismi Necdet”, bu âlemde zahir olan Allahu Tealâ'nın kelimelerinden bir kelimedir.
Ve onun delâlet eylediği mânâ da “rûh-u Necati”dir.
"Necdet" (lûgatta) “kahramanlık, yiğitlik, efelik” gibi anlamlara gelmektedir.
“Necat”tan gelen bir isimdir. Yani Necdet'in aslı “Necat”tır.
“Necat” ise; “kurtuluş, kurtuluşa erme, halâs olma, selâmete er-me” gibi mânâlara gelmektedir.
Kûr’ân harfleri yönünden "Necdet"in yazılışını incelediğimizde;
nun, cim, dal, / te harflerinin
yan yana yazılışından ibaret olduğunu (necdet) görüyoruz.
"Necdet" ismini oluşturan bu harfleri bâtini yönleriyle ele aldığı-mızda ise şöyle diyebiliriz.
"Necdet"
(nun) Nûr-u ilâhi
(cim) Cemâl-i ilâhi
(dal ) Delil-i ilâhi
/ (te) Tevhid-i ilâhi
O hâlde "Necdet"; Nûr-u ilâhide Cemâlüllahın tevhid üzere bilinip seyredilmesinin delilidir.
“Necat” ise; bütün mertebelerde Hakikat-i Muhammed-i üzere kur-tuluşa erdiren, selâmete götüren demektir.
Burada aklımıza hemen şöyle bir sual de gelebilir:
Necdet ismini taşıyan binlerce şahsiyet vardır. Bu ifadeler onlar için de geçerli değil midir?...
Bu suale cevabımız şöyle olur:
Uzun, derin ve dikkatli bir çalışmamız neticesinde anladık ki; bütün Necdet'ler böyledir. Ancak onlarda bu özellik bâtında kaldığından zahire çıkamamıştır.
Nasıl ki Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti gazabında gizli ise...
Kadir Gecesi gecelerin içinde gizli ise...
evliyası da halkın arasında gizli olduğu gibi...;
“Necdet” de Necdet'lerin içinde gizlenmiştir, diyebiliriz.
Kûr’ân-ı Keriym'de "Necdet" ismi müstakil olarak zikredilmemekle birlikte, onun aslını oluşturan “Necat” Kelimesi ise 40.ncı sûre’nin 41.nci âyetinde şöyle geçmektedir:
“ve ya kavmi maleyi ed’uküm ilennecati
ve ted’uneniy ilennari “
"Ey milletim, ne tuhaftır ki ben sizi necat (kurtuluş) a çağırıyorum. Ancak siz beni nar (ateş) a davet ediyorsunuz.”
Bu konuyu ileriki bölümlerimizde daha değişik bir biçimde izah ede-ceğimizi belirtip Terzi Baba'nın şahsiyet ve kişiliğine dönmek istiyoruz.
T E R Z İ B A B A N I N
Ş A H S İ Y E T ve K İ Ş İ L İ Ğ İ
Boyu orta boyludan biraz uzunca olup, beyaz tenli toprak renkli, or-ta uzunlukta aklaşmış sakalı, parıldayan yüzü ve bütün vücuduna akse-den bir güzelliği vardır. Dikkatli bakan herkes ondaki bu istisnalığı he-men sezebilir.
Daima parlayan ve kendisi gülmediği hâlde bile gülümseyen bir vec-hi vardır. Bütün hareket ve davranışları sertlikten ve kabalıktan uzak, yumuşak (incitici olmayan) ve zâriftir. İnsânlarla muamele ve ilişkile-rinde hiç kimseyi sıkmayan, tevazu ve sevginin güzelleştirdiği asil bir görünümü vardır.
Konuşmaları teker teker dökülen inci taneleri gibidir. Konuşmaya başladığı zaman bir değer ve kıymet kesilir, sükût ettiğinde ise, kendi-sinde bir tefekkür hissedilir. Yüksek sesle konuşmaz, kötü söz söyle-mez, kimsenin sözünü kesmez, kınayan ve hata arayan özelliği de yok-tur.
Söz söylediğinde açık, anlaşılabilir ve mânâ bütünlüğünü koruyan güzel bir üslûpla konuşur. Sözlerini tekrar etme ihtiyacı hissetmez. Rastgele hiçbir söz söylemez. Bazen konuşmaları arasında gülümseyip lâtife yaparak konuya dikkat çekip başka anlamlar kazandırır. Genelde ondan çıkan sözleri ezberlemek de çok kolaydır.
Onu görüp şahsiyet ve kişiliğine yakın olduğunuzda "özü sözüne ne kadar mutabık birisi" diye de düşünüp değerlendirebilirsiniz. Onun beşeri ilişkilerinde hep samimiyet, güvenilirlik, tevazu, sadelik, nezaket ve saygı vardır.
Onu hep yön verici, yol gösterici, uyarıcı, sakındırıcı ve sevindirici özellikleriyle tanırsınız. Onun bu çağrıları mânâ âleminden kopup gelen sadık bir sestir. Terzi babam aynı zamanda şefkatli bir baba, iyi bir aile reisi, örnek bir eş ve arkadaş, kendi işlerini kendisi görüp başkalarına yük olmadan hayatını sürdüren birisidir.
O, çağları kucaklayan; daima tazeliğini, güncelliğini ve güzelliğini koruyan, insânları hep mi’râc çizgisine doğru çeken, bilimsel ve teknik gelişmelerle de ters düşmeyen birisidir. Onun sunduğu öğüt ve ilkeler, hep aranılan, hissedilen özelliklerdir.
O, yüksek idrakleri bize yansıtan bir ayna; asalet ile cömertliğin, le-tafet ile nezaketin, tevazu ile edebin, kısaca insânlık denilen yüksek de-ğerlerin, tekamülün ve güzel ahlâkın örneklerinden birisidir.
Bir kısmını sayabildiğim bu özellikler insânların onu sevmelerine se-bep olan güzelliklerinden bazılarıdır. Biz bu vasıfları onun şahsiyetinde gâyet açık net çizgilerle ve de renkleriyle görmekteyiz.
Terzi Babamın “Hakk” yolunda bilinç, hakikat, kemâl hayranlık, ih-tişam, aşk ve güzellikler vardır. Ona doğru yaklaştıkça heyecanınızın arttığını, kendi kabınıza sığamadığınızı, taştığınızı hissedersiniz
(Azamet ve Kibriya tecellisi).
Yaklaştıkça da onun sevdası sizi gafletinizden hemen uyandırır. Ya-vaş yavaş onunla dolu bir atmosfere girip, onun sizinle olduğunu kalbi-nizde, aklınızda, tefekkürünüzde, bedeninizde duymaya başlarsınız. Git-tikçe derinliğe doğru iner, indikçe hayret ve hayranlığınız artar. Onun heybetinin ağırlığını anbean görüp nefeslerinizi tutup, gözlerinizi kırp-maya bile cesaret edemezsiniz.
Göz yaşlarınız içinize akarken "Ben sana mecburum ve muh-tacım" ifadelerini dile getirirsiniz. Çünkü burası onun haremidir. O öyle bir hedeftir, ki hep bir gaye olarak kalır.
Terzi Babamın hayatını ve kişiliğini incelediğimizde, bir özelliği hep ön plânda görüyoruz. O da çalışmak ve çalışmak yine çalışmaktır. Ken-disi için olmayan bir dünyası ve yaşamı vardır onun... Sanatıyla imânını bütünleştirip zamanının büyük bir kısmını iğne ile kumaş, kağıt ile ka-lem arasında geçirmiştir.
Tekirdağ'daki terzihane dükkânı ise, kendisinin daha kolay buluna-bilmesi için bulunduğu mekândır. Bu mekândaki vakitlerinde kendisi ö-mür boyu hem bedenlere, hem de rûhlara elbiseler dikmekle meşgul ol-maktaydı.
Diktiği bu elbiseleri ise, kişilerin özelliğine göre bazısına dar, bazısı-na bol yapmaktaydı. Kim ki bu elbiseden giyme gayretinde olursa, işte o “kemâl ehli” olabilirdi.
Onun sanatının bayan terziliği olmasının hikmeti ise, avama karşı kendisini onunla perdeleyip gizlemesi ve de ömür boyu nefs mücadelesine devam etmesi içindir.
O sûreten temiz ve pak olduğu kadar ahlâken de âli ve kemâlatın zirvelerindedir. Onun vechine doğru baktığınızda sevmemeniz mümkün değildir.
Çünkü “ilâhi cemâl” hep zuhurdadır. Sıddıklık, rıza, inâyet (Allah'ın seçkin kullarına verdiği mutluluk), ihlâs, takva, hilm, edep ve mârifet onunla özdeşleşmiş nûrani hâllerdir. Onunla birlikte ol-mak kalplere, gönüllere huzur, safa, rahatlama ve ferahlık vermektedir.
“tahallâku bi ahlâk-ı rasûlûllah - Allah Rasûlünün ahlâkıyla ahlâklanma” sırrı ve tecellisi kendisinde görülmektedir.
Onun gönlüne girebilenler ise, hep huzur, emniyet, sükûn ve güven içinde yaşamaya başlamışlardır. “ve hazel beledil emiyn” sırrı ve te-cellisidir.
Çalıştığı terzihane dükkânının kapısı her zaman herkese açık tutul-muş, "yanımıza edep ile gelenlere biz de edep ile muamele ede-riz. Bu kapıdan içeri herkes girebilir. Esas olan ise, gönül kapı-sından içeriye girmektir." sözleri onun hayat düsturlanndandır.
Onun sağ elini ve avuç içini öpmek ise, “Hacer’ül Esved”i öpmek ve istilâm etmek (selâmlama) bîad'ı yenilemek ve ahde vefa gös-termektir.
Bunu nasıl izah edersiniz diye sual olunduğunda, şöyle açıklayabili-riz: Nasıl ki hacca gidildiğinde tavafa başlayabilmek için tavafin şartla-rından birisi de Hacer’ül Esved çizgisine gelip Hacer’ül Esved'i öpmek veya imkân dahilinde değilse uzaktan selâmlamak gerekir;
İnsân-ı Kâmil de “Allah'ın beyti”dir. Dolayısıyla O'na doğru mi’ râc yolculuğu yapabilmek için edep dairesine girip sağ elini öpmekle yo-la girilir. Çünkü İnsân-ı Kâmil'in eli, Hacer’ül Esved mesabesinde, Hacer’ ül Esved de, “Allah'ın eli” mesabesindedir. *(9)
Rasûlûllah (s.a.v.) Efendimize veliler hakkında bilgi sorulduğunda "Onlar görülünce Allah hatırlanır," buyurdular *(10)
Meşhur Yahudi alîmlerinden Abdullah Bin Selâm Hazreti Peygambe-rimizin (s.a.v.) mübarek yüzünü gördüğünde “Bu yüz yalancı ola-maz,” diyerek müslüman olmuştur. *(11)
*(9) Hz. Ali'den nakledidiğine göre; “Hacerül Esved, Bezm-i Elest'te Allah'ın bu tür insânlardan kendisini Rab olarak tanı-maları yönünde aldığı sözü içinde taşımakta olup ondan bu ahde vefa gösterenler lehinde, kıyamet günü şahitlikte bulunması is-tenecektir.” (“Erzakı l, Süheylî 273” İslâm Ans. C: l 14)
Diğer bir hadiste ise, “Hacerül Esved'e dokunmak, Rahmân'ın sağ eline dokunmak gibidir,” (“îbn-i Mace, Menasik 32 El Hindi XII 219”)
Kütüb-ü Sitte dışındaki bazı hadis kitaplarında ise, "Hacerül Esved'in yeryüzünde Allah'ın sağ eli olduğu, onun vasıtasıyla kulları ile musafaha ettiği, Hacerül Esved'e dokunanın Allah'a bîad etmiş olacağı anlatılır.” (“Heyseni III 242” “Müttaki El Hindi XII 219” İslâm Ans. Cilt: 14)
*(10) İbn-i Mace
*(11) Asr-ı Saadet Cilt III S.784
Büyük insân Peygamber Efendimizin yaşamından aktardığımız bu ö-zellikleri onun izinden yürüyen Terzi Babamın şahsiyet ve kişiliğinde bulmaktayız. Onun hayat felsefesi muhabbet ve mârifet üzerine kurulu-dur.
Yüce Rabbimizden bizi sevdikleriyle ve nimetlendirdikleriyle yoldaş yapmasını niyaz ediyoruz. Amin.
S O H B E T L E R İ ve Y E R L E R İ
İrşad ve tebliğin en önemli faaliyetlerinden birisi de Asr-ı Saadetten günümüze değin devam eden sohbetlerdir. "Beraber bulunma, görü-şüp konuşma" gibi anlamlara gelen "Sohbet"i insânları gayeye ulaş-tıran en mühim vasıta olarak da düşünebiliriz.
Sahabe cehâlet karanlıklanndan yüce makamlara Hz. Peygamberi-miz (s.a.v.) in sohbetlerine devam ederek ulaşmışlardır. Özellikle de Medine'de Mescid-i Nebi sofasında ikâmet eden; devamlı olarak soh-bet, ilim, riyâzat ve ibadetle meşgul olan; bütün ihtiyaçları da Hz. Pey-gamberimiz tarafindan karşılanan "Ashab-ı Suffa" İslâmın rûhi haya-tında çok derin izler bırakmıştır.
Bunlar hayatlarını Hazreti Peygamberimizle birlikte geçirmeye ada-mış, yola çıktıklarında dahi ondan ayrılmamış, yaşayış ve davranışla-rıyla da İslâm tasavvufu için bir ehemmiyet oluşturmuşlardır.
"Ben bir muallim olarak gönderildim. Kişinin duyacağı hik-metli bir söz, bir yıllık nafile ibadetten üstündür," diyen Peygam-berimiz, sohbetin önemine dikkat çekerken; "Bir Ârifin huzurunda bir saat kalmak, 70 yıllık nafile ibadetten üstündür," diyen gönüller sultanı Hazreti Mevlâna da yine sohbet konusuna dikkat çekmektedir.
Günümüz insânının irşad ve sohbete olan ihtiyacı ise her zamankin-den daha fazladır. Çünkü irşad ve sohbet hayatın gerçeğidir. Dinimizin güzelliklerinin yayılması ve yaşanması, İslâm insânı olabilmek ancak bunun ile mümkündür. Çölün ortasında susuz kalmış olan bir kimsenin suya ihtiyacı ne kadar mühim ise, günümüz insânının da gerçek sohbe-te ve irşada olan ihtiyacı o derece mühimdir.
Bu kısa izahat ve açıklamalardan sonra Necdet Ardıç Uşşâki Efen-dimizin sohbetlerine geçmek istiyorum. Esasen o, sohbet kelimesi ve meclisleriyle daha küçük yaşlarında iken tanışmıştır. Henüz 15 yaşla-rında Kûr’ân kursunda öğrenci olduğu dönemlerde, kendisine Kûr’ân-ı Keriym ve dini bilgiler dersleri veren hocasının öğretmiş olduğu bilgile-rin halka ve cemaate gösterilmesi için ve de teşvik edilmesi maksadıyla bir Cuma günü hocası; "Oğlum Necdet, oturduğun yerden bizden öğrenmiş olduğun bilgileri cemaate anlatıver," der.
Bunun üzerine o da bulunduğu yerden cemaate hitab etmek sûre-tiyle öğrendiği bilgileri anlatmıştır.
Bu onun sohbet ve hitabet yolundaki ilk adımıdır. Şahsiyetinde reh-ber ve yol göstericilik, müşkülleri halletme gibi vasıfları olduğu için seyr-i sülûkunu sürdürdüğü yıllarda da çevresinde hep dostane arka-daşları ve guruplar olmuştur.
Onun hayatını incelediğimizde, dünyevi çalışma yönü de dahil, za-manının çok büyük bölümü sohbet ile ve de bunun yapıldığı meclis-lerde geçmiştir. Ona göre ancak sohbet ile elde edilen irfaniyet rağbet edilen değerlerin en şereflisi, kazanılan cevherlerin en erdemlisidir.
Seyr-i sülûku ilerledikçe konuşma, insânları etkileme ve de irşad özelliği de gelişmiştir. Mürşidi Nûsret Tûra hazretlerini ziyarete gidip evinde misafir olarak kaldığı günlerde ise, gerek ev halkı, gerekse çev-reden gelen misafirlerle yaptığı sohbet ve konuşmaları mürşidinin hanı-mı ve aynı zamanda halası olan Rahmiye Hanımı derinden etkilediği için, memnuniyetlerini "Oğlum, yine bizleri neş’elendirdin," ifadele-riyle dile getiriyordu.
1979 yılında mürşidi Nûsret Tûra'nın vefatıyla birlikte ilâhi emaneti (halife) ve sorumluluğu üstlendiğinde 41 *(13) yaşında olan Necdet Ardıç Uşşâki Efendimiz mürşidinin Bebek'teki dergâh olarak da kullanı-lan evinde sohbet ve irşad faaliyetlerini kaldığı yerden devam ettir-miştir.
Bebek'teki bu tarihi evde iki yıl boyunca devam eden sohbetleri, ge-rek Rahmiye Hanımın vefatı gerekse evin satılması dolayısıyla sona er-miştir, ihvanın dağılmasına ve sohbetlerin sona ermesine gönlü razı ol-mayan hanım dervişlerden Mesrure Hanım, Fındıkzade'deki evini Allah rızası için bu hizmetlerin devam ettirilmesi yönünden teklif etmiştir.
Bu teklifi düşünüp olumlu bulan hazretimiz, bundan böyle İstanbul ve çevresindeki müntesipleri için Fındıkzade'deki bu evde çok uzun yıl-lar sohbet, zikir ve irşad faaliyetlerinde bulunmuş, her türlü maddi zor-luğu da aşarak her ayın belirli günlerinde Tekirdağ'dan İstanbul'a gidip kendisini burada özlemle bekleyen ihvanın gönüllerine seslenmiştir.
Evini Allah rızası için sohbet meclisine dönüştüren Mesrure Hanım ise arkadaşı Ayten Hanım ve kızı Nuriye Hanım ile birlikte sohbet dinle-meye gelenlere her türlü hizmet ve yardımı şevk ile sürdürmüşlerdir.
Hazretimizin İstanbul'daki sohbetleri devam ederken yaşamını sür-dürdüğü Tekirdağ'da ise kendisine gönülden bağlanıp izinden yürüyen, kalplerine "Terzi Baba" sevgisi fidanlarını diken dostane bir gurup oluşmuştur. Kendisine tabi olan buradaki müntesipleri için ise haftanın belirli bir gününde, dergâh usulüyle hazırlanmış olan ve adına "İrfan Mektebi" denilen evinin özel bölümünü sohbet gayesiyle onların hiz-metine sunuyor, dertlerine derman olmaya çalışıyordu.
*(13) 41'in hakikati ileride açıklanacaktır.
Yıllar akıp giderken O'nun gönüllere şifa ve gıda olan sohbetleri ve eserleri de dillerde "Terzi Baba" diye konuşulmaya başlanmış, ülkemi-zin çeşitli yerlerinden hatta yurt dışından kendisiyle görüşüp konuşmak, bir müşkilini halletmek ve biad etmek için arayanlar ve ziyaretine ge-lenler çoğalmaktaydı.
1990 sonrası yıllarda kendisine yapılan davetler üzerine gitmiş oldu-ğu Ege ve Marmara bölgelerinde yaptığı Hak ve hakikat sohbetleri, din-leyenlerde derin etkiler bırakmış, kısa sürede bu çevrelerden kendisine intisap eden çok sayıda gönül ehli çıkmıştır. Onlar için de zaman zaman buralara gidip sohbetler yapmaya başlamıştır.
İstanbul'daki sohbetlerin yapıldığı evin sahibesi Mesrure Hanımın hastalığı ve yaşlılığı dolayısıyla burada son bulan sohbetleri bu defa Ka-sımpaşa'daki Pir Hasan Hüsameddin Uşşâki Hazretlerinin kabrinin de içinde bulunduğu, Uşşâki dergâhında yapılmaya başlanmıştır, iki yıl bo-yunca zevk ve neş’e içerisinde tarihi mekânın manevi atmosferinde ger-çekleşen sohbetleri, dergâhın yönetimi hususunda çıkan ihtilâf sonucu burada sona ererken önceki sohbetlere ev sahipliği yapan Mesrure Ha-nımın oğlu Sefer Bey, gayretleriyle İstanbul'daki sohbetlerin ve hayırlı hizmetin devam ettirilmesi yönünde vesile olmuştur. Her ne kadar me-kânların yeri zaman içinde değişmişse de sohbetleri devam etmektedir.
İsimlerini ve yerlerini belirttiğimiz bu özel çalışmalarının dışında Hazretimizin sohbetsiz geçen günleri yok gibidir. Gerek evinde, gerekse çalıştığı terzihane dükkânında ziyaretine gelenlerle, işlerini aksatmadan, sohbetini yapabilmekteydi.
Genellikle kış aylarının uzun gecelerinde hafta sonlarında ihvandan birisinin evine teşrif edip, dostların bir araya geldiği "aile sohbetleri-ne" de katılmaktaydı.
Ayrıca Çarşamba akşamları kesintisiz olarak irfan sohbetlerini de büyük bir gayret ile sürdürmekteydi.
Peki, onun sohbetlerinin genel özellikleri nelerdir?
Necdet Ardıç Uşşâki Efendimizin tasavvuf ve sohbet çalışmalarının ağırlığı kişiye kendi hakikatini bildirmeye yöneliktir. Bunu yaparken de ameli çalışmaların yanı sıra zihni ve fikri tefekkürle hedef gösterilerek "irfaniyetin" o kişide faaliyete geçmesi sağlanmaktadır.
Sohbetine başlamadan evvel mecliste hazır bulunanlara şu nasihatte bulunuşu tasavvufi hikmetle doludur. "Kafanızda, gönlünüzde beşe-riyete ait ne varsa hepsini çıkanp atın ve unutun," demek sûre-tiyle bir sohbetin hedefine ulaşabilmesi için dinleyen ve söyleyenin aynı atmosferde buluşmasının gerekliliğine dikkat çekerdi. Onun sohbet et-tiği mecliste rûhani bir hava oluşur, herkes pür dikkat gözlerini ona doğru çevirir ve öyle dinlerdi.
Peygamber Efendimizin “kellimünnase alâ kaderi ukûlühüm” "însanlara akılları miktarınca konuşunuz" ifadesi onun genel ölçü-südür. Sözlerinde mânâ derinliği, insân rûhuna tesir kuvveti, insânlara bilmedikleri şeyleri öğretiyor olması özellikleri de mevcuttur. Sözleri faydalı, doğru, ölçülü, açık seçik, güzel ve maksadı ifade eder tarzdadır.
Tebliğ ederken, aynı zamanda terbiye edici özelliğini hissetmek de mümkündür. Açık ve anlaşılır hitabetiyle, söze başlayıp bitirişiyle birçok mânâları birkaç kelimede toplayıp ifade eden "cevâmi-ül kelim" tar-zından konuşmalarını dinlemek ise, bıkılmayan bir zevktir.
Konuşmaları arasında onun emin biri olduğunu ve Allah tarafindan da teyid edildiğini söyleyebilirim. Onun söz ve hareketleri sohbetine ge-lenlerde gönül huzuru ve rûhi doygunluk kazandırırken sükünete ermiş olarak büyük bir huzur içerisinde ayrılmalarını sağlardı.
Hazretimiz gerek zahiri çalışma ve ilimler yoluyla elde ettiklerini, gerek kendisinin gönül gözünü açmış olan Nûsret Tûra Uşşâki gibi ilm-i ledün sahiplerinden elde ettiği temel anlayış ve düşünceleri, kendi dü-şünce ve kanaatleriyle de birleştirerek sohbetlerinde anlatıyordu.
Muhyiddini Arabi'nin "Fususu'l Hikem"i, Hazreti Mevlâna'nın "Mesnevi"si, Abdülkerim Ciyli'nin "İnsân-ı Kâmil"i gibi ârifan ve hik-met ehlinin Kûr’ân ve hadislerden sonra kaynak eser olarak kabul et-tikleri bu meşhur eserleri yıllardan beri te'vil ve şerh edip idraklere sunmaktadır. Yine Kûr’ân'ın baştan sona te'vil ve tefsirini "vehbi" bir ilimle yapmaya çalıştığı "Kûr’ân'da Yolculuk" adlı çalışması da onun sohbetlerinin başlıcalarıdır.
O, Hak yolunun yolcusu sayılan sâlik için sohbetlerin feyiz ve fütu-hat kapısı olduğunu açıklayıp, nefsin en büyük tuzaklanndan birisinin de kişiye bir mazeret gösterip sohbetlerden uzaklaşmasını sağlamasıdır, deyip dikkatli olunmasını öğütlerdi.
Sonuç olarak bütün bu bilgi ve ifadeleri burada düşünüp değerlen-direcek olursak, "Terzi Babamın" sohbet çizgisi, Kûr’ân'ın hayata geçirişi ve Allah'ı bilme sanatının sunulmasıdır. Onun sohbetlerini Asr-ı Saadete açılan bir pencere veya Asr-ı Saadetten asrımıza sa-adet getirmek için açılan bir kapı gibi düşünebiliriz. Bu sohbetlere işti-rak etmek ise, suyu kesilmeyen bir şelâlenin altında yıkanmaktır.
Bir kıymet ve değer arz eden bu sohbetlerinin boşta kalmayıp kalıcı olmasını sağlamak için de kasetler aracılığıyla kayıt altına alıp arşivinde sakladığı çalışmasını ise gönül hanelerimize bırakacağı en değerli miras şeklinde düşünüyorum.
Hakikate giden yol onun gönlünde tecelli eden ilâhi rıza ile bulunabilir.
14/07/2001
Cumartesi
Ç. H. U.
Mesrure Hanımın oğlu Sefer beyin kalpten ani ölümü üzerine Terzi Babam, onun hakkında şu yazıyı yazmıştır.
Dostları ilə paylaş: |