İ Ç İ n d e k I l e r


kale rabbişrah liy sadriy ve yessir liy emriy



Yüklə 2,77 Mb.
səhifə9/36
tarix30.07.2018
ölçüsü2,77 Mb.
#64353
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   36

kale rabbişrah liy sadriy ve yessir liy emriy


vahlül ukdeten min lisâniy yefkahu kavliy

vec’al liy veziyren min ehliy harune ehıy

üşdüd bihi ezriy ve eş­rikhü fiy emriy

key nüsebbihake kesiyren ve nezküreke kesiyren

inneke künte bina besıyren
dedi yarabbi Benim göğsüme genişlik ver.

Ve benim için işimi kolaylaştır.

Ve dilimden düğümü çöz sözümü iyice anlayabilsinler.

Ve bana ailemden bir vezir kıl. Kardeşim Harun’u.

Onunla arkamı kuvvetlendir Ve onu işimde ortak kıl.

Tâ ki, seni çokca tesbih edelim. Ve seni çokca zikreyleyelim.

Şüphe yok ki, sen bizi hakkiyle görücüsün.
Mûsâ (a.s) “Sadr” göğüs genişliğini talep ederken Efendimize ise, “elem neşrahleke sadreke” ayetindeki beyan-ı ilâhi ile kendisi ta-lep etmeden “biz senin sadr (göğsünü) daha baştan genişletmedik mi?” diye hitap etmektedir.
Hz. P E Y G A M B E R E (s.a.v.) O L A N

H İ T A B L A R

(İNŞİRAH Sûresi 94/1 - 8 )









elem neşrah leke sadreke ve veda’na anke vizreke

elleziy enkada zahreke ve refa’na leke zikreke

feinne me’alusri yüsren inne me’alusri yüsren

feiza feragte fensab ve ilâ rabbike fergab



Senin için göğsünü açıp genişletmedik mi ve senden yükünü indirmedik mi?.

Öyle ki, senin sırtına pek ağırlık vermişti. Ve senin için şânını yükselttik.

Artık şüphe yok ki, çetinlikle beraber bir kolaylık vardır. Hakikaten her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.

Artık boş kaldın mı hemen çalış. Ve ancak Rab’bine yönel.

(ALAK Sûresi 96/1)




ıkra’ bismi rabbikelleziy haleka



Oku Rab’bin ismiyle O zât ki halketmiştir

Hitablardaki farklılıklarla düşündürdükleri :
I9/8/I986 Salı günü Akşehir’de Nasrettin Hocayı türbesinde ziyaret.

Hoca der ki: “Gülmesini ve güldürmesini öğren.”

Burada bahsedilen “gülme” bizim anladığınız mânâdaki zahiri gül-me değil gerçek gülüş, yani kahkahası olmayan gülüştür ve ebedi gü-lüştür.
Akşehirden yola devam ile Konya’ya varış ziyaretler, gece Konyada kalış.
20/8/I986 Çarşamba Sabahı tekrar ziyaretler.

Mevlâna’da

Aşıkı canan olan kande bulur kendini.

Aşıkı Mevlâ olan kande bulur kendini.

Kendini bul mâh ol, sonra ol şemsi taban.

Daim Aşk oduna yan. Aşkla olur işler tamam.

Ben Aşıkım dersen, sakın aldanma heman.

Aşk benim adımdır benimle olur tamam.
Aşkını ver, aşkımı al. Söyle duysun cümle cihan.

Serden geçmedikçe serapa bulunmaz Aşk.

Aşk ilaçtır her derde kendinden başka dermanı yok.

Aşk’la aşk’ı iyi tanı, vardır onun iki yanı.

Biri kendinle seversin. biri dahi kendinsiz.

Çün anladın bunları tam, yok olur âlemde ham.

Seversin cümleyi alırsın kâm, âlem böylece döner vesselâm.


Sen Aşk nedir bilir misin? Kalmaz üçün ikisin.

Yasindeki sırrı Sinin kendin’de bul kendinde.



Aynı gün Hz. Şems’te

Ne istersin bu âlemde ALLAH’ından başka.

Yapış o anladığına ilâhi Aşk’a.

Gördüğün nedir? Allah’dan başka.

Yol yoktur sarıl ilâhi Aşk’a
Biz’ki âlemi seyran ettik hiç çekmedik cefa.

Siz’ki kaldınız bir gece eylediniz bize eza.


Biz’ki dosta can verdik her dem serapa.

Siz’ki dost’u ard edip nefsinize ettiniz temennâ.
Biz’ki ne han aradık ne hamam, dost için seyr ettik her an.

Siz’ki nefsiniz için çıktınız seyrana, biraz da uğradınız bu garibana.


Biz’ki Mevlânaya kul olup onu çektik kendine,

Siz’ki nefsine kul olup, girdiniz nefis bendine.
Biz’ki ne ar koyduk ne yar, ne ihvan ne de ıyal,

Siz’ki dosttan gayrı her şeyi eylediniz evlâdı ıyal.


Kendinize dönün, kendinize dönün,

kendinize dönün, kendinize,

Hiç bir şeyden fayda yok hemen dönün kendinize.
Aynı gün Konya’dan haraketle Nevşehir üzerinden Hacı Bektaş’a va-sıl oluş, akşam üzeri olduğundan müzenin kapanmış olması dolayısıy­la gecenin orada geçirilmesi.
2I/8/I986 Perşembe sabah kalkış müzeyi ziyaret, her tarafı dolaş-mak, seyre değer güzel bir hava, çilehanede epey oturmak, Hacı Bektaş velinin türbesini ve diğerlerini ziyaret etmek.
Ve bir soru, “Sizdeki ve dervişlerdeki bu hâl nedir?”

Ve cevap, [Genelde Hz. Peygamberden sonra insânlar beş ayrı ya-şam ve duygu yoluna girdiler. Bunlar dört halife ve Muaviye yaşantı-arıdır. Bunların içinde en zoru ise, Muaviye yaşantısıdır, fakat avam halk bunları anlayamaz. Efendimiz bu yaşantıların hepsine câmi idi, ondan sonra böyle bir toplayıcı o zamanda gelmeyeceğinden başa ge-çenlerin hepsi sadece kendi özelliklerini ortaya koydular. Böylece beş ayrı özellik ortaya çıktı, her birerlerini takib edenler birer gurup mey-dana getirdi böylece ayrılıklar oldu.

Biz Ehlibeyt sevgisini ve o sevgi ile Hakk’a yaklaşma yolunu yani Hz. Ali yolunu sevgi ve nefis ile mücadele yolunu getirdik, düşmanlık yolunu getirmedik fakat bizi sevenlerin aşırı sevgisi yüzünden ortaya düşman-lıklar çıktı bu işleri çok az kimse gerçeği ile anlayabildi. Genelde herkes kendine göre yorum yaptığından aşırı sevgi, aşırı düşmanlık doğurdu.
Beş yolun altıncısı ise, bütün bunları toplamaktır ve “Hakikat-i Mu-hammed-i” de budur ve gerçek ârifler bunlardır. Tabiiki her yolun yolcu-ları vardır ve olacaktır.
Bizim yolumuza kaynak Hz. Ali yaşantısıdır, biz bunu ortaya koyduk. Anlayan, hakikatine erdi huzur buldu anlamayan işin dışında kaldı.]

Balım Sulltan türbesinden bir dörtlük.
Ser’tlikle bir şey hasıl olmaz ey püser.

Ser’ttir bıçağın gamzesi bağrını keser.

Ser’te ser feda olsun sana’dır ser.

Ser’t olma aşıkların sana küser.


Kaygusuz Abdal’dan bir dörtlük.
Aşk ile geldim cihane meskenem dağlar menem.

Terk edip cümle sivayı mahremi tevhid menem.

Güş edince men aref esrarını mest olan ahkâr menem.

Şöyle ikrar verdim ol dem Kaygusuz abdal menem.


Böylece Hacı Bektaş’tan aynı gün yola çıkıldı, akşam üzeri Ankara’ya vasıl olundu, Hacı Bayram Veli’yi ziyaret, türbe kapanmak üzere hemen kısa bir dua; türbe kapandı.

Gece Ankarada kalış, Gençlik parkına gidiş, uçan arabalara biniş, müthiş değişik bir yaşantı, sanki sonsuzluğa düşüş ve çıkış. Gece çok sıcak, uyku yok, hayli yorgunuz, sabah erken kalkıp tekrar Hacı Bayra-ma geliş, fakat türbe açık değil dua ediş, dışarıdan oradaki yemci kadı-nın hâli, cuma akşamları orada velilerin toplanmaları, yemek yapmaları o kadına da vermeleri, karnının doyması, biraz daha konuştuktan sonra veda ederken arkamızdan beni de götürün götürün sizi çok sevdim, be-ni de alın götürün diyerek arkamızdan ağlayarak dua etmesi.


Hava sıcak hepimizde yorgunluk ve halsizlik var, seyahati kesmeğe karar vererek Tekirdağına doğru yola çıkıyoruz.
22/8/1986 Cuma, uzun bir yolculuktan sonra akşam saat 21 sula-rında Tekirdağına vasıl oluyoruz. Yolcular Necdet, Erdinç, Nüket, Sebile, Saime ve Cem’di.
Hazretimiz N. Ardıç efendimizin gezi ve seyahatlerinin bir bölümü de bir defa Irak, iki defa da Suriye’ye özellikle de Bağdat, Şam, Necef gibi şehirlere olmuştur. Onun bu seyahatlerinin amacı geçmiş ve yakın tarihin ilim, irfan, kültür merkezi durumunda olan bu yerlerde geçmişte yaşayıp da bu topraklarda can veren Halife, sahabe, seyyid, alîm, ârif ve velilerin kabirlerini görmek istiyordu.

Özellikle Necef’te Hz. Ali Efendimizin kabri, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in kabri, Bağdatta Abdülkâdir Geylâni, Cüneydi Bağdadi, Sırrı Sakati, Ahmeter Rufai, Şam’da da Muhyiddin-i Arabi, Bilâl-i Habeşi gibi ismini burada zikredemediğimiz birçok mânevi şahsiyetin ziyaretçisi olmuştur. Kendileri zaman zaman “Mekke ve Medine’den sonra en çok görmeyi arzuladığım yerler buralarıydı,” diye ifade-lerde bulunuyordu...


Bağdat gezilerinde Gavsül Azam Abdülkâdir Geylâni Hazretlerini zi-yaretleri sırasında rûhaniyetine yöneldiğinde, “Kudret tecellisinin za-hirdeki mazhariyetini gördüm. Şöhretinin çokluğu buradan kay-naklanıyor,” tecellisini belirttikten sonra; Şamda da Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin kabrini ziyaretleri sırasında rûhaniyetine yöneldiğinde “Beni kabrimde aramayın, ben eserlerimin satırlarının içindeki mânâlarda gizliyim,” tecellisinin kendisinde oluştuklarını beyan etti-ler.
Şam ziyaretlerinde görüştükleri zâtlardan birisi de Türk asıllı olup Nakşibendi meşrepli ve “Ebrar” evliyası diye nitelendirdiği “Hamdi Arabi” olmuştur.
Hazretimize göre “Hamdi Arabi” İbrahimiyet velilerinden olup, sü-rekli sabır çeken fiili amellere çok dikkat eden birisidir. Hamdi Arabi hiç aksatmadan 28 sene Şamdaki Emeviye câmiinde sabah namazını eda etmiştir.

Yaşlandığım için Allah (c.c.), benden sadece “lâ ilâhe illâllah” ve “Hu” zikrini çekmemi istedi,” diyen Hamdi Arabi bir rû’ yasını görüşme esnasında hazretimize şöyle anlatır.


Bir gece hastalığım dolayısıyla abdestsiz yattım. Uyuyunca rû’ya görmeye başladım. Rû’yamda beni bir çöp kamyonuna ge-tirip bunu götürüp Sibiryaya atın dediler.”

Bu rû’yayı görmesine abdestsiz yatmasına bağlıyor Hamdi Arabi...


Bu olayı bize nakleden Terzi Babam ise, bunun bir de irfaniyet yönü ile değerlendirilmesi gerektiğini söylediler.
Kendilerinin gerek yurtiçi, gerekse yurtdışındaki bu seyahatleri es-nasında yazdığı çok sayıda şiir, yazı notları ve fotografları da mevcuttur.

Kıymetli Gönül Dostum,

Hazretimiz Necdet Ardıç beyin seyahatlerinden birisi de 1999 Ekim ayındaki Umre Haccı olmuştu. Bu umre Haccının belirli bir bölümünde kendilerinin yanında bulunmam hasebiyle bu Umre ziyaretinde oluşan, birlikte yaşayıp şahit olduğum bazı varidatları sizlere “KÂ’BE NOTLA-RIM” şeklinde açıklamak istiyorum.


Bu notların oluşumuna geçmeden önce bir hususu açıklamakta yarar görüyorum. Terzi Babama intisab edip seyr-i sülûkumdaki yolum ilerle-yip genişledikçe, kendilerine yakınlaştıkça hep bir şeyi gönülden çok arzulamaya başlamıştım.

O da şu idi: “Allah’ım lûtfetsen de O’nunla bir de Mescid-i Ha-rem’de karşılaşıp, kendisini bir de haremde görüp tanıyabil-sem,” diye gönülden niyazda bulunuyordum.


Aylar ve yıllar ilerledikçe içimdeki hasret de büyüyordu. Yaşam şart-larımızı düşündüğümde zaman ve mekân mefhumlarını düşündüğümde bunun yani kendisiyle birlikte Mekke’ye harame gitmenin neredeyse im-kânsız olduğunu yaşadığım şartlar haber veriyordu. 1999 yılının başları idi ve gördüğüm bir zuhurat da şöyle idi:
Kendimi Mekkede görüyorum Kâ’be’yi ziyarete gitmişim. Mescid-i Haremin dış kısımlarında (sonradan tesbit ettiğim) Melik Faht kapısının açıklarında düşünceli ve tatminsiz bir halde yürü-yorum. Buraya kadar geldim ancak Kâ’be’nin özünü bulamadım. Acaba Kâ’be’nin özü nerede diye hem düşünüyor hem de yürü-yorum. Derken karşımda bir araba belirdi, 20-30 m. uzaklıkta karşımda durdu. Kapısı açıldı, içinden Terzi Babam indiler. Ken-dileri bana doğru dönüp sağ elini ve avuç içini bana doğru uzat-tılar. Ben de O’na doğru yürüyerek sağ elinin avuç içini öptüm. Sonra gönlümde bir huzur ve tatmin hasıl oldu. İşte Kâ’be’nin özünü buldum düşünceleri bende hasıl oldu.
Daha sonra beni arabaya aldılar. Arabanın içinde tanıdık yüz-lerden Nüket Anne, Târık Bey ve eşi ile o anda tanıyamadığım iki hanım daha vardı. Yolculuk sona erdi. Kendimi bir anda Annem ve Babamların yanında buldum, tüm aile fertleriyle yemek yeni-yordu. Ben de kendilerine Umre’den geldim diyorum.”
Aradan belirli bir süre geçince diğer zuhuratlarımla birlikte bu rû’yayı da Terzi Babam’a anlattığımda, “görevli olarak Hacca gitmek için müracaat et bakalım Hak ne gösterecek,” dediler.

İlerki günlerde Hac görevlendirme sınavına girip kazanmıştım. Hac görevlisi olarak bir sonraki yılın görevlisi olmuştum. Normalde haftalık izin günlerimi iyi değerlendirmek amacıyla hazretimizi ziyaret ederek geçiriyordum. Yine böyle bir ziyaret gününde, kendileri yakında Umre’ ye gitme kararı aldıklarını bana bildirdiler. Ancak benim kendileriyle gidebilmem mümkün değildi. Ben ancak Hac mevsiminde gidebilecek-tim.

Hazretimiz ve eşi Nüket Hanım Validemiz ve ihvandan bazı kişilerle artık gidiş için hazırlıklarını yaparlarken ben de hac hazırlık dönemi için seminere katılmak üzere Konya’ya çağırılmıştım.
Seminere katıldığım ilk günün sabahında Konya’da şöyle bir hadise yaşadım. Seminer Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen yaklaşık 200 kişinin katılımıyla oluyordu. Seminer başlayacağı anda çağrılmama rağ-men isim listesinde ismim yoktu. Bunun düzeltilmesi için ilgililerle gö-rüştüm. Onların da tüm çabalarına rağmen Ankara ve Tekirdağ ile telefon ve faks görüşmelerine rağmen bu durum bir türlü düzeltilemedi ve en sonunda şu anda rahmetli olan daire başkanı Avni Kurt bana Te-kirdağa dönmemi ve gerekirse sonraki seminere çağrılacağımı söy-lediler.

“Her işte hayır vardır,” deyip oradan ayrıldık. Tekirdağa geri dön-düm.


Aradan geçen birkaç haftalık zaman sonra da Terzi Babamları Umre için önce Medineye gitmeleri için uğurladık. Kendileri ihvandan bazı ar-kadaşların katılımlarıyla önce Medinede bir süre kalıp daha sonra da Mekke’ye geçtiler.
Ancak onlar Mekke’de iken bir gün evimin telefonu çaldı. Ankara’dan başkanlıktan arıyorlardı. Bursa kafilesini Umre’ye götürmek üzere gö-revlendirildiğimi ve acil olarak çıkış işlemleri için Ankara’ya davet ettiler. Bu haberle birden şaşırmış heyecanlanmış, adeta elim ayağıma dolaş-mıştı.

Çok istediğim, arzuladığım Terzi Babam ile Mekke’de görüşebi-lecek miydim?...

Bunun için de bizim kafilemizin önce Mekke’ye gitmesi gerekiyo-rdu. Zira Medine’ye gidersek Mekke’ye geçene kadar onlar Türkiye’ye dönmüş oluyorlardı.

Ankaradan aldığım kafile plânlarında “önce Mekke” diyordu. Artık gerekli hazırlıkları yapıp ihrama girip Mekke’ye doğru heyecanlı bir yol-culuğa çıkmıştık.


İlk defa Mekke ile... Kâ’be ile... Harem ile... tanışacaktım.

Mekke’nin mükerrem havasında Terzi Babam ile buluşabilecek miydim?....
Bu duygular içinde önce Cidde’ye indik, ardından da kafile ile Mek-ke’ye geldik. Vakit sabah namazına çok yakındı. Hareme çok yakın olan otelimize eşyalarımızı yerleştirip gerekli resmi işlemlerimizi bitirip Mescid-i Hareme doğru yürüdük.

K Â’ B E N O T L A R I M
Hareme girdiğimde sabah namazı kılınıyordu, hemen Kâ’be-i Şe-rifi ilk görüşümde “Allah’ım varlığınla varlığımı özünle özümü kuşat zâtî tecellini nasib et, ‘esmâ-i ilâhiyye’nin ve ‘hüvallahüllezi’nin tahakkukunu göster,” diye dua ediş...
Sabah namazını eda ettikten sonra ihramda olduğumuz için tavaf, say, traş gibi umre vecibelerini yerine getirip ihramdan çıktığımızda öğle vakti olmuştu.

Ne olduğunu anlayamadan buraya gelmiş kendimi haremin içinde bulmuştum. Öğlen namazını da eda ettikten sonra artık Terzi Babamı arayıp bulmam gerektiğini düşünüyor, etrafa bakıyor, onbinlerce insâ-nın içinde ve herkesin beyazlar giydiği bir büyük mekânda bunun nere-deyse imkânsız olduğunu düşünüyordum.


Belirli bir süre hep etrafa bakarak nasıl bulabileceğimi araştırdım. Altınoluğun karşılarında haremin iç kesimlerinde bulunduğum yerde bir süre tefekküre daldım. Hazretimizin bir sohbeti gözümün önünden bir şerit gibi geçiyordu.
O sohbette kendileri Kâ’be-i Şerifi anlatırken “Hacer’ül Esved”in olduğu köşeyi zât köşesi olarak anlatıp önemi üzerinde duruyorlardı. İşte fikriyatıma akseden o andaki bu sohbet bilgisinin ışığında “tamam buldum işte,” diyerek ve hiç de tereddüt etmeden “Hacer’ül Esved”e doğru yürümeye başladım. Emin adımlarla hem yürüyor, hem de Tezi Babam’ın “beni Hacer’ül Esved’in karşısında bulacaksın,” sözleri kulağıma fısıldanıyordu.

Epey yürüyerek çizginin tam karşısında müezzinlik mahfilinin altına doğru gelmiştim. Mahfilin altına göz gezdirdiğimde Terzi Babamla göz göze geldim. Kendileri çevresindekiler ile sohbet etmekteydi. Yanına gidip elini öptüğümde artık rahatlamış sakinlik ve sükûnete ermiştim. Sanki haremin içinde Hareme girmiştim, ki buna “haremeyn” de diyebiliriz.


Bundan sonra yaklaşık 8 günümüz birlikte geçecekti. O, haremin sahibi ben de onun misafiri gibiydim. Müezzinlik mahfilinin altı da sohbet mekânımız olmuştu.
Terzi Babamı Haremde nasıl bulduğumu anlattım.
Peki! O’nu “harem”de nasıl gördüm?...

O’nu ilk gördüğümde, yani yaklaşıp konuşmaya başladığımda üze-rinde çok yoğunlaşmış bir nûraniyet vardı. Adeta bedensiz gibiydi. Lâtif bir yapısı vardı. O’nu hiç öyle görmemiştim diyebilirim...


Kâ’be günlerimde kendisiyle sanki canlı bir Hac tatbikatı başlamıştı. O’nun yanında sanki Mescid-i Haremin içinde bir asansör içinde yolculuk hâlindeydik.

Burada sadece “Allah” var başka bir şeyin varlığı da yok. Zâtî tecelli her tarafı o kadar yoğun kuşatmıştı, ki bu hava içerisinde birlikte haremi bana gezdiriyor, aynı zamanda sohbet ile de gördüklerimizi tanı-tıyordu.


Metaf”ı (tavaf yerini) göstererek,  burası TEVHİD-İ EF’ÂL...

bir üst bölüm,  burası TEVHİD-İ ESMÂ...

bir üstte duran  ihtişamlı duruşuyla TEVHİD-İ SIFAT...

ve en üst bölümde  sonsuzluğa açılan TEVHİD-İ ZÂT...

ve ortada  kendini seyreden İNSÂN-I KÂMİL...

Kısaca 18 bin âlemin, haremdeki varlığını, mevcudiyetini izah ediyordu.


Bu izahlardan sonra herşey bana o kadar yakıyn geliyor, ki bunları seyr-i sülûkumuzda gördüklerimizi tatbikat ile görme yeridir. “Hakkal yakiyn olarak tanıma yeridir,” diyordu.
Ertesi gün günlerden Cuma...

Hazretimizin genel görüntüsü tefekkür ve kendine dönük ağırlıklı...


Cuma saatlerinde yine mahfilin altında ve namaz için aynı saflarda-yım.

“Öyle bir hâl yaşıyorum ki kalemle ve sözle anlatamıyorum. Adeta göğsümün yarıldığını hissediyorum. Bir nûr ki bütün varlığı kuşatıyor.”


Yine bir namaz sonrası mahfilin altındayız.

Kendisine soruyorum:

Efendim bu sıcak nedendir? Neyin ifadesidir?”
C. “Sıcak ilâhi muhabbet; soğuk da muhabbetsizliğin ifadesi-dir. Gönül Kâ’be’sine girişin yolu da bu sıcaktan geçer, ama hep sıcakta kalınmaz, o zaman bir şeyin farkına varamazsın. Zaman zaman çıkıp tekrar girmek lâzım. Çıkınca da soğukta değil de o sıcaklıkla soğukta yaşayabilmek gerekir.”
Tekrar soruyorum,

Burada niçin herkes beyaz giyer?”


C. “Siyah örtü, Ahadiyyetin – â’maiyyetin örtüsü, beyaz ise, Hakkın insândaki örtüsüdür. Beyaz oluşu renksizliktir. Her renge giriştir. İhramdan çıkma da renksizlikten renge, her renge giriş-tir,” diyerek açıkladılar.
Terzi Babam genelde ibadet saatlerinin dışında tefekkür ağırlıklı ol-duğu için burada şiir yazıları ve Kâ’be-i Şerifin bâtınî krokisini çizimle ilgili çalışmalar yapıyordu.
Mekkenin Mükerrem havasına alışmış ancak Hazretimizin de gün-leri yavaş yavaş azalıyordu. Kendileriyle bir kaç gün daha beraber ola-cak daha sonra dönmeleri gerekiyordu.
Kâ’be-i Şerifi birlikte seyrediyoruz. Eliyle Kâ’be’nin üzerini işaret edip havada uçuşan kuşları gösteriyor. Kuşların hepsi sürüler hâlinde haremin metaf alanının üzerinde uçuşuyor. Tam Kâ’be’nin üzerine gel-diklerinde ise gizli bir el onlara dokunurcasına yandan uçup gidiyorlar.

Ardından Terzi Babam Mescid-i Haremi tüm özellikleriyle anlatan ve haremin bu gizemli atmosferinde yazdığı “Nedir Dediler” adlı şiirini çıkarıyor ve okumamı söylüyor.

Şiiri okuyorum... hani “kelâmın bittiği yerde derler ya...” o hâli alıp bir süre sessiz kalıp hayranlığımı ifade ediyorum.
İşte okuduğum o şiir


Yüklə 2,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin