Uzun Ömer
Eser Tutel koleksiyonu
ya devam edilen piyango bayiinin camekâ-nına yerleştirildi. Dükkân 1970'lerde anlaşmazlık yüzünden kapatıldı. Uzun Ömer'in simgesi haline gelen o koca ayakkabılar da yok oldu.
ESER TUTEL
UZUN SUCA MESCİDİ
bak. FUAD PAŞA CAMİİ
ÜÇ HORAN KİLİSESİ
bak. YERRORTUTYUN (SURP) KİLİSESİ
ÜÇ MİHRAPLI CAMİ
Eminönü İlçesi'nde, Eminönü-Unkapanı Caddesi üzerinde Küçükpazar'dadır. "Hoca Hayreddin Camii" ve "Kazancılar Mescidi" adlarıyla da tanınır. Banisi, II. Mehmed (Fatih) dönemi ulemasından Hoca Hayreddin Efendi'dir. 1469-1478 arasında yapılmıştır. Yapı Hoca Hayreddin'in yaptırdığı kısmın yanında Fatih tarafından eklenen bir mihrap ve bunun da hemen yakınında Hoca Hayreddin'in gelininin eklettiği bir üçüncü mihrap nedeniyle bu adı alır. Caminin iki ilavesi zamanla yıkılmış II. Ab-dülhamid döneminde (1876-1909) yeniden ve çatılı olarak yapılmışlardır. E. H. Ay-verdi'ye göre yıkılan revağı 1959-1960 arasında yapılmıştır. Yapının minaresi 1956'da depremde harap olmuş ve yenilenmiştir. Hoca Hayreddin'in yaptırdığı kısım cadde tarafındaki kesme taştan bölümdür. Ayver-di'ye göre burası moloz taşla inşa edilmişken tamir sırasında hatalı olarak kesme taşla yapılmıştır. Bu kısım mihrap yönünden sağa kaymış bir son cemaat yeri kapısına sahiptir. İki kubbeli son cemaat yerini taşıyan sütunların arası sonradan camekânla kapatılmıştır. Son cemaat yeri kapısının ekseninde dikdörtgen söveli bir kapı ile hari-me girilir. Giriş üzerinde soldan merdivenlerle çıkılan kadınlar mahfili, basit bir balkon görünümündedir. Karimin üzeri iri
Türk üçgenleriyle geçilen yüksek bir kubbe ile örtülüdür. Mihrap yönü de dahil olmak üzere her üç cephede iki sıra halinde dizilmiş dörder pencere bulunur. Bu pencerelerden alttakiler dikdörtgen, üsttekiler ise yuvarlak kemerlidir. Mihrap basit bir yarım yuvarlak niş şeklindedir.
Bu ana kısım, sağ tarafına sonradan eklenen iki mihraplı bölümle bağlantılıdır. Yan yana bulunan iki mihrabın da sağ taraflarında çift sıra halinde teşkilatlanmış ikişer pencere bulunur. Bugün kullanılan giriş bu ek kısmın girişidir. İki yanında ikişer pencere bulunan kapı harime girişi sağlar. Caminin bu kısmında son cemaat yeri yoktur. Bu girişin iki yanında maksure kısımları mevcuttur. Girişin üzerinde de kadınlar mahfili bulunur. Kadınlar mahfilinin girişi soldan merdivenlerle sağlanır. Duvarlar belli bir yüksekliğe kadar mermerle kaplanmış, mihrapların üçü de aynı tarzda boyanarak süslenmiştir. Caminin ahşaptan bir minberi ve vaaz kürsüsü vardır.
Minaresi, gövdesi silindir biçimindedir. Şerefe altında bir sıra kirpi korniş bulunur. Kubbeli kısımda da son cemaat yeri kubbelerini ve ana kubbeyi kasnak bitiminde kirpi korniş dolanır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 53; Ayverdi, Fatih Devri III, 512; Eminönü Camileri, 201-203, ESRA GÜZEL ERDOĞAN
ÜÇBAŞ MEDRESESİ
Fatih İlçesi'nde, Karagümrük'ün, Osmanlı döneminde Zincirlikuyu olarak anılan kesiminde, Saray Ağa Caddesi üzerinde, aynı adı taşıyan mescidin yanında yer almaktadır.
Müderris Nureddin Hamza Efendi tarafından, yanındaki mescitle birlikte 9377 1530-31'de Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. 1729 tarihli Balat yangınında harap olduktan sonra yenilenmiş, ayrıca 20. yy'da da onarım geçirerek bazı değişikliklere uğramıştır. Başlangıçtaki mimari özelliklerini büyük ölçüde kaybettiği anlaşılan medresenin en azından konumu ile bazı mimari ayrıntılarının zaman içinde korunduğu tahmin edilebilir.
Mescitle bir bütün teşkil eden medresede açık avlulu Osmanlı medreselerinin sa-
Üç Mihraplı Cami
Ertan Uca, 1994/ TETTV Arşivi
Üçbaş Medresesi
Ertan Uca, 1994/TETTVArşivi
kıflı varyantı uygulanmıştır. Medreseyi oluşturan birimler (talebe odaları ile dershane) mescidin doğusunda yer alan, yamuk planlı avluyu üç yönde (doğu, kuzey ve güney) kuşatmakta, söz konusu birimlerin kapıları, revağın yerini almış olan ahşap direkli ve sakıflı sundurmaya açılmaktadır. Mescitle medresenin ortak olan girişi kuzeyde bulunmakta, girişin solunda, medrese kanadına bitişik olarak mescidin bodur minaresi yükselmektedir. Medrese birimlerini örten beşik çatı sundurmanın sakfı ile bütünleşmiştir. Medresenin cadde üzerindeki cephesinde, kesme taş söve-lerin çerçevelendiği, dikdörtgen açıklıklı pencereler ile talebe odalarının ocaklarına ait kare kesitli bacalar sıralanır. Mütevazı bir yapı olan Üçbaş Medresesi, Anadolu Türk mimarisinde, 12-13. yy'lardan itibaren varlıkları tespit edilebilen, yanındaki cami veya mescitlerle ortaklaşa kullandığı bir avlu etrafında gelişen medreselerin geleneğine bağlanmaktadır.
Bibi. Demircanlı, Evliya Çelebi, 342; Kütükoğ-lu, istanbul Medreseleri, 384; Kuran, MimarSi-nan, 353; Fatih Camileri, 241.
EMİNE NAZA
ÜÇBAŞ MESCİDİ
Fatih İlçesi'nde, Karagümrük'te, Saray Ağası Caddesi'nde yer almaktadır. Üçbaş Nureddin Hamza Camii olarak da tanınır.
Yapının banisi Kadı Nureddin Ham-za'dır. Karasu'ya bağlı, Üçbaş Köyü'nde doğduğu için, köyün ismi kendisine lakap olmuştur. Binanın tarihi mescidin dış kapısı üzerinde bulunan kitabeye göre 9397 1532-33'tür. Yapının sıvalı olan duvarlarının tuğla hatıllı taş olduğu, pencerelerinin ve mihrabının biçiminin sonradan değiştiği gözlenmektedir. Minarenin üst bölümü son yılların izlerini taşımakta olup küfekiden yapılmış kaidesi 16. yy'a aittir. Klasik mimari özelliklerinin çoğunu kaybetmiş olan bu mescit Mimar Sinan'ın İstanbul'daki tarihi bilinen ilk yapısıdır. Yapı 1729 Balat yangınında hasar görmüş, daha sonra yeniden onarılmış ve 1960'lı yıllarda bir dernek tarafından şimdiki haline getirilmiştir. 1989'da da büyük ölçüde onarım geçirmiş, bu onarım sırasında duvarları tuğladan örülerek yenilenmiş, tavan kısmı biraz daha yükseltilerek betondan düz olarak yapılmıştır. Ayrıca avlu giriş kapısının solunda bulunan bodur minaresi kesme taştan inşa edilmiştir. Mescide avlu kapısından girildikten sonra, sağ taraf-
ÜÇLER MESCİDİ
334
335
ÜLGEN, ÂIİ SAİM
Üçbaş Mescidi
Ertan Uca, 1994/TETTV Arşivi
ta hazire, sol tarafta ise Üçbaş Medrese-si(->) ile abdest alma muslukları ve meşruta yer almaktadır. Yapının dikdörtgen, üzeri basık kemerli kapısının sol tarafında ise iki tane pencere açılmıştır. Yapıya girildiği zaman cemaat yeri harim ile birleşmiştir. Doğu ve batı cepheleri aynı özellikleri gösterir. Altta ve üstte simetrik şekilde açılmış ikişer pencere yer alır. Güneyde mermerden, dikdörtgen, içten köşeli olan mihrabın iki yanında altta ve üstte ikişer pencere açılmıştır. Vaaz kürsüsü ahşap olup güneydoğu köşede duvara bitişiktir. Minberi ise mermerdir. Tavanı düz, betondan olup avizenin asıldığı yer yuvarlak göbek halindedir. Yapı içten birinci pencere hizasına kadar seramikle kaplanmıştır.
Kadınlar mahfili harime dikdörtgen şeklinde gelip iki tane ufak balkon çıkması yapmaktadır. Kadınlar mahfilinin altına gelen yer kapatılmıştır ve imam odası olarak kullanılmaktadır. Kadınlar mahfiline imam odasının yanındaki kapıdan merdivenle ulaşılır. Buraya dışarıdan da giriş vardır. Kadınlar mahfili doğuda iki, batıda iki, kuzeyde dört tane aynı özellik gösteren pencerelerle aydınlanır.
Yapının ilk girişte üç tarafı camekânla kapatılmış bir ön hazırlık bölümü vardır. Ayrıca yapının dış cephesi son onarımda tamamen seramikle kaplanmıştır. Tek şe-refeli ve konik külahlı minaresi yapıya bitişik olmayıp avlu kapısının yanındadır.
Bibi. Ayvasarayî, Hadîka, l, 50; Öz, İstanbul Camileri, I, 148; Fatih Camileri, 220; Kuran, Mimar Sinan, 318.
N. ESRA DİŞÖREN
ÜÇLER MESCİDİ
Sultanahmet'te, eski Atmeydam olan parkın yanında, Örme Sütun'un(->) tam karşısına inen, evvelce Fazlı Paşa Sokağı iken adı Terzihane Sokağı'na dönüştürülen dar
yokuşun kenarında bulunuyordu. Bugün burada, baş ve ayak şahideleri olmadığından kime ait oldukları anlaşılmayan, yan yana iki mermer lahit vardır. Önceleri namazgah olan Üçler Mescidi bu mezarların tam yanında idi.
Hüseyin Ayvansarayî, Hadîkada'âz mescidin banisi Irakîzade Hasan Efendi' nin bu yerle ilgilenmesinin sebebini açıklar. Yakışıklı ve güzel bir delikanlı oluşundan dolayı "Oğlan Şeyh" olarak şöhret bulan ismail Maşukî(-»), Sünnî görüşlere aykırı düştüğüne inanılan bazı sözlerinden dolayı Atmeydam kenarındaki bu yerde, 1529'da idam edilmiş, müritlerinden Hasan Efendi de burada şeyhinin anısına bu camiyi yaptırmıştır.
Ayvansarayî, Irakîzade Hasan Efendi' nin idamın yapıldığı yerin etrafım bir parmaklıkla çevirttiğini, sonra burayı bir namazgaha dönüştürdüğünü bildirir ve kıble tarafında, Kandî Abdullah Efendi tarafından yazılmış üç beyitlik manzum tarihin kopyasını verir. Bu manzum tarih, namazgahın 942/1535-36'da yaptırıldığını gösterir. Fakat kısa süre sonra namazgahın yerinde aynı kişi, Irakîzade Hasan Efendi, güzel bir mescit mşa ettirmiştir. Dört mısra-lık manzum tarihine göre bu da 959/ 1551-52'de yapılmıştır. Yine Hadtka'da belirtildiğine göre, kurucunun iki de kardeşi olduğundan, buraya Üçler Mescidi denilmiştir. Saka Çeşmesi olarak adlandırılan çukur çeşmenin üstünde her üçünün de kita-besiz mezarları vardır. Mescidin yanında bir cebeci kulluğu (karakolu) yapılmış, III. Murad (hd 1574-1595) caminin vakfını ihya edip, vakıf gelirini sağlamıştır. Bu arada şu noktanın bilinmesi gereklidir ki, Hadîka 'nm basılı nüshasında namazgahın yapımı için verilen 922/1516 tarihi yanlış olup çeşitli yazmalarda ve "Refi'ü dilgüşâ oldu musalla" mısraının ebcedi de doğru tarihi 942/1535-36 olarak gösterir.
Matrakçı Nasuh'un 944/1537-38'de meydana getirdiği Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irakeyn'deki İstanbul minyatüründe na-mazğâh, etrafını çeviren sofa parmaklığı, kapısı, içinde ağacı ve mihrabı ile ayrıntılı biçimde belirtilmiştir, istanbul vakıflarının durumlarını bildiren 953/1546 tarihli Tahrir Defteri'nde bu mahallede bir Şeyh Emir Hasan Mescidi ile hankâhının adları geçer. Başlıbaşma bir vakıf olarak defterde yer almayan bu hayır binalarının henüz bir evkaf haline gelmeyen Üçler Namazgahı ile aynı olduğu tahmin edilir. Bu kayıtlardan anlaşıldığına göre, burada bir de hankâlı yani tekke-zaviye bulunuyordu. Üçler Mescidi III. Murad tarafından ihya olunarak, "vazife" tayini edildiğine göre, bu padişahın döneminde, yani 16. yy'm sonlarına doğru resmen bir vakıf durumuna girmiş olmalıdır.
Üçler Mescidi'nin 19. yy'a kadar ne gibi değişikliğe uğradığı şimdilik bilinmiyor, istanbul camileri haritasında 345 sayı ile gösterilmiştir. 1875'e doğru çizildiği tahmin edilen İstanbul planında ise, Üçler Çeşmesi olarak çukur çeşmenin merdiveni işaretlenmesine karşılık mescit yoktur. Bundan da mescidin bu tarihten önce belki
1852 veya 1865 yangınlarından birinde harap olduğu düşünülür. Atmeydanı'nı gösteren bazı eski gravürlerde burada bir minare fark edilir. 1855-1800 arasında doğru çekilen bir fotoğrafta da harap küçük bir mescidin duvarları ile külahı olmayan bir minare seçilir. Bu duruma göre mescidin 1852 yangınında harabe haline geldiği düşünülür. Daha sonraki şehir haritalarında yeri boş bir arsa olarak gösterilen Üçler Mescidi'nin yerinde 1297/1880'de Ali kızı Kasene Hanım adında bir kadın sembolik bir mezar taşı diktirmiştir. Etrafı demir parmaklıkla çevrili bu mezarın kitabesinin sonuna, Müstakimzade'nin 935 sayısını veren tarih beyti işlenmiştir. Bugün bu taş da kaybolmuştur.
Mescidin boş arsasında, 1927'de St. Cas-son idaresindeki İngiliz arkeoloji heyeti kazı yaptığında, Üçler Mescidi'nin temel kalıntıları ile Hadîka'da tam metni yer alan manzum kitabesinin yan parçasını bulmuştur. Az sonra da, Vakıflar idaresi 1935'e doğru mescidin arsasını satmış, buraya bugün görülen binalar yapılarak, bir kısmı küçük bir otopark olarak düzenlenmiştir. Yalnız çukur çeşmenin üst tarafında, kurucu kardeşlerin mezarları olmasına ihtimal verilen iki güzel mermer lahit yerlerinde bırakılmıştır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 34-35; Nasuhü's-Silahî, Beyân-i Menâzil-ı Sefer-i Irakeyn, (yay. H. G. Yurdaydm), Ankara, 1976; Ayverdi-Bar-kan, Tahrir Defteri, 6, no. 35 (İshak Paşa Camii bölümünde); S. Casson-D. Talbot Rice, Preliminary Report upon the Excavations car-ried out in the Hippodrome of Constantinop-le, Londra,. 1928, s. 3, 7, resim 13; Gölpınarh, Melâmilik, 48-54; S. Eyice, "Atmeydanı'nda İki Mezar veya Kaybolan Bir Eski Eserin Hikâyesi", TAÇ, I, S. 4 (Aralık 1986), s. 7-12.
SEMAVi EYlCE
ÜÇÜNCÜ VAKIF HANI
Beyoğlu'nda, Ağahamamı'nda, Turnacıba-şı Sokağı ile Kuloğlu Sokağı'mn kesiştiği köşedeki eğimli arsa üzerinde, 1911-1913 arasında inşa edilmiştir.
Hanın yerinde daha önceleri, III. Mustafa'nın (hd 1757-1774) çamaşırcıbaşısı Kuloğlu Mustafa Bey'in l602'de yaptırmış olduğu Kuloğlu Camii ile buna bitişik olarak, Hacı Ferhad Ağa'mn yaptırmış olduğu bir sıbyan mektebi bulunmaktaydı. 19. yy'm sonlarında gelişerek Hıristiyan azınlıklarla yabancıların oturmayı tercih ettikleri bir bölge haline gelen Beyoğlu'nda eski Kuloğlu Camii zamanla önemini yitirerek harap duruma düşmüş, bu nedenle Evkaf Ne-zareti'nde yerine gelir getirecek bir bina yapılmasına karar verilmiştir. Kuloğlu Camii 1913'te Bostancı'da, yine Kuloğlu Mustafa Bey'in vakıf arsası üzerinde Bostancı Camii(-») adıyla yeniden yaptırılmıştır.
Efkaf başmimarı Kemaleddin Bey(-0 tarafından, altı katlı, dokuz daireli bir apartman biçiminde tasarlanmış olan taşıyıcı tuğla duvar sistemiyle inşa edilmiş, döşemelerde demir putreller ve küçük tuğla tonozlardan oluşan volta sistemi kullanılmış, binanın üzeri ahşap, kırına bir çatıyla örtülmüştür. Turnacıbaşı Sokağı'ndan girilen hanın zemin katının ön bölümün-
Üçüncü Vakıf Hanı
Yıldırım Yavuz
de, ikisi Kuloğlu Sokağı'na açılan dört adet dükkân bulunmakta, arsanın eğimi nedeniyle bodrum niteliğindeki arka bölümde ise dairelere ait kömür depoları yer almaktadır. İki yandaki binalara bitişik olarak inşa edilmiş hanın diğer katlarında ikişerden toplam dokuz daire planlanmışsa da ilk yapıldığında kapalı bir teras olarak kullanılmış olan çatı katının ön bölümüne bir daire eklenmiştir. Ortadaki büyük ışıklık-tan aydınlanan yarım daire planlı ana merdivenden başka, alt kattaki depolarla ilişkili ve mutfaklardan ulaşılan ikinci bir servis merdiveni de bulunmaktadır. Apartman dairelerinin her birinde, çeşitli büyüklüklerde altışar oda, birer hol, antre, mutfak, banyo ve tuvalet yer almaktadır. Arsanın yamukluğu nedeniyle Turnacıbaşı Sokağı yönündeki dairelerin odaları biraz daha farklı olarak düzenlenmiş, iki sokağın kesiştiği köşeye rastlayan odaların bu köşeleri pahlanarak buralarda kapalı cumbalar yapılmış, giriş üzerine rastlayan odalar ise yine kapalı cumbalar biçiminde dışarıya doğru taşırılarak giriş doğrultusunda vurgulanmıştır.
Hanın sokaklara açılan cephelerinin ikisi de orta doğrultularına göre simetrik bir biçimde düzenlenmiştir. Her iki cephe de birinci ve beşinci kat seviyesinden geçen taş kuşaklarla üç ana bölüme ayrılmış, tuğla duvarlar sıvanarak kesme taş görünümü verecek biçimde yatay çizgilerle derzlen-miştir. Ön cephenin üçüncü kat pencere-leriyle Kuloğlu Sokağı'na bakan yan cephenin köşe odalarının pencereleri sepet kulpu kemerlerle geçilmiş, diğer tüm pencereler kare ya da düşey, dikdörtgen açıklıklar biçiminde bırakılmışlardır. Pencere açıklıkları enli, klasik profilli silmelerle çerçevelenmiş, kemerlerin üzerlerine ortalarında ay-yıldız, çevrelerinde defne dalı kabartmaları bulunan alçı tepelikler yerleş-
tirilmiş, cumba ve balkonları taşıyan konsolların dış yüzleri kabartma defne dallarıyla bezenmiştir. Hanın cephe düzenlemelerinde Kemaleddin Bey'in ulusal mimarlık anlayışını yansıtan ve mimarın tasarladığı diğer vakıf hanlarının en önemli özelliklerini oluşturan, klasik çağ Osmanlı mimarisinden esinlenmiş yapı ve düzenleme elemanlarından hiçbiri kullanılmamış-tır. Hanın yapıldığı yıllarda, daha çok yabancılarla kendilerini Batı kültürüne yakın bulan azınlıkların oturmayı yeğledikleri, Batı seçmeciliğine göre biçimlendirilmiş Beyoğlu çevresine uyma kaygısının, yapının biçimlenmesinde etkin bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. O günkü Türk toplumunun yaşam biçimine yabancı, dışa dönük yaşantının gereklerine uygun bir biçimde planlanmış apartman dairelerim ve çatı katına yerleştirilmiş çamaşırlık ve çamaşır kurutma terası gibi ortak kullanıma açık işlevleri içeren yapı, bu haliyle Beyoğlu yöresinin toplumsal yaşamına uygun bir bina olarak dikkati çekmektedir. Kemaleddin Bey ilk kez bu binada denediği çok katlı apartman yapısı çözümünü daha sonra geliştirmiş ve Laleli'de Tayyare Apart-rnanlan'nda(-t) ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında Ankara'da gerçekleştirdiği vakıf hanlarında bu yapı türünün ilginç örneklerini vermiştir.
Bibi. Ibnülemin Mahmud Kemal (Inal)-Hü-seyin Hüsatneddin (Yasar), Evkaf-t Hümayun Nezaretinin Tarihçe-i Teşkilatı, İst., 1919; Yavuz, Mimar Kemalettin, 163-172.
YILDIRIM YAVUZ
ÜFÜRÜKÇÜLÜK-CİNCİLİK
Yakın zamana, kadar istanbul'da bazı hastalıkların okunmayla tedavi edilebileceği inancı çok yaygındı. Bu tedaviyi hoca, üfürükçü veya cinci gibi adlar verilen kişiler yaparlardı. Bunlar ayrıca, kısmeti bağlı kızların kısmetini açmak, dargın karı kocaları barıştırmak, cinlerle ilişkisi olduğuna inanılan kişileri bu cinlerden kurtarmak için de çeşitli büyüler yaparak, muska yazarlardı.
Hemen her yörede olduğu gibi, İstanbul'da da, halk arasında cinlerle ilgili çeşitli inanmalar vardı. Dişi cinsten olanlarına "Rüküş Hanım" veya "İbrik Kalfa" adı verilen bu cinlerin şehrin içinde ve dışında uğradığı belirli yerler olduğuna inanılırdı. Örneğin, deniz cinlerinin padişahının Kız Kulesi açıklarında konakladığı inancı vardı.
İstanbul'da eski din ve kültürlerden etkilenmiş ama İslami bir görünüşe de sahip büyü ve büyücülükle ilgili birçok pratik geliştirilmiş pek çok üfürükçü ve cinci hoca yetişmiş, buradan da Anadolu'ya yayılmıştır. 1920'den önce istanbul'daki cinciler arasında Mahmutpaşa çevresinde dükkân açmış olan Afrikalı zenciler de vardı.
Üfürükçülük ve cincilikle uğraşanların kim oldukları çoğunlukla bilinmezdi. Bunlar kenar semtlerdeki kahve köşelerinde, dükkânlarda veya evlerinde işlerini görürler, çağrılınca evlere giderlerdi. Uygulamaları ile ilgili olarak kimseye bir şey söylemezler, kimse de bir şey sormazdı. İnanca göre hoca yaptığı şeyi söylerse, ne-
fesinde kuvvet kalmaz, kötü cinler azar ve uygulama sonuç vermezdi. Hocalara başvuranlar çoğunlukla kadınlar olurdu. Hocalar da kolay tesir altına alabildikleri için kadınlarla daha çok ilgilenirlerdi. Bu uygulamaları sonucunda hocalara para ödenirdi.
Hocaların uygulamaları arasında genelde bir farklılık yoktu. Başvuran kişiye birtakım pratikler yapılır veya ondan belli pratikleri yapması beklenirdi. Okunup üflenecek ya da cinlerin kötülüklerinden korunacak kişinin vücuduna, giysilerine ya da yiyecek-içeceklerine bazı işlemler yapılırdı. Uygulamaların sonunda da çoğunlukla bir muska yazılırdı. Muskayı taşıyanlar hastalıklarından, sıkıntılarından kurtulacaklarına inanırlardı. Eskiden Fatih'te Karadeniz Caddesi'nde Erzurumlu Müslim Hoca, Etyemez'de Yeşil Hoca, Kasımpaşa'da "Üç Ayak" lakaplı Cinci Osman, Büyükdere'de Pamuk Hafız, istanbul'da üfürükçülük ve cincilikle uğraşanlardan birkaçıydı. 17. yy'da yaşamış, sarayda ve dolayısıyla İstanbul'da etkili olmuş Cinci Hoca(->) da büyük bir ün yapmıştı.
Yine eskiden Merkezefendi'de aya karşı tükürdükleri veya kötü söz söyledikleri için çarpıldıklarına inananlar cinciye giderlerdi. Aynı semtte, yabancıların saldırısına uğrayan ve bunları bulmak isteyen kişiler de cincilere gidip, muska yazdırırlardı. Eyüp Sultan, Fatih, Kocamustafapaşa ve Etyemez semtlerinde ise, bazı genç kız ve kadınların cinlerle ilişkileri sonucunda gebe kaldıkları inancıyla cincilere gittikleri duyulmuştu (bak. büyücülük).
Bibi. E. E. Talu, "Eski Üfürükçüler", Resimli Tarih Mecmuası, S. 45 (Eylül 1953), s. 2592-2594; S. V. Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, İst., 1971; ay, Etnoloji Sözlüğü, Ankara, 1971; Bayrı, İstanbul Folkloru;}'. N, Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, İst., 1973; H. U. Barlas, Anadolu Düğünlerinde Büyüselİnanmalar, Karabük, 1974; î. Z. Eyüboğlu, Anadolu Büyüleri, ist., 1978; S. Ay-tar, İstanbul Tıbbi Folkloru, ist., 1980.
ALPARSLAN SANTUR
ÜLGEN, ÂIİ SAİM
(1913, İstanbul - 8 Şubat 1963, Ankara) Mimar.
Ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lise-si'nde yaptıktan sonra, Güzel Sanatlar Aka-demisi'nin mimarlık bölümünü bitirdi. IJ. Dünya Savaşı'ndan az önce kısa bir süre için Fransa'da staj gördü. Bir mimar olarak bina yapmak yerine eski eserleri incelemeyi, bunlardan harap olanları ayağa kaldırmayı tercih eden Ülgen, Maarif Vekâ-leti'ne bağlı Eski Eserler ve Müzeler Mü-dürlüğü'nde görevlendirildi.
Ülgen, İstanbul Arkeoloji Müzeleri kadrosunda mimar olarak çalışıyor ve bu vesile ile bazı kazılar ve sondajlarda, plan ve rölöve işlerini üstlendikten başka, Arkeoloji Müzesi'nde toplanan İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni'nin(->) mimarlık ile ilgili araştırmaları ile de uğraşıyordu. Bu encümenin dosyalarına, üzerlerinde konuşulmuş bazı eserlerin plan-krokilerini de sağlamıştı. 1946'da, İstanbul'un eski^eser-lerini tespit ve tescil işiyle uğraşan ve Alay
ÜMMÎ SİNAN TEKKESİ
336
337
ÜMMÎ SİNAN TEKKESİ
Âli Saim Ülgen
TETTV Arşivi
Köşkü'nde toplanan kuruluşta da bulundu. Fakat bu tescil komisyonu fazla bir şey yapamadan dağıldı.
Türkiye'nin bütünündeki her türden eski eserler ile ilgilenmek üzere 1949'da onun gayreti sonunda 5805 sayılı kanun ile kurulan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Kurulu'na üye oldu. Ülgen 1953'e doğru müzeler teşkilatından ayrılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü kadrosuna geçti. Bir taraftan uzman danışman olarak, her türden vakıf binanın restorasyonu ile ilgilenirken, bir taraftan da Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nin sanat tarihi bölümünde öğretim görevlisi olarak Türk sanatı dersleri veriyordu.
Eski eserlerin korunması ve bunların onarılmasındaki esasları o'rtaya koyan bir çalışmasının ilk cildini 1943'te yayımladı (Anıtların Korunması ve Onarılması, I, Ankara, 1943). Batı'da o sıralarda uygulanan restorasyon prensiplerini, yurdumuzun eski eserleri ile bağdaştırmak gayesi ile hazırlanan bu kitabın sonundaki resimler bölümünde de, örnekler üzerinde yapılmakta olan veya önce yapılmış tamirlerin hatalarını tahlil ve tenkidi ortaya konulmuştu. Ülgen bütün çalışmalar ve araştırmalarını, eski eserlerin ve bilhassa Türkiye'nin îslami eserlerinin tespit, tamir ve ayağa kaldırılmasına hasretmişti. Vakıflar Idaresi'ndeki görevi de onun yurdun her tarafındaki vakıf yapılar ile ilgilenmesini sağlıyordu. Devamlı hareket halinde olan Ülgen, Türkiye sınırları içindekilerden başka yurtdışındaki bazı Türk eserleriyle de ilgilendi. Trablusgarp'ta Turgut Reis Türbesi, Kudüs'te Kubbetü's-Sahra gibi eserlerin restorasyonuna katkısı oldu.
Ülgen, Vakıflar Idaresi'ndeki çalışmalarında, bilhassa bazı önemli eserlerin restorasyonunu ön planda tutmuştu. Bunlar arasında Süleymaniye Külliyesi'nin ayıklanıp kurtarılması ve çeşitli bölümlerinin ihyası önemli yer almıştı. Tek bir insanın gücünün çok üstünde olan bu çalışmalar
arasında yüzlerce ufak çalışma da vardı. Ayrıca çok yıl önce Atatürk'ün isteği üzerine planlanan ve iki büyük cilt halinde basılması tasarlanan büyük bir Mimar Sinan monografyasının, plan ve rölöve malzemesini topluyordu. Metinlerinin tarih bölümünün Fuad Köprülü, mimarlık bölümünün Albert Gabriel(->) tarafından yazılması düşünülen, hattâ bir de örnek fasikülü basılan bu proje hiçbir vakit gerçekleşemedi. Fakat Ülgen'in bizzat çizdiği veya elemanlarına hazırlattığı çizimler ölümünden yıllar sonra iki büyük albüm halinde Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlandı.
Ülgen, yaptığı restorasyonlar yüzünden, zaman zaman insafsızca yapılan hücumlarla, tenkitlerle karşılaştı, hattâ "kovuşturmaya" da uğradı. Süleymaniye Camii'nin tamiri münasebetiyle, bazı günlük gazetelerde bir süre uzayıp giden polemik yazıları, hücumlar, garip haberler, çok genç yaşta ölümünün gerçek sebepleri olarak gösterilebilir. Bunların sonunda şiddetli bir kalp krizi ile yatağa düşen Ülgen, kaldığı dairenin çok yakınında Gima alışveriş merkezi üzerine düşen uçağın yarattığı şok yüzünden vefat etti.
Ülgen'in İstanbul ile ilgili yayınlarının başında, henüz lise öğrencisi olduğu yıllarda hazırlayıp 200 sahifelik bir kitap halinde bastırmak cesaretini gösterdiği, istanbul ve Eski Eserleri (İst. 1933) başlıklı, yayım gelir. Fazla ilmi değeri olmayan, bu çocuksu ifadeli kitap, bazı küçük müşahedeler ve bu hususlarda fazla deneyimi olmayan, hevesli bir lise öğrencisi tarafından yazılmış bir kitap olarak yine de ilgi çekicidir. Ayrıca, İstanbul'a dair Batı dillerindeki sayısız eserleri arasında, harf inkılabından sonra, hem de bir öğrenci tarafından Türkçe olarak yazılmış bir kitap olarak da dikkate değer.
İlk sayısı 1938'de çıkan Vakıflar Der-gisi'nde, A. S. Ülgen, Halim Baki Kunter ile beraber, "Fatih Camii" başlıklı bir makale yayımladı (VD, 1,1938, 91-101, metin dışı 70 resim ve l plan). Burada, Wulzin-ger'in(-+) iddiasının aksine Fatih camilerinin Bizans'ın Havariyim Kilisesi temelleri üstünde olmadığını inandırıcı biçimde ispatlıyordu. Aynı makalenin ayrı basımına, Fatih civarındaki bir sarnıca dair bir rölöve ile kısa bir not ekleyerek bunu başlıbaşı-na kitap olarak da yayımladı (Fatih Camii ve Bizans Sarnıcı, İst., 1939). Aynı yıl diğer bir kitabı da Türkçe ve İngilizce olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü yayını olarak basıldı (Fatih Devrinde istanbul, 1453-1481, Haritası, İzahatı-İndeksler, Ankara, 1939, 45 sahife ve metin dışı 32 resim ile l plan; İngilizcesi, Constantinople during the Era of Mohammmed the Conqueror, 1453-1481, Maps-Eypkmations-Indices, Ankara, 1939). Bu kitap esasında, Vakıflar İdaresi tarafından yayımlanan Fatih vakfiyelerini tamamlayan ve ona yardımcı olmak düşüncesiyle meydana getirilmişti.
Ülgen'in İstanbul'la ilgili başlıca şu yazıları vardır: "Topkapı'da Ahmed Paşa Hey'eti" (VD, II [1942], 169-171, ayrıca 10 resim ve l plan); "Pertev Mehmed Paşa'nın Eserleri Hakkında Mimari İzahat" (VD, II
[1942], 241-243, ayrıca 22 resim); "Yeni Cami" (VD, II [1942], 387-398, ayrıca 35 resim ve plan); "İstanbul'da Rüstem Paşa Hey'eti" (TTOKBelleteni, S. 122 [1952], 8-9); "Şahzade Camii ve Hey'eti" (Mimarlık, S. 5-6 [1952], s. 13-16); 'Tatih Camii Hey'eti" (Mesleki ve Teknik Öğretim, I, S. l [1953], 5-7); "Süleymaniye Hey'eti" (ae, I, S. 2 [19531, 10-12); "Türkleşmiş bir Bizans Abidesi: Ayasofya" (Selâmet, S. 10 [1963], s. 10-11).
Bibi. S. Eyice, "Ali Sâim Ülgen", Türk Kültürü Dergisi, I, S. 6 (1963), s. 24-28; R. M. Meriç, "Kaybettiğimiz: Ali Sâim Ülgen", Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, I, 1963, s. 787 vd; H. R. Ergezen, "Y. Mimar Ali Saim Ülgen", Arkitekt, S. 87-88 (1963).
SEMAVİ EYlCE
Dostları ilə paylaş: |