I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə48/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   139

EROL, SAFİYE

194

195

ERTUĞRUL, MUHSİN

de korkulu günler yaşamışlardır. Bir kısmı ise dış memleketlere göç etmişlerdir.

II. Dünya Savaşı'nm sona ermesinden bugüne kadar İstanbul Ermenileri de huzur içinde yaşamaktadırlar ve devlet hizmetinde olmasa bile diğer sahalarda eskisi gibi vatanın inkişafına katkıda bulunmaktadırlar.

İstanbul'da yaşayan Ermenilerin bugünkü sayıları yaklaşık 50.000 kadardır. Biri Kartal'da ve ikisi şapel olmak üzere, Apostolik cemaate ait kilise sayısı 33'tür. Ermeni Katoliklerin 12, Ermeni Protestanların ise 3 kiliseleri vardır.

Okulların taksimatı da şu şekildedir: 17 ilkokul, 9 ortaokul ve 5 lise. Bunlardan l lise ile 3 ilkokul Katolik cemaatine aittir. Öğrenci sayısı ise, 4.500 civarındadır. Cemaatin 2 hastanesi ve 2 de yetimhanesi mevcuttur. Yedikule Ermeni Hastanesi 1834'ten beri faaliyettedir. Katolik cemaatine ait Taksim'deki Surp Agop Hastanesi ise 1836'da tesis olunmuştur. Eskiden Hasköy'de ve şimdi de Üsküdar'da bulunan kızlara mahsus Kalfayan Yetimhanesi 1866'da, Sırpuhi Mayrabed Kalfayan (1822-1889) tarafından kurulmuştur. Şiş-li'de bulunan, erkeklere mahsus Karagöz-yan Yetimhanesi ise, 1913'te, Dikran Ka-ragözyan'ın (1834-1896) vasiyeti ile gerçekleşmiştir.

Mezarlık sayısı da. 15'i Apostolik Ermenilere ve l'i Katolik Ermenilere ait olmak üzere 16 adettir. Ermeni Protestanların ise hususi mezarlıkları yoktur.

13 adet de Ermeni okullarından yetişenler derneği mevcuttur. Bunlardan başka, 1905'te kurulan Öğretmenler Vakfı, 1981'de kurulan Öğretmenler Derneği, 1940'ta kurulan Taksim Spor Ki'lubü ve 1946'da kurulan Şişli Spor Kulübü varlıklarını sürdürmektedirler.

Basına gelince, 1908'de kurulan Jama-nak (Vakit), 1940'ta kurulan Marmara günlük gazetelerini, 1946'da kurulan Kulis, 1951'de kurulan Şoğagat, 1950'de Yedikule Hastanesi tarafından kurulan Surp Purgiç, 1992'de tekrar yayımlanmaya başlayan NorSan (Yeni Öğrenci), yine 1992' de kurulan Jıbid (Tebessüm) ve 1993'te kurulan Hobina dergilerim zikredebiliriz.



Bibi. K. Ayvazovski, Badmutyun Osmanyan Bedutyan (Osmanlı Devleti Tarihi), Venedik, 1841; Rahip Vartan, Havakumm Badmutyan (Tarih Mecmuası), Venedik, 1862; A. Berber-yan, Badmutyun Hayotz (Ermeniler Tarihi), ist., 1871; H. Asadur, "Gosdantnubolso Haye-rı yev irentz Badriarknerı" (istanbul Ermenileri ve Patrikleri), Yedikule Ermeni Hastanesi Salnamesi, ist., 1901, s. 77-258; Chronique deMic-hel le Syrien, PatriarcheJacobite d'Antioche (1166-1199), Paris, 1905; A. Alboyaciyan, "Az-kayin Sahmanatrutyun" (Milli Nizamname), Yedikule Ermeni Hastanesi Salnamesi, ist., 1910, s. 76-528; H. Mırmıryan, Masnakan Badmutyun Hay Medzadunneru (Ermeni Zenginlerinin Kısmi Tarihi), ist., 1910; M. Ormanyan, Az-kabadum (Milli Tarih), I-II, ist., 1912, III, Kudüs, 1927; E. Çelebi Kömürciyan, Isdambolo Badmutyun (İstanbul Tarihi), I, Viyana, 1913, II, Viyana, 1932, III, Viyana, 1938; Kemahlı Kri-kor, Jamanagakrutyun (Kronoloji), Kudüs, 1915; E. Çelebi Kömürciyan, Orakrutyun (Ruz-name), Kudüs, 1939; Y. G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, îst., 1953; Inciciyan, İstanbul; H. C. Sinini (Hagop Cololyan), Bo-

lisyev ir Ten (istanbul ve Rolü), I, Beyrut, 1965; S. Sarraf-Hovhannesyan, Vibakrutyun Gos-dantnubolis Mayrakağakin (Payitaht istanbul'un Tarihi), Kudüs, 1967; "Gosdantnubo-lis" (İstanbul), Haykakan Sovedakan Hanraki-daran (Ermeni Sovyet Ansiklopedisi), V, Erivan, 1979; K. Pamukciyan, Hagop Badriark Nalyan, İst., 1981; K. Pamukciyan, Hovannes Badriark Golod, ist., 1984; N. Mazıcı, Belgelerle Uluslararası Rekabette Ermeni Sorununun Kökeni, ist., 1987; E. Çelebi Kömürciyan, Badmutyun Hragizman Gosdantnubolso 1660 Darvo (istanbul'un 1660 Yılı Yangınının Tarihi), İst., 1991; K. B. Hagopyan, Hamaynka-yin Oratzuytz(Cemaat Takvimi), ist., 1994.

KEVORK PAMUKCÎYAN



EROL, SAFİYE T

(1900, Keşan - l Ekim 1964, İstanbul) Yazar.

İlkgençlik çağında Almanya'ya gitti, öğrenimim orada tamamladı. Uzun yıllar kaldığı Almanya'dan felsefe doktorası vererek dönen Safiye Erol romanlar, tasavvuf ağırlıklı yazılar kaleme almıştır. Eserlerinin bir bölümü gazete ve dergilerde kalmıştır.

Üç romanı kitap olarak da yayımlanan Safiye Erol, istanbul'u tarihi ve kültürel dünyası içinde irdeler. Kadıköyü'nünRo-mam'ndu (1939) romana adını veren semt 1930'lu yılların bütün renkleriyle tasvir e-dilmiştir. Kadıköy'ü Şifa, Moda, Fenerbahçe, Çamlıca, Haydarpaşa gibi belli-başlı konumlarıyla çizen yazar, mevsimlerden, rüzgârlardan, balık avından, ayı-şıklı gecelerdeki alaturka müzik fasıllarından inceden inceye söz açma fırsatı bulur. Bu romanda özellikle Şifa ve Moda, 1960'larda ancak son izdüşümlerine rast-lanabilen pitoreski içinde canlandırılmış-tır: Kaybolan sandal gezintileri, semtin özgün mimari eserleri, bitki örtüsü günümüz için âdeta bir belge niteliği taşımaktadır. Romanda ayrıca imparatorluktan süregelen yaşama biçimiyle modern Türkiye'nin yenilikçi yaşama biçimi bir uyum içinde senteze ulaşacak sanısı uyandırır.

Tasavvuf dünyasının ifadelendiği Ülker Fırtınası (1944), Safiye Erol'un kültür değişimlerine eğildiği bir romanıdır. Yine Kadıköy'de, Erenköy, Suadiye gibi sayfiye yörelerinde geçen eser, Batı kültürünü özümsemiş bir roman kişisinin Doğu kültürüyle, tasavvufla yüz yüze gelişini ve u-yum arayışım dile getirir. Ülker Fırtınası' n-da beldenin yazlık yerleri, bahçe içi köşkler, bol ağaçlıklar, zengin bir bitki örtüsü resmiyle görünür. Ciğer delen (1947) ise, yazarın imparatorluğu var eden değişik unsurlara tarihin içinden ve yeni Türkiye'nin gündeminden baktığı bir romanıdır.

BibL T. Acaroğlu, Varlık Yıllığı 1965, İst., 1965 (Safiye Erol'un ölümü üzerine yazılan yazıların dökümüyle bir yaşamöyküsü ve anış yazısı); S. Ayverdi, Âbide Şahsiyetler, Ankara, 1976.

SELİM İLERİ



ERSOY, MEHMET AKİF

(1873, İstanbul - 27Aralık 1936, İstanbul) Şair.

Fatih Medresesi müderrislerinden Meh-med Tahir Efendi'nin oğludur. Emir Buharı Mahalle Mektebi'nde, Fatih Merkez

Rüştiyesi'nde, Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) kısmında okudu. Mülkiye'nin yüksek kısmında başladığı öğrenimini babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine Halkalı Mülkiye Baytar Mektebi'nde tamamladı (1893). Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da görev yaptı. Daha sonra Halkalı Ziraat Mektebi'nde (1907), Çiftçilik Makinist Mektebi'nde öğretmenlik yaptı, Darülfünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliğine atandı (1908). Daha sonra Ziraat Ne-zareti'ndeki ve Darülfünun'daki görevlerinden ayrıldı ve yalnız Halkalı Ziraat Mektebi'ndeki görevini sürdürdü. Çeşitli görevlerle Mısır, Hicaz ve Almanya'da Berlin'de bulundu (1913-1914). İzmir'in işgalinden sonra Batı Anadolu'da başlayan direniş hareketlerini desteklemek için Balıkesir'e gitti (1919). İstanbul'un işgalinden sonra Milli Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçti (1920). Konya'ya giderek burada başlayan isyanın bastırılmasında etkili oldu. Kastamonu'da vaazlar verdi ve İstiklal Marşı'nı bu sırada yazdı (1921). Kurtuluş Savaşı bitiminde İstanbul'a döndü (1923). Cumhuriyet'in ilam sıralarında yeni yönetimle düşünce ayrılığı nedeniyle Abbas Halim Paşa ile Mısır'a gitti. Bir süre Türkiye'ye gidip gelerek yaşadıktan sonra 1926'da Mısır'a yerleşti.

Mehmet AkifErsoy

Gözlem Yayıncılık Arşivi

1935'te hastalanınca bir süre Lübnan' da kaldı. Vatan özlemiyle ve hastalığının artması nedeniyle 1936'da İstanbul'a döndü ve kısa bir süre sonra da öldü. Mezarı Edirnekapı Şehitliği'ndedir.

Ersoy Baytar Mektebi'nde okurken şiirle ilgilenmeye başladı. İlk şiiri 1895'te Mekteb dergisinde çıktı. Asıl şiirleri ve yazılan 1908'den sonra Sırat-ı Müstakim ve bu derginin devamı olan Sebilü'r-Reşad' da yayımlandı. Şiirlerinde İslamiyet, toplumsal, siyasal konular, halk yaşantısı ağır basar. Kendi deyişiyle "şiirlerinde gördüklerini" yansıtmıştır. Dönemine göre yalın bir dille, halk söyleyişine yakın bir söyleşiyle yazdığı şiirlerinde aruz ölçüsünü kullandı. İlk şiir kitabına Safahat adını verdi ve sonraki kitaplarını bu genel ad altında yayımladı. Bu dizi yedi kitaptan oluşur; Safahat (1911), Süleymaniye Kürsü-sünde(19l2), Hakkın Sesleri(1913), Fatih

Kürsüsünde (1914), Hatıralar (1917), Asım (1919), Gölgeler (1933). Şairin ölümünden sonra Safahat tek cilt olarak yeniden birçok kere basıldı (ilk baskı 1943).

Ersoy'un şiirlerinde konu edilen olayların çoğu, adı amlmasa bile, İstanbul'da geçer: "Meyhane", "Seyfi Baba", "Mahalle Kahvesi" gibi. Bu şiirlerde İstanbul'un bakımsız sokakları, esnafı, yapıları anlatılır. Fatih, Ersoy'un doğup büyüdüğü bir semt olarak şiirlerinde oldukça çok, söz konusu olur. "Fatih Camii" (Safahat, \. kitap) adlı şiirinde bu yüce mabet karşısında duygularını dile getirirken, çocukluğunu, camiye gidişini de anımsar. "Küfe"de, "Bayram"da, "İki Arkadaş Fatih Yolunda" da Fatih'ten söz edilir. Süleymaniye Kürsüsünde adını taşıyan kitapta Süleymaniye Camii ve Yeni Cami (Eminönü'ndeki) konu edilir. Marmara Denizi de çeşitli nedenlerle Ersoy'un şiirlerinde geçer. "İstanbul Hülyası" (Süleymaniye Kürsüsünde) adlı şiirde Marmara kıyılarım ve istanbul'u düşler. "Bir Arîza"da (Gölgeler) Heybeli-ada'dan söz ederken bu adanın "Marmara'nın göğsüne yatmış" olduğunu söyler. Kâğıthane, Göksu, Florya, Kuzguncuk, Şile, Kartal, Pendik, Yakacık, Maltepe, Kurna (Kartal'a bağlı köy) gibi İstanbul'un mesire yerleri, yazlık semtleri, yakın ilçe ve köyleri de Ersoy'un şiirinde geçer. Kâğıthane "cici beyler"in gittiği bir gezinti yeridir; Florya "vur patlasın" eğlenilen bir başka şehir dışı semttir; Kuzguncuk'ta sokak ya da bekçi köpeklerinin saldırısı; Kartal'da, Kurna Köyü'ndeki düğün şiirlerde işlenir.

İstanbul'un köprüsü de (Galata Köprüsü) Ersoy'un şiirinde yerini alır. "Köprüden Geçiş" (Süleymaniye Kürsüsünde) adlı şiirinde "Köprüden çok geçtiğini" söyler ve bu geçiş sırasında gözüne çarpanları betimler: "Halic'in o yosun çehreli miskin suları", kıyısının "hilkate küsmüş gibi durgun" oluşu, bir kıyıdaki "başbaşa vermiş düşünen, pis, eski, ağlamış yüzlü, sa-kîl evleri". Bu arada köprünün yapısını a-laylı bir dille anlatır. Avrupa'da köprülerin "asma" olduğunu ama bu "köprü"nün kendine özgü bir yapısı bulunduğunu, bazı bölümleri suya battığı için neredeyse "denizaltı köprü" diye adlandırılacağını söyler. Ersoy için köprü, sevdiği ve sığındığı semt olan Fatih'e götüren bir yol gibidir.

îslami yaşama tarzına ve geleneklerine bağlı herkes gibi Ersoy için de İstanbul' un Beyoğlu yakası ayrı ve aykırı bir semttir. Beyoğlu'nu "mülevves muhît-i fahiş" diye niteler "Vaiz Kürsüde" (Fatih Kürsüsünde) adlı şiirinde. Aynı şiirde, Beyoğ-lu'nun gözde eğlence ve toplantı yeri olan Tokatlıyan'dan söz eder.

Gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu semtlerden Tatavla (Kurtuluş), Samatya "Berlin Hatıraları" (Hatıralar) adlı şiirinde geçer. Meyhaneleriyle ünlü Sandıkbur-nu (Yenikapı'da) "Âsim" başlıklı şiirde, Vefa "İki Arkadaşla Fatih Yolunda" (Fatih Kürsüsünde) adlı şiirde, Babıâli Yokuşu yine "Asım" başlıklı şiirde söz konusu edilir. "Mezarlık" adlı şiirde Eyüp çevresinde-

ki mezarlık "sonsuzluk denizi"ne benzetilerek anlatılır. Boğaz, Baba Cafer Zindanı, Dolmabahçe, Beşiktaş, Robert Kolej de Ersoy'un şiirinde söz edilen yerlerdir.

Halk için ve halkın hayatını veren bir edebiyat yaratmayı amaçlamıştır. Gerçekleri, gördüklerini yansıtması, gözlemlerini neredeyse bir konuşma diliyle şiirleştirmesi en önemli özellikleridir. Safahat'ta bu özellikleri doğrultusunda İstanbul'u, İstanbul'un orta halli Müslüman halkının duyuş ve yaşayışını yansıtmıştır.

ERAY CANBERK



ERTUĞRUL, MUHSİN

(5Mart 1892, İstanbul - 29 Nisan 1979, İzmir) Tiyatro ve sinema adamı, oyuncu, yönetici, yazar, çevirmen.

İlköğrenimini Gedikpaşa'daki Tefeyyüz Mektebi'nde tamamladı. Tiyatroyla da bu yıllarda tanıştı. 30 Temmuz 1910'da Burhaneddin Kumpanyası'nın sahnelediği Sherlock Holmes oyunundaki Bob rolüyle sahneye ilk kez adım attı.

1911'de kısa bir süre için Paris'e gitti. 1912'de İstanbul'a döndü ve "Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları" topluluğunu kurdu, başrolünü kendisinin oynadığı Hamlet'i sahneledi. Oyun büyük beğeni kazandı. 1913'te yeniden Paris'e gitti. Oradaki tiyatro çalışmalarından edindiği izlenimleri İstanbul'daki dergilere yazdı. Yurda dönüşünde yeniden oluşturduğu topluluğunda Fahişe ve Büyük Hata adlı oyunları sahneledi. Ocak 1915'te Darülbeda-yi'ye kadrolu sanatçı oldu. Burada, Çürük Temel, Hisse-i Şayia adlı oyunlarda sahneye çıktı. Darülbedayi'deki karışıklıklara dayanamayarak 19l6'da Almanya'ya gitti. Burada tiyatro izlemenin yanı-sıra, filmlerde oyuncu olarak rol aldı.

1917'de Darülbedayi'de Bir Çiçek İki Böcek ve Baykuş adlı oyunlarda oynadı. 1918'de Edebi Tiyatro Heyeti'nde Hortlaklar, Sivrisinekler, Vazife, Eski Heidel-berg adlı oyunları sahneledi. Aynı yıl gittiği Almanya'da Stambul Film adlı bir şirket kurdu, yönetmenlik ve oyunculuk yaptığı Samsan Kendi Kendinin Katili, Kara Lale Bayramı, Şeytana Tapanlar adlı filmlerde çalıştı.

1921'de Darülbedayi'de Harap Yurtve Karanlık Kuyu adlı oyunlarını yönetti. 1922-1923'te film çalışmalarına ağırlık veren Muhsin Ertuğrul, İstanbul'da Bir Fa-cia-i Aşk, Boğaziçi Esrarı (Nur Baba), Ateşten Gömlek, Leblebici Horhor, Kız Kulesinde Bir Facia ve Sözde Kızlar'ı çekti. 1924'te yeniden oluşturduğu "Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları" topluluğunda İhtilal, Bir Halk Düşmanı, Baba, Kre-utzer Sonat, Othello, Tayfun, Azarya, İşsizler, Kamelyalı Kadın adlı oyunlarla seyirciye ulaştı. 1925-1926'da Sovyetler Bir-liği'nde sinema çalışmaları yaptı, Tamil-la ve Spartaküs filmlerini çekti.

İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Muhittin Bey'in (Üstündağ) daveti üzerine 1928'de Darülbedayi'nin başrejisörlü-ğünü üstlendi. Baba, Hamlet, Deyyus, Kör gibi oyunları yönetti. Darülbedayi



Muhsin Ertuğrul

Ara Güler

dergisinin yayımım başlattı, iki yıl öğrenim veren Tiyatro Meslek Mektebi'ni açtı. 1931-1933 arasında Kaçakçılarve ilk sesli Türk filmi İstanbul Sokaklarında, Bir Millet Uyanıyor, Karım Beni Aldatırsa, Söz Bir Allah Bir, Cici Berber, Fena Yol'u çekti. 29 Mart 1934'te 25. sanat yılı kutlandı. Aynı yıl Milyon Avcıları, Leblebici Horhor Ağa, Aysel Bataklı Damın Kızı filmlerini çekti, Sovyetler Birliği'nde çocuk tiyatrosunu inceledi.

l Ekim 1935'te Şehir Tiyatroları içinde çocuk tiyatrosunu başlattı. 1936'da Cari Ebert'in yöneticiliğini yaptığı Ankara Devlet Konservatuvarı'nda öğretmenlik yapmaya başladı. Ancak 1938'de Ebert'in seçtiği bazı yabancı öğretmenlere karşı çıkarak, bu görevinden ayrıldı, Şehir Tiyatroları bünyesinde tiyatro kursları açtı. 1939-1940 arasında Bir Kavuk Devrildi, Tosun Paşa, Allahm Cenneti, Kıskanç, Şehvet Kurbanı, Akasya Palas filmlerim çekti.

1947'de açılan Açıkhava Tiyatrosu'n-da(-0 Kral Oidipus'u sahneledi. Aynı yıl Devlet Tiyatroları yöneticiliğine atandı. Ankara Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi'ne canlılık getirerek sürekli oyunlar sahnelenmesini sağladı. 30 Nisan 1949' da 40. sanat yılının kutlandığı Şehir Tiyat-roları'nda Faust'u yönetti. Aynı yıl getirildiği Devlet Tiyatrosu ve Opera genel müdürlüğünden 1951'de ayrıldı ve İstanbul' da Fareler ve İnsanlar adlı oyunla perdelerini açan Küçük Sahne'yi kurdu. 1953'te ilk renkli Türk filmi olan Halıcı Ktâı çekti. 1954'te ikinci kez atandığı Devlet Tiyatroları genel müdürlüğünü 1958'e kadar sürdürdü. 1959'da Şehir Tiyatroları başrejisörlüğüne getirildi. 1965'e kadar süren bu dönemde İstanbul'un değişik semtlerinde tiyatrolar açılmasını sağladı; Rumelihisarı'nda ve Yedikule'de oyunlar sahneledi. 1967'de LCC Tiyatro Okulu'n-da Beklan ve Ayla Algan'la birlikte sahne çalışması derslerini yönetti, anılarını yazmaya başladı. 1968'de İstanbul Belediye Meclisi'nce yeniden Şehir Tiyatroları baş-



ERTUĞRUL TEKKESİ

196

197

ERTUĞRUL TEKKESİ

lanmıştır. Üst kat sütunları arasında kalan boşluklar, korkuluk duvarından kubbe eteğine kadar yükselen ahşap kafeslerle kapatılmıştır. Son derecede titiz bir işçilik sergileyen bu kafeslerin, ince marangozlukla ilgilenen II. Abdülhamid tarafından imal edildiği söylenmektedir. Üst katta, güneydoğu köşesindeki hünkâr mahfilinin simetriği olan, kadınlar mahfili ile bağlantılı mahfil biriminin saraya mensup hanımlara ait olduğu tahmin edilebilir.

Yapının hemen bütün mekânlarında, bağdadi sıvalı duvarlarda, kalem işi tekniği ile meydana getirilmiş eklektik üslupta süslemeler görülür. Mekânların köşeleri ile kapı ve pencere açıklıkları arasında kalan yüzeyler dikdörtgen panolara bölünmüş, bunların ortalarına, klasik Osmanlı süslemesindeki rumîlerle barok-ro-koko üslubundan alınma kıvrık dalların karışımından oluşan şemseler kondurulmuş, köşelere de aynı öğeleri içeren köşebentler resmedilmiştir. Cami-tevhidhane-nin duvarlarında sadece köşebentlerle ye-tinildiği gözlenir. Tavanlarda, ahşap kaplama üzerine gerilen muşambaların yüzeyine, duvardakilerle uyum gösteren nakışlar yapılmıştır. Özellikle hünkâr dairesine ait olan mekânlarda duvar ve tavan

rejisörlük görevi teklif edildiyse de kabul etmedi.

23 Aralık 1969-12 Ocak 1970 arasında 60. sanat yılı büyük bir programla kutlandı. 1974'te sonuncu kez Şehir Tiyatroları genel sanat yönetmenliğine getirildi. Bu dönemde Deneme Sahnesi'nin çalışmalarını başlattı, gezici tiyatro programı yaptı, semt tiyatrolarını yaygınlaştırdı. 1976'da Şehir Tiyatroları'nın "yerinden yönetim" tartışmalarına ve iç gerilime son vermek gerekçesiyle belediye başkanının yönetime el koyması üzerine, genel sanat yönetmenliği görevini bıraktı.

Muhsin ErtuğruPa 1979'da, Türk Tiyatrosu ve sinemasına yaptığı hizmetlerden dolayı, Ege Üniversitesi'nce "fahri doktor" sanı verildi. Bu törene katılmak için gittiği İzmir'de öldü. İstanbul'da Zincirliku-yu Mezarlığı'nda toprağa verildi. Belediye Meclisi'nin aldığı karar uyarınca, Şehir Tiyatroları'nın Harbiye'deki sahnesine Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu adı verildi.

Muhsin Ertuğrul ayrıca, Perdeci, Ahmet Rıdvan, Füruzan Cemali, Nabi Zeki ve Servet Moray takma adlarıyla tiyatroya ilişkin pek çok yazı yazdı, çeviriler yaptı. Anılarını topladığı Benden Sonra Tufan Olmasın adlı yapıtı ölümünden sonra yayımlanabildi (İst., 1989).

HİLMİ ZAFER ŞAHİN

Muhsin Ertuğrul Cezmi Ar'la birlikte bir film çekiminde, 1930'lar. TETTV Arşivi

ERTUĞRUL TEKKESİ

Beşiktaş İlçesi'nde, Yıldız Mahallesi'nde, Yıldız Caddesi üzerinde yer almaktadır.

1305/1887'de II. Abdülhamid (hd 1876-1909) tarafından Şazelî tarikatının ileri gelen şeyhlerinden, bu tarikatın Medenî kolunun kurucusu Şeyh Hamza Zafir Efendi (ö. 1903) adına tesis edilmiştir. Cami-tekke niteliğinde olan bu kuruluşun adı, Osmanlı hanedanının ceddi Ertuğrul Ga-zi'nin hatırasını canlandırmak arzusunun yanısıra, II. Abdülhamid'in, yine bu amaçla Domaniç yöresi Türkmenlerinden oluşturduğu Ertuğrul Alayı'mn ibadetine tahsis edilmesinden kaynaklanmaktadır.

Ertuğrul Tekkesi, İstanbul'da fazla yayılmamış olan, daha önce Unkapam'nda-ki ve Alibeyköy'deki iki tekke ile temsil edilen Şazelî tarikatını güçlendirmekten çok, İslam âleminin çeşitli yörelerinden Osmanlı başkentine gelen tarikat şeyhleri ile ulemayı ağırlamak, özellikle de bu kişiler aracılığı ile Osmanlı hanedanının tasarrufunda bulunan hilafet kurumunun prestijim artırmak amacıyla tesis edilmiştir. Başka bir deyimle bu tekkenin varlık sebebi II. Abdülhamid'in Panislamizm politikasına, Şeyh Zafir Efendi'nin -Trab-lusgarp'ın Mısra kasabası merkez olmak üzere- Şazelüiğin yaygın olduğu bütün

Kuzey Afrika'daki büyük nüfuzuna dayanmaktadır.

Başlangıçta cami-tevhidhane ve selamlığı barındıran esas yapının yanısıra harem ve misafirhane bölümlerinden meydana gelen tekke 1905-1906'da türbe-ki-taplık-çeşme üçlüsü ile donatılmıştır. Birbiriyle bağlantılı olan bu bölümlerin tasarımı, Raimondo d'Aronco'ya(->) aittir. Ca-mi-tevhidhaneye 1905'ten önce bir minare eklendiği tespit edilmektedir.

Tekkeler kapatıldıktan sonra binaların mülkiyeti Vakıflar İdaresi'ne intikal etmiş, kullanımları ise önce İstanbul Belediye-si'ne, sonra Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiş, cami-tevhidhane dışında kalan bölümler 1957'ye kadar Şair Nedim İlkokulu olarak kullanılmıştır. Bu arada gerekli bakımdan mahrum kalan yapılar, ilkokulun başka yere taşınması üzerine cami olarak ibadete açılmıştır. 1960'lı yılların sonlarında çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ana bina 1969-1973 arasında Vakıflar İdaresi tarafından esaslı bir onarıma tabi tutulmuş, onarımdan sonra, Vakıflar îdaresi'nin depolarında çürümeye terk edilen çeşitli tarikat eşyasının sergilendiği bir müze olması kararlaştırılmış iken birtakım siyasi spekülasyonlar yüzünden bu karar uygulanamamıştır. Günümüzde ana bina cami olarak kullanılmakta, türbe, kitaplık ve çeşme sağlam durumda bulunmakta, onarım kapsamına alınmayan harem ve misafirhane binaları ise her geçen gün biraz daha harap düşmektedir.

Kuruluşundan itibaren Şazelî tarikatının İstanbul'daki merkezi durumuna gelen, aynı zamanda bu tarikatın Medenî kolunun pirevî niteliğini taşıyan Ertuğrul Tekkesi'nin ilk şeyhi Hamza Zafir Efendi Trablusğarp'ın Mısra kasabasındandır. II. Abdülhamid'in kendisine intisap etmesine ve aşırı ilgi ve hürmet göstermesine rağmen hükümdara olan yakınlığını kötüye kullanmamış, bilgisi ve kişiliği ile İstanbul'da saygın bir mevkiye sahip olmuştur. Ayin günü cuma olan tekkenin postuna Hamza Zafir Efendi'den sonra küçük kardeşleri Muhammed Zafir Efendi (ö. 1904) ile Beşir Zafir Efendi'nin (ö. 1909) geçtikleri bilinmektedir.

Ertuğrul Tekkesi, yine II. Abdülhamid' in yakınlarından Rıfaî-Sayyadî Şeyhi Ebül-hüda Efendi'nin Serencebey'deki tekkesi ile beraber, "velinimetlerinin" çevresinde kümelenen devlet ricaline ve bendegâna (saray mensupları) ait bahçeli konaklar arasında, padişahın oluşturduğu bir tür "manevi koruma çemberinin" halkalarını meydana getirmekteydi. Tekke arsası kuzeyde Yahya Kemal Parkı, diğer yönlerde ise, Yıldız Sarayı'na doğru kavisler çizerek uzanan Yıldız Caddesi ile sınırlıdır. Arsa doğudan batıya doğru alçalan eğimden dolayı istinat duvarı niteliğinde çevre duvarları ile kuşatılmış, ayrıca kıble doğrultusunda uzanan bir istinat duvarı ile iki sete ayrılmış, yüksekte kalan doğu yönündeki sete cami-tevhidhane ile selamlığı barındıran ana bina, bunun batısında, ayakta kalan sete de türbe-kütüphane-

çeşme manzumesi yerleştirilmiştir. Batı sınırı dışında, çevre duvarları, eklektik üslupta süslemeler içeren, dökümden mamul parmaklıklarla donatılmış, sütun görünümündeki babaların üzerine, günümüzde yerlerinden sökülmüş olan ufak vazolar oturtulmuştur. Dört adet avlu girişi içinde en gösterişli olanı, güneyde, cuma selamlıklarında ve diğer ziyaretlerde padişah ile maiyetinin kullandığı, hünkâr dairesi ve mahfiline geçit veren kapının karşısında yer alır.

Cami-tevhidhane ile selamlık birimlerini, ayrıca cami-tevhidhane ile bağlantılı hünkâr dairesini barındıran ana bina iki katlı, ahşap iskeletli bir yapıdır. Duvarları içeriden bağdadi sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile oluşturulmuş, çatı günümüzde Marsilya tipi kiremitlerle kaplanmıştır. Kuzeyde kısmen kagir bir bodrumun üzerine oturmaktadır. Yapı kendi içinde üç ana bölüme ayrılır: Ortada kare planlı cami-tevhidhane harimi, bunun güneyinde "T" planlı hünkâr dairesi, kuzeyinde de hünkâr dairesinin simetriği olan selamlık kanadı yer almaktadır. Altı adet giriş bulunmakta, güneyde, hünkâr dairesine geçit veren kapının (hünkâr kapısının) üzerinde 1305/1887 tarihli inşa kitabesi yer almaktadır. Talik hatlı olan kitabenin manzum metni Ahmed Muhtar Efen-di'ye (ö. 1910) aittir.

Gerek hünkâr dairesinde gerekse de selamlık kanadında, kıble eksenine göre simetrik düzende tasarlanmış merdivenli sofalar ile bunların çevresinde dikdörtgen planlı mekânlar ve hela-abdest-lik birimleri bulunmaktadır. Söz konusu yerleşim her iki katta da pek az farkla tekrar edilmiştir.

Güney cephesinde, hünkâr kapısının yanında bulunan giriş, hünkâr dairesi sofası ile bağlantılı olan bir koridor aracılığı ile cami-tevhidhane harimine geçit ve Doğu cephesindeki girişlerden biri doğrudan selamlığın zemin kat sofasına, rüzgârlık türünden küçük bir çıkıntı ile donatılmış olan diğeri ise, birbirini izleyen, son cemaat yeri niteliğinde iki mekâna açılmaktadır. Söz konusu mekânlardan ikincisinde cami-tevhidhane harimine açılan kapı ile fevkani kadınlar mahfiline çıkan merdiven bulunur.

Yapının çekirdeğini oluşturan esas ca-mi-tevhidhanede ayinlere ayrılmış olan a-lan sekizgen planlıdır. Dış sınır oluşturan kare ile bu sekizgenin arasında kalan alana iki katlı mahfiller yerleştirilmiş, ancak kıble yönünde yer alan kenarda mihrap ile minbere tahsis edilen yerde mahfiller kesintiye uğratılmıştır. Sekizgenin köşelerinde yükselen kare kesitli ahşap sütunlar üst kat mahfillerini taşır. Üst katta da aynı noktalarda, kısa bir korkuluk duvarından sonra başlayan Korint başlıklı ahşap sütunlar çatıyı takviye etmektedir. İki kat boyunca yükselen sekizgen planlı hacmin üstü ahşap iskeletli, bağdadi sıvalı, çatı altında gizlenen bir kubbe ile örtülmüştür. Söz konusu kubbe sekiz dilimli olarak tasarlanmış, böylece alt yapı ve taşıyıcı sistem ile üst yapı arasındaki uyum vurgu-

Ertuğrul Tekkesi'nin cami-tevhidhane ile selamlığı barındıran ana bina planı. H. Rıza Ergezen

tezyinatının, Yıldız Sarayı'ndaki birtakım bölümlerde bulunan teyzinatın yoğunluğuna ulaştığı tavan göbeklerinde ve eteklerinde yaldızlanmış kartonpiyer öğelerinin kullanıldığı fark edilmektedir. Cami-tevhidhanedeki tavan süslemesinin nispeten sade tutulduğu, sekiz dilime ayrılmış kubbe yüzeyinin, pastel renklerle çalışılmış kıvrık dal kompozisyonları ile kaplandığı gözlenir. Sarayla yakın ilişki içinde olan diğer birtakım geç devir tekkelerinde görüldüğü üzere, burada da gayrimüslim saray nakkaşlarının elinden çıkmış olan bütün bu süslemeler yapıya oldukça profan bir hava katmaktadır.

Ertuğrul

Tekkesi'ndeki

bir töreni

gösteren


Yıldız

Albümleri'nden

bir fotoğraf.

M. Baha Tanman

fotoğraf

koleksiyonu

Yan yana yer alan mihrap ile minber, malzeme (ahşap), tasarım ve süsleme bakımından tam bir bütünlük içindedir. Mihrap nişinin içi, kordonlarla iki yana tutturulmuş püsküllü perdeler, ortada zincirlerle asılı kandil, tepede ay-yıldız grubu ve yıldızdan çıkan altın yaldızlı ışınlarla bezelidir. İki yandan yivli pilastrlar ile kuşatılmış olan mihrap nişinin üzerinde 1305/1887 tarihli mihrap ayeti panosu yer alır. Bunun da üstünde, mihrap ile minberi birbirine bağlayan, yatay konumda konsollu bir silme uzanmaktadır. Minber, kabartma rozetlerle süslü korkuluğu ve



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin