Bibi. Melahat Sabri, "istanbul Düğünleri", HBH, II, S. 23-24 (Mayıs 1933); E. Cenkmen, Osmanlı Sarayı ve Kıyafetleri, İst., 1948; N. Anafarta, "Ümmügülsüm Sultan'ın Düğünü ve Sonu", Hayat Tarih Mecmuası, II, S. 7 (Ağustos 1971); D. de Fontmagne, Kmm Harbi Sonrasında istanbul, ist., 1977; C. Yazansoy, On Sekizinci Yüzyılın Başında Osmanlı Kıyafetleri, ist., 1980; And, Şenlikler, Uzunçarşılı, Saray; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, 1992, 13-30; R. H. Karay, Üç Nesil Üç Hayat, ist., ty, s. 40-45; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 662; istanbul'un Anadolu Yakası ve Şile Dolaylarında Köylerde Düğün Âdetleri, (Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Arşivi: YB. 69.0027).
MELTEM CİNGÖZ
GENÇ MEHMED PAŞA ÇEŞMESİ
Üsküdar, Hayrettin Çavuş Mahallesi'nde, Toptaşı Caddesi ile Boz (eski adı Beygir-ciler) Sokağı'nın kesiştikleri yerde bulunan Hacı Bedel Mustafa Efendi Camii'nin avlu duvarına bitişiktir.
Çeşmenin banisi olan Genç lakaplı Mehmed Paşa (Kethüda), Sadrazam Nevşehirli Damat ibrahim Paşa'mn oğludur. Aynı paşanın bu civarda yaptırdığı bir başka çeşme Aziz Mahmud Hüdaî Dergâhı cümle kapısının yanındadır. Çeşmenin inşa tarihi 1141/1728'dir. Manzum kitabesinin metni, Mehmed Paşa'mn divitçibaşı-sı, Kırım-Bahçesaraylı şair Mustafa Rahmî tarafından hazırlanmıştır.
Kesme taş üzerine mermer levhalarla kaplı olan çeşme, yapılmış olduğu Lale Devri'nin üslup özelliklerini taşımaktadır. İçinde ayna taşının yer aldığı altı dilimli bir kaş kemer, üzerinde dar bir kemerbent ve bu kemerin üzerinde yedi satırlık, ta' lik hatlı kitabe bulunur.
Sade bir zariflik arz eden ayna taşında, lülenin üzerine rastlayan yerde bir rozet
GENELEVLER
392
393
GERÇEK DAVUD AĞA
Genç Mehmed Paşa Çeşmesi
Enis Kamkaya, 1994
yer almaktadır. Bu rozet sekiz kollu bir yıldızın ortasında yer alan bir çiçek motifinden (gûlbezek) oluşmaktadır. Ayna taşının dört dilimli kaş kemerinin ucunda ise bir palmet yer alır.
Uç sıralı dar bir bordürün çerçeve teşkil ettiği, üstü bir sıra palmetle taçlandırılmış, yine mermerden yapılma bir saçağın üzerinde kiremit örtülü ahşap bir çatı bulunuyordu. Çatı bugün mevcut değildir, iki yanında testi setleri bulunan mermerden yapılma teknesi onarılmıştır. 1992' de Üsküdar Belediyesi tarafından yaptırılan temizleme ve restorasyon çalışmaları sayesinde çeşme kurtarılmıştır.
Haznesi cami duvarına komşu durumda bulunan çeşmenin suyu akmamaktadır.
Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 338:340; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 69; Çeçen, Üsküdar, 100-101; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 584.
ENiS KARAKAYA
GENELEVLER
Osmanlı Devleti'nde genelevler resmen 19. yy'm ikinci yarısında gündeme geldi. Bu doğrultuda zührevi hastalıklarla mücadele de 19. yy'm son çeyreğinde başladı. Gerek Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında, gerekse savaş ertesi istanbul'a çok sayıda yabancı geldi. Beyoğlu ve Galata taraflarında genelevlerin faaliyetine göz yumuldu. Zührevi hastalıkların artması sonucu o zamanlar Altıncı Daire Belediye Reisi Edouard Blacque(->) ve Misel adındaki bir hekimin teşebbüsü ile genelevlerde-ki kadınların Altıncı Daire'nin nezareti altında muayene ve tedavileri kararlaştırıldı.
5 yıl kadar süren bu yarı resmi nitelikteki denetimden iyi sonuç alındı. Şubat 1884'te Şûra-yı Devlet'ten geçirilen bir talimatname ile Altıncı Daire bölgesindeki genel kadınların belediyece kontrol edil-
melerine izin verildi. Bölge dahilindeki genelevler bu talimatname gereğince belediye memur, hekim ve çavuşları tarafından teftiş edilmeye başlandı. Genel kadınların muayene ve tedavileri için gerekli olan mali olanak yine kendilerinden alınarak sağlandı: Genelevler dört sınıfa ayrıldı; buralarda çalışan kadınlardan genelevlerinin sınıflarına göre ayda sırasıyla 3 mecidiye, l lira, 1,5 lira, 2 lira tahsil edildi. Ancak talimatname hükümlerinin yalnız Altıncı Daire-i Belediye'de tatbik olunması ve diğer dairelerdeki genel kadınların hiçbir kayıt ve kontrole tabi tutulmaması yüzünden bu denetim açık verdi; birçok genel kadın diğer belediye dairelerine yerleşerek serbestçe fuhuş imkânı buldular.
Genel kadınların muayene ve tedavisi için Altıncı Daire mıntıkasında kurulmuş olan Beyoğlu Nisa Hastanesi(->) 1909'da Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhiye Müdüriye-ti'ne devredildi. Genelevlerin denetimi yine eskisi gibi Altıncı Daire-i Belediye za-bıtasınca sürdürüldü.
Dersaadet Teşkilat-ı Belediyesi hakkındaki 30 Aralık 1910 günlü kanun-ı muvakkatin 6. maddesi ile istanbul belediye zabıtasına ait vazifeler polise devredildi. Genelevlerle ilgili denetim böylece polise geçti. Ancak, genelevlerle ilgili ilk ayrıntılı mevzuat I. Dünya Savaşı yıllarında kabul edildi. 18 Ekim 1915 günlü Emraz-ı Zühreviyenin Men-i Sirayeti Hakkında Nizamname ile zührevi hastalıkların yayılmasını önlemek üzere özel bir teşkilat kuruldu. Bu teşkilat istanbul'da Polis Mü-düriyet-i Umumiyesi'ne, taşrada ise mahalli mülki makamlara bağlandı.
Bu mevzuatla, Osmanlı tarihinde ilk kez fahişeler ve fuhuş yerleri hakkında ayrıntılı hükümlere yer verildi. Hayat kadınlarının sınıflandırması yapıldı. Fuhuş yerlerinin işletme kuralları belirlendi.
Mevzuata göre, fahişe "menfaat mukabili veya itiyadi bir suretle kendisini başkalarının zevklerine hasretmeyi sanat ittihaz ederek müteaddid erkeklerle münasebette bulunan kadın"di. Bu tür iki ya da daha fazla kadının gerek toplu olarak, gerekse ayrı ayrı odalarda teker teker o-turdukları ya da fuhuş yapmak için muvakkaten toplandıkları yerlere "umumhane" deniyordu. Ayrıca pansiyon adı altında her odası kâr ve zararı kendilerine ait olmak üzere ayrı ayrı bir ya da birçok fahişeye kiraya verilen haneler de umumhane addedildi. Bunun dışında "buluşma mahalli" adı altında sahibi ya da kiracısı tarafından hayat kadınlarına fuhuş yapmak ve buluşmak için tahsis edilen yerler vardı. Bunlar bildiğimiz randevuevleriydi.
İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar mıntıkalarında Polis Umum Müdürlüğü'nce ayrılan mahallerin dışında genelev açmak yasaktı. Genelev kapsamına alınan pansiyonlar namus sahibi ailelerin oturdukları hanelerin yanı başında ya da karşılarında a-çılamayacaktı. Fahişeler genelevlerin bulunduğu mıntıkaların haricinde oturama-yacaklardı. Hayat kadınları, genelev, pansiyon ve buluşma mahalleri dışında yerlerde müşteri kabul edemeyeceklerdi.
Mevzuat gereği, umumhaneler dört sınıfa, pansiyon diye bilinenler ise iki sınıfa ayrılıyordu. Umumhane ve pansiyon sahipleri ruhsat almak için başvurduklarında hangi sınıfa dahil olacaklarım dilekçelerinde bildireceklerdi. Buluşma mahallerinin dereceleri yoktu. Genelevler için kasaba, muhit ve sınıflarına göre mıntıkalar saptanacaktı, istanbul'da üçüncü ve dördüncü sınıflar için ayrı ayrı, birinci ve ikinci sınıflar için aynı mıntıkada ayrılacak sokaklarda genelev açılabilecekti. Fuhuşu sanat edinmiş kadın düzenli olarak belirli aralıklarla muayeneden geçecekti. Tek bir erkekle ilişki kurarak "metres"lik eden kadının kaydıyla yetinilecekti. Metres eğer birden fazla şahısla temas ederse fahişeler hakkındaki hükümlere tabi tutulacaktı.
Genelevler, pansiyonlar, buluşma yerleri ve fahişelerin sağlık durumları ve idari işleri ile ilgilenmek üzere istanbul Polis Umum Müdürlüğü'nde bir ahlak zabıtası şubesi kuruldu. Ayrıca Sıhhiye Heyeti oluşturuldu. Fuhuş yapılan yerlerin takibi ve gizli fuhuş yapılan yerlerin meydana çıkarılması için ayrıca sivil memurlar kullanıldı. Sivil memurlar gizli fuhuşu önlemekle yükümlüydüler. Genç kızları, çocukları ve namuslu kadınları iğfal ile fuhuşa teşvik edenler hakkında tahkikat yapacaklardı. Gizli fuhuş mahallerini, kimlerin teşebbüs ya da yardımlanyla gizli fuhuş yapıldığını saptayacaklardı. Umumhane, pansiyon ve buluşma yerlerinde kayda geçmemiş fahişeye rastlarlarsa gerekli mercilere uyarıda bulunacaklardı.
Mevzuata göre, İstanbul'da Polis Umum Müdürü'nün reisliği altında idari kısım müdürü, başhekim ve muayene doktorundan oluşan bir komisyon kurulacaktı. Sıhhiye Heyeti muayenehane, umumhane ve pansiyonlarla, fahişelik eden kadınları nezareti ve teftişi altında bulunduracaktı. Bulaşıcı hastalıklara yakalananları muayeneye yollayacak, nedenlerini araştıracaktı. I. Dünya Savaşı yıllarında istanbul'da 6 muayenehane açıldı. Her muayenehanenin mıntıkası belirlendi. Mıntıkada bulunan hanelerle fahişelerin isimlerini taşıyan bir defter hazırlandı.
Bulaşıcı hastalıklardan dolayı hastaneye kaldırılan kadınların hastanelere kabulü zorunluydu. Hasta tamamen iyileşmeden ve bulaşma tehlikesi geçmeden her ne sebeple olursa olsun taburcu edilemezdi. Tedavi gören kadınların hüviyet cüzdanlarına hastane doktoru tarafından tamamen iyileştiğine dair kayıt düşülürdü. Genelev ve pansiyon sahip ve kiracıları, zührevi hastalıklara tutulmuş olan kadınları müşteriye çıkardıkları takdirde Ceza Kanunu gereğince takibata uğrayacaklardı. Dava sona erinceye kadar genelev ya da pansiyon kapatılacaktı.
Mevzuatın ana hedefi fuhuşu denetim altına almaktı. Fuhuş o denli yaygınlaşmıştı ki bununla ancak liberal bir tavırla mücadele edilebilecekti. Bu nedenle II. Meş-rutiyet'te kadın sorununun bir boyutu da fuhuştu.
Öte yandan, giderek yaygınlaşan züh-
revi hastalıklar bu resmi genelevler aracılığıyla denetlenebilecekti. Savaş öncesi belsoğukluğu, frengi, şankr, uyuz, kırkayak, karnebit vb zührevi hastalıklar son derece sınırlı iken 1914 ertesi birdenbire artmıştı. Hattâ İstanbul bir yana Anadolu bile zührevi hastalıkların tehdidi altındaydı. Bu nedenle zührevi hastalıkların denetimi amacıyla çıkarılan 1915 tarihli nizamname ve talimatname son derece liberal bir mevzuattı. Ahlak normları geri planda yer aldı. Amaçlanan, bu tür hastalıkların izini sürmek ve yakalananları başkalarına bulaştırmadan tedavi altına almaktı. Mütareke ve işgal yıllarında İstanbul'da genelev sayısında önemli artış kaydedildi. Fuhuş geniş boyutlar kazandı (bak. fuhuş).
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Emraz-ı Zühreviye Müdüriyeti kayıtlarına göre İstanbul'da 500 fahişe vardı. Bunlardan 250' si Rum, 150'si Musevi, 100'ü Müslüman di. 4lO'u şehirli, 90'ı köylüydü. 101'i okuyup yazabiliyordu. 146'sı kimsesizdi. Zabıta sicillerinde ise 917'si İstanbullu, 1.236'sı taşralı toplam 2.153 fahişe yer alıyordu. Bunların 899'unun yaşı 20'nin altındaydı.
Nisan 1920'de İstanbul'da tahminen 500 kadar randevuevi ve 1.500 kadar vesikalı fahişe bulunuyordu. 12 Nisan 1930 günlü "Fuhuşla Mücadele Hakkında Tamim" ile bu evlerin faaliyetlerine son verilmek istendi. Ancak, denetimin elden çıkması üzerine 12 Kasım 1933 tarihli Fuhuşla ve
Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Nizamnamesi ile tekrar faaliyetlerine izin verildi. Bu nizamname anahatlarıyla 1915 mevzuatını içeriyordu; ancak, onun geliştirilmiş şekliydi. Genelevlerle ilgili en son mevzuat 1981 tarihli Fuhuşla ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü'dür.
ZAFER TOPRAK
GENNADİOS H SHOLARİOS
(1400-1405 arasında Konstantinopolis - 1472ya da 1473'te, MoneikeionjDinbi-limci ve Bizans devletinin yıkılmasından sonraki ilk Ortodoks patriği.
Ünlü dinbilimciler M. Eugenikos, I. Hor-tasmenos ve J. Briennios'un öğrencisi o-lan Gennadios, VIII. İoannes Paleologos' un (hd 1425-1448) sarayında "didoskalos" (senatör) ve "krites katholikos" (vaiz) olarak görev aldı. 1438-1439'da toplanan Fer-rara-Floransa Konsili'ne katılarak kiliselerin birleşmesinden yana çıktıysa da 1444' te görüşlerini değiştirerek ateşli bir birlik karşıtı oldu, bu yüzden 1446-1447'de Khar-sianeites Manastm'nda sürgün tutulduy-sa da tekrar başkente döndü (bak. kiliselerin birleşmesi). Ama Ortodoks kilisesinin mutlak bağımsızlığını ve Katolik kilisesinden temel farklılıkları vurgulayan bir hizip başı haline geldiğinden, İmparator XI. Konstantinos Paleologos'un (hd 1449-
Abanoz Sokağı'nda bir genelev ve müşterileri. Ara Güler
1453) çevresinden uzaklaştırıldı ve Kons-tantinopolis'teki Pantokrator Manastırı'na çekilerek keşişliğe başladı. 1453'te şehir Osmanlılarca alındığında son patrik II. At-hanasios görevi bırakmış ama yerine atama yapılmamıştı. Doğu ve batı kiliseleri arasındaki çatışmayı canlı tutmak isteyen II. Mehmed (Fatih), 1454'te Gennadios'un patrik olarak seçilmesini destekledi ve onu Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan tüm Ortodoksların temsilcisi konumuna yükseltti, devlet törenlerinde vezirlerle eş tuttu.
Gennadios patrikliği süresince Osmanlılarla iyi ilişkiler geliştirdi. 1466'da patriklikten ayrılarak Seres'teki (bugünkü Selanik yakınlarında) Prodromos Manastırı'na çekildi, ilahiyat ve felsefe çalışmalarına devam etti. 1472 ya da 1473'te öldü.
Latince bilen ve Latin bilim dünyasına büyük hayranlık besleyen II. Gennadios Sholarios, Doğulu dinbilimciler için pek olağan sayılmayacak biçimde Aristoculukla ilgilendi ve özellikle Aquinolu To-massino'nun eserlerini inceleyerek Grek-çeye tercüme etti (bak. Dominikenler). Böylece Bizans düşün dünyasına Aristo-telesçi skolastik felsefeyi ve yeniplatoncu-luğu soktu. Çalışmaları arasında Osmanlı sultanına Hıristiyanlığı tanıtmak amacıyla yazılmış propaganda metinleri, ilahi kudret, kader, insan ruhunun kökeni gibi din felsefesine ilişkin yazılar vardır.
Bibi. C. J. f umer, "The Career of George-Gen-nadius Scholarius", Byzantion, S. 39 (1969), s. 420-455; G. Podalsky, Theologie undPhi-losophie in Byzanz, Münih, 1974, s. 305-323.
İSTANBUL
GERÇEK DAVUD AĞA
(?, Fransa - 1734, istanbul) İstanbul'da yangın tulumbasını ilk kez imal eden kişi. Hakkındaki bilgiler genellikle mezar taşı ile lahtin kenarındaki uzun kitabelere dayanır.
Davud Ağa aslen David adlı bir Fran-sızdır. Fransa'dan Felemenk'e göçüp bir süre orada oturdu. 17l6'da 10 kişilik ailesiyle birlikte İstanbul'a gelip Galata'ya yerleşti. Merşan adlı bir cevahirci kendisini Fransa elçisine gammazlayıp zehirletmek istedi. Bu olaydan kurtulan Davud Ağa, Kaptan-ı Derya Aşçı İbrahim Paşa ile gönüllü olarak 1717'de Venedik seferine katıldı. Gemi toplarının nişan ayarlarını ustalıkla yapıp düşman gemilerini batırmakta başarılar gösterdi. Seferden dönüşünde ailesiyle birlikte İslamiyeti kabul etti.
26 Mart 1718 Tersane yangınından kısa bir süre sonra meydana gelen 17 Temmuz 1718 Tüfenkhane yangınında ilk kez kendi icat ettiği tulumbayı kullandı. 16 Ocak 1720 Tophane yangınında icat ettiği tulumbanın önem ve faydası anlaşılarak Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından 120 akçe günlükle tulumbacıba-şı tayin edildi. Ayrıca emrine günlük 15 akçe ile 50 nefer, günlük 30 akçe ile bir o-dabaşı ve 26 akçe ile bir çavuş, 24 akçe i-le bir çavuş yamağı, 20 akçe ile bir kâtip, 60 akçe ile ocak kethüdası verilerek ocak 150 kişiye tamamlandı.
GERÇEK, SELİM NÜ2HET
394
395
GILLES, PIERRE
Davud Ağa öldükten sonra Haseki Has-tanesi'nin arka tarafındaki bugün var olmayan mezarlığa gömüldü. Tarih-i Osma-ni Encümeni 1911'de özellikle ibrahim Müteferrika'nın mezar taşını aratırken encümen üyesi Ahmed Tevhid Bey tarafından tesadüfen Davud Ağa'nın taşı da bulundu. Davud Ağa ve öteki tulumbacıların mezar taşları 1940'ta buradan alınarak Edirnekapı Şehitliği'ndeki özel bir hazire-ye nakledildi.
Bibi. T. Kut, "Ülkemizde Yangın Tulumbasını ilk Kez İmal Eden Gerçek Davud'un ve Bazı Tulumbacıların Mezar Taşlan", TD, S. 32 (1979), s. 771-788, 1031-1040.
TURGUT KUT
GERÇEK, SELİM NÜZHET
(1891, İstanbul - 12 Aralık 1945, istanbul) Araştırmacı, yazar ve gazeteci.
Hazine-i Evrak dergisinin kurucusu Mahmud Celaleddin Bey'in oğlu, Abdül-hak Şinasi Hisar'ınO) ağabeyidir. 1910' da Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. Cenevre Üniversitesi'nde yükseköğrenimini tamamladı. İstanbul'a dönüşünde tarih öğretmenliği ve Darülbedayi' de (Şehir Tiyatroları) yönetmenlik yaptı. 1921'de Yarın dergisinde yazmaya başlamasının ardından, başta İleri gazetesi olmak üzere değişik yayın organlarında yazıları yayımlandı.
1934'te, kuruluşunda büyük emeği geçtiği Basma Yazı ve Resimleri Derleme Mü-dürlüğü'nün ilk yöneticisi oldu ve ölümüne değin bu görevi yürüttü. Tanıtım ve e-leştiri yazılarının yanısıra birçok tiyatro yapıtım, Türkçeye çevirdi ya da uyarladı. 1921'deki Aman Hanım Biraz Sus ile Ben Operet Çalanın, 1926'daki Miras Peşinde, 1931'deki Salıncak Sefası, 194l'de-ki Oyun içinde Oyun, 1942'deki Prome-te Zincirde, 1943'teki Kurbağalar bunlardan bazılarıdır.
Türk Matbaacılığı (1928) adlı yapıtından sonra değişik alanlarda, öncü çalışmalar yaptı. Bunlar meddah, Karagöz ve ortaoyununun tarihine eğildiği Türk Temaşası (1930, yb 1942) ile ağırlıkla 1831-1880 arası İstanbul basınını konu alan Türk Gazeteciliği (193V ve Türk TaşBas-macıhğı'dır (1939).
Selim Nüzhet bir sergide açıklamalar yapıyor. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Gerçek, son yıllarında Akşam gazetesinde "Tiyatro/Sinema" başlığı altında kültür ve sanat yaşamına yönelik eleştiriler, inceleme yazıları ve denemeler yayımlamıştır.
HİLMİ ZAFER ŞAHİN
GERLACH, STEPHAN
(26 Aralık 1546, Knitlingen - 30 Ocak 1612, Tübingen) Dinbilimci ve kilise adamı.
Tübingen Üniversitesi'nin Protestan çevrelerine ve Ortodoks kiliseyle yakınlaşma çabasında olan dinbilimci Martinus Crustus'a yakın olan Gerlach, İstanbul'a Alman Elçisi David Ungnad'm yanında rahip olarak gelir, ancak burada Patrik II. Yeremias'la iki kilisenin birleşmesi konusunda görüşmeler yapar. 31 Temmuz 1573' ten 4 Haziran 1578'e kadar Ungnad'la birlikte İstanbul'dan kalan ve bu arada, Ekim 1576'da Bursa'ya da bir seyahat yapan Gerlach, bu beş yıl boyunca bir günlük tutar, gördüğü yerleri ve olayları anlatır. Ancak, özellikle Ortodoks kilisesiyle ilgili olduğundan, verdiği en ilginç bilgiler İstanbul' daki Rum mahalleleri ve kiliseleri hakkındadır. Bunların arasında bugün yok olan ve yeri kesinlikle bilinmeyen Galata'daki Hrisopigi Manastırı, Ayios Dimitrios Mahallesi (Tatavla, Kurtuluş) ve Kilisesi,
Jean-Leon
Geröme'un
Topkapı
Sarayı'ndan bir
yaşam kesitini
sunduğu "Saray
Terası" adlı
yapıtı,
82x122 cm,
1886,
özel
koleksiyon.
Halenur Kâtipoğlu
fotoğraf
Ayia Paraskevi (Hasköy) Mahallesi ve oradaki kilise, Rum ve Yahudi mezarlıkları, Samatya'daki Karamanlı Mahallesi, Arnavutköy, Kadıköy mahalleleri ve kiliseleri hakkında çeşitli bilgiler vardır. Ayrıca, o tarihte Pammakaristos Kilisesi'nde (Fethiye Camii) bulunan patrikhane ve birçok Rum küisesi anlatılır. Bunların dışında Kasımpaşa'daki esirler zindanından söz eden ilk gezgin Gerlach'tır. Ahmed Refik Altınay'm yayımlamış olduğu 3 Kasım 1585 tarihli bir Mühimme Defteri belgesinden anlaşıldığı gibi önceden Arap Camii çevresinde yerleştirilmiş olan esirler Müslüman cemaatin şikâyetleri üzerine Kasımpaşa Tersanesi yakınlarına taşınmışlardır.
Tübingen'e dönüşünden sonra 1586' da dinbilim profesörü olan Gerlach'm Tage-Buch der von zıveen Glonvürdigs-ten römischen Kaysem Maximiliano und Rudolpho... an die ottomanischePforte zu Constantinopel abgefertigten... Ge-sandtscbffizdunı taşıyan günlüğü l674'te Frankfurt'ta, akrabası Samuel Gerlach'm gayretiyle ve Tobias Wagner'in önsözüyle yayımlanmıştır.
Bibi. Yerasimos, Voyageurs, 302-305; M. Krei-bels, "Stephan Gerlach, deutscher evangeli-scher botschaftsprediger in Konstantinopel", Die Evanglische Diaspora, c. 29,1958, s. 71-96; (Altınay), Onaltıncı Asırda, 14-15; K. Beydil-li, "Stephan Gerlach'm Ruznamesinde istanbul", Tarih Boyunca İstanbul Semineri, ist, 1989, s. 83-105.
STEFANOS YERASÎMOS
GERÖME, JEAN-LEON
(11 Mayıs 1824, Vesoul - 10 Ocak 1904, Paris) Fransız ressam, gravürcü ve heykeltıraş.
Babası kuyumcu ve saatçiydi. Burjuva bir aile çevresinde yetişen Geröme, Veso-ul'da klasik bir eğitim gördü, Yunanca, Latince ve desen öğrendi. 1840'ta Paris'e gitti. 1843'e kadar Paul Delaroche Atölye-si'nde, burası kapandıktan sonra da isviçreli ressam Charles Gleyre'in atölyesinde kısa bir süre çalıştı. Geröme'un sanat çevrelerince tanınması 1847 Salonu'na "Horoz Döğüştüren Yunanlı Gençler" adlı tablosuyla katılmasıyla başlar.
İtalya, İspanya, Yunanistan, Filistin, Cezayir ve Mısır'a seyahat eden Geröme, İstanbul'a ilk kez 1853'te geldi. Bu ziyaretleri 1871, 1875 ve 1879'da yinelendi. Çağın modern Müslüman kentleri olarak ö-zellikle İstanbul ve Kahire ile ilgilendi.
Geröme, 1863'te Paris Güzel Sanatlar Okulu'na hoca olarak atandı, 1865'te de enstitü üyesi seçildi. Kırk yıllık öğretmenliği süresince Fransa, Amerika, Yunanistan gibi ülkelerden 2.000'e yakın öğrencisi oldu. Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa, Halil Paşa gibi Türkiye'de resmin gelişiminde büyük rol oynamış sanatçılar, resim öğrenimi görmek için Fransa'ya gönderildiklerinde onun atölyesinde çalışmışlardır. Şeker Ahmed Paşa, Abdülaziz' in isteği üzerine ilk Batılı resim koleksiyonunu hocası Geröme'a danışarak oluşturmuştur.
Geröme'un isteği üzerine Topkapı Sarayı'ndan çekilen iç mekân ve avluya ait fotoğraflar Paris'e yollanmış, sanatçı bunlardan yararlanarak "Saray Terası", "Sultan ve İki Muhafızı" gibi eserlerini gerçekleştirmiştir. Gönderilen fotoğraflar arasında İstanbul'un görünümleri ile başlıca anıtlarının bulunduğu bilinmektedir. Geröme' un resimlerinde ideal oryantalist mekânlar oluşturan bu fotoğraflar, onun gerçekçiliğinin de kaynağını belirtmektedir. Fotoğraftan yaptığı resimlerde kompozisyon genellikle fotoğrafçının gözü ile saptanmış, bu kompozisyonların içine seyahatlerinde topladığı Baülı modellerin etnog-rafik malzemelerle poz verdiği harem kadınları yerleştirilmiştir.
Oryantalist görüş çerçevesi içinde, Osmanlı yaşantısına da eğilen Geröme'un pek çok eserinde esir pazarları, hamam ve harem sahneleri, dervişler, başıbozuklar gibi konular ile Osmanlı mimarisinden örnekler yer almaktadır.
Bibi. M. Ackerman, La Vie et l'oeuvre de Jean-Leon Geröme, Paris, 1986; L. Thornton, Leş Orientalistes Peintres Voyageurs-1828-1908, Paris, 1983; ay, Women As Portrayed in Ori-entalist Painting, Paris, 1985; M. Cezar, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, ist., 1971; S. Germaner-Z. Inankur, Oryantalizm ve Türkiye, ist., 1989; S. Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı, ist., 1986; S. Germaner, "Jean-Leon Geröme", YeniBoyut, S. 30 (Mart 1985), s. 15-17; ay, "Jean-Leon Geröme ve Topkapı Sarayı", Antika, S. 36 (Nisan 1988), s. 38-48.
HALENUR KÂTİPOĞLU
GETRONAGAN ERMENi LİSESİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Karaköy, Kemeraltı ve Necatibey caddeleri arasında, Sakızcılar Sokak'ta bulunan Ermeni lisesi.
l Eylül 1886'da kurulmuştur. Okul, Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi'nin bitişiğinde olup, burada bulunan Amenapırgiçyan İlkokulu'nun yerinde kurulmuştur. 18601ı yıllarda İstanbul'da Ermeni cemaatine ait ilkokul sonrası bir eğitim kurumu bulunmamakta, varlıklı ailelerin çocukları, Mekteb-i Sultani'ye (Galatasaray Lisesi), Robert Kolej'e veya yurtdışına gönderilmekteydi. 1874'teki Galata büyük yangınında kiliseye ait binalarla ilkokul da zarar gördü. Aynı yıl İstanbul patrikliğine seçilen, aydın,
Getronagan Ermeni Lisesi'nin sembolü sayılan ve kilise tarafına açılan eski kapısı.
Yavuz Çelenk, 1994
ileri görüşlü ve eğitimci kişiliğiyle anılan Nerses Varjabetyan; cemaatin her kesimine hitap edebilecek, Anadolu'dan gelecek öğrenciye de eğitim verecek ve Anadolu' daki okullara öğretmen yetiştirecek bir eğitim kurumuna ihtiyaç olduğunu görerek, yangın sonrasında yenilenen ilkokulun bu amaçla kullanılmasını istedi. Okul Galata'da, İstanbul'un her semtinden öğrencilerin gelebilecekleri bir semtte bulunması nedeniyle, "merkezi" anlamına gelen "Getronagan" olarak adlandırıldı. Parasal sorunlar yüzünden okul ancak 1886'da a-çılabildi. Okul, üç ve iki yıllık dönemlerde toplam beş yıllık eğitim veren erkek okuluydu. İlk müdürü aynı zamanda bir yazar ve düşünür olan Mines Çeraz'dır. Okulda her kesimden gelen öğrenciye gösterilen ayrıcalıksız ilgi Getronagan'ın kurulduğu günden beri gerçek bir cemaat, halk okulu olmasını sağlamıştır.
Kimya doktoru Mardiros Nalbantyan' in müdürlüğü döneminde (1900-1913) mezunlardan birçoğu devletin yurtdışı e-ğitim sınavlarında başarılı olmuştur. Paris' te mühendislik eğitimi görmüş ve üst düzey devlet görevlerinde bulunmuş Keğam Kavafyan'ın müdürlüğü döneminde ise (1917-1927) okulun bir bölümüyle çevre binaları savaş sonrasında Anadolu'dan göç eden halka tahsis edilmiştir. Gene bu dönemde liseye eşdeğer bölümde, fen, matematik, edebiyat ve ekonomi şubeleri açılmıştır.
1927-1933 arasında, matematik öğretmeni Bedros Adruni müdürlük görevinde bulunmuş olup, adı okulla bütünleşmiştir. Bu dönemde okulun öğretim programı resmi liselere denk olarak yürütülmüş, mezunlar üniversitelere sınavsız olarak girebilmişlerdir. Bu yıllarda okul binası ve iç donanımı yenilenmiş, bahçesi olmayan o-
kulun teras katının bir bölümü de teneffüs-hane ve spor salonuna dönüştürüknüştür. Krikor Sarafyan'ın müdürlüğü döneminde okul karma eğitime geçmiş (1936), Esayan Kız Okulu'nün lise kısmının tekrar açılmasıyla eski haline dönmüştür (1951).
II. Dünya Savaşı'mn zor ekonomik koşullarında, okul kapanma tehlikesi geçirmiş, bu yıllarda, okulun ilk bayan müdiresi olan Eliz Ayvazyan, bütçenin dengelenmesi için gerekli çalışmalarda bulunmuştur. Okulun son kırk yıllık tarihinde, Ga-zaros Baler, Hamparsum Sınai, Hırant Der-Andreasyan ve Berç Çalıkman müdürlük görevinde bulunmuşlardır. Getronagan Li-sesi'nde yarım yüzyıla yakın görev yapan Aşhen Cezveciyan'la, gene otuz yıla yakın coğrafya öğretmenliğinde bulunan Fatma S. Tümertekin saygıyla anılan kişiler arasındadırlar. Okulun açıldığı yıllardan itibaren, öğretmenleri arasında, Papaz Go-midas (müzik), Isdepan Gurdikyan (Osmanlıca), Edgar Manas (müzik), Vahram Çerçiyan (yazı), Karekin Hacaduryan (Ermenice -eski Türk Ermenileri Patriği), Ka-rekinKazancıyan (Ermenice -günümüz Türk Ermenileri Patriği), Turan Tanın (matematik), Ömer Beygo (matematik), Hermine Kalustyan (matematik) bulunmaktadır.
Türk eğitim tarihinde ve Ermeni cemaatinin yaşamında başarılı bir geçmişi olan okulun bütçesi bugün cemaat yardımı ve vakıf binalarının gelirleriyle dengelenmeye çalışılmaktadır. Okul 1991-1992--öğre-tim yılından itibaren tekrar karma eğitime geçmiştir. Bugünkü öğrenci mevcudu 385' tir. Şimdiye kadar toplam 1.619 mezun vermiştir.
SİLVA KUYUMCUYAN
Dostları ilə paylaş: |