Bibi. R. Janin, La Geographie ecclesiastique de I'empire byzantin, I, 3, Paris, 1969, S. 67-68; A. Pasadaios, Adı Bilinmeyen İki Bizans Anıtı Hakkında (Grekçe), Atina, 1965, s. 50-55; A. Berger, Untersuchungen zu den Patria Kons-tantinopoleos, Bonn, 1988, s. 656-658.
ALBRECHT BERGER
GAUTIER, THEOPHDLE
(31 Ağustos 1811, Tarbes - 23 Ekim 18 72, Paris) Fransız yazar, şair ve sanat eleştirmeni.
İstanbul'a ait gözlemleri, bu kente ait yazılanların ve bunun ötesinde gezi edebiyatı türünün en başarılı örneklerinden biridir. Dönemin elverdiği ölçüde oryantalizm şemalarından ve Türklere ait önyargılardan sıyrılabilen yazar, bugün de zevkle ve ilgiyle okunan bir eser bırakmıştır.
Gautier seyahati seven ve aynı zamanda seyahat yazılarından ün ve para kazanan bir kişiydi. İstanbul'a gelmeden evvel üç defa Belçika'ya, üç defa İspanya'ya, beş defa Londra'ya, Cezayir'e, Almanya'ya, iki defa Hollanda'ya, İsviçre'ye ve İtalya'ya gitmiş, gözlemleri önce tefrika olarak gazetelerde, sonra da kitap olarak basılmıştır. 1850'lerin başında, Kırım Savaşı (1853-1856) ile sonuçlanacak yeni bir Doğu sorunu ortaya çıkınca yöreye ilgi de artar. 1851'de Maxime du Camp ile Gerard de NervaPin Doğu seyahatleri ve J. H. A. Ubicini'nin Türkiye mektupları yayımlanır. Ortam yazar olduğu kadar gazeteci o-lan Gautier'nin ilgisini çeker ve İstanbul yolculuğunu hazırlar. Bu yolculuğun, 1840' larda buharlı vapur seferlerinin başlama-
sından beri maceralı ya da yorucu bir tarafı kalmamıştır ve İstanbul'da varlıklı Batılıları karşılayacak ve konaklamalarım sağlayacak altyapı kurulmaya başlamıştır. Gautier 11 Haziran 1852'de Marsilya'dan vapura binip, Malta Adası'na, Sira Adası'na ve İzmir'e uğradıktan sonra 22 Haziran'da İstanbul'a gelir ve 28 Ağustos'a kadar kalır. Dönüşte Atina, Korfu ve Venedik'e uğrar ve ekimde Paris'e varır. İstanbul gözlemleri l Ekim ile 3 Kasım arasında La Presse gazetesinde çıkar ve ertesi yıl Constantinople adıyla kitap olarak basılır. 1854'te İngilizce çevirisi Londra'da yayımlanır. 19-yy'm sonuna kadar 10'dan fazla baskısı olan kitabın, 1990'larda notlu üç yeni baskısı yapılmıştır. Türkçe çevirisi ise 1972' de istanbul adıyla yayımlanmıştır.
Dönemin birçok gezgini gibi Gautier de İstanbul'u ziyaret etmek için ramazan ayını seçer. Çünkü o ara başkentteki hayat çok daha renklidir (1852'de Ramazan Bayramı 8-10 Temmuz'a rastlar). Beyoğlu ile Tepebaşı caddeleri arasında Derviş Sokağı'nda İzmirli bir Levantenin işlettiği pansiyonda kalan Gautier, sakalı ve başına geçirdiği fesiyle elinden geldiği kadar bir Türke benzemeye çalışarak tek başına İstanbul'u dolaşır. En çok beğendiği ve sık sık sözünü ettiği yerler mezarlıklardır. Tepebaşı Mezarlığı'ndan Kasımpaşa' ya ve oradan Halic'e inerek gördüğü yoksul mahalleleri anlatır, ramazan geceleri Kumbaracı Yokuşu:ndan Tophane'ye iner ve oradan kayığa binerek Abdülmecid'in eski Çırağan Sarayı'nda kıldığı teravih namazını seyretmeye, sonra da Eminönü'nde Hacı Bekir'e tatlı yemeye gider. Kahvehaneler tüm ayrıntılarıyla anlatılır. Bunların arasında en önemlileri Galata Mev-levîhanesi'nin yanındaki kahvehane -ki, 50 yıl önce Melling'in çizmiş olduğu kahvehane olabilir- Beşiktaş'ta deniz kıyısındaki ve Eminönü İskelesi'nde denizcilerin uğradığı kahvehanelerdir. Tütün, çubuk ve nargile dükkânları, mezar taşı yontucuları, balıkçılar ve tüm ayrıntılarıyla çok güzel bir dille bedesten ve Kapalıçar-şı anlatılır. Yazar ithal malı kumaş ve eşyaların çirkin renkleri ve mekanik görüntüleriyle çarşıda satılanların ahengini bozduğundan yakınır. Galata'da Mevlevi ve Üsküdar'da Rıfaî dervişlerinin zikirlerini dönemin tüm gezginleri gibi görmeye giden Gautier aynı zamanda gösteri meraklısıdır. Moda Burnu'ndaki Ermeni tiyatrosunu ve Pangaltı'daki Karagöz oyununu seyrettikten sonra, Tophane'de oynatılan ve çok daha açık saçık olan Karagöz gösterilerini merak eder ve açıkça pornografik olan bu gösterileri halkla beraber çevredeki okuldan çıkan kızlı erkekli 8-10 yaşındaki çocukların da seyrettiklerini anlatır. Daha resmi gösterilere gelince, padişahın Ortaköy Camii'nde kıldığı cuma namazı, bir paşanın akşam yemeği ve Aya-sofya'da kılınan bayram namazıyla Top-kapı Sarayı önünde padişah kabulü anlatılır. Ayrıca bayram şenliklerine ait ayrıntılar ve ilginç gözlemler vardır.
İstanbul ve çevresinde yapılan gezintilere gelince, Gautier diğer gezginleri Aya-
sofya, Atmeydanı ve birkaç büyük camiden başka bir şey görmediklerinden ötürü kınar. Kendisi Unkapanı'ndan eski kentin içine dalar ve Samatya'ya çıkar. Oradan Yedikule'ye geçerek kiraladığı atla sur boyundan Halic'e iner ve Balat'la Fener mahallelerini gezer. O dönemde gezilmesine başlanan Topkapı Sarayı'nın önemli bölümünü ve burada III. Ahmed Kütüpha-nesi'ni, hazineyi, silah müzesi haline getirilen Aya İrini'yi ve Atmeydanı'ndaki Mehterhane'de barınan Elbise-i Atika Mü-zesi'ni de görür. Ayrıca mimar Nikoğos Balyan ona yapılmakta olan Dolmabahçe Sarayı'nı gezdirir, ki bu saraya ait elimizdeki ilk tasvirdir. Bedesten'de antikacı o-lan ve diğer gezginlerin de sözünü ettiği Ermeni tüccar Ludoviç'i Kadıköy'deki evinde ziyaret eden Gautier ondan sonra Çamlıca'ya çıkar ve Adalar'ı da gezer. Kitabın son iki bölümünde ise Boğaz gezintisi anlatılır.
STEFANOS YERASİMOS
GAZANFER AĞA KÜLLİYESİ
Fatih İlçesi, Kırkçeşme Mahallesi'nde, Atatürk Bulvarı üzerinde, Bozdoğan Keme-ri(-0 önünde yer almaktadır.
1004/1596 tarihli vakfiyesine göre 16. yy'ın sonlarında, Davud Ağa'mn(->) mi-marbaşılığı zamanında inşa edilen külliyenin banisi III. Mehmed'in (hd 1595-1003) kapı ağalarından ve hasodabaşısı Gazanfer Ağa'dır.
Medrese, türbe ve sebilden meydana gelen külliyeye zamanla küçük bir hazi-re ilave olmuştur. Bu yapı topluluğu 16. yy'ın sonlarında başlayan ve 17. yy'da çokça görülen mimari programları küçültülmüş medrese ağırlıklı külliyelerin erken örneklerinden biridir.
Güneyinde Atatürk Bulvarı, doğusunda Kovacılar Caddesi bulunan külliye batıda Bozdoğan Kemeri ile, kuzeyde ise ö-zel mülklerle sınırlanmaktadır. Hafifçe meyilli bulunan küçük bir arsa payında yer alan külliyenin cephesi doğu yönde Kovacılar Caddesi üzerindedir. Girişten sonra yer alan ön avlunun karşısında medrese, kuzeydoğu köşesinde türbe ve güneydoğu köşesinde ise dışa taşkın olarak yerleştirilmiş bulunan sebil yer almaktadır. Türbe ile avlu duvarı arasında zamanla o-luşan küçük bir hazire bulunmaktadır. Medrese ile Bozdoğan Kemeri arasında küçük bir iç avlu mevcuttur.
1782 yangınında tahrip olan külliye çeşitli zamanlarda tamir görmüştür. 1943-1944'te yapılan esaslı bir tamirden sonra "Belediye Müzesi" olarak kullanılan yapı 1989'dan beri "Karikatür ve Mizah Müzesi" olarak faaliyetine devam etmektedir.
Doğuda Kovacılar Caddesi üzerindeki cephe ortasında yer alan kapı sivri kaş kemer altında basık kemerli bir açıklığa sahiptir. İki yanda sütunçelerle dekorlanan kapı açıklığının sağında beş, solunda üç tane dikdörtgen açıklıklı ve demir parmaklıklı avlu penceresi bulunmaktadır.
Medrese: Ön avlunun batısında yer a-lan medrese kare şeklinde revaklı bir avluya sahiptir. Kesme küfeki taşı ile inşa e-
GA2ANFER AĞA KÜLLİYESİ 3 76
377
GAZHANELER
GAZHANELER
İstanbul'da ilk gazhane 1853'te Dolmabah-çe Sarayı'nı aydınlatmak amacıyla sarayın ahırlarının bulunduğu yerin arkasındaki alanda inşa edilmiştir. Bu gazhane 1960'lı yılların başında İnönü Stadyumu'nun genişletilmesi sırasında yıkılmıştır. Dolma-bahçe Gazhanesi'nin ardından Beylerbeyi Sarayı'mn aydınlatılması amacıyla Kuzguncuk'ta da bir gazhane kurulduğuna dair bazı bilgiler vardır. Ancak bu tesisin boyutları ve üretimi itibariyle fazla önemli olmadığı düşünülebilir.
Hazine-i Hassa'ya bağlı Dolmabahçe Gazhanesi'ndeki üretim fazlasının 1855'te şehremanetinin girişimiyle şehrin aydınlatılmasında kullanılması sağlandı. 1856' da Dolmabahçe Gazhanesi'nden aydınlatılan "Grand Rue de Pera" (İstiklal Caddesi) İstanbul'da düzenli olarak aydınlatılan ilk caddedir. Ardından aynı yıl bir iddiaya göre Beyoğlu Naum Tiyatrosu da Abdül-mecid'in özel izniyle Dolmabahçe Gazhanesi'nden aydınlatılmıştır.
19. yy'ın ikinci yarısında İstanbul'un
dilen medresenin batı yönündeki duvar, taş ve tuğladan almaşık bir örgüye sahiptir. Medresenin doğu cephesinde ortada yer alan kapı açıklığı basık kemerli olarak düzenlenmiştir. Ön avludan iki basamak yüksek olan bir sahanlığa sahip bulunan kapının üzeri ahşap bir saçak ile örtülmüştür. Kapı kemerinde iki renkli taşın alternatif kullanılmasıyla dekoratif bir görünüm sağlanmıştır. Cephede çift sıra pencere düzeni söz konusudur. Üst pencereler sivri kemerli, alt pencereler ise dikdörtgen açıklıklıdır.
Baklavalı başlıklara sahip on iki sütunun taşıdığı revaklı avluda birimlerin ü-zerleri, pandantiflerle geçişleri sağlanan on altı kubbe ile örtülmüştür. Revakların arkasındaki giriş cephesi hariç diğer üç yönde "U" şeklinde on dört medrese o-dası sıralanmıştır. Güneybatı köşesinde, köşe hücresinin batısında bir oda daha vardır. Girişin tam karşısında ise dışa taşkın olarak düzenlenen dershane-mescit bulunmaktadır. Ayrıca girişin solunda köşede tuvaletlerin bulunduğu bir birim mevcuttur.
Medrese odaları pandantiflerle geçişleri sağlanan kubbelerle örtülmüştür. Oda-
Gazanfer Ağa
Külliyesi'nin
planı.
15m
E. H. Ayverdi, "Gazanfer Ağa Manzumesi", istanbul Enstitüsü Dergisi, S. 3 (1957.
lar dikdörtgen söveli birer kapı ve pencere ile avluya açılırlar. Avlunun kuzey ve güneyinde yer alan odalar ikişer üst pencere ile dışa açılmaktadır. Batıda yer alan odalar ise altlı üstlü pencerelerle arkadaki iç avluya açılmaktadır. Köşe odaları konumlarından dolayı birer kapı ile re-vağa açılır. Güneydeki köşe odasının batısında yer alan odaya dershane-mescidin yanındaki odadan geçiş sağlanmıştır. Bu geçiş üzerinde arkadaki iç avluyla irtibatı sağlayan bir kapı vardır. Medrese odalarında giriş karşısında bir ocak nişi ile iki yanda birer dolap nişi bulunmaktadır. Bacalar kesme küfeki taşından sekizgen gövdeli ve her yüzeyde birer duman açıklığına sahip olup üzerleri taş külahla son bulmaktadır.
Girişin tam karşısında eksende yer a-lan dershane-mescit kare planlı olup üzeri, tromplarla geçişi sağlanan kubbe ile örtülmüştür. Zeminden 0,50 m kadar yüksekte olan ve dışa taşkın olarak düzenlenen mekân, revaklı avluya dıştan iki renkli taşın alternatif kullanıldığı yay kemer, içten ise Bursa kemeri şeklinde ele alınan kapı açıklığı ile bağlanmıştır. Dershane-mescit iki alt ve üç üst pencere ile revağa,
altlı üstlü beşer pencere ile de arkadaki iç avluya açılmaktadır. İki yan duvarda karşılıklı mukamaslı birer niş bulunmaktadır. Bunlardan güneydeki mihrap nişi olarak düzenlenmiştir. Nişlerin doğu taraflarında birer dolap nişi bulunmaktadır.
Medresenin güneydoğu köşesinde yer alan tuvaletlerle çamaşırlık bölümü yapı kütlesinden daha aşağıda olup üzeri yarım tonoz ile örtülmüş, üstten havalandırma ve ışık girişi sağlanmıştır.
Türbe: Külliyenin kuzeydoğusunda medreseye bitişik olarak yer alan ve kesme küfeki taşından inşa edilmiş olan Gazanfer Ağa Türbesi onikigen planlı olup üzeri kasnaksız kubbe ile örtülmüştür. Güneyde iki renkli taşın alternatif kullanıldığı basık kemerli kapı açıklığı önünde bak-lavalı başlıklı dört mermer sütuna oturan bir sakıf bulunmaktadır. Köşeleri sü-tunçe şeklinde düzenlenmiş olan yapı çift sıra pencere düzenine sahip olup oldukça sadedir. Silmelerle çevrelenmiş olan pencerelerden alt sıradakiler beş tane, üst sıradakiler ise on iki tanedir. Alt sıradaki pencereler sivri boşaltma kemerleri altında mermer alınlıklı ve dikdörtgen açıklıklara sahip olup demir parmaklıklıdır. Üst sıradaki pencereler ise sivri kemerli olup içlik ve dışlıklara sahiptir.
Türbe içinde kuzeyde ve medreseye bitişik olan batı yönünde alt sıradaki pencereler yerinde altı tane dolap nişi bulunmaktadır. Üst sıradaki pencerelerin üzerinde rumîlerden oluşan kalem işi süslemeler mevcuttur. Yapıda Gazanfer Ağa' nın sandukasından başka iki tane de kadın kabri bulunmaktadır.
Sebil: Külliyenin güneydoğusunda Atatürk Bulvarı ile Kovacılar Caddesi'nin kesiştiği köşede yer alan sebil sekizgen planlıdır. Beş kenarı dışa taşkın olarak düzenlenen yapı geniş saçaklı ve içten daha basık olan çift kubbe ile örtülmüştür. Dışa taşan beş cephe mukarnaslı başlıklara sahip mermer sütunlarla bölümlenmiştir. Üstte sivri kemerlerde iki renkli taş alternatif olarak kullanılmış, kemer altında geometrik kompozisyonlu ajurlu taş alınlıklar vardır. Sütun başlıkları hizasında basık kemerli olarak düzenlenen pencereler yine geometrik kompozisyonlu pirinç şebekelere sahiptir. Altlarında sivri kaş kemer şeklinde düzenlenen beşer tane su verme açıklığı mevcuttur. Sebilin kaidesi dıştan silmelerle çevrelenmiş mermer plakalarla kaplıdır.
Sebil içinde suyu Kırkçeşme tesislerinden gelen bir kuyu vardır. Kaidede iki tane sivri kemerli niş ile batı duvarında taştan bir tekne bulunmaktadır. Kubbeye geçişlerde ve kubbe göbeğinde nıalakari tekniğinde rumîlerden oluşan zengin kalem işi süslemeler vardır.
Hazire: Türbe ile avlu duvarı arasında yer alan bölümde zamanla oluşan hazire-de on adet mezar bulunmaktadır. Mezar taşlarından en eskisi 1025/1616 tarihini taşır.
Bibi. O. Aslanapa, Osmanh Devri Mimarisi, İst., 1986, s. 319; E. H. Ayverdi, "Gazanfer Ağa Manzumesi", istanbul Enstitüsü Dergisi, S. 3
(1957), s. 85-96; ay. "Gazanfer Ağa Medresesi, Sebili ve Türbesi", ISTA, XI, 6024-6027; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 295; Fatih Anıttan, 104; Kumbaracılar, Sebiller, 65.
AHMET VEFA ÇOBANOĞLU
GAZETECİLİK EĞİTİMİ
1950'de üniversite düzeyinde gazetecilik eğitimi başlayıncaya kadar İstanbul'da, dolayısıyla bütün Türkiye'de bu meslek usta-çırak ilişkisi şeklinde yürütülmüştür. 1890'lara kadar gazeteci kadroları devlet memurları ve genellikle Babıâli Tercüme Odası'mn elemanları arasından çıkıyordu. Yazı konuları da resmi raporlarla Avrupa gazetelerinden çevirilere dayandığından bir eğitim bahis konusu değildi. Sadece, gençliğinde İstanbul'da gazetecilik yapmış olan Sadrazam Küçük Said Paşa'nın Gazeteci Lisanı kitabında belirttiği gibi, bir üslup sorunu gündeme geldi. Bu da şair ve ediplerin gazete yazarlığı ve başyazarlığına yönelmeleri ve vilayetlerde mek-tupçuların görevlendirilmesi ile kendiliğinden çözümlendi. İstanbul'da muhbirler, haberleri kaba şekliyle gazetelere ulaştırıyor, tecrübeli elemanlar bunları yazıya dönüştürüyordu. Açıkçası yeteneğin kendini kanıtlamasından oluşan bir sistem vardı. Gazeteye kişiliğini veren zaten başyazarlardı ve onların üslubu izlenerek öğreniliyordu.
Türkiye ve İstanbul basınının ilk okullu gazetecisi Ahmed Emin Yalman'dır. Ame-rika'daki eğitimini tamamladıktan sonra 1910'larda İstanbul'a dönmüş ve "alaylı" gazetecilerin içinde kolayca kendine saygın bir yer yapmıştır. Ama bu örneği izleyen olmadı. 1946'da çokpartili sisteme geçilmesinin ardından basındaki hızlı büyüme ve Türkiye'nin birdenbire dış dünyaya açılması, yeni bir tip ve çok sayıda gazeteci ihtiyacı yarattı. Sadece başyazara dayalı gazetenin yerini, muhabir ve sekreteıya kadrolarının ağırlığı oluşturduğu gazete türü aldı. Bu gereksinmeye dayanarak İstanbul Gazeteciler Cemiyeti 1948'den itibaren, mesleki eğitim sağlanması için İstanbul Üniversitesi ile temasa geçti. Böylece 29 Kasım 1950'de İktisat Fakültesi'ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü çalışmalara başladı. Burhan Felek, A. E. Yalman, C. Fehmi Başkut, E. Ekrem Talu, Server İskit ve Pe-yami Safa gibi deneyimli gazeteciler, burada mesleki dersler verdiler. Sonra da Babıâli'nin bütün ünlü ve deneyimli gazetecileri ders vermişlerdir.
Başlangıçta iki yıl olan eğitim süresi daha sonra üç yıla, 1982'de Basın-Yayın Yüksek Okulu'na dönüşmesiyle de dört yıla çıktı. 1992'de de İletişim Fakültesi adını aldı. Kendi ajansı bulunan, radyo, televizyon reklam kısımlarını da içeren çağdaş bir yapıya ulaştı. 1980'lerin başında Marmara Üniversitesi'nde de Basın-Yayın Okulu kuruldu. Hürriyet Vakfı tarafından kurulan Erol Simavi Özel İletişim ve Eğitim Merkezi de, 1990'dan beri seçme ile alınmış kadrolara uzmanlık eğitimi vermektedir.
İSTANBUL
Yüzyıl başında Yedikule Gazhanesi'nin surların gerisinden görünümü.
M. Rıfat Akbulut koleksiyonu
Beyoğlu gibi varlıklı kesimlerinde modern kentsel hizmetler konusunda artan talep kısa sürede şehre hizmet edecek yeni bir gazhanenin inşasını zorunlu kıldı. Hazine-i Hassa tarafından işletilen Dolmabahçe Gazhanesi 1874'te şehremanetine devredildi. Şehrin gaz ihtiyacını karşılamak amacıyla 1880'de Fransızlar tarafından Yedikule Gazhanesi kuruldu. Şehremaneti tarafından ihale usulüyle Fransızlara yaptırılan Yedikule Gazhanesi, ulaşım kolaylığı sağlamak açısından deniz kenarında 52.000 m2'lik bir alanda inşa edilmişti. 1880'den itibaren şehremanetince işletilen gazhanenin işletme imtiyazı 19 Eylül 1887'de 40 yıl süreyle Hasan Tahsin a-dında bir tüccara devredildi. Hasan Tahsin 1888'de imtiyazı, kendisinin de ortaklan arasında bulunduğu "İstanbul Şehri Tenvir Şirketf'ne devretti. Tüketimin artması, teknolojinin yetersizliği ve işletme deneyimsizliğinden dolayı 19l4'te işletme için yeni bir ihale açıldı ve imtiyaz 50 yıl için yeniden Fransızlara verildi.
Hasan Paşa Gazhanesi
Ahmet Kuzik, 1994
Bu arada şehrin Anadolu yakasında ortaya çıkan gaz talebini karşılamak üzere
GAZİ OSMAN PAŞA TÜRBESİ 3 78
379
GAZİNOLAR
Taksim'deki Maksim Gazinosu'nun bol renkli ışıklı tanıtım panoları (solda) ve Caddebostan'daki Maksim Gazinosu'nun giriş cephesinden bir görünüm. Fotoğraflar Ahmet Kuzik 1989 f sol), 1994 (üst)
Kadıköy Kurbağalıdere'de (Hasanpaşa) yeni bir gazhane daha yapılması kararlaştırıldı ve Kadıköy, Üsküdar ve Anadolu yakası havagazı imtiyazı da l Ağustos 1891' de 50 yıl için Parisli bir sanayici olan mühendis Charles George'a verildi. 1892'de hizmete giren Kadıköy Gazhanesi'nin işletme sözleşmesi 1924'te 50 yıl için yenilendi. Kadıköy-Üsküdar ve Anadolu Yakası Havagazı Şirketi 1926'da Yedikule Gaz-hanesi'ni de satın aldı. Daha sonra bu şirket işletme imtiyazlarını ve tesislerini 21 Nisan 1931'de istanbul Elektrik Şirketi'ne sattı. Ancak istanbul Elektrik Şirketi'nin millileştirümesini takiben havagazı şirketi ayrılarak 31 Aralık 1937-1 Ekim 1944 arasında faaliyetlerine müstakil olarak devam etti. Zarar eden şirket bu tarihte hükümet tarafından satın alındı ve l Temmuz 1945'te istanbul Belediyesi Elektrik Tramvay Tünel Idaresi'ne bağlandı.
Yedikule Gazhanesi 1948'de 26.000 m3 üretim kapasiteli dört fırınlı bir batarya ile yenilenirken aynı yıl Kadıköy Gaz-hanesi'ne de iki yeni fırın ilave edildi ve gazhanenin toplam fırın sayısı 10'a yükseldi. 1957 başında Kadıköy Gazhanesi 30.000 m3 kapasiteli yeni fırın bataryası ve gaz tasfiye cihazlarıyla donatıldı, böylelikle o yıllar için Anadolu yakası gaz ih-
Yedikule Gazhanesi'nden görünümler. Burçak Evren koleksiyonu
tiyacımn üzerinde bir üretim rakamına u-laşılırken önemli kömür tasarrufu da sağlandı. Kadıköy Gazhanesi'ne daha sonra kraking (ısıtılmış bir bloğa mazot püskürtülmesi yoluyla gaz elde edilmesi) yöntemiyle sugazı da denen yakıtı üretecek bir yan tesis daha ilave edildi.
196l'de Kâğıthane'de Poligon mevkiinde yeni bir gazhane daha kuruldu. 1984'e kadar bir Türk-Fransız ortaklığı olarak Beyoğlu Muvakkat Gaz işletmesi adı altında faaliyet gösteren Beyoğlu Gazhanesi bu tarihte yerel yönetimlerde yapılan düzenlemelerle İETT'ye bağlandı. Böylece İstanbul'da üretimine son verilen 1993'e kadar İETT bünyesindeki Gaz Daire Başkan-lığı'na bağlı Yedikule, Kâğıthane ve Kur-bağalıdere (Hasanpaşa) gazhaneleri tarafından havagazı üretildi. Dolmabahçe Gazhanesi'nin yıkılmasından sonra Dolmabahçe Gazometresi 1993'e kadar Kâğıthane'deki gazhaneye bağlı gaz rezervuarı olarak kullanıldı.
Gaz üretimi 1949'da 12 milyon m3, 1957' de 24 milyon m3 ve 1986'da da 47 milyon m3 olarak gerçekleşti. Abone sayısı 1949' da 18.223, 1957'de 37.026, 1984'te 86.780 iken bu tarihten sonra azalmaya başladı ve 1986'da 76.213'e, 1990'da 67.799'a ve üretime son verilen 1993'te 60 binler civarı-
na düştü. Şebeke uzunluğu da 1948'de 154 km iken, 1957'de 343 km'ye, 1984'te ise 809 km'ye ulaştı ve bu tarihten sonra azalarak 1986'da 802 km'ye, 1993'te de 795 km'ye düştü.
Sonuçta teknolojileri eskiyen, işçi ve çevre sağlığı açısından sakınca yaratan gazhaneler üretimlerine 13 Haziran 1993' te son verdiler. Bu arada, Yedikule Gazhanesi üretiminin son aylarında (Kasım 1992) Seretonin II adında bir sanat etkinliğine de sahne oldu. Gazhaneler Fransız teknolojisiyle kurulmuş olmalarına karşın zaman içinde İngiliz ve Alman teknolojilerim de bünyelerinde toplamışlardır. Üretim tekniğinden dolayı metal konstrüksiyon ağırlıklı olan gazhaneler girift ve yüksek bir yapıya sahiptir.
M. RIFAT AKBULUT-CEM SORGUÇ
GAZİ OSMAN PAŞA TÜRBESİ
Fatih'te, Fatih Camii haziresinde yer almaktadır.
Serasker Gazi Osman Paşa'mn 1900' deki ölümü üzerine, aynı yıl Harbiye Nezareti (Seraskerat) Ebniye-i Askeriye mimarlığına atanmış olan Kemaleddin Bey tarafından tasarlanan türbe kare planlı, kubbeli tek bir mekândan oluşmuştur. Yapının duvarları kesme küfeki taşıyla yapılmış, pencerelerin ve taç kapının yapımında beyaz mermer kullanılmış, üst örtü kurşunla kaplanmıştır. İki basamakla girilen türbenin tam ortasında Osman Paşa'mn büyük boy ahşap sandukası bulunmaktadır. Yarım küre biçimindeki kubbe basık, dairesel bir kasnak üzerine oturmakta, kare plandan kubbeye geçiş, giderek küçülen ve köşelerde küçük, yarım kubbeciklerle tamamlanan sivri kemerlerden oluşmuş geçiş öğeleriyle olmaktadır. Türbenin giriş dışındaki cephelerine eş biçimli pencereler açılmıştır. Yüzeyden çıkıntılı mermer panolar içinde düzenlenmiş olan bu pencereler büyük bir sivri kemer içine yerleştirilmiş bir çift yüksek, sivri kemerli açıklıktan oluşmakta, ortada kemerleri ayıran birer mermer sütun bulunmaktadır. Panolar içbükey profilli silmelerle çerçevelenmiş, üzerlerine köşeleri akroterli alınlıklar yerleştirilmiştir.
Kuzeybatı cephesindeki taç kapının büyük, sivri kemeri bir çift mermer sütun tarafından taşınmakta, basık kemerli giriş bunun içinde yer almaktadır. Taç kapıyı çerçeveleyen içbükey profilli geniş silme, üstte bir basamakla kademelenerek saçak seviyesinin üzerine çıkmakta, bunun üzerinde de köşeleri akroterli, mermer bir a-lınlık bulunmaktadır. Mermer sütunların üzerine mukarnaslı başlıklar yerleştirilmiş, alınlıkların yüzleri kabartma rumî motiflerle bezenmiş, alt kenarlarına mukarnaslı silmeler yapılmıştır. Özenli bir işçilikle gerçekleştirilmiş yapının cephelerinde başka bezeme öğeleri bulunmamaktadır.
Bibi. Yavuz, MimarKemalettin, 131-135; Öz, İstanbul Camileri, I, 58.
YILDIRIM YAVUZ
GAZİ OSMAN PAŞA YAIISI
bak. NAİME SULTAN YALISI
GAZİNOLAR
Müzikli program eşliğinde içki içilip yemek yenilen, çoğunda dans da edilen kapalı ya da açık eğlence yerleri.
İstanbul'da ilk kez Tanzimat sonrasında açılmış olan gazinolar, "meyhanenin a-lafrangası" olarak da anılırdı. Gazino sözcüğü Türkçeye, İtalyanca "kır evi" anlamına gelen "casino"dan bozularak girmişti.
II. Abdülhamid'in saltanat dönemi (1876-1909) sonlarında Galata'da açılmış olan Arkadi Gazinosu İstanbul'un ilk gazinolarından biridir. ArkacM Gazinosu, o dönemde gece eğlence hayatı tutkunlarının oldukça rağbet ettiği bir mekândı. Eski komiserlerden Arap Enver adlı biri tarafından işletilen Arkadi Gazinosu'nda, daha ileriki yıllarda 1918-1919'dan sonra İstanbul'a sığınan Beyaz Ruslar tarafından, bir talih oyunu olan tombala ilk kez oynatılmaya başlanmıştı. Arkadi Gazinosu'nun açılıp faaliyet gösterdiği yıllarda, Pangal-tı'da, Dimitri'nin Gazinosu gerek mezeleri, gerekse servise sunduğu zengin içki çeşitleriyle gece eğlence hayatının vazgeçilemeyen mekânlarından biriydi. Dimitri'nin Gazinosu'nda 1889-1891 arasında cuma ve pazar günleri ikindiden gece yarısına kadar dönemin ünlü sanatkârlarından Akripas ile Misak efendiler sahne almışlardı.
Dönemin bir diğer gazinosu ise Empe-rial Bahçesi idi. Yaz aylarında açılan bu gazinoda cuma, cumartesi ve pazar günleri Kemani Tatyos Efendi incesazıyla programa çıkardı. Karaköy'ün anacaddesi ü-zerinde, köprü başında bulunan Filip'in Gazinosu da dönemin en ünlü gazinolarından biriydi. Müdavimleri daha ziyade basın mensubu olan bu gazinonun kapatılmasından sonra yerine Ceyno adlı bir birahane açıldığını Ahmed Rasim dile getirmiştir.
Beyazıt'ta Kadripaşa Hanı'nın içinde bulunan çalgılı Fiks Gazinosu da bu yılların gözde yerlerinden biridir. Aynı yıllarda Galata Tophane Caddesi'nde bulunan Alkazar Amerikan Gazinosu, döneminde rezalet olarak nitelenen aşırılıkların sergilendiği bir mekândı. Aslında kafeşantan olan bu gazino halk arasında Alkazar
Amerikan Tiyatrosu(-») olarak da adlandırılıyordu. Böyle adlandırılmasının nedeni bu gazinoda pandomim gösterilerinin yapılmasıydı. Alkazar Amerikan Gazinosu'nda paskal-komik Rum, Ermeni ve Yahudi aktörlerin bozuk Türkçe ile tuhaflıklar yaparak halkı güldürdüklerini Ahmed Rasim dile getirir.
19. yy'ın sonu, 20. yy'ın başında İstanbul'un hovarda meşrep, çapkın beylerinin Kâğıthane âlemleri için buluşma yeri olarak seçtikleri yer ise Haliç'te Fener İskelesi yanı başındaki Fener İskele Gazi-nosu'ydu. Fener İskele Gazinosu'nun büyük bir kapalı bölümü ve ön kısmında denize doğru uzanmış kazıklar üstünde bir salaşı, arka bölümünde ise geniş bakımlı bir bahçesi vardı. Zamanın mirasyedi hovardaları bu gazinoda toplanır ve Fener îs-kelesi'nden kayık ve sandallara binerek buradan Kâğıthane'ye giderlerdi. O dönemde İstanbul'un en ünlü gazinolarından biri olan Fener İskele Gazinosu'nda zamanın tanınmış hanende ve sazendeleri musiki icra ederlerdi. Dönemin Olimpos Palas ve Splandit Palas gazinoları da en az Fener İskele Gazinosu kadar ünlüydü.
1917 Devrimi'nden sonra İstanbul'a sığınan Beyaz Ruslar tango, fokstrot, çarliston gibi dansları özellikle gazinolarda tanıtıp yaydılar. Gazinolar daha sonraları a-laturka ve Batı müziği sanatçılarının şarkı söyledikleri, akrobat, hokkabaz, cambaz ve revü sanatçılarının gösteri yaptıkları bir eğlence yeri durumuna geldi.
1918-1922 arasında faaliyetini sürdürmüş olan Eftalipos Gazinosu, dönemin en ünlü birinci sınıf gazinolarından biriydi. Necati Bey Caddesi'nde Kapuiçi Hamamı' nın yakınlarında bulunan Eftalipos Gazinosu'nda siyah havyara kadar zengin meze türlerinin yanısıra şampanyaya kadar her türlü içki servise sunuluyordu. İstanbul'un işgali sırasında bu gazino İngiliz ve Fransız askerlerinin uğrak yeri durumuna geldi. Geceleri geç vakitlere kadar eğlencelerin yapıldığı Eftalipos Gazinosu'na işgal yıllarında Türkler giremezler, girdikleri takdirde ise hizmet edilmez, soğuk karşılanırlardı. Başlarındaki fesin Rum garsonlar tarafından alınıp, İngiliz ve Fransız askerlerine verildiği olurdu. Onlar da fe-
si elden ele dolaştırıp tekrar gazino görevlisine verirler, gazino görevlisi fesi yere çaldıktan sonra ayağıyla çiğnerdi. Daha sonraki yıllarda, 13 Ağustos 1926'da Rasim Kayra Büyükdere'de Beyaz Park Gazinosu' nü açtı. Bu gazinonun zengin mutfağı ve kusursuz servis hizmetinin yanısıra bir de plajı vardı. Boğaz'ın berrak sularında, ahşap iskeleler üzerinde kurulmuş olan bu plajın adama kulesinin yüksekliği istanbul halkı tarafından sık sık dile getirilirdi. Gazinonun iki yanında, biri kadınlara, diğeri erkeklere mahsus olmak üzere iki deniz hamamı bulunuyordu.
19. yy'ın son yılları ile 20. yy'm başında, Anadolu yakasının en büyük ve lüks açık hava gazinosu Çubuklu Vapur İske-lesi'nin karşısında bulunan Çubuklu Ga-zinosu'ydu. Seçkin saz ve tiyatro topluluklarının yer aldığı bu gazino gündüz hanımlara, akşamlan da beylere zengin programlar düzenlerdi. 1957-1958'de sahil yolu genişletme çalışmalarında bu gazinonun bir bölümü istimlak edilmiş, daha sonra tamamen yıktırılmıştır.
Caddebostanı Gazinosu'nu Dimitri i-simli bir Rumla bir Beyaz Rus 1926'da kır kahvesi olarak açmışlardı. 1938'e kadar demir masa ve iskemleleri ve salaş sahnesiyle perşembe ve cuma, sonraları cumartesi ve pazar günleri musiki icra edilen bu gazino, Orhan Ulueren tarafından 1950' de modern bir tarzda yeniden düzenlenerek işletilmeye başlandı.
Kadıköy çevresinin en rağbet gören gazinosu hiç şüphesiz ki Kalamış'ta Fener Caddesi'nde bulunan Belvü Oteli ve Ga-zinosu'ydu(->). Dönemin bir başka ünlü gazinosu ise Arnavutköy Vapur İskelesi Gazinosu'dur. Yüksek tavanlı bu ışıl ışıl gazinonun zemini taş mozaikle döşeliydi. Temizliğiyle ünlü kahve ocağı ve mutfağının yanısıra Arnavutköy Vapur İskelesi Gazinosu'nda tavla ve her tür kâğıt oyunu oynanırdı.
Sarayburnu'ndaki Ahırkapi Gazinosu aslında orta halli İstanbulluların tercih ettikleri, bira da verilen bir yerdi.
1950'li yıllarda Taksim Kristal Gazinosu ile Tepebaşı, Cumhuriyet, Park Otel, Taksim Belediye, Maksim, Yenikapı Mim Çakır, Bebek Belediye, Maçka Küçük Çift-
Dostları ilə paylaş: |