EYÜB SULTAN KÜLLİYESİ
242
243
EYÜB SULTAN ZİYARETİ
Eyüb Sultan Külliyesi'nde şadırvanlı avlu, sağda hünkâr mahfili geçidi. Nazım Timuroğlu, 1993
rir. Şebekenin başucu tarafındaki iki parçada, kordonlu perde motifleri ile bezeli dikdörtgen çerçeveler içinde, müsenna (aynalı) türde yazılmış "Ya Hazret-i Halid" ibareleri yer almakta, sülüs hatlı bu kompozisyonların eksenine, Halid bin Zeyd'in sancaktarlığmı simgeleyen birer sancak kabartması yerleştirilmiş bulunmaktadır. Ayakucundaki şebeke parçalarında da yine dikdörtgen çerçeveler içinde şebekenin III. Selim tarafından yaptırıldığını belirten ta'lik hatlı birer dörtlük yer alır. Son mırsaı ebcedle 1207 tarihini veren bu manzume "Münib" mahlaslı bir şaire aittir. Ayrıca şebekenin alınlıklarına da Bakara ve Âl-i İmran surelerinin bazı ayetleri kabartma olarak işlenmiştir.
Eyüb Sultan Türbesi'nde dikkati çeken diğer bir ayrıntı da sandukanın ayakucu tarafında, yapının kuzeydoğu kenarında bulunan "Kısmet Kuyusu"dur. istanbul'un yanısıra taşradaki birçok veli türbesinde karşılaşılan ve Türk dini folklorundaki şifalı su kültüne bağlanan bu kuyunun Bizans dönemine ait bir ayazmanın devamı olması çok muhtemel görünmekte, kuyuya ilişkin birtakım efsanelerde Bizans çağına atıflar, yapılması da bu ihtimali güçlendirmektedir. Kuyu bileziği sivri kemerli bir nişin içine oturur. Nişin üzerinde yer alan sülüs hatlı manzum kitabede I. Ahmed tarafından 10l6/l607'de ihya edildiği ifade edilmektedir. Söz konusu kuyu ile bağlantılı olduğu anlaşılan ve türbeyi zemin suyunun tahribatından korumak amacıyla II. Mahmud tarafından yaptırıldığı söylenen dehlizlerin de yakından incelenmesi ve tarihlendirilmesi Eyüb Sultan Türbesi'nin geçmişinin aydınlatılmasında yararlı- olacaktır.
Türbedeki kıymetli eşya arasında, sandukanın üzerindeki yuvarlak kandillikten sarkan, bir kısmı altın, bir kısmı da gümüşten toplam 36 adet buhurdan ve zemze-miye (zemzem kabı) III. Ahmed tarafın-
dan hediye edilmiştir. Duvarlardaki kıymetli hat levhaları da kayda değer. Bunlar arasında birçok Osmanlı hükümdarının da (I. Ahmed, III, Mustafa, III. Selim, II. Mahmud, Abdülaziz) hattı dikkati çekmektedir. Diğer taraftan "Sancağ-ı Şerifin de 1115/1703 ihtilaline kadar türbe hari-minde korunduğu, ancak bu tarihten sonra Topkapı Sarayı'ndaki, Hırka-i Saadet Dairesi'ne taşındığı bilinmektedir. Günümüzde türbede görülen iki adet Sancağ-ı Şerif kılıfı bu hatırayı yaşatır. Bunlardan başka türbede bulunan birçok kıymetli levha, elyazması Kuran, gümüş şamdan halen Türk İslam Eserleri Müzesi ile Topkapı Sarayı Müzesi'nde korunmaktadır.
Ziyaret bölümünü iç avludan ayıran duvarın yüzeyi, ayrıca söz konusu bölümün içindeki bütün duvarlar, dönemleri ve imal yerleri (16-17. yy, iznik; 18. yy, Kütahya ve Tekfur Sarayı; 19-20. yy, Yıldız ve Avrupa) farklı olan, değişik kompozisyonlar içeren çinilerle kaplanmıştır. Başlıbaşına bir araştırma konusu oluşturacak zenginlikteki bu çini bezeme arasında ziyaret bölümünün basık, kemerli girişi ve ziyaret penceresi ile birtakım kitabeler yer alır.
Girişin sol hizasından, ziyaret bölümüne komşu olan sebile (I. Ahmed Sebili) kadar devam eden, iki levhadan oluşan sülüs kitabe, Şeyhülislam Hocasadeddin-zade Mehmed Esad Efendi'nin (ö. 1625) Halid bin Zeyd için kaleme aldığı Arapça bir methiyeyi içerir. Ziyaret penceresinin üzerinde, sülüs hatla, Halid bin Zeyd'e ithaf edilmiş bir dörtlük yer almaktadır. Pencerenin içinde de I. Ahmed tarafından açtırıldığım belgeleyen 1021/1612 tarihli diğer bir manzum kitabe vardır. Ziyaret penceresinin madeni parmaklıkları önünde bulunan ve orta kesiminde bir "Keli-me-i tevhid" içeren pirinç şebekedeki "Mühr-i Süleyman'lar 1970'li yılların sonlarında, Siyonizmin simgesi olarak görül-
düğünden bazı kişilerce kesilerek ortadan kaldırılmıştır. Ziyaret penceresinin iç tarafında da Halid bin Zeyd'e ilişkin bir hadis kitabesi tespit edilmektedir. Söz konusu duvarın önüne ziyaretçileri yağmurdan korumak amacıyla, III. Selim tarafından eklenen ahşap saçak, mermer sütunlara ve volütlü başlıklara oturur.
Tekne tonoz biçiminde, bağdadi sıvalı bir tavanın örttüğü ziyaret bölümünde, ziyaret penceresinin bulunduğu duvarın iç yüzünde, Hz Muhammed'in ayak izlerinin korunduğu dolap dikkati çeker. Dolabın üzerindeki ta'lik hatlı manzum kitabe, söz konusu emanetin I. Mahmud tarafından buraya konduğunu belgelemektedir. Bu mekânda bulunan revzenli tepe pencerelerinin, türbe harimindekilerle beraber I. Abdülhamid tarafından veya daha sonra III. Selim'in onarımı sırasında yenilendikleri belli olmaktadır.
Ziyaret bölümünün doğu (Haliç) yönüne bitişen sebil 17. yy üslubunu yansıtan oranları ve ayrıntıları ile göze çarpar. Avluya doğru çıkıntı yapan yarım altıgen planlı sebilin köşelerine mukarnaslı başlıkları olan sütunlar konmuş, başlıkların üzerine sivri kemerler yerleştkilmiştir. Sebilin basık kemerli girişi üzerinde ve mukarnaslı başlıkların arasında I. Ahmed'in adı ile 1022/1613 tarihini veren, sülüs hatlı manzum kitabeler bulunmaktadır. Sebilin içinde, türbenin altındaki dehlizlere geçit veren merdiven yer alır.
Sebilin arkasında, Eyüb Sultan Türbesi'nin güneydoğu köşesinde, "Kadınlar Mescidi" olarak adlandırılan kare planlı küçük mekân görülür. Ziyaret bölümünden geçilen bu mekânın daha çok hanımların kullandığı özel bir ibadet birimi, bir tür itikâf hücresi olduğu tahmin edilebilir. Nitekim II. Mahmud'un kızı Âdile Sultan' in (ö. 1899) burada ramazan aylarında iti-kâfa girdiği bilinmektedir. Kadınlar Mes-cidi'nin duvarında asılı duran, Âdile Sultan' in Halid bin Zeyd'e ithaf ettiği methiyenin ta'lik hatlı levhası bu hatırayı yaşatır. Sebil ile Kadınlar Mescidi'nin arasında, ziyaret bölümüne girildiğinde sağda, I. Mustafa ve II. Osman (Genç) dönemlerinde da-rüssaade ağalığı görevini ifa eden Mustafa Ağa'nın (ö. 1623) mermer lahti ve şahidesi göze çarpmaktadır.
"Uzun Yol" olarak anılan çıkış koridorunun duvarları yarı yüksekliğine kadar çeşidi türde çinilerle kaplanmış, üst kesimi ise camekânla donatılmıştır. Uzun Yol'un çıkışında karşılıklı yer alan cüzhaneler ufak boyutlu, kagir duvarlı ve çatılı mekânlardır. Çıkış kapısında kıble tarafındaki cüzhane ile iç avlu arasında yer alan Hacı Beşir Ağa Türbe-Sebili de kagir duvarlı ve çatılıdır. Çift fonksiyonlu olarak tasarlanan bu yapının basık kemerli küçük kapısı dış avluya açılmakta, kapının solunda, hem ziyaret hem de sebil penceresi olarak kullanılan, demir parmaklıklı dikdörtgen açıklık bulunmaktadır. Kapı ile bu pencerenin üzerinde ta'lik hatlı 1159/1746 tarihli manzum inşa kitabesi uzanır. Bu türbe-sebilin iç avluya açılan dikdörtgen bir ziyaret penceresi da-
ha vardır. Kuzeyde Uzun Yol, doğuda ziyaret bölümü, batıda Hacı Beşir Ağa Türbe-Sebili, güneyde de. iç avlu tarafından kuşatılmış bulunan küçük nazirenin iç avluya açılan ziyaret penceresi üzerinde burada gömülü olan Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa'nın (ö. 1625) manzum kabir kitabesi yer almaktadır.
Dış Avlu (Şadırvan Avlusu): Dış avlunun kapılarında da iç avlu kapılarının tasarımı tekrar edilmiş, söz konusu girişler celi sülüs ve ta'lik ayet-hadis ibareler ile donatılmıştır. Kıble yönündeki Musalla Kapısı'nın dış yüzünde, caminin III. Selim tarafından yenilenmesi sırasında konmuş, 1215/1800 tarihli, ta'lik hatlı manzum bir kitabe ile bunun üzerinde adı geçen hükümdarın tuğrası bulunur.
Avlunun merkezindeki şadırvan, sekizgen planlı haznesi, 8 adet sütunun taşıdığı, kurşun kaplı ahşap külahı ile geleneksel tasarımı sürdürmekte, ancak ayna taşlamadaki kartuşlar, ayrıca düşey çubuklar ve yaprak kabartmaları ile süslü sütun başlıkları barok üslubu yansıtmaktadır.
Şadırvan avlusunda en çok dikkati çeken mimari öğe, hünkâr mahfiline ulaştıran rampa ile fevkani geçittir. Rampanın kapısı, Musalla Kapısı'ndan avluya girildiğinde hemen solda yer alır. Çarşıya bakan cephesi sağır bırakılmış, avluya bakan cephesine ise bileşik kemerli büyük pencereler dizilmiştir. Kuzeybatıya doğru yükselen rampanın bitiminde, şadırvan avlusunu bir köprü gibi kat eden ahşap geçit başlamakta, rampa ile dar bir açı yapan ve mermer sütunlarla desteklenen geçit doğu yönünde ilerleyerek cami kitlesine saplanmaktadır. Sütunların açıklıkları, ahşaptan, çok basık kemerlerle donatılmış, geçidin her iki cephesine dikdörtgen pencereler dizilmiş, rampanın altına cami görevlilerine mahsus odalar, muvak-kithane ve şerbethane birimleri yerleştirilmiştir.
Caminin, şadırvan avlusuna bakan batı cephesinde, minarenin önündeki eyvana açılan kapının bulunduğu, ayrıca hünkâr mahfili geçidinin de camiye saplandığı köşede yer alan ahşap saçak, baroğa özgü profilasyonu ve ahşap bezemeleri ile ilginç bir görüntü teşkil eder. Gerek bu saçak gerekse de fevkani geçit, şadırvan avlusundan bakıldığında camiye bir sivil mimari çeşnisi katmaktadır.
Hamam: Çifte hamam olarak tasarlanmış olan bu yapı günümüzde çepeçevre dükkânlarla kuşatılmış bulunmaktadır, istanbul'da günümüze ulaşabilen ve özgün kullanımını sürdürebilen en eski Osmanlı hamamıdır. Aslında kubbe ile örtülü olduğu anlaşılan kare planlı soğukluk bölümü sonradan çatıyla donatılmıştır. Kubbeli ılıklık bölümünden hela birimlerine ve sıcaklığa geçilir. Sıcaklığın merkezindeki, kare planlı ve kubbeli göbektaşı mekânı yanlara doğru, yıldız tonoz örtülü birer eyvanla genişletilmiştir. Biri sıcaklık girişinin sağında, ikisi de karşısında bulunan toplam 3 adet halvet vardır. Kare planlı halvetler de tromplu kubbelerle örtülüdür.
İmaret: Külliyedeki görevliler, medrese öğrencileri, ziyaretçiler ve çevredeki yoksullar için düşünülmüş olan imaretin mutfak, mahzen, ekmek fırını, odun ambarı gibi bölümleri içerdiği vakfiyeden anlaşılmaktadır. Tamamen tarihe karışmış olan bu yapının kubbeli birimlerden meydana geldiği bilinmekte, ancak mimari özellikleri tam olarak tespit edilememektedir.
BibL Evliya, Seyahatname, ty, I, 275-276, 278-279; Ayvansarayî, Hadîka, I, 243-252; Ayvan-sarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 112, 117-119, 232-233; Gurlitt, Konstantinopels, 62, 89; Halil Et-hem, Camilerimiz, 29-30; Kumbaracılar, Sebiller, 17; Şehsuvaroğlu, istanbul, 118-120; Ün-ver, Sahabe Kabirleri, 30-39; Kuban, Barok, 34; C. Öğüt, Meşhur Eyyûb Sultan, I-II, îst., 1955; Eyice, istanbul, 97-98; "Ahmed I. Sebili", ISTA, I, 283; N. A. Banoğlu, Eyyüb Sultan Hazretleri, ist., 1960; Öz, İstanbul Camileri, I, 53-55; Okan, istanbul Evliyaları, 5-17; ISTA, X, 5446-5449, 5463-5465; E. Yücel, "Eyyubsultan Türbesi",.İSTA, X, 5465-5468;Goodwin, Otto-man Architecture; Bayrı, istanbul Folkloru, 168-171; Akakuş, Eyyûb Sultan, 85-160, 188-190, 244-261; Ayverdi, Fatih III, 348-356; A. Arel, Onsekizinci Yüzyıl istanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, ist., 1975, 90; Sözen, Mimar Sinan, 287, 310; M. O. Bayrak, istanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978), İst., 1979, s. 119; UÇSA, I, 356-357, III, 1699-1703; Hasırcızade, İstanbul'da Sahabe ve Evliya Kabirleri, ist., 1984, s. 35-48; Ş. Gürel, Eyyûb Sultan-lstanbul'da Sahabe Kabirleri, ist., 1985; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, İst., 1986, 103-105, 420-424; İşli, Sahabe, 23-30; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 70; Haskan, Eyüp Tarihi, 49-53, 165-166, 180-186, 151,155-156; M. Ürkmez, Eyüp Sultan Türbe ve Camii, İst., ty; Ö. L. Barkan, "Muhâsebe-i Evkaaf-ı Hazret-i Eyyübü'l-Ensârî Aleyhirahmeti'1-Bârî", 10İktisatFakültesi Mecmuası, XXIII, 1-2, 1962-1963, s. 373-379. M. BAHA TANMAN
EYÜB SULTAN ZİYARETİ
İstanbul'da herkes tarafından bilinen ve ziyaret edilen türbelerin en önemlilerinden biri Eyüb Sultan Türbesi'dir. Türbenin yer aldığı semt, İstanbul halkınca kutsal kabul edilmişti. Ayvansaray'a kadar olan mıntıka içinde meyhaneler, kumar oynatan kahveler, Ortaoyunu mahalleri açılması yasaktı. Ramazanlarda her tarafta sıkça görülen Karagöz oyunlarına meddah gösterilerine yer veren kahvelerin dahi açılması mümkün olmamıştır.
Eyüb Sultan'ı ziyaret etmeyecek olsa bile kimse Eyüp'e abdestsiz ayak basmazdı. Bu muhit, halk için yan Mekke gibi kabul edilir, türbenin içindeki kuyuya "Zemzem Kuyusu" da denirdi. Dışarıdan istanbul'a çeşitli vesilelerle gelen herkes türbeyi ziyaret etmeden geri dönmezdi. İstanbul'dan hacca gidecekler, türbeyi ziyaret ettikleri gibi Anadolu'dan, Buhara'dan Türkistan'dan hacca gitmek için İstanbul'a gelen hacı adayları Eyüb Sultan'ı ziyaret etmeden yola çıkmazlardı. Anadolu'ya veya başka bir yere tayini çıkanlar, yeni evlenenler, sünnet olacak çocuklar, herhangi bir adağı olanlar, çocuk ya da erkek çocuk isteyen eşler, hacet penceresinin önünde dua ederek selamet ve kolaylıklar niyaz ederlerdi. Eyüb Sultan Türbesi, sadece bu gibi sebeplerden dolayı ziyaret
edilmez; hastaların, özürlülerin, kısmeti çıkmayan genç kızların akınına da uğrardı. Çeşidi isteklerin yerine getirilmesi için getirilen bir yığın eşya, Eyüb Sultan Camii minarelerinden sala verecek müezzinlere verilir, müezzinler, bu eşyalan aralarında pay ederek sala verirken minarelerden sallarlardı. Cuma salası verilirken caminin içindeki çınarları çevreleyen demir parmaklığın dört köşesindeki muslukları, işleri ters gidenler ve kısmeti bağlı kızlar açarlardı.
Eyüb Sultan ziyaretlerinin belirli günü ve saati yoksa da Arabi ayların, özellikle de ramazanın ilk cuma günleri, kadir geceleri, arife günleri, alışılagelmemiş bir ziyaretçi akınına uğrardı. Gündüz ziyaretlerinde, türbeden evvel mezarlıkları ziyaret etmek âdetti. Her cuma namazını Eyüb Sultan'da kılmak İstanbul'daki Müslümanların yaygın âdetlerinden biriydi. Erken saatlerden itibaren buraya akın eden halkın kalabalıklığı izdiham derecesine varırdı.
Eyüb Sultan'ı ziyaret, belli usule, erkâna tabiydi. Ziyaretçi, türbenin dış kısmına gelir, erkekler burada kadınlar ise merka-dın ayakucunda dua ederler, gümüş şebekelerin etrafından üç kere dolaşılır, çocuklara merkadın ucundaki atlas etek öp-türülürdü. Ziyaretin sonunda türbenin iç kapısı yanındaki rahle üzerinde Kuran okuyan türbedara çocuklar nefes ettirilir, tespih çevirtilir, ziyaret bitince merkada arka dönülmez geri geri çıkılırdı.
İstanbul halkı için türbe ziyaretleri, bir şenlik havası içinde gerçekleştirilirdi. Ziyaret sona erince bilhassa çocuklar, kendilerine hediye edilecek olan oyuncakları sabırsızlıkla beklerler, ailece Eyüp'ün ünlü kebabı yenir, konu komşuya hediye edilmek üzere Eyüp kaymağı, kuşlokumu, hacı lokumu alınırdı. Gerek bu semtte yaşayanlar gerekse dışarıdan gelenler, son olarak bütün İstanbul'ca tanınan "Eyüp halkalarından alırlardı. Bu sırada ziyaretçilerin etrafını çeviren dilencilerden kurtulmak da beceri isteyen işlerdendi. Dilenciler, bir kere verilen sadakayla yetinmeyerek sürekli ziyaretçileri rahatsız ederler, bir türlü yanlarından gitmezlerdi. İstanbulluların dillerine yerleşen "Eyüp dilencisi" deyimi buradan gelmektedir.
Bir eşyasını kaybedenler, beklediği bir haberi alamayanlar, herhangi bir niyetinin olup olamayacağını merak edenler de Eyüb Sultan'daki "Kısmet Kuyusu"na başvururlardı. Türbe ziyaretlerinden sonra iki tarafı mezarlık olan niyet kuyusuna, dik bir yokuşu takip edilerek ulaşılırdı. Evliya Çelebi, niyet kuyusuna gidenlerin önce ab-dest alarak namaz kıldığını, sonra bir Fatiha okuyarak Hazret-i Yusuf-ı Sâdık aşkına isteğini kuyunun ağzından aşağıya doğru bağırdığını kaydeder.
Eyüb Sultan ziyaretleri günümüzde de İstanbul halkı ya da İstanbul'a dışarıdan gelenler tarafından kutsal bir görev addedilerek gerçekleştirilmekte, bir ziyaret ve adak yeri olarak eski ününü korumaktadır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I; R. H. Karay, "Eski Ramazanları Yâd", Guguklu Saat, İst., 1940,
EYÜBOĞLU, BEDRİ RAHMİ 244
245
EYÜP
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Ara Güler
muş, yarısı balık, yarısı kuş ve sonunda bir masal gelir. Gülcemal Vapuru gelir. O-nun üstüne türküler söylenir; İstanbul'a çünkü Gülcemal Vapuru'yla gidilir. Bir sepet kınalıyapıncak, Şehzadebaşı'nda bir akşamüstü, bir kız, Kapalıçarşı, Cezayir marşı... Kocaman bir dalyan, camgöbeği yeşili orkinoslar, Adalar, kuleler (Kız Kulesi, Galata Kulesi), Tophane'de küçük bir sokak, kahvede oturan fakir fukara, piyano taşıyan hamallar, stadyum, binler, milyonlar, Orhan Veli, Yahya Kemal, Sait Faik'le onun son yılları, ihtiyar balıkçı, Çingene kadın, 19 yaşında doğum yaparken ölen Eyüplü Gülsümler, on parmağı ulu çınar gibi gözünün nurunu sevdiği Ko-
s. 51-52; Bayrı, istanbul Folkloru, 150-152; M. H. Tanık, Hazret-i Hatid ve Eyüp Beldesi, ist., 1947; Şehsuvaroğlu, istanbul, 118-119; M. Alp, "Eski Eyüp Sultan", İFA, S. 172 (Kasım 1963), s. 3231-3235; H. F. Ozansoy, Eski İstanbul Ramazanları, ist., 1968, s. 42-44; Akakuş, Eyyûb Sultan; Y. K. Beyatlı, Aziz istanbul, ist., 1974, s. 127-132; Hocaoğlu, Sahabe, 51-79; Gürel, istanbul Evliyaları, 33-36; Haskan, Eyüp Tarihi.
UĞUR GÖKTAŞ
EYÜBOĞLU, BEDRİ RAHMİ
(1911, Görele - 21 Eylül 1975, İstanbul) Ressam, şair, yazar.
Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. D Grubu'nun(->) kurucularındandır. Uzun yıllar akademide hocalık yaptı. Halk kaynağına tutkusu, resimleri yanında şiirleri ve yazılarında da belirgindir. Şiirleri Ya-radana Mektuplar (1941) Karadut (1948, 1969), Tuz (1952), Üçü Birden (1953), Dördü Birden (1956), Dol Kambakır Dol (1974, 1985), Beşi Birden Ve Dol Kara-bakır Dol (1985), Yaşadım (1977) adlı kitaplarda toplanmıştır. Gezi yazılan Canım Anadolu (1953) ve Tezek (1975), sanat yazıları ise Delifişek (1975, 1987) adlarıyla yayımlanmıştır.
Eyüboğlu'nun şair ve yazar yönleri, ressam kişiliğinden ayrılmaz. İstanbul'a bakışında da bu kişiliklerin ortak özelliklerinin bulunduğu bir gerçektir. Şair olarak halk kaynağına bağlı bir şiir akımının yenilikçi üyesidir. Avşar kiliminden havalanan nakışlar gibi istanbul'un da çeşmeleri, camileri, Çingeneleri, gecekonduları, Boğaz'ı vardır. Hastalığın simgesi haline gelen Haseki, simsiyah nokta gibi istanbul gecekonduları, şahlanan Süleyma-niye, sıfıra sıfır elde var servi Karacaahmet, tıkanan trafiğiyle Karaköy, adının yansının yattığı Merkezefendi, acıyan Gureba, içine bakraç bakraç mavi dökülen Kız Kulesi, hep B. Rahmi'nin tutkun oldukları, içinde yaşayıp içinde yaşattıklarıdır. Ressam şair renkleri, çeşit çeşit meyveleri, hemen her şiir ve nesir yapısının içine yerleştirir. Renkleri de öyle. Ama her büyük şehirde gizli bir istanbul buluruz ("Büyük Şehir"- Tuz).
istanbul'da deniz kokan, yosun kokan merhabalar getiren yazmalarda, Üsküdar Fıstıkağacı'ndaki Şaban Usta'nm, kalıplarında da Hanımyan'ın emekleri vardır. Sonra pul pul gümüşbalıklarıyla "Canım istanbul". İstanbul, genelleşir çeşmelerde. "Çeşme", Türkiye olur birdenbire. Şilebe-zinde bir avuç tiftik gibi Trabzon peynirine geçişi bundandır ("Türküler Dolusu"). Çevresi onu, ilgi duyduklarıyla birlikte sarar. Bir çift şahin gibi uçurduğu gözleri, Sa-lıpazarı'ndaki apartmandan karşıya geçerek Kanlıca'daki beyaz eve konar. Bu evde de insan vardır ("Akıl ile Gözün Hikâyesi"). Ortaköy minaresi de, yüzde yüz insan elinden çıkmıştır ("Minare ile Meneviş"). Bu defa da gerçek ile hayali, madde ile maneviyi, güzel ile faydalıyı karşılaştırır. Bir süre şiirini bu meşgul eder.
Fatih'in kılıç çekişi, bir tarih gerçeği olmalıdır. Ama istanbul gelince aklına, gene şairleşir, bir martı, yarısı köpük bir gü-
ca Sinan, ardı sıra gecekondular gelir hep aklına ("istanbul Destanı").
O, sabah denizlerini Kalpazankaya'da buruşmuş görür ("Lorca'ya"). Haydarpaşa'dan kalkan tren, dünyanın en güzel trenidir ("istanbul Haritası"). Gureba'yı, Kız Kulesi'ni, Boğaz Köprüsü'nü, Süleymani-ye'yi, Dolmabahçe'yi, Şişli'yi, Levent'i, gene gecekonduları, hep bu haritanın içinde gösterir.
Yayımlanmamış Şiirler'inde, "Canım istanbul" vardır. O, nazlı bir kenttir. "Boğaz Köprüsü"nde istanbul'un fethinden başlar, iki yakamızın bu köprüyle bir araya geldiğini söyler, sonra da asma köprünün Boğaz'ın boğazına sarıldığına inanır. "Bir bulut havalandı Küçükyalı'dan" mısraını, bir laytmotiv olarak şiirinde kullanır ("Eyfel Destanı"). Boğaz'ın suları kütür kuturdur; onlar, has olmayan ne varsa alır götürür, der. Genç yaşta sütü kurumuş analara benzettiği Tophane çeşmelerini görünce, "önce çileden", "sonra da nesirden çıkar" ("Güzel ile Faydalı"- Tuz).
Anlatımıyla insanın doğalını, olduğu gibisini vermek ister. Şiirinde Sulukule ve Sulukuleli gene vardır. Bu doğalın yakalanışı ve sevilişidir. Sanki şiirinin karşıtıymış gibi nesirlerinde de hep aynı temala-n işlediğini görürüz.
Bu, İstanbul âşığı şair, yazarlığında da aynı gözlemleri kullanır. Denebilir ki şiirdeki heyecanı, bir yönüyle nesirde de yaşatmak ister. Resimde olduğu gibi. 25 yıl istanbul'da oturan bir aydın kişi Anadolu'ya çıkışının kitabını yazar (Canım Anadolu), istanbul'a hayrandır. Onun her karışına canından bir parça katmıştır. Galata Kulesi'nin kaç kantar olduğunu, "Sait Faik'i okurken öğrendim" der. Anadolu-kavağı'ndan Edirnekapı'ya, uçtan uca dolaşır şehri. Hep hayrandır. Ama Anadolu'
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun "Fenerbahçe-Kalamış" konulu duralit üzerine yağlıboya resmi, 25x19 cm, Kile Sanat Galerisi Koleksiyonu.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
CANIM İSTANBUL
Canım istanbul'um nazlı Bir yanı lodos Bir yanı poyrazdı Deniz elli Deniz ayaklı Deniz parmaklı Taşlan altın demişler Gelip demir atmışlar Atanlar haklı. Her taşı atanmış Altın ne kelime Her taşı deniz Her taşı kız Her taşı dişi Her taşı kan Geçmişi kınalı.
BEDRi RAHMİ EYÜBOĞLU Yayımlanmamış Şiirler, 1968
nün kaderini değiştirmeyi ister. Marmara ("Deniz Türküsü"), tezek, kağnı, Ürgüp, Gönen, Erdek, Marmara Adası yolculukları, sonra Âşık Veysel'e selam, Karada-yı'yı bulur sonunda. Tophane kahvesinden duyulan ezan seslerini "Karadayı'ya Mektup"unda duyurur. Tophane sokakları, Karabaş Mahallesi ve camii, küçük ve kirli sokakların tasviri, kasap dükkânlarının önünde biriken köpekler, sahipsiz köpek yavruları, kömür kamyonlarından dökülen kömürleri toplayan çocuklar, Beyoğlu'nda bir mağazanın önünde yırtık pırtık üstüyle titreyen çocuğu Karabaş kahvelerinden birinde cıgara içip kâğıt oynarken görüşü, çaydanlıkla çay içen, hep tüküren genç adam, eskici, bakır tencereler, tavalar, hep ressam-şairin gözlemlerinin dünyasıdır. Fatih zamanından kalan bu caminin karşısındaki kahvenin önünde çalışır ressam B. Rahmi, mahalle sakinlerini de inceler bir yandan. Bu gözlem nesri, şairin sorunlara çözüm arayan bir aydının işi olmaktadır.
Bu istanbul manzaralarında şairin gittikçe gelişen gözlemlerini buluruz. De-lifisek'teki yazılarında da ("Ah Bu Çingeneler") özellikle hep İstanbul denilince gene aklına gelenleri sıralamaktadır. Süleymaniye ve Ayasofya'yı ömrü zevkle doldurabilecek eserler olarak görür. Atölyesinde modellik yapan Çingene kızının diline de hayrandır: Sabiha yerine Sabiye demesi gibi. Sonra Taksim'i zehir yeşili Be-yoğlu'nun sonunda bulurlar Sait Faik'le ("Sait İçin"). İstanbul'un büyük sanat a-damlarından nasibini alışı, onun özelliklerinden biridir. Rumeli bu kentten nasibini alır ama Anadolu'ya bu rüzgârın esmediğini söyler ("Altın Tas"). Bu, kültür rüzgârıdır, istanbul'da yanan ateşten dağlar taşlar faydalanır. Estergon Kalesi, Alişim türküleri hep bu rüzgârın estirdikleridir. Rumeli türküleri hep istanbul'da yanan o-caktan etkilenmişlerdir. Bedri Rahmi'nin şiir ve resimlerindeki tutkular Anadolu ya da İstanbul üzerine çeşitlemeler olmuştur. AYHAN DOĞAN
EYÜP
İstanbul'un fethi ile birlikte kurulan ilk Osmanlı Türk sur dışı yerleşmesi.
Boğaz suyoluna göre istanbul'un batı yakasında ve Haliç suyolunun güney kıyısında yer alan bu semtin Halic'e 2,6 km kıyısı bulunmaktadır. Eyüp'ün kuzeyinde gecekondu ve konut kooperatif yerleşmelerinin yoğun bir şekilde yer aldığı Ali-beyköy; kuzeybatısında 1876'larda başlayan ve 1940-1950'lerde tekrarlanan dış göçle Bulgaristan'dan gelen göçmenlerin ağırlıkla iskân edildiği yeni yerleşmeler ile sanayi alan ve kullanımlarının yer aldığı Gaziosmanpaşa; batısında 1950'lerde başlayan ve 1960'larda tekrarlanan Yugoslavya göçmenlerinin ağırlıkla iskân edildiği yeni yerleşmelerin ve Rami sanayi planları ile getirilen sanayi alanlarının ve kullanımlarının yer aldığı Bayrampaşa; güneyinde ise, surlar ile sınır teşkil eden Fatih suriçi yerleşmesi ve istanbul'un ilk gecekondu yerleşmesi olan Zeytinbur-nu sur dışı yerleşmesi bulunmaktadır.
Eyüp İlçesi'ne bağlı olan Eyüp bugün Alibeyköy, Kemerburgaz yerleşmelerini ve Kemerburgaz'a bağlı köyleri içine alarak Karadeniz kıyılarına kadar uzanan geniş bir alanı kapsayan bir yerel yönetim birimi ile idare edilmektedir. "Eyüp İlçe Belediyesi" olarak isimlendirilen bu belediye sınırları içinde yakın zamana kadar yer alan Bayrampaşa, 1990'dan itibaren müstakil bir belediye olarak ayrılmıştır. Eyüp semtini oluşturan mahalleler eski yerleşme alanını kapsayan Merkez, İslam Bey, Döğmeciler, Nişanca, Defterdar, Topçular, Rami Yeni, Rami Cuma mahalleleri ile 1950'lerden sonra oluşan Alibeyköy'e doğru uzanan gecekondu yerleşmelerini kapsayan Silahtar Ağa, Sakarya, Eyüp mahalleleridir.
Yerleşmenin topografik yapısı engebelidir. Merkezde yer alan ve kıyıya yakın bulunan Eyüb Sultan Külliyesi ve kıyı ile bütünleşen yakın çevresi deniz koduna yakındır. Merkezden ve kıyıdan geriye doğru uzaklaşıldığında topografya yükselmektedir. Merkeze doğru ışınsal ve kıyıya doğru dik inen yollar alçalarak uzanan vadilere oturmaktadır. Bu vadilerin arasında ise Halic'e doğru son derece güzel panoramik manzaraya hâkim tepeler yer almaktadır. Ancak denize yönelik bu vadi ve tepelerin dışında farklı yönlerde birçok vadi ve tepe daha oluşmuştur.
Bu tepelerden en ünlüsü, kıyıya paralel geçen Haliç kıyı yolu (eski Bahariye Caddesi) ile tarihi merkeze ışınsal yaklaşan islam Bey Caddesi'nin oturduğu vadiler arasındaki tepedir. Tarihi Eyüp Mezarlığı' nın(-0 sırtlarında Gümüşsüyü denilen semtte yer alan ve halk arasında Piyer Loti Tepesi olarak da bilinen bu tepe, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde halkın dinlenmek ve eğlenmek için gittiği "Idris Köşkü Mesiresi" olarak geçer. Fransız yazar Pi-erre Loti(->) tarafından İstanbul'a geldikçe ziyaret edilen, kahvehanesi ve buradan görülen Haliç ve İstanbul manzarasının büyüsü ile Fransız yazarlarına tanıtılan
bu tepe, 19. yy'da İstanbul'a gelen yabancıları ve seyyahları da etkilemiş, seyahatnamelerde ve yabancı kaynaklarda yer almıştır.
Bunun dışında, Yeni Yol ile III. Haliç Köprüsü bağlantısı olan çevre yolu arasında Zal Mahmud Paşa Camii'nin sırtlarında yer alan ve bugün Amcazade Hüseyin Paşa vakıf arazisi olarak geçen, muhtemelen Mimar Sinan eseri olarak gösterilen Zal Mahmud Paşa.Sarayı'mn olduğu arazi de tarihi yapı kalıntıları içindeki ağaçlan ve Haliç manzarası ile Eyüp'ün seçkin bir tepesidir. Semtin şehir ile bağlantısı, önceleri hem deniz, hem karayolu ile kurulmaktaydı ve Haliç başlangıçta sakin bir suyolu olarak kıyısındaki ve gerisindeki yerleşmelere taşımacılık hizmeti vermekteydi. Önceleri Boğaz'da olduğu gibi kayıklar ile yapılan yolcu taşımacılığında 1850'lerde tersane vapurları da kullanılıyordu. 1984-1985'te istanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından uygulanan Haliç kıyılarının sanayiden arındırılması ve kamu-laştırılarak yeniden düzenlenmesi çalışmaları esnasında Haliç iskelelerinin tümü ortadan kaldırılmıştır.
Yerleşmenin şehir ve yakın çevresi ile kurduğu karayolu ulaşım bağlantısında en önemli üç akstan biri, surların hemen dışından ve Eyüp'ün güneyinden kuzeydo-ğu-güneybatı istikametinde geçen Haliç Köprüsü ve devamındaki I. Çevre Yolu bağlantısıdır. Diğeri yerleşmenin kuzeyindeki sırtlardan kuzeybâtı-güneydoğu istikametinde geçen ve I. ve II. çevre yollarını bağlayan 20 numaralı devlet yolu, Rami Kışla Caddesi, eski Edirne Asfaltı' dır. Üçüncüsü ise sahilden Eminönü-Ali-beyköy istikametinde geçen, esasen var olan yolun 1984-1985 arasındaki çalışmalar esnasında kuvvetlendirilerek 4 şeritli kesintisiz bir yol haline getirilmesi suretiyle oluşturulan Haliç kıyı yoludur.
Bu yolların dışında, yerleşmeyi kendi içinde ve bu ana bağlantı yollarına bağlayan, toplayıcı mahiyette ikinci derecede önemli yollar olarak; Rami Kışla Caddesi' ni tarihi Eyüp merkezine bağlayan ve 1956' dan sonra açılan Eyüp Yeni Yol, Rami yerleşmelerini Eyüp'ün içine bağlayan topografyanın hayli zorladığı Ayten Sokağı ve devamındaki yol; Gaziosmanpaşa' dan gelen ve tarihi merkeze bağlanan islam Bey Caddesi ve devamındaki Zal Paşa, Kalenderhane caddeleri, Haliç kıyı yolunun geçirilmesi ile tali bir bağlantı yolu haline gelen Feshane Caddesi, surların dibinden geçen ve Rami Kışla Caddesi'ni Haliç kıyı yoluna bağlayan Savaklar Caddesi gösterilebilir.
Ayrıca Eyüp'ün eski yerleşme alanının dışında, Bahariye kıyılarının sırtlarında Alibeyköy'e doğru 1950'lerden sonra oluşan gecekondu yerleşmelerinin yer aldığı Esentepe, Sakarya, Silahtar Ağa mahallelerini Küçükköy, Gaziosmanpaşa yerleşmelerine ve Haliç kıyı yoluna bağlayan Gazi Osman Paşa, Yıldız Tabya, Karadeniz ve Ordu caddeleri de toplayıcı yollardandır.
Bu ana bağlantıların dışında, yerleşme
Dostları ilə paylaş: |