Haneş b. Abdullah Rüveyfi' b. Sabit, İbn Abbas, Fedâle b. Ubeyd, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd el-Hudrîve Hz. Ali'den, ayrıca Kâ'b el-Ahbâr'dan duyduğu hadisleri Mısır'da ve uzun süre oturduğu Kayrevan'da rivayet etmiştir. Kendisinden rivayette bulunanlar arasında oğlu Haris, İfrîkı-yeli Abdurrahman b. Yezîd. İfrîkıye kadı-
28
sı Hâlid b. Ebû İmrân ile Mısırlı Âmir b. Yahya el-Meâfirî ve Abdülazîz b. Ebü'ş-Şa'be'nin adı geçmektedir. Bazı kaynaklarda Haneş'in Hz. Ali'nin Kûfe'deki taraftarları arasında yer aldığı, onun ölümünden sonra (40/661) Mısır'a gittiği zikre-dilmekteyse de söz konusu bu kişinin Kû-feli Haneş b. Mu'temir olduğu ve 90 (709) yılından önce vefat ettiği bilinmektedir (Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ1, IV, 493).
Haneş Kayrevan'da bir mescid yaptırmış ve kendi adıyla anılan bu mescidde hadis rivayet etmiştir. Fazilet ve takvası ile bilinen Haneş hadis münekkitlerince "sika" ve "sâlih" terimleriyle nitelendirilmiş olup naklettiği hadisler Müslim'in el-Câmihi'ş-şahîh'i ile Kütüb-i Sitte'ye dahil dört sünende, ayrıca İbn Vehb'in el-Câmic'mde ve Taberânî'nin el-Mıfce-mü'l-kebîr"\nöe yer almaktadır.
BİBLİYOGRAFYA :
İbn SaU e(-Tabakât, V, 535-536; Buharı, et-Târihu't-kebîr, MI, 99;"faberi, Târih (Ebü'1-Fazl). V, 232; İbn Ebû Hatim. ei-Cerh oe't-ta'dü, III, 291; İbn Hibbân. eş-Şıfcât, IV, 173. 184; İbnü'l-Faradî. Târihu \ttemâ'i'l-Endelüs, Kahire 1966, s. 125-127; SenVânî. e/-£nsâfa(Bârûdî), 111,557; Zehebî. A'lâmü'n-nübetâ', IV, 492-493; a.mlf., Mîzânû't-ftidât, I, 620; a.mlf.. Târîhu'l-İslâm: sene 81-100, s. 339-340; İbn Kesîr. el-Bidâye, IX, 187; İbn Hacer. Tehztbü't-Tehztb, III, 57-58; Makkarî. Nefhu't-üb, I, 277-278; İbnü'l-İmâd, Şezerât, I, 119;Ziriklî. eM'lâm, II, 222; Bedrân. Tehzibü Târihi Dımaşk, V, 10-12; E. Levi-Pro-vençal. Hİstoire de l'Espagne musutmane, Paris 1950-53, I. 27. 30. 119, 296, 344; III, 347, 354; Hüseyin b. M. Şevât. Medresetü'l-hadîş rt'l-Kayreüân, Riyad 1411, II, 524-525; M. Rıdvan ed-Dâye. "Haneş b. ^Abdullah eş-Şan'ânî", el-İklîl, 1/3-4, San'a 1981, s. 18-38; M. Marin. "Şahaba et tabiun dans al-Andalus: Histoire et leğende", St.l, UV (1981). s. 25-36.
Iffil M.Ali Sönmez
F HANIM SULTAN ~*
Osmanlılar'da
padişah ve şehzade kızlarının kız çocukları için kullanılan unvan.
Osmanlılar'ın ilk döneminde padişahların oğulları ve bütün erkek torunları genel olarakçelebi, kızları ve kız torunları hatun şeklinde anılırdı. Dolayısıyla hanedan mensuplarını halktan ayıran bir unvan henüz ortaya çıkmamıştı. Orhan Bey'in paralarında kullandığı bilinen ve Niğbo-lu zaferini kazanması sebebiyle ilk defa Abbasî halifesi tarafından Yıldırım Baye-zid'e verilen sultan unvanı zamanla padişahların anneleri, çocukları ve torunlarına da yaygınlaştırılarak geniş bir kulla-
nım alanı buldu. Böylece hanedana mensubiyeti belirten bir mahiyet kazanan bu unvan, hanedanın erkek üyeleri için kullanıldığında genellikle isimden önce, hanımlarda isimden sonra gelmiştir. Fâtih Kanunnâmesi'nde padişah ve şehzadelerin kızlarının sultan unvanıyla anılmış olması (Özcan. sy. 33 |l982|,s. 51) bu kullanımı resmîleştirerek yaygınlaştırmış-tır. Zamanla padişahın ve şehzadelerin kızlarının kızlarına da genel olarak "hanım sultan" denilmişse de padişah torunları ilk sırayı almıştır. Bunların erkek çocuklarına ise babalarına nisbetle "paşa oğlu, paşazade" veya "beyzade" denilmiş, fakat bunlar özellikle saray mensupları tarafından annelerine nisbetle "sul-tanzâde" olarak anılmıştır. Hanım sultanların babalarının hanedan mensubu olmaması gerekirdi. Nitekim sultan, şehzade veya şehzade oğullarından biriyle evlenirse kız çocuğuna yine sultan denilirdi. Hanım kelimesinin sultanlar taraf ın-dan isim olarak da kullanılması zaman zaman karışıklıklara sebep olmuştur. Nitekim Yavuz Sultan Selim'in Hanım adındaki kızı Hanım Sultan diye anıldığından annesinin sultan olduğu zannedilmiştir. Hanedana mensup olmanın gerektirdiği birtakım mükellefiyetlerden hanım sultanlar sultanlara nisbetle daha az etkilenirlerdi. Sultanlar, Anadolu'daki hükümdar ailelerinin ve devletin askeri hizmetinde bulunan önemli kişilerle evlendirilirlerken hanım sultanlar, aralarında veziriazamların da bulunduğu ileri gelen devlet ricali ile evlenip sultanlara göre daha bağımsız hareket etmişler (D'Ohsson, VII, 95-96), İstanbul'da kalma mecburiyetleri olmadığından eşlerinin görevlerinin bulunduğu yerlere birlikte gidebilmişlerdir. Hanım sultanların eşleri hanedana ait bir unvana sahip olmadıkları gibi çocukları da hanedan mensubu değildi. Ancak erkek çocukları, sultan-zâdeler gibi zaman zaman kapıcıbaşılık ve benzeri görevlere getirilmiştir. II. Ab-dülhamid zamanında 1311 (1893-94) yılında ihdas olunup hanedan mensuplarından uygun görüleceklere tevcih edilebilen {Mütemmim, s. 185) ve uygulamada valide sultanla sultan ve şehzadeler dışındakilere pek verilmemiş olan "hâne-dân-ı ÂI-i Osman nişanfnın pek az sayıda hanım sultana verilmesi (Osmanoğ-lu, s. 105), son dönemlerde onların hanedan içindeki yerlerini göstermesi bakımından önemlidir.
Gerek eski ve yeni sarayda oturan gerekse saray dışında bulunan hanım sul-
tanlara bazı şartlarda veya bizzat kendi müracaatları üzerine maaş verilirdi. Maaş miktarları farklı durumlarda değişmekle birlikte aynı şartlarda -Osmanlı muamelâtında emsaliyle kıyas esas olduğundan-bu miktar değişmiyordu. XVII. yüzyılda sarayda bulunan sultanlar günlük 400 akçeden ayda 12.000 akçe maaş alırken hanım sultanlar günlük 150 akçeden ayda 4500 (BA, Ali Emîrî-lV. Mehmed, nr. 7104, 9528), saray dışındakiler ise günlük 30 akçeden ayda 900 akçe (BA, MAD, nr. 6019, s. 38) almaktaydılar. Sarayda oturanlar genellikle anneleri ölmüş olanlar veya babaları vefat edip anneleriyle beraber saraya gelenlerdi. Annelerinin yanında bulunanlara onların maaşlarından bir kısmının tahsis edildiği de olurdu {BA, MAD, nr. 436, s. 5). Hesaplarına İstanbul harc-ı hâssa emininin baktığı bu maaşlar, Dârüssaâde ağasının hazırladığı cetvellere göre Hazîne-i Âmire'den verilirdi. Hazîne-i Hâssa'nın oluşumundan sonra maaş, çeyiz vb. masrafları bu hazine bünyesinde yer almıştır. Hanım sultanların ayrıca "me'kûlât" ve "âdet-i ramazâniy-ye", saray dışındakilerin de "hâne kirası" gibi çeşitli tahsisatları vardı (BA, MAD, nr. 436, s. 26). Ayrıca ihtiyaçları halinde padişahın iradesiyle kendilerine gerekli yardım yapılırdı.
Saraylardaki hanım sultanların sultanlarda olduğu gibi kalfaları, harem ağaları, baltacıları, kethüdaları, masraf kâtipleri gibi görevliler yanında kendilerine ait birtakım işleri yürüten kethüdaları da vardı (BA, Ali Emîrî-IV. Mehmed, nr. i 1115). Ayrıca bütün hanım sultanlar İçin umumi bir hanım sultanlar kethüdâlığı makamı ihdas edilmişti. Bu makam genellikle devlet ricalinden bir kişiye ek görev olarak verilirdi (BA, İrade-Dahiliye, nr. 33342).
Hanım sultanların evlenmeleri sırasında evlenecekleri kişinin belirtilmesinden çeyiz, nişan takımları, yeni ev için gerekli mefruşat vb.nin teminine, nikâhın akdi ve hanım sultanın yeni evine gidişine kadar yapılan bütün işlemler padişahın bilgisi dahilinde olurdu. Sultanların nikâhını şeyhülislâm, hanım sultanların nikâhını ise Rumeli kazaskeri damat ile gelinin vekilleri vasıtasıyla kıyar, kazasker ile vekillere damat tarafından samur, hanım sultan tarafından birer kakum kürk giy-dirilirdi. Bu kural henüz oluşmadan XVII. yüzyıl öncesinde padişah hocalarının da sultan nikâhlarını akdettikleri görülmektedir (Selânikî, 1, 341). Hanım sultan yeni evine perşembe günü götürülür, erte-
si gün damat sadrazamı ziyaret eder, sadrazam kendisine samur kürk giydirir, böylece evlenme merasimi sona ererdi.
Hanım sultanların protokoldeki yerleri sultanlardan sonra olup kendi aralarındaki sıralamada ise yaş esas alınırdı (Os-manoğlu, s. 72). Elkâb olarak umumiyetle, Fâtih Kanunnâmesi'ndeki sultanlar el-kabında da yer alan "iffetlü. ismetlü" veya bunlardan biri kullanılırdı. Ancak nadiren de olsa bu sıfatların, daha ziyade sultan ve valide sultanlar hakkında geçen "devletlü" veya "saâdetlü" ifadeleriyle beraber "devletlü. ismetlü" şeklinde kullanıldığı da olmuştur. Dua cümlesi sultanlar için "dâmet ismetühâ", hanım sultanlar için "zîdet iffetühâ" şeklinde iken zaman zaman her ikisi de tercih edilmiştir. Kendilerine tezkire yazılırken genellikle, "İffetlü, ismetlü, saâdetlü hanım sultân-ı aliyyetü'ş-şân hazretleri, hem-vâre visâde-pîrâ-yi mecd ü saadet ve sadr-ârâ-yi izz ü afiyet olmaları daavât-ı hâlisesiyle arîza-i muhlisi oldur ki" diye hitap edilirdi (Mecmûa-i Telhîsât, s. 39).
1913 yılında hanedan mensuplarını "Osmanlı padişahlarının evlât ve torunları İle hanedanın erkek çocuklarının kızları" olarak tarif eden bir düzenlemeden sonra bütün hanedan mensupları hakkında genel mükellefiyetler getirilmişse de bunlar hanım sultanları pek bağlayıcı olmamıştır. Ancak hanedan mensuplarının, yakışıksız davranışları ve görevlerine uygun olmayan hareketleri halinde padişah tarafından uyarma, kınama veya saraya kabul edilmeme gibi bir ceza ile cezalandırılacaklarına dair hüküm hanım sultanlarla eş ve çocukları için de geçerli kılınmıştır. Aynı düzenlemede, hanedan mensupları arasındaki davalarla haciz ve vesayet işlemlerinin, oluşturulacak hanedan meclisi tarafından karara bağlanarak padişahın icra yetkisine bırakılması hükmü getirilmiştir. Ayrıca hanedan mensuplarının vefatları halinde bir merasimin uygulanması kararlaştırılmış ve bu merasim üç sınıf üzerine düzenlenmiştir. Hanım sultanlara genellikle ikinci sınıf cenaze merasimi yapılmıştır (BA, D.UJT, 3/6/63).
Hanım sultanlar da diğer hanedan mensupları gibi çeşitli hayır eserleri yaptırıp vakıflar tesis etmişlerdir. Nitekim Mekke ve Medine'ye her yıl gönderilen surre-ye katkıda bulunan vakıflar arasında hanım sultanlara ait olanlar önemli bir yer tutar {BA, Stırre Defterleri, nr. 1665, vr.
HÂNİ Abdülmecîd b. Muhammed
BİBLİYOGRAFYA :
BA, MAD, nr. 436, s. 5, 10-11, 26; nr. 6019. s. 1. 25-26, 29-30, 38; BA. Ruûs Defterleri, A.RSK, nr. 1593, s. 81, 121, 131;BA,KK, Tâyı-nât Defterleri, nr. 7241, s. 8, 14; nr. 7246, s. 28; nr. 7247, s. 2, 5-6; nr. 7263, s. 2; BA, BEO, Sadâret Defterleri, nr. 350, vr. 34b; nr. 359, vr. 49ab; BA, Sur re Defterleri, nr. 1665, vr. 115"-116B;nr. 1667, vr. 55°; nr. 4151, vr. lab;BA, Hanedan Defterleri, nr. 1, vr. 2b-3b, 33b-41b, 80b; nr. 2, s. 1-4; BA. Ali Emîri-IV. Mehmed, nr. 6984, 7104, 9528, 11115; BA, İbnülemin-Saray, nr. 914/4; BA, Cevdet-Saray, nr. 8640; BA. Cevdet-Maliye, nr. 22749; BA, D.TŞF, nr. 26064, 26103; BA. İrade-Dahiliye, nr. 4484,4815, 5234, 23865, 33342,40669, 41191, 43389; BA, D.ÜİT, 3/6/62-63; BA, Bahriye -Gelen, 325682, 327061; Kanunnâme, Atıf Efendi Ktp., nr. 1734, vr. 150"; Selânikî, Târih (Ipşirli), I, 36, 111, 171, 34Î, 390; 11,454, 608, 696; IMâilî Abdullah Paşa. Defteri Teşrifat, TTK Ktp., nr. 10, vr. 77a, 169d-170a, 178b-180b; Subhî. Târih, vr. 184a; İzzî Süleyman, Târih, İstanbul 1199, vr. 152b-153a; Mecmûa-İ Telhlsât, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, nr. K. 291, s. 39; D'Ohsson. Tableau general, VII, 95-96; Lutfî. Târih, X, 68; XII, 54; Mütemmim, İstanbul 1333, s. 185-186; Deutet-i Osmânİyye'nin 1325 Senesine Mahsus Bütçesidir (nşr. Maliye Nezâreti), İstanbul 1325, s. 20; Sainâme-İ Deulet-İ Osmaniye (1327), s. 48-55; Uzunçarşılı, Saray 7eş-kilâtı.s. 164, 166;a.mlf., Osmanlı Tarihi, 111/2, s. 339, 391; a.mlf., "Yavuz Sultan Selim'in Kızı Hanım Sultan ve Torunu Kara Osman Şah Bey Vakfiyeleri'1, TTK Belleten, XL/159 (1976). s. 467-478; Gökbitgin. Edirne ue Paşa Liuâst, s. 318-319, 321. 379-386. 389, 454. 470-475, 498-499, 502, 525; Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid: Hatıralarım, Ankara, ts. (Selçuk Yayınevi), s. 72, 105, 272; Safiye Ünü-var, Saray Hatıralarım, İstanbul 1964, s. 65, ayrıca bk. tür.yer.; Abdülkadir Özcan, '"Fatih'in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi", TD, sy. 33 (1982), s. 47, 51; Pakalın, 1, 730; Sertoğlu, Tarih Lügati, s. 187; J. H. Kramers. "Sultan", İA, XI, 27; J. Deny - Bekir Kötükoğlu, "Valide Sultan", a.e..
XIII, 181. m
im
Filiz Ç. Karaca
HÂNI, Abdülmecîd b. Muhammed
Abdülmecîd b. Muhammed
b. Muhammed b. Abdillâh
ed-Dımaşki el-Hânî
(ö. 1318/1900)
el-Hadâpikul-verdîyye adlı
eseriyle tanınan Nakşibendî-Hâlîdî şeyhi.
9 Saf er 1263'te (27 Ocak 1847) Şam'da doğdu. Hâlid el-Bağdadîn in önde gelen halifelerinden Muhammed b. Abdullah el-Hânî'nin torunudur. Babası Muhammed, hadis ve fıkıh dersleri aldıktan sonra babasından tasavvufa dair eserler okumuş. Mısır'a gidip ünlü âlimlerle tanışmış, babasının 1862'de ölümü üzerine
29
HÂNİ, Abdülmecîd b. Muhammed
onun yerine geçmiş, uzun yıllar Halici el-Bağdâdî Dergâhı'nda şeyhlik yaptıktan sonra vefat ederek Hâlid el-Bağdâdî'nin türbesi civarında defnedilmiştir (Abdürrezzâk el-Baytâr, III, 1215). Abdülmecîd'in. Hâlid el-Bağdâdî'nin halifelerinden Ah-med Erbîlî'nin kızı olan annesinin soyu Ahmed er-Rifâî'ye ulaşır. Eğitimini üstlenen dedesi, Abdülmecîd'i Kur'an Öğrenmesi için halifelerinden Şeyh Ali el-Humû-sî'ye gönderdi. Dinî ilimleri, el-Fütûhâ-tü'l-Mekkiyye'yi ve el-Câmi'u'ş-şağir'ı dedesinden okudu. Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî'den Buhârî'nin el-Câmfu'ş-şa-hîh'mı dinledi. Babasının Şam Muradiye Camii'nde verdiği derslere devam etti. Abdürrezzâk el-Kâşânî'nin Iştılâhâtü'ş-şûliyye adlı eseriyle Fuşûsü'l-hikem üzerine yazılan şerhleri okuyarak İbnü'l-Arabfnin tasavvufunu anlamaya çalıştı. Şiirde özellikle tarih düşürme ve mutar-raz şiir (akrostiş) alanında üstat olarak tanındı. Muhammed Abduh ile yazışmalarda bulunması Abdülmecîd'in Selefi harekete ilgi duyduğu şeklinde yorumlanmıştır. Ancak el-Akvâlü'İ-marziyye fi'r-red hle'l-Vehhâbiyye (Kahire 1901) adlı eseri övmesi onun bu mezhebe karşı olduğunu göstermektedir.
Abdülmecîd babası vefat edince onun yerine geçmek istediyse de şeyhlik postuna amcası Ahmed el-Hânî oturdu. Şeyh Ahmed'in bir yıl sonra ölümü üzerine yerine bu defa diğer amcası Abdullah el-Hânî geçti. Kendisi Hâlid el-Bağdâdî Dergâhı şeyhliğine davet edildiği sırada İstanbul'da vefat etti ve Nişantaşı Mezar-lığı'na defnedildi.
Eserleri. 1. el-Hadâ'iku'1-verdiyye ü hakö'iki ecillâ'i'n-Nakşibendiyye (Kahire 1308). Müellif eserin önsözünde, dedesinden Nakşibendiyye şeyhlerinin adlarını sık sık duyduğunu, ancak çoğu İran, Hindistan ve Türkistanlı olan bu şeyhler hakkında yeterli Arapça kaynak bulamadığını, bunun üzerine 1303 (1885-86) yılında Nakşibendiyye meşâyihinin hal tercümelerini yazmaya karar verdiğini, Farsça ve Türkçe kaynakları kullanırken bu dilleri bilenlerden yardım gördüğünü söyler. Fahreddin SâfTnin 909'da (1503) tamamladığı, Nakşibendiyye silsilesine dahil şeyhler hakkında bilgi veren iîeşe-ftâfından sonra bu konuda yazılmış en kapsamlı eser olan el-Hadâ'iku'l-ver-diyye'de Nakşibendiyye'nin Hz. Ali'ye ulaşan iki Alevî silsilesiyle Hz. Ebû Bekir'e ulaşan Bekri silsilesi verilmiş ve bunlarda yer alan şahıslar ayrı ayrı anlatılarak Nakşibendiyye silsilesindeki diğer meşâ-
30
yih kronolojik olarak tanıtılmıştır. Reşe-hât'ta biyografisi verilenlerin yanı sıra XVI-XIX. yüzyıllarda yaşayan Nakşibendiyye şeyhlerine dair derli toplu ve güvenilir bilgiler veren eserin önemli bir özelliği de Hâlid el-Bağdâdî'nin halifeleri hakkında önemli bilgiler ihtiva etmesidir. Abdülmecîd el-Hânî yer yer Nakşibendiy-ye'nin âdâb ve erkânından, bu tarikatla ilgili özel terimlerden de bahsetmiş, bu arada tenkit ve itirazlara cevap vererek tarikatı savunmuştur. Eser Abdülkâdir Akçiçek tarafından aynı adla Türkçe'ye tercüme edilmiştir (istanbul 1986). 2. es-Sa'âdetü'l-ebediyye fîmâ câ'e bihi'n-Nakşibendiyye (Dımaşk 1313; İstanbul 1983). Eserde Nakşibendiyye ve bu tarikatın Hâlidiyye kolu hakkında bilgi verildikten sonra sohbet, hatm-i hâcegân. rabıta, zikir ve murakabe konuları kısaca anlatılmıştır. Bu iki eserin bazı kaynaklarda (Serkîs, 1,817-818; Brockelmann, II, 774) Abdülmecîd el-Hânî'nin dedesi Muhammed b. Abdullah el-Hânî'ye nisbet edilmesi yanlıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Abdülmecîd el-Hânî, et-Hadâ^iku'luerdiyye, Kahire 1308, s. 276-299; Muhyiddİn b. Ahmed el-Hânî, "Tercemetü'l-mü'ellif", a.e., s. 1-3 (sonunda); Abdülcevâdei-Kâyâtî. Nefhatü't-beşâm ft rihleti'ş-Şâm, Kahire 1901, s. 186-191; Reşîd Rızâ, Târîhu'l-üstâz, Kahire 1911, s. 611-613; Takiyyüddin el-Hısnî, Müntehabâtü't-teuârih li-Dımaşk, Dımaşk 1928, 11, 749-750; İzâhu'l-meknÛR, I, 396; Edhem el-Cıindî, A'iâmü'l-edeb ue'l-fen, Dımaşk İ954, II, 116; Nebhânî. Kerâmatü'l-euliyâ*, 1, 5; Serkîs, Mu*cem, 1, 817-818; Brockelmann, GAL Suppi, II, 774; Kehhâle, Mu'cemü.'1-mü'ettilîn, VI, 170; Ziriklî, el-A'lâm, IV, 294; M. Cemîl eş-Şattî, A'yânü Dımaşk, Dı-maşk 1972, s. 86, 392; Selâhaddin el-Münec-cid. Mu'cemü.'1-mü'errih.îne'd-Dımaşktyytn ve âşâruhümü't-mahtuta ue'!-matbûca, Beyrut 1978, s. 392; Abdüllatîf Salih el-Ferfûr. A'lâmü Dımaşk, Dımaşk 1408/1987, s. 199; D. Dean Commins, Istamic Reform: Politics and Social Changein Late Ottoman Syria, NewYork-Ox-ford 1990, s. 37; Abdürrezzâk el-Baytar. Hilye-tü't-beşerfîtârthi't-karni'ş-şâliş'aşer, Beyrut 1993.11, 1037; II!, 1215. |—I
İBİ Osman Türer
r . * i
HANI, Muhammed b. Abdullah
( ^gjlÂJt 4İJİ Jufi tf J*3W )
Muhammed b. Abdillâh
b. Mustafâ el-Hânî
(ö. 1279/1862)
Nakşibenctî-Hâlidî şeyhi.
1213'te (1798) Hama-Halep yolu üzerinde bulunan Han (Hân-ı Şeyhûn) köyünde doğdu. Hayatı hakkındaki bilgiler, geniş ölçüde torunu Abdülmecîd b. Muham-
med'in el-Hadâ'iku'1-verdiyye adlı eserinde verdiği bilgilere dayanmaktadır. Babasını küçük yaşta kaybeden Muhammed el-Hânî, Rifâî-Keyyâlî şeyhi Muhammed el-Keyyâlî'nin kızı olan annesiyle birlikte Hama'ya gidip öğrenimini burada sürdürdü. Altı yıl kadar Fâris adlı bir zatın sohbetlerine devam ettikten sonra Kâdirî şeyhi Muhammed Geylânî'ye intisap etti. Uzunca bir süre vaaz verip ders okuttu: ardından Şeyh Uİvân el-Hamevî zaviyesinde inzivaya çekildi. Daha sonra Şam'a gidip Hâlid el-Bağdâdî'ye biat etti. Addâs Camii'nde girdiği halveti tamamlayıp şeyhinin izniyle Hama'ya döndü. Sonraki yıllarda iki defa daha Şam'a gidip halvete girdi. 182S'te şeyhinden aldığı emir üzerine ailesiyle birlikte Şam'a yerleşti. Hâlid el-Bağdâdî'nin Şam Muradiye Camii'nde görevli halifesinin vefatı üzerine onun yerine getirildi. Hânî'nin yeteneğini gören Hâlid el-Bağdâdî ona ir-şadda bulunma, zikir halkası kurma, aralarında Emîr Abdülkâdir el-Cezâiri'nin de bulunduğu bazı müridlerin terbiyesine nezaret etme yetkisini verdi. Bu yıllarda dervişlere Hâlid el-Bağdâdî'nin önde gelen halifelerinden Muhammed b. Süleyman'ın el-Hadîkatü'n-nediyye adlı eserini okutmaya başladı.
Hânî, Hâlid el-Bağdâdî'nin ölümünden sonra yerine geçen İsmail el-Enârânî'ye, Enârânî'nin birkaç hafta sonra vefatı üzerine halifesi Abdullah Herevî'ye biat etti. Bu zatın da ölümü üzerine onun yerine geçti. 1829'da annesiyle birlikte hacca gitti. 1837 yılında el-Behcetü's-seniyye adlı eserini kaleme aldı. 1843'te ikinci defa. üç yıl sonra oğlu Muhammed'i de yanına alarak Şam Valisi Mûsâ Saffetî Paşa'nın hac kafılesiyle üçüncü defa hacca gitti. 1849'da kalabalık bir mürid topluluğu ile Kudüs'ü ziyaret etti. 1853'te oğlu Muhammed ile birlikte, o sırada İstanbul'da bulunan Mûsâ Saffetî Paşa'nın daveti üzerine Beyrut'tan İstanbul'a gidip paşanın Eyüp'teki konağında dört ay kaldı. Ertesi yıl kardeşi Ahmed ve oğlu Muhammed ile birlikte tekrar hacca gitti. 19 Safer 1279'da (16 Ağustos 1862) yakalandığı humma hastalığından kurtulamayıp vefat etti. Şam'da Hâlid el-Bağdâdî'nin türbesi civarında toprağa verildi.
Torunu Abdülmecîd b. Muhammed. onun geçimini en helâl rızık yolu olduğuna inandığı çiftçilikle sağladığını, İbnü'l-Arabî'nin el-Fütûhâtü 'l-Mekkiyye'smi, İbnü'l-Fânz'ın et-Tfriyyetü'l-kübrâ'sım ve Şa'rânî'nin eserlerini çok okuduğunu söyler. Şam Valisi Mehmed Reşid Paşa ve
Mûsâ Saffeti Paşa gibi devlet adamlarıyla iyi ilişkiler kuran, onların saygı ve güvenini kazanan Muhammed el-Hânî, Hâ-lid el-Bağdâdî'nin Hâlidiyye tarikatının yayılmasında en etkili olan halifelerinden-dir. Hâlidiyye tarikatı kendisi, oğlu Muhammed ve torunu Abdülmecid vasıtasıyla İstanbul'dan Hicaz'a kadar geniş bir coğrafyada yayılma İmkânı bulmuştur. Yetiştirdiği halifelerden Ayasofya başvâi-zi Yûsuf Efendi, Mehmed Arif Efendi, Hasan Feyzullah Efendi. Ahmed Hafız Efendi. Dağıstanlı Muhammed Mehdî Efendi İstanbul'da; Bursalı Şeyh İsmail Efendi. Erzincanlı İbrahim Efendi, Mardinli Şeyh Hâmid. Kulalı Şeyh İsmail, Diyarbekirli Şeyh Ahmed Anadolu'da: Bağdatlı Şeyh Mahmud, Şamlı Şeyh Ahmed, Şeyh Muhammed ve Şeyh Ömer, Hamalı Şeyh Said ve Şeyh Ahmed Ulvân ile oğlu Muhammed. amcası Ahmed el-Hânî Suriye ve Kuzey Irak'ta faaliyet göstermişlerdir. Hânî'nin soyundan gelenler, XX. yüzyılda Suriye ve Irak'ta önemli ilmî ve idarî görevlerde de bulunmuşlardır. Haniler. Türkiye'de faaliyet gösteren Hâlidî silsilelerinin çoğunda yer almaktadır.
Hânî, el-Behcetü's-seniyye fi ödâ-bi't-tarîkati'î'hliyyeti'l-Hâlidiyyeti'n-Nakşibendiyye (Kahire 1303, 1319) adlı eserinde Hâlidiyye tarikatının usul ve âdâbıyla hatm-i hâcegân, rabıta gibi bazı terimler hakkında bilgi vermiştir. Eserin son bölümü Bahâeddin Nakşibend, İmâm-ı Rabbani ve Hâlid el-Bağdadî"nin hayat ve menkıbelerine ayrılmıştır.
BIBLIYOGRAFYA :
Abdülmecîd el-Hânî. el-Hadâ'iku'l-uerdiyye, İstanbul 1308, s. 261-276; Hedâyyetü Vârı/Tn, M, 377; İzâhu'l-meknûn, 1, 201; Nebhânî. Kerâ-mâtû'l-evliyâ1, 1, 222-223; Brockelmann. GAL SuppL, II, 774; Serkîs, I, 817-818; Kehhâle. Muı-cemü'l-mü'etlifin, X, 249; Ziriklî, el-Aelâm, V, 120; D. Dean Commins. Islamtc Reform: Politics and Social Change in Late Ottoman Syria, New York-Oxford 1990, s. 35-36; M. Mutr el-Hâfız - Nizâr Ebâze, 'Ülemâ'u Dımaşk oe a'yâ-nühâ, Dımaşk 1412/1991, 11, 606; Abdürrez-zâkel-Baytâr, Hilyetü'l-beşerfitânhi't-karni'ş-şâtiş 'aşer, Beyrut 1413/1993, 111, 1210-1245; Ahmed el-Hânî, el-üsretü'l-Hâniyye, Dımaşk, ts., s. 29-36; M. Cemil eş-Şattî, A'yânü Dımaşk, Dımaşk 1414/1994, s. 241, 386.
İHİİ Osman Türer HÂNÎ, Şeyh Ahmed
L
(ö. 1119/1707 1?]) Şair ve mutasavvıf.
1061 (1651) yılında doğdu {MemûZin, s. 139). Babasının adı İlyastır. Nisbesini. Hakkâri yakınlarında bulunduğu söylenen Han köyünden veya burada yaşayan Hânî aşiretinden ya da mensubu olduğu Hâniyan ailesinden aldığı tahmin edilmektedir. Hânî, Doğu Anadolu'nun birçok yerini dolaşarak Arapça, belagat ve dinî ilimleri okudu: ayrıca astronomiyle ilgilendi. Bir süre bölgenin kültür merkezi olan Cizre'de yaşayan ve Mem û Zîn adlı mesnevisini burada kaleme alan Hânî daha sonra Eski Bayezit'e (Doğubayazıt) gitti ve orada vefat etti. Yazma bir eserde yer aldığı kaydedilen, "Târe Hânî ilâ
HÂNÎ, Şeyh Ahmed
rabbih" ibaresinin ebced hesabıyla karşılığı olan 1119 (1707) yılında vefat ettiği ileri sürülmektedir (İzzeddin Mustafa Resul, s. 33-34). Halk arasında velî olarak kabul edilen Hânî'nin Doğubayazıt'ta İs-hak Paşa Sarayı'nın yakınında bulunan türbesi halen ziyaretgâhtır. Said Nursî'-nin de gençliğinde kabrini ziyaret ederek ondan feyiz aldığı nakledilir (Târihçe-i Ha-yat, s 35).
Hânî'nin Kürtçe olarak kaleme aldığı eserlerinin incelenmesinden önemli bir şair ve mutasavvıf olduğu anlaşılmaktadır. Ulûhiyet ve varlık konulan başta olmak üzere ahlâkî, sosyal ve kültürel me-selelerdeki görüş ve düşüncelerini manzum eserlerinde dile getirmiştir. Kelâm konularında Sünnî ve genellikle de Eş'arî görüşlerine bağlı olan müellif, kâinatın yaratılışı ile insanlara sorumluluk yüklen-mesindeki sırlar üzerinde durur {Mem û Zîn, s. 5-12, 137-138]; gerek tabiatta gerekse insanın duygu ve davranışlarında görülen zıtlıkların hem eşyayı tanımayı sağladığını, hem de varlıkta*ve insandaki ahenk ve birliği temin ettiğini düşünür. Ayrıca iyimser bir yaklaşımla, her zaman olayların görünen tarafının gerçek mahi-yetleriyle uyuşmayabileceğin!, görünüşte kötü olan birçok şeyin aslında iyi olduğunu belirtir [a.g.e., s. 60-61, 168).
Tasavvuf! düşüncesinin yanında dönemin sosyal sıkıntıları üzerinde duran ve halkın sahipsizliğinden yakınan Hânî, bu meselelerin sosyal dayanışma ve bilgilenme ile aşılabileceğini, kendisinin de eserleriyle bu hususta üzerine düşeni yapmaya çalıştığını ifade eder; kendi döneminde insanların İlim ve hikmet yerine maddî menfaatlere değer vermelerinden yakınır (a.g.e., s 16) Yalnızca ilâhî aşkın ve günahlardan sakınmanın insanları tam anlamıyla değiştirip onlara güzel vasıflar kazandırabileceğini belirten Hânî{a.g.e., s. 126, 131-135), bu hususta Mevlânâ ve Câmî gibi mutasavvıf şairlerin etkisi altında kalmıştır. Hânî'nin Mem û Zîn'inde İslâm öncesi inançların izlerini arayarak esasen Kur'an'da yer verilen ay-güneş, gece-gündüz, kadın-erkek gibi varlık ve olaylardaki çift ya da zıt unsurlara ve bunların sırlarına, hikmetlerine ilişkin görüşlerini Zerdüştîlik'teki düalizme bağlayan, kitabın başında yüce Allah ve Hz. Peygamber hakkında samimi ifadelerle dile getirilen övgülerin inanılarak değil mecburiyetten dolayı yazıldığını iddia eden, mutasavvıf şairler arasında yaygın olan, sevgiliyi Kabe veya Hacerülesved gibi kutsal varlıklara benzetme geleneğini anaerkil Şamanizm'le izah eden iddia ve yorum-
Dostları ilə paylaş: |