İ İ TÜRKİye diyanet vakfi ansiklopediSİ Cİlt 16 hanefî mezhebi haya istanbul I 997



Yüklə 1,07 Mb.
səhifə14/20
tarix27.12.2018
ölçüsü1,07 Mb.
#87529
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   20

Haneş b. Abdullah Rüveyfi' b. Sabit, İbn Abbas, Fedâle b. Ubeyd, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd el-Hudrîve Hz. Ali'den, ayrıca Kâ'b el-Ahbâr'dan duyduğu hadisleri Mı­sır'da ve uzun süre oturduğu Kayrevan'­da rivayet etmiştir. Kendisinden rivayet­te bulunanlar arasında oğlu Haris, İfrîkı-yeli Abdurrahman b. Yezîd. İfrîkıye kadı-

28

sı Hâlid b. Ebû İmrân ile Mısırlı Âmir b. Yahya el-Meâfirî ve Abdülazîz b. Ebü'ş-Şa'be'nin adı geçmektedir. Bazı kaynak­larda Haneş'in Hz. Ali'nin Kûfe'deki taraf­tarları arasında yer aldığı, onun ölümün­den sonra (40/661) Mısır'a gittiği zikre-dilmekteyse de söz konusu bu kişinin Kû-feli Haneş b. Mu'temir olduğu ve 90 (709) yılından önce vefat ettiği bilinmektedir (Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ1, IV, 493).



Haneş Kayrevan'da bir mescid yaptır­mış ve kendi adıyla anılan bu mescidde hadis rivayet etmiştir. Fazilet ve takvası ile bilinen Haneş hadis münekkitlerince "sika" ve "sâlih" terimleriyle nitelendiril­miş olup naklettiği hadisler Müslim'in el-Câmihi'ş-şahîh'i ile Kütüb-i Sitte'ye dahil dört sünende, ayrıca İbn Vehb'in el-Câmic'mde ve Taberânî'nin el-Mıfce-mü'l-kebîr"\nöe yer almaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

İbn SaU e(-Tabakât, V, 535-536; Buharı, et-Târihu't-kebîr, MI, 99;"faberi, Târih (Ebü'1-Fazl). V, 232; İbn Ebû Hatim. ei-Cerh oe't-ta'dü, III, 291; İbn Hibbân. eş-Şıfcât, IV, 173. 184; İbnü'l-Faradî. Târihu \ttemâ'i'l-Endelüs, Kahire 1966, s. 125-127; SenVânî. e/-£nsâfa(Bârûdî), 111,557; Zehebî. A'lâmü'n-nübetâ', IV, 492-493; a.mlf., Mîzânû't-ftidât, I, 620; a.mlf.. Târîhu'l-İslâm: sene 81-100, s. 339-340; İbn Kesîr. el-Bidâye, IX, 187; İbn Hacer. Tehztbü't-Tehztb, III, 57-58; Makkarî. Nefhu't-üb, I, 277-278; İbnü'l-İmâd, Şezerât, I, 119;Ziriklî. eM'lâm, II, 222; Bedrân. Tehzibü Târihi Dımaşk, V, 10-12; E. Levi-Pro-vençal. Hİstoire de l'Espagne musutmane, Pa­ris 1950-53, I. 27. 30. 119, 296, 344; III, 347, 354; Hüseyin b. M. Şevât. Medresetü'l-hadîş rt'l-Kayreüân, Riyad 1411, II, 524-525; M. Rıd­van ed-Dâye. "Haneş b. ^Abdullah eş-Şan'ânî", el-İklîl, 1/3-4, San'a 1981, s. 18-38; M. Marin. "Şahaba et tabiun dans al-Andalus: Histoire et leğende", St.l, UV (1981). s. 25-36.

Iffil M.Ali Sönmez

F HANIM SULTAN ~*

Osmanlılar'da

padişah ve şehzade kızlarının kız çocukları için kullanılan unvan.

Osmanlılar'ın ilk döneminde padişah­ların oğulları ve bütün erkek torunları ge­nel olarakçelebi, kızları ve kız torunları ha­tun şeklinde anılırdı. Dolayısıyla hanedan mensuplarını halktan ayıran bir unvan henüz ortaya çıkmamıştı. Orhan Bey'in paralarında kullandığı bilinen ve Niğbo-lu zaferini kazanması sebebiyle ilk defa Abbasî halifesi tarafından Yıldırım Baye-zid'e verilen sultan unvanı zamanla pa­dişahların anneleri, çocukları ve torunla­rına da yaygınlaştırılarak geniş bir kulla-

nım alanı buldu. Böylece hanedana men­subiyeti belirten bir mahiyet kazanan bu unvan, hanedanın erkek üyeleri için kul­lanıldığında genellikle isimden önce, ha­nımlarda isimden sonra gelmiştir. Fâtih Kanunnâmesi'nde padişah ve şehzadele­rin kızlarının sultan unvanıyla anılmış ol­ması (Özcan. sy. 33 |l982|,s. 51) bu kul­lanımı resmîleştirerek yaygınlaştırmış-tır. Zamanla padişahın ve şehzadelerin kızlarının kızlarına da genel olarak "ha­nım sultan" denilmişse de padişah to­runları ilk sırayı almıştır. Bunların erkek çocuklarına ise babalarına nisbetle "pa­şa oğlu, paşazade" veya "beyzade" denil­miş, fakat bunlar özellikle saray mensup­ları tarafından annelerine nisbetle "sul-tanzâde" olarak anılmıştır. Hanım sul­tanların babalarının hanedan mensubu olmaması gerekirdi. Nitekim sultan, şeh­zade veya şehzade oğullarından biriyle evlenirse kız çocuğuna yine sultan deni­lirdi. Hanım kelimesinin sultanlar taraf ın-dan isim olarak da kullanılması zaman zaman karışıklıklara sebep olmuştur. Ni­tekim Yavuz Sultan Selim'in Hanım adın­daki kızı Hanım Sultan diye anıldığından annesinin sultan olduğu zannedilmiştir. Hanedana mensup olmanın gerektir­diği birtakım mükellefiyetlerden hanım sultanlar sultanlara nisbetle daha az et­kilenirlerdi. Sultanlar, Anadolu'daki hü­kümdar ailelerinin ve devletin askeri hizmetinde bulunan önemli kişilerle ev­lendirilirlerken hanım sultanlar, arala­rında veziriazamların da bulunduğu ile­ri gelen devlet ricali ile evlenip sultanla­ra göre daha bağımsız hareket etmişler (D'Ohsson, VII, 95-96), İstanbul'da kal­ma mecburiyetleri olmadığından eşleri­nin görevlerinin bulunduğu yerlere birlik­te gidebilmişlerdir. Hanım sultanların eş­leri hanedana ait bir unvana sahip olma­dıkları gibi çocukları da hanedan mensu­bu değildi. Ancak erkek çocukları, sultan-zâdeler gibi zaman zaman kapıcıbaşılık ve benzeri görevlere getirilmiştir. II. Ab-dülhamid zamanında 1311 (1893-94) yı­lında ihdas olunup hanedan mensupla­rından uygun görüleceklere tevcih edile­bilen {Mütemmim, s. 185) ve uygulama­da valide sultanla sultan ve şehzadeler dı­şındakilere pek verilmemiş olan "hâne-dân-ı ÂI-i Osman nişanfnın pek az sayı­da hanım sultana verilmesi (Osmanoğ-lu, s. 105), son dönemlerde onların ha­nedan içindeki yerlerini göstermesi ba­kımından önemlidir.

Gerek eski ve yeni sarayda oturan ge­rekse saray dışında bulunan hanım sul-

tanlara bazı şartlarda veya bizzat kendi müracaatları üzerine maaş verilirdi. Maaş miktarları farklı durumlarda değişmekle birlikte aynı şartlarda -Osmanlı muame­lâtında emsaliyle kıyas esas olduğundan-bu miktar değişmiyordu. XVII. yüzyılda sarayda bulunan sultanlar günlük 400 akçeden ayda 12.000 akçe maaş alırken hanım sultanlar günlük 150 akçeden ayda 4500 (BA, Ali Emîrî-lV. Mehmed, nr. 7104, 9528), saray dışındakiler ise günlük 30 akçeden ayda 900 akçe (BA, MAD, nr. 6019, s. 38) almaktaydılar. Sarayda otu­ranlar genellikle anneleri ölmüş olanlar veya babaları vefat edip anneleriyle be­raber saraya gelenlerdi. Annelerinin ya­nında bulunanlara onların maaşlarından bir kısmının tahsis edildiği de olurdu {BA, MAD, nr. 436, s. 5). Hesaplarına İstanbul harc-ı hâssa emininin baktığı bu maaş­lar, Dârüssaâde ağasının hazırladığı cet­vellere göre Hazîne-i Âmire'den verilirdi. Hazîne-i Hâssa'nın oluşumundan sonra maaş, çeyiz vb. masrafları bu hazine bün­yesinde yer almıştır. Hanım sultanların ayrıca "me'kûlât" ve "âdet-i ramazâniy-ye", saray dışındakilerin de "hâne kirası" gibi çeşitli tahsisatları vardı (BA, MAD, nr. 436, s. 26). Ayrıca ihtiyaçları halinde padişahın iradesiyle kendilerine gerekli yardım yapılırdı.

Saraylardaki hanım sultanların sultan­larda olduğu gibi kalfaları, harem ağala­rı, baltacıları, kethüdaları, masraf kâtip­leri gibi görevliler yanında kendilerine ait birtakım işleri yürüten kethüdaları da vardı (BA, Ali Emîrî-IV. Mehmed, nr. i 1115). Ayrıca bütün hanım sultanlar İçin umumi bir hanım sultanlar kethüdâlığı makamı ihdas edilmişti. Bu makam ge­nellikle devlet ricalinden bir kişiye ek gö­rev olarak verilirdi (BA, İrade-Dahiliye, nr. 33342).

Hanım sultanların evlenmeleri sırasın­da evlenecekleri kişinin belirtilmesinden çeyiz, nişan takımları, yeni ev için gerekli mefruşat vb.nin teminine, nikâhın akdi ve hanım sultanın yeni evine gidişine ka­dar yapılan bütün işlemler padişahın bil­gisi dahilinde olurdu. Sultanların nikâhı­nı şeyhülislâm, hanım sultanların nikâhı­nı ise Rumeli kazaskeri damat ile gelinin vekilleri vasıtasıyla kıyar, kazasker ile ve­killere damat tarafından samur, hanım sultan tarafından birer kakum kürk giy-dirilirdi. Bu kural henüz oluşmadan XVII. yüzyıl öncesinde padişah hocalarının da sultan nikâhlarını akdettikleri görülmek­tedir (Selânikî, 1, 341). Hanım sultan ye­ni evine perşembe günü götürülür, erte-

si gün damat sadrazamı ziyaret eder, sadrazam kendisine samur kürk giydirir, böylece evlenme merasimi sona ererdi.

Hanım sultanların protokoldeki yerleri sultanlardan sonra olup kendi araların­daki sıralamada ise yaş esas alınırdı (Os-manoğlu, s. 72). Elkâb olarak umumiyet­le, Fâtih Kanunnâmesi'ndeki sultanlar el-kabında da yer alan "iffetlü. ismetlü" ve­ya bunlardan biri kullanılırdı. Ancak na­diren de olsa bu sıfatların, daha ziyade sultan ve valide sultanlar hakkında geçen "devletlü" veya "saâdetlü" ifadeleriyle beraber "devletlü. ismetlü" şeklinde kul­lanıldığı da olmuştur. Dua cümlesi sultan­lar için "dâmet ismetühâ", hanım sul­tanlar için "zîdet iffetühâ" şeklinde iken zaman zaman her ikisi de tercih edilmiş­tir. Kendilerine tezkire yazılırken genel­likle, "İffetlü, ismetlü, saâdetlü hanım sultân-ı aliyyetü'ş-şân hazretleri, hem-vâre visâde-pîrâ-yi mecd ü saadet ve sadr-ârâ-yi izz ü afiyet olmaları daavât-ı hâlisesiyle arîza-i muhlisi oldur ki" diye hitap edilirdi (Mecmûa-i Telhîsât, s. 39).

1913 yılında hanedan mensuplarını "Os­manlı padişahlarının evlât ve torunları İle hanedanın erkek çocuklarının kızları" ola­rak tarif eden bir düzenlemeden sonra bütün hanedan mensupları hakkında ge­nel mükellefiyetler getirilmişse de bun­lar hanım sultanları pek bağlayıcı olma­mıştır. Ancak hanedan mensuplarının, yakışıksız davranışları ve görevlerine uy­gun olmayan hareketleri halinde padişah tarafından uyarma, kınama veya saraya kabul edilmeme gibi bir ceza ile cezalan­dırılacaklarına dair hüküm hanım sultan­larla eş ve çocukları için de geçerli kılın­mıştır. Aynı düzenlemede, hanedan men­supları arasındaki davalarla haciz ve ve­sayet işlemlerinin, oluşturulacak hane­dan meclisi tarafından karara bağlana­rak padişahın icra yetkisine bırakılma­sı hükmü getirilmiştir. Ayrıca hanedan mensuplarının vefatları halinde bir me­rasimin uygulanması kararlaştırılmış ve bu merasim üç sınıf üzerine düzenlen­miştir. Hanım sultanlara genellikle ikinci sınıf cenaze merasimi yapılmıştır (BA, D.UJT, 3/6/63).

Hanım sultanlar da diğer hanedan men­supları gibi çeşitli hayır eserleri yaptırıp vakıflar tesis etmişlerdir. Nitekim Mek­ke ve Medine'ye her yıl gönderilen surre-ye katkıda bulunan vakıflar arasında ha­nım sultanlara ait olanlar önemli bir yer tutar {BA, Stırre Defterleri, nr. 1665, vr.

HÂNİ Abdülmecîd b. Muhammed

BİBLİYOGRAFYA :

BA, MAD, nr. 436, s. 5, 10-11, 26; nr. 6019. s. 1. 25-26, 29-30, 38; BA. Ruûs Defterleri, A.RSK, nr. 1593, s. 81, 121, 131;BA,KK, Tâyı-nât Defterleri, nr. 7241, s. 8, 14; nr. 7246, s. 28; nr. 7247, s. 2, 5-6; nr. 7263, s. 2; BA, BEO, Sadâret Defterleri, nr. 350, vr. 34b; nr. 359, vr. 49ab; BA, Sur re Defterleri, nr. 1665, vr. 115"-116B;nr. 1667, vr. 55°; nr. 4151, vr. lab;BA, Ha­nedan Defterleri, nr. 1, vr. 2b-3b, 33b-41b, 80b; nr. 2, s. 1-4; BA. Ali Emîri-IV. Mehmed, nr. 6984, 7104, 9528, 11115; BA, İbnülemin-Saray, nr. 914/4; BA, Cevdet-Saray, nr. 8640; BA. Cev­det-Maliye, nr. 22749; BA, D.TŞF, nr. 26064, 26103; BA. İrade-Dahiliye, nr. 4484,4815, 5234, 23865, 33342,40669, 41191, 43389; BA, D.ÜİT, 3/6/62-63; BA, Bahriye -Gelen, 325682, 327061; Kanunnâme, Atıf Efendi Ktp., nr. 1734, vr. 150"; Selânikî, Târih (Ipşirli), I, 36, 111, 171, 34Î, 390; 11,454, 608, 696; IMâilî Abdullah Paşa. Defteri Teşrifat, TTK Ktp., nr. 10, vr. 77a, 169d-170a, 178b-180b; Subhî. Târih, vr. 184a; İzzî Sü­leyman, Târih, İstanbul 1199, vr. 152b-153a; Mecmûa-İ Telhlsât, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, nr. K. 291, s. 39; D'Ohsson. Tableau general, VII, 95-96; Lutfî. Târih, X, 68; XII, 54; Mütemmim, İstanbul 1333, s. 185-186; Deutet-i Osmânİyye'nin 1325 Se­nesine Mahsus Bütçesidir (nşr. Maliye Nezâre­ti), İstanbul 1325, s. 20; Sainâme-İ Deulet-İ Os­maniye (1327), s. 48-55; Uzunçarşılı, Saray 7eş-kilâtı.s. 164, 166;a.mlf., Osmanlı Tarihi, 111/2, s. 339, 391; a.mlf., "Yavuz Sultan Selim'in Kı­zı Hanım Sultan ve Torunu Kara Osman Şah Bey Vakfiyeleri'1, TTK Belleten, XL/159 (1976). s. 467-478; Gökbitgin. Edirne ue Paşa Liuâst, s. 318-319, 321. 379-386. 389, 454. 470-475, 498-499, 502, 525; Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid: Hatıralarım, Ankara, ts. (Selçuk Yayınevi), s. 72, 105, 272; Safiye Ünü-var, Saray Hatıralarım, İstanbul 1964, s. 65, ayrıca bk. tür.yer.; Abdülkadir Özcan, '"Fatih'in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi", TD, sy. 33 (1982), s. 47, 51; Pakalın, 1, 730; Sertoğlu, Tarih Lügati, s. 187; J. H. Kramers. "Sultan", İA, XI, 27; J. Deny - Bekir Kötükoğlu, "Valide Sultan", a.e..

XIII, 181. m

im

Filiz Ç. Karaca



HÂNI, Abdülmecîd b. Muhammed

Abdülmecîd b. Muhammed

b. Muhammed b. Abdillâh

ed-Dımaşki el-Hânî

(ö. 1318/1900)

el-Hadâpikul-verdîyye adlı

eseriyle tanınan Nakşibendî-Hâlîdî şeyhi.

9 Saf er 1263'te (27 Ocak 1847) Şam'da doğdu. Hâlid el-Bağdadîn in önde gelen halifelerinden Muhammed b. Abdullah el-Hânî'nin torunudur. Babası Muham­med, hadis ve fıkıh dersleri aldıktan son­ra babasından tasavvufa dair eserler oku­muş. Mısır'a gidip ünlü âlimlerle tanış­mış, babasının 1862'de ölümü üzerine

29

HÂNİ, Abdülmecîd b. Muhammed



onun yerine geçmiş, uzun yıllar Halici el-Bağdâdî Dergâhı'nda şeyhlik yaptıktan sonra vefat ederek Hâlid el-Bağdâdî'nin türbesi civarında defnedilmiştir (Abdür­rezzâk el-Baytâr, III, 1215). Abdülmecîd'in. Hâlid el-Bağdâdî'nin halifelerinden Ah-med Erbîlî'nin kızı olan annesinin soyu Ahmed er-Rifâî'ye ulaşır. Eğitimini üstle­nen dedesi, Abdülmecîd'i Kur'an Öğren­mesi için halifelerinden Şeyh Ali el-Humû-sî'ye gönderdi. Dinî ilimleri, el-Fütûhâ-tü'l-Mekkiyye'yi ve el-Câmi'u'ş-şağir'ı dedesinden okudu. Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî'den Buhârî'nin el-Câmfu'ş-şa-hîh'mı dinledi. Babasının Şam Muradiye Camii'nde verdiği derslere devam etti. Abdürrezzâk el-Kâşânî'nin Iştılâhâtü'ş-şûliyye adlı eseriyle Fuşûsü'l-hikem üzerine yazılan şerhleri okuyarak İbnü'l-Arabfnin tasavvufunu anlamaya çalıştı. Şiirde özellikle tarih düşürme ve mutar-raz şiir (akrostiş) alanında üstat olarak ta­nındı. Muhammed Abduh ile yazışmalar­da bulunması Abdülmecîd'in Selefi hare­kete ilgi duyduğu şeklinde yorumlanmış­tır. Ancak el-Akvâlü'İ-marziyye fi'r-red hle'l-Vehhâbiyye (Kahire 1901) adlı ese­ri övmesi onun bu mezhebe karşı oldu­ğunu göstermektedir.

Abdülmecîd babası vefat edince onun yerine geçmek istediyse de şeyhlik pos­tuna amcası Ahmed el-Hânî oturdu. Şeyh Ahmed'in bir yıl sonra ölümü üzerine ye­rine bu defa diğer amcası Abdullah el-Hânî geçti. Kendisi Hâlid el-Bağdâdî Der­gâhı şeyhliğine davet edildiği sırada İs­tanbul'da vefat etti ve Nişantaşı Mezar-lığı'na defnedildi.

Eserleri. 1. el-Hadâ'iku'1-verdiyye ü hakö'iki ecillâ'i'n-Nakşibendiyye (Ka­hire 1308). Müellif eserin önsözünde, de­desinden Nakşibendiyye şeyhlerinin adla­rını sık sık duyduğunu, ancak çoğu İran, Hindistan ve Türkistanlı olan bu şeyhler hakkında yeterli Arapça kaynak bulama­dığını, bunun üzerine 1303 (1885-86) yılında Nakşibendiyye meşâyihinin hal tercümelerini yazmaya karar verdiğini, Farsça ve Türkçe kaynakları kullanırken bu dilleri bilenlerden yardım gördüğünü söyler. Fahreddin SâfTnin 909'da (1503) tamamladığı, Nakşibendiyye silsilesine dahil şeyhler hakkında bilgi veren iîeşe-ftâfından sonra bu konuda yazılmış en kapsamlı eser olan el-Hadâ'iku'l-ver-diyye'de Nakşibendiyye'nin Hz. Ali'ye ula­şan iki Alevî silsilesiyle Hz. Ebû Bekir'e ulaşan Bekri silsilesi verilmiş ve bunlar­da yer alan şahıslar ayrı ayrı anlatılarak Nakşibendiyye silsilesindeki diğer meşâ-

30

yih kronolojik olarak tanıtılmıştır. Reşe-hât'ta biyografisi verilenlerin yanı sıra XVI-XIX. yüzyıllarda yaşayan Nakşiben­diyye şeyhlerine dair derli toplu ve güve­nilir bilgiler veren eserin önemli bir özel­liği de Hâlid el-Bağdâdî'nin halifeleri hak­kında önemli bilgiler ihtiva etmesidir. Abdülmecîd el-Hânî yer yer Nakşibendiy-ye'nin âdâb ve erkânından, bu tarikatla ilgili özel terimlerden de bahsetmiş, bu arada tenkit ve itirazlara cevap vererek tarikatı savunmuştur. Eser Abdülkâdir Akçiçek tarafından aynı adla Türkçe'ye tercüme edilmiştir (istanbul 1986). 2. es-Sa'âdetü'l-ebediyye fîmâ câ'e bihi'n-Nakşibendiyye (Dımaşk 1313; İstanbul 1983). Eserde Nakşibendiyye ve bu tari­katın Hâlidiyye kolu hakkında bilgi veril­dikten sonra sohbet, hatm-i hâcegân. ra­bıta, zikir ve murakabe konuları kısaca anlatılmıştır. Bu iki eserin bazı kaynak­larda (Serkîs, 1,817-818; Brockelmann, II, 774) Abdülmecîd el-Hânî'nin dedesi Mu­hammed b. Abdullah el-Hânî'ye nisbet edilmesi yanlıştır.



BİBLİYOGRAFYA :

Abdülmecîd el-Hânî, et-Hadâ^iku'luerdiyye, Kahire 1308, s. 276-299; Muhyiddİn b. Ahmed el-Hânî, "Tercemetü'l-mü'ellif", a.e., s. 1-3 (so­nunda); Abdülcevâdei-Kâyâtî. Nefhatü't-beşâm ft rihleti'ş-Şâm, Kahire 1901, s. 186-191; Reşîd Rızâ, Târîhu'l-üstâz, Kahire 1911, s. 611-613; Takiyyüddin el-Hısnî, Müntehabâtü't-teuârih li-Dımaşk, Dımaşk 1928, 11, 749-750; İzâhu'l-meknÛR, I, 396; Edhem el-Cıindî, A'iâmü'l-edeb ue'l-fen, Dımaşk İ954, II, 116; Nebhânî. Kerâmatü'l-euliyâ*, 1, 5; Serkîs, Mu*cem, 1, 817-818; Brockelmann, GAL Suppi, II, 774; Kehhâle, Mu'cemü.'1-mü'ettilîn, VI, 170; Ziriklî, el-A'lâm, IV, 294; M. Cemîl eş-Şattî, A'yânü Dımaşk, Dı-maşk 1972, s. 86, 392; Selâhaddin el-Münec-cid. Mu'cemü.'1-mü'errih.îne'd-Dımaşktyytn ve âşâruhümü't-mahtuta ue'!-matbûca, Beyrut 1978, s. 392; Abdüllatîf Salih el-Ferfûr. A'lâmü Dımaşk, Dımaşk 1408/1987, s. 199; D. Dean Commins, Istamic Reform: Politics and Social Changein Late Ottoman Syria, NewYork-Ox-ford 1990, s. 37; Abdürrezzâk el-Baytar. Hilye-tü't-beşerfîtârthi't-karni'ş-şâliş'aşer, Beyrut 1993.11, 1037; II!, 1215. |—I

İBİ Osman Türer

r . * i


HANI, Muhammed b. Abdullah

( ^gjlÂJt 4İJİ Jufi tf J*3W )

Muhammed b. Abdillâh

b. Mustafâ el-Hânî

(ö. 1279/1862)

Nakşibenctî-Hâlidî şeyhi.

1213'te (1798) Hama-Halep yolu üze­rinde bulunan Han (Hân-ı Şeyhûn) köyün­de doğdu. Hayatı hakkındaki bilgiler, ge­niş ölçüde torunu Abdülmecîd b. Muham-

med'in el-Hadâ'iku'1-verdiyye adlı ese­rinde verdiği bilgilere dayanmaktadır. Ba­basını küçük yaşta kaybeden Muham­med el-Hânî, Rifâî-Keyyâlî şeyhi Muham­med el-Keyyâlî'nin kızı olan annesiyle bir­likte Hama'ya gidip öğrenimini burada sürdürdü. Altı yıl kadar Fâris adlı bir za­tın sohbetlerine devam ettikten sonra Kâdirî şeyhi Muhammed Geylânî'ye inti­sap etti. Uzunca bir süre vaaz verip ders okuttu: ardından Şeyh Uİvân el-Hamevî zaviyesinde inzivaya çekildi. Daha sonra Şam'a gidip Hâlid el-Bağdâdî'ye biat etti. Addâs Camii'nde girdiği halveti tamam­layıp şeyhinin izniyle Hama'ya döndü. Sonraki yıllarda iki defa daha Şam'a gi­dip halvete girdi. 182S'te şeyhinden aldı­ğı emir üzerine ailesiyle birlikte Şam'a yerleşti. Hâlid el-Bağdâdî'nin Şam Mura­diye Camii'nde görevli halifesinin vefatı üzerine onun yerine getirildi. Hânî'nin ye­teneğini gören Hâlid el-Bağdâdî ona ir-şadda bulunma, zikir halkası kurma, ara­larında Emîr Abdülkâdir el-Cezâiri'nin de bulunduğu bazı müridlerin terbiyesine nezaret etme yetkisini verdi. Bu yıllarda dervişlere Hâlid el-Bağdâdî'nin önde ge­len halifelerinden Muhammed b. Süley­man'ın el-Hadîkatü'n-nediyye adlı ese­rini okutmaya başladı.

Hânî, Hâlid el-Bağdâdî'nin ölümünden sonra yerine geçen İsmail el-Enârânî'ye, Enârânî'nin birkaç hafta sonra vefatı üze­rine halifesi Abdullah Herevî'ye biat etti. Bu zatın da ölümü üzerine onun yerine geçti. 1829'da annesiyle birlikte hacca git­ti. 1837 yılında el-Behcetü's-seniyye ad­lı eserini kaleme aldı. 1843'te ikinci defa. üç yıl sonra oğlu Muhammed'i de yanına alarak Şam Valisi Mûsâ Saffetî Paşa'nın hac kafılesiyle üçüncü defa hacca gitti. 1849'da kalabalık bir mürid topluluğu ile Kudüs'ü ziyaret etti. 1853'te oğlu Mu­hammed ile birlikte, o sırada İstanbul'da bulunan Mûsâ Saffetî Paşa'nın daveti üze­rine Beyrut'tan İstanbul'a gidip paşanın Eyüp'teki konağında dört ay kaldı. Ertesi yıl kardeşi Ahmed ve oğlu Muhammed ile birlikte tekrar hacca gitti. 19 Safer 1279'da (16 Ağustos 1862) yakalandığı humma hastalığından kurtulamayıp ve­fat etti. Şam'da Hâlid el-Bağdâdî'nin tür­besi civarında toprağa verildi.

Torunu Abdülmecîd b. Muhammed. onun geçimini en helâl rızık yolu olduğu­na inandığı çiftçilikle sağladığını, İbnü'l-Arabî'nin el-Fütûhâtü 'l-Mekkiyye'smi, İbnü'l-Fânz'ın et-Tfriyyetü'l-kübrâ'sım ve Şa'rânî'nin eserlerini çok okuduğunu söyler. Şam Valisi Mehmed Reşid Paşa ve

Mûsâ Saffeti Paşa gibi devlet adamlarıy­la iyi ilişkiler kuran, onların saygı ve gü­venini kazanan Muhammed el-Hânî, Hâ-lid el-Bağdâdî'nin Hâlidiyye tarikatının ya­yılmasında en etkili olan halifelerinden-dir. Hâlidiyye tarikatı kendisi, oğlu Mu­hammed ve torunu Abdülmecid vasıta­sıyla İstanbul'dan Hicaz'a kadar geniş bir coğrafyada yayılma İmkânı bulmuştur. Yetiştirdiği halifelerden Ayasofya başvâi-zi Yûsuf Efendi, Mehmed Arif Efendi, Ha­san Feyzullah Efendi. Ahmed Hafız Efen­di. Dağıstanlı Muhammed Mehdî Efendi İstanbul'da; Bursalı Şeyh İsmail Efendi. Erzincanlı İbrahim Efendi, Mardinli Şeyh Hâmid. Kulalı Şeyh İsmail, Diyarbekirli Şeyh Ahmed Anadolu'da: Bağdatlı Şeyh Mahmud, Şamlı Şeyh Ahmed, Şeyh Mu­hammed ve Şeyh Ömer, Hamalı Şeyh Said ve Şeyh Ahmed Ulvân ile oğlu Mu­hammed. amcası Ahmed el-Hânî Suriye ve Kuzey Irak'ta faaliyet göstermişlerdir. Hânî'nin soyundan gelenler, XX. yüzyılda Suriye ve Irak'ta önemli ilmî ve idarî gö­revlerde de bulunmuşlardır. Haniler. Tür­kiye'de faaliyet gösteren Hâlidî silsileleri­nin çoğunda yer almaktadır.

Hânî, el-Behcetü's-seniyye fi ödâ-bi't-tarîkati'î'hliyyeti'l-Hâlidiyyeti'n-Nakşibendiyye (Kahire 1303, 1319) ad­lı eserinde Hâlidiyye tarikatının usul ve âdâbıyla hatm-i hâcegân, rabıta gibi ba­zı terimler hakkında bilgi vermiştir. Ese­rin son bölümü Bahâeddin Nakşibend, İmâm-ı Rabbani ve Hâlid el-Bağdadî"nin hayat ve menkıbelerine ayrılmıştır.

BIBLIYOGRAFYA :

Abdülmecîd el-Hânî. el-Hadâ'iku'l-uerdiyye, İstanbul 1308, s. 261-276; Hedâyyetü Vârı/Tn, M, 377; İzâhu'l-meknûn, 1, 201; Nebhânî. Kerâ-mâtû'l-evliyâ1, 1, 222-223; Brockelmann. GAL SuppL, II, 774; Serkîs, I, 817-818; Kehhâle. Muı-cemü'l-mü'etlifin, X, 249; Ziriklî, el-Aelâm, V, 120; D. Dean Commins. Islamtc Reform: Politics and Social Change in Late Ottoman Syria, New York-Oxford 1990, s. 35-36; M. Mutr el-Hâfız - Nizâr Ebâze, 'Ülemâ'u Dımaşk oe a'yâ-nühâ, Dımaşk 1412/1991, 11, 606; Abdürrez-zâkel-Baytâr, Hilyetü'l-beşerfitânhi't-karni'ş-şâtiş 'aşer, Beyrut 1413/1993, 111, 1210-1245; Ahmed el-Hânî, el-üsretü'l-Hâniyye, Dımaşk, ts., s. 29-36; M. Cemil eş-Şattî, A'yânü Dı­maşk, Dımaşk 1414/1994, s. 241, 386.

İHİİ Osman Türer HÂNÎ, Şeyh Ahmed

L

(ö. 1119/1707 1?]) Şair ve mutasavvıf.



1061 (1651) yılında doğdu {MemûZin, s. 139). Babasının adı İlyastır. Nisbesini. Hakkâri yakınlarında bulunduğu söyle­nen Han köyünden veya burada yaşayan Hânî aşiretinden ya da mensubu olduğu Hâniyan ailesinden aldığı tahmin edil­mektedir. Hânî, Doğu Anadolu'nun bir­çok yerini dolaşarak Arapça, belagat ve dinî ilimleri okudu: ayrıca astronomiyle ilgilendi. Bir süre bölgenin kültür merke­zi olan Cizre'de yaşayan ve Mem û Zîn adlı mesnevisini burada kaleme alan Hâ­nî daha sonra Eski Bayezit'e (Doğubayazıt) gitti ve orada vefat etti. Yazma bir eser­de yer aldığı kaydedilen, "Târe Hânî ilâ

HÂNÎ, Şeyh Ahmed

rabbih" ibaresinin ebced hesabıyla karşı­lığı olan 1119 (1707) yılında vefat ettiği ileri sürülmektedir (İzzeddin Mustafa Re­sul, s. 33-34). Halk arasında velî olarak kabul edilen Hânî'nin Doğubayazıt'ta İs-hak Paşa Sarayı'nın yakınında bulunan türbesi halen ziyaretgâhtır. Said Nursî'-nin de gençliğinde kabrini ziyaret ederek ondan feyiz aldığı nakledilir (Târihçe-i Ha-yat, s 35).

Hânî'nin Kürtçe olarak kaleme aldığı eserlerinin incelenmesinden önemli bir şair ve mutasavvıf olduğu anlaşılmakta­dır. Ulûhiyet ve varlık konulan başta ol­mak üzere ahlâkî, sosyal ve kültürel me-selelerdeki görüş ve düşüncelerini man­zum eserlerinde dile getirmiştir. Kelâm konularında Sünnî ve genellikle de Eş'arî görüşlerine bağlı olan müellif, kâinatın yaratılışı ile insanlara sorumluluk yüklen-mesindeki sırlar üzerinde durur {Mem û Zîn, s. 5-12, 137-138]; gerek tabiatta ge­rekse insanın duygu ve davranışlarında görülen zıtlıkların hem eşyayı tanımayı sağladığını, hem de varlıkta*ve insandaki ahenk ve birliği temin ettiğini düşünür. Ayrıca iyimser bir yaklaşımla, her zaman olayların görünen tarafının gerçek mahi-yetleriyle uyuşmayabileceğin!, görünüş­te kötü olan birçok şeyin aslında iyi oldu­ğunu belirtir [a.g.e., s. 60-61, 168).

Tasavvuf! düşüncesinin yanında döne­min sosyal sıkıntıları üzerinde duran ve halkın sahipsizliğinden yakınan Hânî, bu meselelerin sosyal dayanışma ve bilgilen­me ile aşılabileceğini, kendisinin de eser­leriyle bu hususta üzerine düşeni yap­maya çalıştığını ifade eder; kendi döne­minde insanların İlim ve hikmet yerine maddî menfaatlere değer vermelerinden yakınır (a.g.e., s 16) Yalnızca ilâhî aşkın ve günahlardan sakınmanın insanları tam anlamıyla değiştirip onlara güzel vasıflar kazandırabileceğini belirten Hânî{a.g.e., s. 126, 131-135), bu hususta Mevlânâ ve Câmî gibi mutasavvıf şairlerin etkisi altın­da kalmıştır. Hânî'nin Mem û Zîn'inde İslâm öncesi inançların izlerini arayarak esasen Kur'an'da yer verilen ay-güneş, gece-gündüz, kadın-erkek gibi varlık ve olaylardaki çift ya da zıt unsurlara ve bun­ların sırlarına, hikmetlerine ilişkin görüş­lerini Zerdüştîlik'teki düalizme bağlayan, kitabın başında yüce Allah ve Hz. Peygam­ber hakkında samimi ifadelerle dile geti­rilen övgülerin inanılarak değil mecburi­yetten dolayı yazıldığını iddia eden, mu­tasavvıf şairler arasında yaygın olan, sev­giliyi Kabe veya Hacerülesved gibi kutsal varlıklara benzetme geleneğini anaerkil Şamanizm'le izah eden iddia ve yorum-


Yüklə 1,07 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin