Bibi. Anonim (Patrik Konstantios), Constan-tiniade, ist., 1846, s. 13; A. G. Paspatis, Byzantinai Meletai, îst., 1877, s. 32-33, 38; Millingen, Watts, 131-163; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I, 257, II, 119; Schneider - Meyer, Laundmauer, II, s. 100, 143; J. B. Papadopu-los, Leş palais et leş eglises deş Blaquernes, Selanik 1928, s. 80-82; S. Eyice, "Anemas Zindanı ve Kulesi", İSTA, II, 853-859; Müller-Wiener, Bildlexikön, 301; M. W. Carlson, "Söylenmemişin Şarkısını Söylemek: Blacher-na Sarayı'nda Keşfedilen Yeni Bizans Mimarisinin Kısa Raporu", Dragon, S. 3-4 (Mart-Mayıs 1991), s. l, 6.
SEMAVİ EYİCE
ANEMODUIİON
Üzerinde kadın biçiminde bir rüzgârgülü olan bu piramidal ya da piramidal bir örtü ile kaplı kare planlı kule Tauri Forumu^) yakınında bir meydandaydı. Kedrenus'a göre 5. yy'da yapılmıştı. "Rüzgârın hizmetinde" anlamına gelen adıyla kentin ilgi çeken yapılarından biriydi. Bu tür yapıların en ünlü örneği Atina'da MÖ 1. yy'a tarihlenen Rüzgâr Kulesi'dir. Sekizgen planlı küçük bir kulesel yapı olan Atina'daki yapının cephelerinde de Anemodulion'daki gibi çeşitli alegorik kabartmalar vardı. 13. yy'da Niketas Honiates, Anemoduli-on'un kentin diğer semtlerindeki büyük sütunlar kadar yüksek ve bronz kaplı olduğunu, üzerinde kuşları, çiftçileri, koyun ve kuzuları, kimisi ağlara takılmış, kimisi ağdan kurtulup denize dönen balıkları, birbirleriyle güreşen, birbirlerine elmalar atan çıplak Erosları tasvir eden bezemeler bulunduğunu yazar. Piramidal bir çatı ve en hafif bir rüzgârla dönen bir kadın heykeliyle biten anıtın Haçlılar tarafından eritildiğini belirtir. Honiates, I. Andronikos'un (hd 1183-1185) bu anıtın üzerine kendi hey-
kelini dikmeyi düşündüğünü de söyler. Bu yapının yüzlerini süsleyen dört büyük bronz heykelin Teodosius'un geldiği kent olan Dyrrhachium'dan getirildiği Patria'da yazılmıştır. Rodoslu Konstanti-nus İstanbul'daki yapı harikalarından biri olan Anemodulion'un I. Teodosius (hd 379-395) tarafından yaptırıldığını yazar. Anemodulion, Tauri Forumu ile Artopoleia adlı fırıncılar çarşısı arasında, herhalde Mese(~») üzerinde ya da yakınında bir yerde bulunuyordu.
DOĞAN KUBAN
ANGELOS HANEDANI
Bizans İmparatorluğu'na 1185-1204 yılları arasında hükmeden soylu aile. Ailenin ismi, Türkçe karşılığı "melek" olan Grekçe sözcükten türemiş olabileceği gibi, Amida'ya (Diyarbakır) bağlı bir yöre adı olan Angel veya Agel'den de geliyor olabilir. Ailenin kurucusu Filadel-fia (Alaşehir) asıllı Konstantinos Angelos, belki çok yüksek bir sosyal sınıfa mensup olmamakla beraber, Bizans İmparatoru L Aleksios Komnenos'un(~0 kızlarından Teodora (d. 1096) ile yaptığı evlilik vasıtasıyla sülalesinin asaletini temin etti.
Bu çiftin torunlarından biri, II. İsaakios Angelos (hd 1185-1195, 1203-1204), ailenin imparator olan ilk ferdidir. Komnenos Hanedanı'nın son ferdi I. Andronikos'u bir ayaklanma sonucu tahttan indiren başkent ahalisi tarafından 12 Eylül 1185'te imparator ilan edildi (bak. Komnenos Hanedanı). Hükümdarlık dönemi zorluk, sıkıntı ve sorunlarla dolu geçti. II. İsaakios sık sık devlet memuriyetlerini satmak yoluna başvurdu. İkinci evliliğinin düğün masraflarını karşılamak için toplattığı özel bir vergi halkın kızgınlığına neden oldu. Frederik Babarossa komutasında Bizans'tan geçen III. Haçlı Seferi orduları (bak. Haçlı Seferleri) başkent ahalisine korkulu günler yaşattı. Tüm zorluklara rağmen, II. İsaakios başkentte çeşitli imar faaliyetlerinde bulundu: Büyük Saray(->) ve Blahernai Sarayı'na(->) hamamlar ve yeni daireler ekletti; Marmara Denizi üstünde suni adalar inşa ettirdi. Fakat aynı zamanda Büyük Saray'ın içindeki Genikon isimli hazine binası ve Manganai Manastırı'm temelinden yıktırıp, Nea Ekklesia'yı da(->) talan ettirdi.
1195'te, II. İsaakios ağabeyi III. Aleksios tarafından bir darbeyle tahttan indirildi, gözleri kör edildi ve hapse kapatıldı. 1203-1204'te oğluyla birlikte tahtı tekrar ele geçiren II. İsaakios, artık kör, yaşlı ve bunamaya yüz tutmuş bir imparatordu.
III. Aleksios Angelos'un (hd 1195-1203) zayıf idaresi altında ise Bizans devleti daha büyük çöküntüye uğradı. Konstantinopolis ahalisi zaman zaman imparator aleyhtarı gösteriler ve ufak başkaldırılar düzenledilerse de, devrin en ciddi ayaklanmasını hazırlayan "Şiş-
man" İoannes Komnenos'a (bak. Aksu-hos Ailesi) yeterince destek vermediler. 1203 yılında Bizans başkentini kuşatan IV. Haçlı Seferi orduları karşısında kısa bir mücadeleden sonra şehri terk edip kaçan III. Aleksios, Konstantinopolis'e bir daha hiç geri dönmedi ve yaşamı 1211 veya 1212'de İznik'te sona erdi.
Angelos Hanedanı'nın son hükümdarı IV. Aleksios (hd 1203-1204), babası II. İsaakios'un 1195'te tahttan uzaklaştırılmasından az sonra Avrupa'ya kaçmıştı. IV. Aleksios babasının tahtı yeniden ele geçirmesi için Avrupa'da çeşitli girişimlerde bulundu ve IV. Haçlı Seferi'nin Konstantinopolis üzerine yöneltilmesinde rol oynayan kişilerden biri oldu.
1203 yılında Haçlılar baba oğul Ange-
losları Bizans tahtına yerleştirdilerse de
Angeloslar Haçlılara verdikleri vaatleri
yerine getiremediler. Bunun üzerine IV.
Aleksios başkentte Haçlılara düşman
gruplarla işbirliği yapmaya başladı.
Bunların arasında kendinden sonra im
parator olacak olan V. Aleksios Dukas
da vardı. V. Aleksios 28/29 Ocak
1204'te önce IV. Aleksios'u saraydan
kaçmaya teşvik etti ve hemen ardından
da yakalattırıp boğdurttu. Yaşlı impara
tor II. İsaakios ise, V. Aleksios'in müda
halesine gerek bırakmadan, kısa bir sü
re önce doğal şekilde ölmüştü.
Angelos Hanedanı böylece son bulurken, Angelos ailesinin bazı fertleri
1204 Latin istilasının ardından Konstan-
tinopolis'ten Epir'e ve Selanik'e gidip
yerleşerek, orada Angelos Komnenos
Dukas adı altında güçlerini sürdürdüler.
Bibi. C. Brand, Byzantium Confronts the West, 1180-1204, Cambridge, Mass, 1968, s. 69-157, 234-251; G. Ostrogorsky, Bizans, s. 371-386, 441, 459-460.
NEVRA NECİPOĞLU
ANGIOLELLO, delil ANGIOLELLI GIOVANNIMARIA
(1451, Vicenza - 1524, ?') İtalyan yazar. 13. yy'da Bologna'dan Vicenza'ya göç eden önemli bir ailenin çocuğudur. 17 yaşına gelince, ağabeyi Francesco ile birlikte Venedik yönetiminde olan Neg-reponte'nin (Eğriboz, bugünkü Halkis) savunmasına katılır. Kent 2 Temmuz 1470'te Osmanlılar tarafından alınınca, esir düştü. 5 Eylül'de İstanbul'a getirilen Angiolello 1472'de II. Mehmed'in (Fatih) ikinci oğlu Şehzade Mustafa'nın hizmetine verildi ve 1473'te Otlukbeli Savaşı'na katıldı. 1474'te Mustafa'nın ölümünden sonra sarayda içoğlanlığa alındı ve hazinedar oldu. Bu sıfatla padişahın yanında 1476 Boğdan ve 1476-1477 Bosna seferlerine katıldı. II. Mehmed'in (Fatih) ölümünde (3 Mayıs 1481) yanında bulunuyordu.
Angiolello, II. Bayezid'e hizmet etmeyi de sürdürdü, büyük bir olasılıkla, padişah tarafından Tebriz'e, Uzun Ha-san'ın yanına gönderildi. Ama bu görevden geri dönmeyerek İtalya'ya kaçtı. 1483'te Vicenza'dadır. 1490'da bu kent-
ANIT AĞAÇLAR
273
ANIT AĞAÇLAR
te Uzun Hasan'a ait gözlemlerini içeren bir metni basılır. Bugün hiçbir nüshası kalmamış olan bu metin G. B. Ramu-sio'nun Venedik'te 1559'da basılan Na-vigazioni e Viaggi adlı derlemesinin ikinci cildinde "Breye Narratione della Vita e Fatti degli Scia di Persia Ussun Hassan" (İran Şahı Uzun Hasan'ın Hayatı ve Eylemlerinin Kısa Anlatımı) adı ile yeniden yayımlanır. Angiolello 1499 ile 1515 arasında İran'a ikinci bir yolculuk yapmış olabilir. 1517'de Vicenza'da noterler loncasının başına getirilen An-giolello'ya ait son bilgi Ağustos 1524'e rastlar. Sağlığında basılmış kitabının dışında iki tane yazma eser bırakmıştır. Bunlardan biri 1909'da Bükreş'te lon Ursu tarafından Historia Turchesca (1500-1514) adı ile yayımlanmış olan Osmanlı tarihidir. Rumen araştırmacının bu metni Donado da Lezze'ye atfetmesine rağmen bu iddia doğru değildir. İstanbul'u tasvir eden ikinci bir yazma ise 1881'de Vicenza'da A. Caparozzo tarafından Di G. M. Angiolello e di un Svo Manoscritto Inedito adı ile özel olarak bastırılmıştır.
En az yedi yılını İstanbul'da geçirmiş olan Angiolello kentin Fetih'ten sonraki durumunu anlatan ilk yabancıdır. Verdiği bilgiler, örneğin sürgün yoluyla İstanbul'a getirilip yerleştirilen halkın oluşturduğu mahallelerin, birbirinden ayrı dil, örf ve âdetlerinin olması, kentin o dönemdeki sosyal yapısına dair bazı ipuçları verdiği gibi, binalar ve mekânlar hakkında da birçok bilgi sunmaktadır. Bunların en önemlileri içinde yaşamış olduğu Topkapı Sarayı'na aittir. Böylece üçüncü avluda bulunan ve bugün Kutsal Emanetler Dairesi adı verilen dairenin sanıldığı gibi II. Bayezid zamanında inşa edilmeyip Fatih dönemine ait olduğu anlaşılıyor. Angiolello'dan 1766'da yıkılan ilk Fatih Camii'nin, üçü önde ikisi yanda olmak üzere beş kapısının olduğunu da öğreniyoruz.
Bibi. S. Yerasimos, ''Giovan Maria Angiolello ve İstanbul'un Fethinden Sonraki İlk Tasviri", ÎT, 58, (Ekim 1988).
STEFANOS YERASİMOS
ANGLİKAN KİLİSESİ
bak. KIRIM KİLİSESİ
ANGLİKAN ŞAPELİ
Galatasaray'da, İngiliz Sarayı'mn (bugün İngiltere Başkonsolosluğu) bahçesindeki küçük kilise. 1692-1697 arasında, İngiltere Büyükelçisi Lord Paget döneminde inşa edilen bina, Windsor tarzındadır. Şapelin yapıldığı tarihe kadar, İstanbul'da yaşayan Anglikanların başka bir mabedi yoktu. Şapelin saraya açılan kapısı dışında, Tepebaşı Caddesi (bugünkü Meşrutiyet Caddesi) üzerinde no. 12'de ikinci bir girişi daha vardır. Haco-pulo Pasajı'mn (bugünkü Danışman Geçidi) karşısındaki çıkmaz sokakta bulunan bu kapı, ziyaretçilerin İngiliz Sarayı'na girmeden kiliseye ulaşmalarını sağlıyordu.
5 Haziran 1870'teki Pera yangınında sarayla birlikte şapel de büyük zarar gördü. 1873'te iki bina da onarıldı. Halen faal olan ve St. Helena Şapeli adıyla da bilinen kilise, 1988'den beri rahip lan Shenvood tarafından yönetilmektedir.
BEHZAT ÜSDİKEN
ANIT AĞAÇLAR
Batı'da akla gelip benimsenmiş bir kavram. Ağaçların birkaç bakımdan anıt çapına ve karakterine erişmiş olanlarını anlatan bir deyim.
Bu kavramın ve deyimin ortaya çıkışı Avrupa'da endüstrinin yol açtığı gelişmeler içinde oldu. İlk fabrikalar kurulup üretime geçtiklerinde, bu, bir sıra köklü değişimi de beraberinde sürükledi. Değişimin bir bölümü de şehirler mimarisinde yaşanmaya başlandı. Kültür temeli endüstrileşmeye rağmen devam eden Batı ülkeleri, önce Alman prenslikleri olmak üzere, bu yozlaşmaya karşı bir koruma doktrini ve rejimi kurdular. Buna "tarihin ve sanatın korunması" adı verildi. Endüstrinin yol açtığı ikinci tahribat tabiat varlıklarında görülüyordu. Bozulan doğal ortam, eski denge içinde yer alan tabiat zenginliklerinin yaşam hakkını ellerinden alıyordu. Bu yozlaşmaya karşı da aydın çevreler ve bütün
Büyükdere
Çaym'ndaki,
bugün mevcut
olmayan yedi
gövdeli çınar
grubu.
B. de Thihatcheff in La vie
minen re1 ünün (Paris, 1853) botanik bölümünde yer alan
J. Laurens'in bir litografisi. Nuri Akbayar koleksiyonu
kültür çevreleri, yani öğretmenler, yazarlar, şairler ve özellikle müzisyenler, ikinci bir doktrin kurdular. Buna da, "tabiatın korunması" adı verildi.
Tabiatı korumak, kendi içinde birkaç ilgi ve çalışma grubunu içeriyordu. Birincisi, orman, göl ve ırmak gibi toplu doğal (ve güzel) peyzajların, olduğu gibi, yani bütün bakir tablosuyla devam ettirilmesi fikriydi. İkincisi, belirli bitki ve hayvan türlerinin korunmasıydı. Üçüncüsü, dağ, kaya ve tepe gibi jeolojik yapıdaki özel biçimlenmelerin esir-genmesiydi. Dördüncü kategori, bir kısım tek tek ağaçların, ya formları, ya da yaşlan ile dikkati çekecek kişisel bir görüntüye ulaşmış olmaları halinde, üzerlerine adeta görünmez bir cam fanus kapatır gibi, hem toplumun özel ilgi ve sevgisine sunulmasını, hem de hukuk sisteminin belirli güvencelerine kavuşturulmasını sağlıyordu. Toplumun bilgisi, dikkati ve sevgisi olmadan yapılacak her düzenleme ve kurulacak her rejim temelsiz ve ömürsüz olurdu. Onun için aydınlar, "anıt ağaç" kavramını yerleştirecek birçok özverili çalışma yaptılar. Anıt görüntüsündeki ağacı yücelten, içli ve lirik şiirler yazıldı. Tablolar yapıldı. Belgesel nitelikli ya da sanat içerikli fotoğraflar çekildi; sergiler, yarışmalar dü-
zenlendi; kitaplar yayımlandı. Bu iş için kurulmuş derneklerin etkisiyle, bu beğeni ölçüleri ve değer yargıları, hukuk sistemlerine de girdi.
Bu kültürel hareketin Türkiye'ye ve İstanbul'a yansıması, öbür teknik ve hukuk değişimlerine oranla, hem çok geç, hem çok zor oldu. Osmanlı İstanbul'u ise, kendine özgü dağınık, romantik, sükûnetli ve yemyeşil yerleşim tipi içerisinde, zamanla Batı'nın anıt ağaç kavramına giren birçok doğal varlıkları ve zenginlikleri de kazanmıştı. Eski İstanbul'un, geniş ve düz caddeleri ve dolayısıyla dizi ağaçları, yoktu. Fakat camiler yapıldığında, nüfus azlığı faktörünün de etkisi ile, geniş tutulan avlularına, şadırvan çevresi veya sıra halindeki ab-dest alma muslukları önüne, müminlerin hem ibadete huzur içinde hazırlanmaları, hem de güneşin yakıcılığına karşı korunmaları için, bol ağaç dikilmesi geleneği doğdu. Yaramaz çocuklara karşı kayyumların özel koruması altındaki bu ağaçlar, özellikle de çınarlar, zamanla, tam anıt çaplarına ve boylarına ulaştılar. Osmanlı İstanbul'unda, mahalle aralarında Batı'nın -hattâ Bizans'ın- anıt meydan ölçülerine sahip olmayan her açıklığa da, geniş şekilde ağaç dikilmişti. Evlerin ve konakların, iç ve arka bahçelerini meyve ağaçlarının bereketine kavuştururken, ön giriş kapısını da ileride görkemli boylara varacak bir ağaçla süsleme geleneği vardı. Bu 300-400 yıllık bir yaşam bereketinin ve birikiminin oluşturduğu ağaç varlığı hakkında, tam ve ayrıntılı bilgi sahibi değiliz.
Bunun birinci sebebi, bir yandan Osmanlı'nın "eflâke ser çekmiş" deyimi ile tanımladığı "ulu ağaç" tipinin şehirdeki bolluğu, öbür yandan, bunları tespit edip bir kayda geçirme kavramının, hem bir Batı değer yargısı oluşu, hem de endüstri ve geometrik şehir olgularından uzak ve de habersiz ilk dönemlerde, böyle bir çalışmaya hiç gerek du-yulmayışı idi.
Tarihe ancak yan olaylarla geçebilmiş ulu ağaçlardan biri, Batı'da Haçlı Seferleri dolayısıyla ün yapan Fransız Komutan Godefroi de Bouillon'un Bü-yükdere Çayırı'nda altında çadırını kurduğu, yedi gövdeli olağanüstü çınar grubu idi. Bu çınarların 19- yy'da yapılmış çok değerli gravürleri vardır.
İkinci bir örnek, Sultanahmet'teki "Vakvak Ağacı"dır. IV. Mehmed'in çocuk yaşta tahta çıkarılması ile başlayan kargaşada, mali darlık yüzünden asker ulufesi, bakır oranı çok gümüş akçe basılarak ödenmiş ve esnafın bunları kabul etmemesi üzerine, sipahiler ve yeniçeriler ayaklanmıştı. Bunların, devleti soyan 40 kişinin listesini vermeleri üzerine, her biri boğdurulup Sultanahmet çınarına baş aşağı asılmışlardı. Biri de, Valide Sultan'ın yakını bir kadın: Melekî Usta'ydı. Yıl 1656, 4 Mart (bak. Çınar Olayı).
Cesetlerin asıldığı bu ağaç, efsanede-
Topkapı Sarayı
ikinci
avlusunda
bulunan ve
çevresi
10 m olan
çınar ağacı.
Çelik Gülersoy
arşivi
ki bir ağaç ismine atıfla, Vakvak Ağacı olarak ün yapmıştı. Ağacın tam yeri kesin değildir.
Batılılaşma başlarken onun koruma rejiminin Osmanlı'ya geçmesine, birkaç iç faktör engel olmuştu.
Önce, Batı'mn 1800'ler ortasından itibaren başlayan teknik etkilemesi, sonra da 1960'lar ve devamının kalabalık faktörü.
Birinci devrede, belediye yöneticilerinin Avrupa'yı bilmeden taklit tutkuları, başrolü oynadı. Her yol genişletmesi ve meydanı büyütme hareketi, önce, oradaki ağaç varlığım yok etmek zorunda kaldı. Bu operasyon, eski ve bambaşka şartların ürünü bir resmin üzerine, bambaşka bir şablonu koyup, onun sert çizgilerini çekme işlemiydi. Değişen şartlar bir yerde bunu zorunlu kılabilirdi ama, "eski şehri koruyup, bir yenisini az ötesine kurmak", o zaman çok mümkün iken, kimsenin aklına gelemediği için, mimarisi ile, yeşil dokusu ile eski mirası esirgeme şansı da gereksiz yere yitirilmiş oldu. Bu döneme bir örnek vermek üzere, Meşrutiyet'in Şehremini Dr. Cemal Paşa'nın (Topuzlu), 80 Yıllık Hatıralarım adlı eserinde, kendisinin övünçle anlattığı bir olay kaydedilebilir: Topkapı Sarayı'mn dış bahçesini "Gülhane Parkı" adıyla halka açan Paşa, burada düz bir cadde açabilmek uğruna, kaç tane asırlık ağaç kestirdiğini ve buna şiddetle karşı çıkan Fransız sefirinin eşini (Madam Bompard) nasıl atlattığını, iftiharla anla-
tır. Türk aydın kesiminden ancak Hüseyin Cahid'in bu "hatt-ı müstakim" merakına karşı çıkan tavrı gibi, cılız ve tek tuk eleştiriler alabilen bu "düz ve geniş bulvar" merakı, İstanbul'un Osmanlı'dan devraldığı ağaç varlığını ortadan kaldıran ilk faktör olmuştur. 1930'lu yıllarda aynı akım içinde Sarıyer kaymakamı, Büyük-dere Çayırı'nın Batı'da bile ün yapmış yedi kollu ve bin yıllık ulu çınarından kalan gövdeyi, yine yol için ortadan kaldırmış, (yani caddeyi o noktada ikiye ayırmayı akıl edememiş), 1950'ler sonunda devrin başbakanı da, kişisel tak-dirleriyle tek başına yürüttüğü "imar" hareketleri içinde ilk iş olarak, Laleli Cad-desi'nin ortasındaki çınarları kestirmiştir.
İkinci dönem olan 1960 sonrasında çeşitli örnekler arasında, Divan Oteli önündeki anıtsal bir dişbudak ağacının, sırf bilgisizce, ayrı ayrı ve koordinas-yonsuz olarak, elektrik, su, kanal ve telefon kazınılan yüzünden kökleri zedelenip sonunda yıkıldığını kaydetmek, yeterli olabilir.
İstanbul'daki anıt ağaçlan kısmi bir saptama çalışması, bu satırların yazarının girişimiyle, 1967-1969 yıllarında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu-Belediye işbirliği ile yapılmış; yazar Kerim Yund, eski ve yeni Bahçeler müdürleri Necmettin Kasımoğlu ve fotoğrafçı İsmail Akbaş'ın katılımı ile bir komisyon, Alibeyköyü-Rumelifeneri arasını tarayarak fotoğraflar çekmiş, ağaçların beden ölçülerini almış; bunların 14
ANİKİA İUIİANA
274
275
ANKONA1HAR
**
âli1
ciltlik albümleri TTOK tarafından bir törenle dönemin İstanbul Belediye Başka-nı'na teslim edilmiş, bir özeti ve seçmeler albümü ise kurum tarafından 1972 yılında yayımlanmıştır.
İstanbul'da halen yaşayabilen olağanüstü yaş, boy ve güzellikteki ağaçlara, örnek olarak, Büyükdere'de Kibrit Fabrikası ile yukarıda sukemeri arasındaki geniş ormanı ifade eden, Bilezikçi Çiftliği içinde, sağda giriş yolundan sonra sol kolda kalan, içi boşalmış yaklaşık 1.200 yıllık çınar ile ileride sağdaki havuz kenarında, yaklaşık 400 yıllık, fakat yatay bir kolundan ağaç gövdeleri yükselmiş "Uyuyan Çmar"ı gösterebiliriz. İstanbul'un diğer önemli anıt ağaçları ve bunların çevre uzunlukları aşağıdaki gibidir: Rumelikavağı'ndaki mescit önündeki çınar (6 m), Hünkâr Suyu'nda set üstündeki ıhlamurlar (5,20 m ve 3,80 m), Çırçır Suyu'ndaki çınarlar (3,20 m ve 3,10 m), Tarabya Dere Sokağı'ndaki çınar (5,40 m), Yeniköy üstündeki Ayapa-raskevi Ayazması'ndaki çınar, (4,40 m), Emirgân Uşaklıgil Villası'ndaki sedir (3 m), Baltalimam Kemik Hastanesi bahçesindeki manolya (3,65 m) ve kayın (3,30 m), Baltalimam Hidrobiyoloji Enstitü-sü'nün bahçesindeki çınar (5 m) ve lale ağacı, Bebek Parkı'ndaki çınarlar (4,10 m ve 5,70 m), Arnavutköy Kız Kole-ji'ndeki çınar (7,30 m), Etiler'in altındaki ayazmanın çınarları, Yıldız Parkı girişinin dışında (3,80 m) ve içindeki çınar-
Arnavutköy
Amerikan Kız
Koleji
bahçesinde
çevresi 730 cm
olan çınar
ağacı.
Çelik Gülersoy
arşivi
lar, Sütlüce Tekel deposundaki çınar (6 m), Soğukçeşme'de Zeynep Sultan Camii önündeki çınar (6,85 m), Topkapı Sarayı ikinci avlusundaki çınarlar (4,35 m, 3,55 m, 10 m ve 10 m), Çinili Köşk önündeki çitlembik (3,50 m), Sultan Ah-med Camii avlusundaki çınarlar (6,22 m ve 6,08 m), İbrahim Paşa Sarayı avlusundaki çınar (4,80 m), Bayezid Camii avlusundaki çınar ve atkestanesi, Süley-maniye Camii'nin avlusundaki çitlembik (4,20 m), servi ve çınar (4,42 m), Rum Ortodoks Patrikhanesi avlusundaki çınar (4,20 m), Fatih Camii avlusundaki çınarlar (2,39 m, 2,82 m ve 2,85 m) ve kavak (1,90 m), Aksaray Murad Paşa Camii avlusundaki çınar (3,90 m), Eyüp Camii avlusundaki çınarlar (6 m ve 9 m).
Bibi. Ç. Gülersoy, İstanbul'un. lan, ist., 1989.
ÇELİK GÜLERSOY
ANİKİA İUIİANA
(461/63, Konstantinopolis - 527/29, Konstantinopolis) Bir soyluluk unvanı olan patrikia unvanına sahip, Bizanslı sanat hamisi kadın. Babası 472 yılında Batı Roma tahtına çıkan Anikius Olybri-us, annesi "Genç" Placidia'dır (Galla Pla-cidia'nın ve Bizans İmparatoru II. Te^ odosios'un(->) torunu, Batı İmparatoru III. Valentinianus'un kızı). Babasının imparator olarak İtalya'ya gitmesinin ardından annesiyle birlikte Konstantinopo-lis'te kalan Anikia İuliana, 478/479'da
Alan komutanı Flavius Areobindus Da-galaiphus Areobindus ile evlendi. Bu evlilikten doğan oğullan Olybrius (Genç) daha sonra Bizans İmparatoru I. Anasta-sios'un(->) yeğeni Firene ile evlendi.
Köklü ve zengin bir aileden gelen Anikia İuliana, yaşamını geçirdiği Kons-tantinopolis'te birçok kilise inşa veya tezyin ettirdi. Bunlardan adları bilinenler arasında en belli başlıları Ayia Eufemia Kilisesi(-0 ve ona bitişik manastır, Kons-tantinianae Mahallesi'ndeki (bugünkü Saraçhane) Ayios Polyeuktos Kilisesi ve Anadolu yakasında Honoratae Mahalle-si'nde (Anadoluhisarı civarında) Teoto-kos (Meryem Ana) Kilisesi'dir. Bazı araştırmacıların Konstantinianae yakınında, Zeugma'daki(-t) Ayios Stefanos Kilisesi'-ni de Anikia İuliana'nın inşa ettirdiğini düşünmelerine karşın, bu konudaki veriler zayıf ve ikna edicilikten uzaktır.
Konstantinianae Mahallesi'nde aynı zamanda büyük bir konak sahibi olan Anikia İuliana'nın, emrinde çoğunluğu hadımlardan oluşan çok sayıda hizmetkâr çalıştırdığı bilinir. 511-512'de Konstantinopolis'i ziyaret eden Aziz Sabas'la yakınlık kurup onunla sık sık görüşen Anikia İuliana'nın ölümünden sonra, hizmetindeki hadımlar topluca başkenti terk ederek, Sabas'ın Kudüs yakınlarındaki manastırına keşiş olarak girdiler.
Anikia İuliana, ailesinin, servetinin, ve sanat hamiliğinin kendisine kazandırdığı ün dışında, devrinin dini ve siyasi olaylarında da önemli rol oynadı. 512'de monofizitlik sempatizanı İmparator I. Anastasios'a karşı ayaklanan başkent halkı, Halkedon Konsili(-0 tarafından benimsenen Ortodoksluk doktrininin koyu taraftarı olduğu bilinen Anikia İuliana'nın evine gelerek, orada kocası Are-obindus'u imparator ilan ettiler. Ancak olaya karışmak istemeyen Areobindus başka bir yere kaçıp saklandığı için, halk emeline ulaşamadı. Ayaklanma bastırıldıktan sonra ise, gerek I. Anasta-sios'un, gerek onun dini politikasını destekleyen Patrik Timoteos'un (511-518) baskılarına karşı koymayı başaran Anikia İuliana, Halkedon Konsili ilkelerine daima sadık kaldı. Anikia İuliana yine monofizit-Ortodoks çekişmelerinden doğan Akakios'un başlattığı dinsel akım, Roma ile Konstantinopolis kiliseleri arasında 484-519 arasında geçici bir bölünmeye yol açtığında faal davrandı ve kiliseler arasındaki sürtüşmeye son vermek amacıyla Papa Hormisdas'la mektuplaştı. (bak. Akakios)
Anikia İuliana'nın, kendisi için yaklaşık 512 yılında kopya edilen ve bugün Viyana'daki Avusturya Ulusal Kitaplı-ğı'nda bulunan, Dioskorides'in De ma-teria medica isimli eserinde bir minyatür portresi mevcuttur.
Bibi. C. Capizzi, "L'attivita edilizia di Anicia Giuliana", Orientalia christiana analecta, 204, 1977, s. 119-146; ay, "Anicia Giuliana (462 ca.- 530 ca.); Ricerche sulla şua famiglia e la şua vita", Rivista di studi bizantini e ne-cellenici, 5, 1968, s. 191-226.
NEVRA NECİPOGLU
ANKARA CADDESİ
bak. BABIÂLİ CADDESİ
ANKARA PASTANESİ
Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi'nde bulunan eski pastane.
Ankara Pastanesi ilk olarak 1918-1920 arasında İstanbul'a gelen Beyaz Ruslardan Nikola İgnatiedis tarafından Petrograd Pastanesi adıyla Tepebaşı, Meşrutiyet Caddesi no. 9-11'de açılmış, daha sonra İstiklal Caddesi'ne, Alkazar Sineması'nın biraz ilerisine taşınmıştır. Ankara Pastanesi adını aldığında, Mustafa Tütüncü ve Aleksandr adlı ortaklar tarafından işletiliyordu.
Ankara Pastanesi'ne girildiğinde sağ tarafta merdivene kadar uzanan büyük bir buzdolabı göze çarpardı. Sol tarafta ise, bembeyaz örtülerle kaplı masalar sıralanırdı. Yukarı kata çıkan merdivene gelmeden solda bulunan küçük girintide de birkaç masa vardı. Üst katta ise, küçük bir salonla yan yana iki oda bulunuyordu. Buranın müdavimi olan yazar ve sanatçılar alt katı tercih ederler, mümkünse ön masalarda oturmaya çalışırlardı. Üst katta ise özel nitelikli toplantılar yapılırdı.
1943'te, Aleksandr'ın ayrılması üzerine M. Tütüncü pastaneyi işletemedi ve 1944'te Niko Kleovulos Hürmüzoğlu adlı bir Rum'a devretti. Hürmüzoğlu pastanenin üst katındaki duvarları yıkarak burasını büyük bir salona dönüştürdü. Alt kat ise Atlantik Lokanta ve Birahanesi adıyla yeniden hizmete girdi.
Ankara Pastanesi'nin bir diğer özelliği de, sabaha kadar açık olmasıydı. Bu arada, aynı dönemde Büyükada'da, Pet-ro Çiçoviç adlı bir Rus tarafından işletilen bir Ankara Pastanesi daha vardı. Bugün Ankara Pastanesi'nin yerinde bir işhanı ve altında bir mağaza vardır.
BEHZAT ÜSDİKEN
Dostları ilə paylaş: |