I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə120/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   116   117   118   119   120   121   122   123   ...   129

Bibi. J. Schacht, "Mahkeme", lA, VIII, 146 vd: E. Mardin, "Kadı". lA, VI, 45; Mantom, istanbul, I, 126, 131, 137-139; Uzunçarşılı, İlmiye, 117, 133; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 142; İ. Ortaylı, "Osmanlı Kadısı-Tarihi Temeli ve Yargı Görevi", Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgeler Fakültesi Dergisi, 1-4, s. 117-128; ay, "Osmanlı Şehirlerinde Mahkeme", Bülent Nuri Esen'e Armağan, Ankara, 1977, s. 245-262; (Ergin), Mecelle, 6; Şeyhî, Vekayiu'l-Fu-zalâ, II-III, 530, 532, 581.

NECDET SAKAOĞLU



BABA ALİ ŞAH TEKKESİ

Eminönü tlçesi'nde, Mollafenari Mahal-lesi'nde, Mahmud Paşa Külliyesi'nin(->) yakınında, Mengene Sokağı ile Celal Ferdi Gökçay Sokağı'nm kavşağında yer almaktadır.



istanbul Vakıfları Tahrir Defteri 'nde, "Vakf-ı Baba Alişâh b. Zengî" başlığı altında, tekkenin, 891 Muharrem'inin or-taları/1486'da tescil edilen vakfiyesinin özeti verilmektedir. Vakfiyede, zaviye şeyhliğinin, baninin vefatından sonra, halifesi olduğu anlaşılan Şahkulu tarafından üstlenilmesi, vakfedilen evin kiraya verilerek bunun geliri ile zaviye giderlerinin karşılanması, arta kalanın da her gece baninin kabri üzerinde kandil yakılmasına harcanması, ayrıca Mahmud Paşa vakıflarına mütevelli olan kişinin zaviyenin vakfına da nezaret etmesi vasiyet edilmiştir. Mimari özellikleri tespit edilemeyen bu ilk tesisin, dar gelirli küçük bir zaviye niteliğinde olduğu ve Baba Ali Şah'ın türbesini barındırdığı anlaşılmaktadır.

Tekkenin, kuruluşundan 20. yy başlarına kadar geçen zaman içinde fıe gibi aşamalardan geçtiği bilinmemektedir. 18. yy'm ortalarından itibaren kaleme alınan çeşitli istanbul tekke listelerinde Baba Ali Şah Tekkesi'nin adı geçmez. Ayvansarayî'nin 1765-1785 arasında ka-

leme aldığı anlaşılan Mecmuâ-i Tevâ-rih'inde türbe ile ilgili şu kayda rastlanmaktadır: "Osmaniye (Nuruosmaniye) Camii kurbünde Cebeci kulluğu karşısında çıkmaz sokak içinde vâki türbe-i mahsûsasmda medfûndur. Ali Baba nâm ehl-i hâl ni'nıe'l-ceyşden olup Fatih ile gelenlerdendir. Ol etrafta nezr ü sadakası mücerribâtdan olmağla teber-rüken tahrîr olundu." Buradan, 18. yy'm ikinci yarısında Baba Ali Şah Tekkesi'nin çevresi hakkında bilgi edinilmekte, ayrıca -tekke binasının değilse bile-en azından türbenin bu dönemde mamur olduğu ve çevre halkı tarafından ziyaret edildiği öğrenilmektedir. Birçok yangına sahne olan bir bölgede bulunduğu için, tekkenin çeşitli tarihlerde yenilenmiş olması muhtemeldir.

Diğer taraftan ne Tahrir Defteri'nde ne de Mecmuâ-i Tevârib'ıe Baba Ali Şah'ın ve kurmuş olduğu tekkenin tarikatına ilişkin bir bilgiye rastlanmaktadır. Mamafih "Baba Ali Şah" ve "Şahkulu" adları, ayrıca Mecmuâ-i Tevârih'te geçen "ehl-i hâl" tabiri bu kişinin, İstanbul'un fethine katılan, Batıni ve Alevi eğilimlere sahip heterodoks zümrelerden birine (Rum Abdallarına, Kalenderîlere veya Bektaşîlere) mensup olma ihtimalini güçlendirmektedir, istanbul tekke listelerinde adı geçmeyen bu tesisin zaman içinde hangi tarikata -veya tarikatlara- hizmet ettiği de karanlıkta kalmaktadır. 16. yy başlarından itibaren Anadolu ve Rumeli'deki hemen bütün heterodoks zümreleri bünyesinde toplayan Bektaşîliğe bağlanmış olduğu, bir varsayım olarak ileri sürülebilir. Ne var ki, Bektaşîliğin lağvedildiği Vak'a-i Hayriye'de (1826), istanbul'da, kapatılan ya da yıktırılan, şeyhleri sürgüne yollanan Bektaşî tekkelerinden söz eden kaynaklarda da Baba Ali Şah Tekkesi'ne değinilmektedir.

Baba Ali Şah Tekkesi 20. yy başlarında Sa'dî tarikatına bağlı olarak ihya edilmiştir. Vakıflar İstanbul Başmüdürlüğü nezdinde bulunan, bu son binaya ait ahşap kitabe levhasında şunlar yazılıdır: "Şah Ali Baba nâm-ı diğer Şeyh Şerefeddin Efendi Dergâhı 1333/1914-

15". Kitabede adı geçen şeyhin, tekkenin son banisi olduğu tahmin edilebilir. Maliye Nezareti'nce 1325/1910'da hazırlanan İstanbul Tekkeleri Taamiye ve Tahsisat Defteri'nde, Mahmutpaşa yakınlarında, her sene Kurban Bayramı'n-da 3 adet koyun istihkakı olan "Âmâ Ali Efendi Zaviyesi'nin" adı geçmektedir. Söz konusu çevrede çok az sayıda tarikat tesisi bulunduğundan bu belgede kayıtlı olan Âmâ Ali Efendi Zaviyesi ile Şah Ali Baba Tekkesi'nin aynı yapı olması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla tekkenin, kitabedeki tarihten (1333/ 1914-15) biraz daha önce ihya edilmiş olması da ihtimal dahilindedir.

İki katlı ufak bir ahşap bina ile Baba Ali Şah'ın bağımsız kagir türbesinden oluşan bu son tekke binası 1925'ten sonra bir müddet şeyh ailesi tarafından ikametgâh olarak kullanılmış, daha sonra terk edilen ve harap olan binalar Temmuz 1984'te, "mail-i inhidam" (yıkılmaya yüz tuttuğu) oldukları gerekçesiyle belediye ekiplerince yıkılmıştır. Baba Ali Şah'ın türbesi 1986'da Vakıflar İdaresi tarafından yeniden inşa ettirilmiş, tekke binasının yeri ise boş arsa olarak bırakılmıştır.

Tevhidhanenin yanısıra harem ve selamlık birimlerini barındıran asıl tekke binası 13,25x9,25 m boyutlarındadır. Dış duvarları kagir olan bir zemin kat ile iki ahşap kattan meydana gelmektedir. Kuzeybatı köşesindeki cümle kapısından, sonradan eklenmiş izlenimini uyandıran, ahşap duvarlı, yamuk planlı bir sofaya girilir. Sofanın güney kesiminde, tevhidhanenin bulunduğu üst kata çıkan bir merdiven, doğusunda ise yan yana iki mekân yer alır. Bu mekânlardan kuzeydekinin, küçük kapsamlı tarikat yapılarında görülen, çok fonksiyonlu (sohbet, yemek, barınma) bir selamlık birimi, diğerinin de harem-se-lamlık bağlantısını sağlayan mabeyin odası olduğu tahmin edilebilir. Kuzeydoğu köşesindeki harem kapısının ardında ise üst kata çıkan diğer bir merdiven ile iç içe iki yaşama birimi bulunur.

Üst katın önemli bir kesimini işgal eden tevhidhane kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Biri batı, diğeri doğu duvarında bulunan iki ayrı girişi vardır. Dervişlerin ve ayinleri izlemeye gelen erkek konukların kullandığı batı girişi, zemin katta, cümle kapısını izleyen merdivenin ulaştığı küçük bir sofaya açılır. Bu sofadan hatırlı misafirlerin kabul edildiği, kare planlı şeyh odası ile buna bitişik olan kahve ocağına da geçilmektedir. Gerek söz konusu sofa gerekse de bu iki mekân, tekkenin batı cephesinde, üçgen biçiminde çıkmalar teşkil etmektedir. Tevhidhanenin doğu duvarındaki giriş ise zemin kattaki harem bölümü ile bağlantılı olan ince uzun bir sofaya açılmakta ve yalnızca şeyh efendi tarafından kullanılmaktadır. Koridor görünümündeki bu sofadan, ikinci bir merdivenle kadınlara mahsus mahfillere çıkılır.

Çubuklu bir tavana sahip olan tevhidhane, ikisi güney, üçü de kuzey yönüne bakan beş adet pencereden ışık almaktadır. Güneye bakan pencerelerin arasında, cephede taşkınlık yapan, basık kemerli mihrap yer alır. Mihrabın içinde bulunan perde ve kandil motifleri tekkede teşhis edilebilen yegâne süsleme unsurlarıdır.

Ayinlere tahsis edilen alan, kuzey ve batı yönlerinde, zemini bir seki ile yükseltilmiş olan, erkek seyircilere mahsus mahfillerle kuşatılmıştır. Bu mahfillerin sınırında yer alan, kare kesitli ahşap dikmeler, kadınlara mahsus fevkani mahfili taşımaktadır. Tevhidhaneye bakan tarafları ahşap kafeslerle kapatılmış olan fevkani mahfil, doğu yönündeki ince uzun sofanın üzerinde de devam ederek yukarıdan "U" şeklinde ayin alanını kuşatır.

Asıl tekke binasının kuzeydoğu köşesine bitişik olan ufak boyutlu (3,50x3 m), tek katlı bölümün mutfak olması gerekir. Yine bu yapının güneybatı köşesinde, Mengene Sokağı'ndan girilen iki katlı küçük (5x3,50 m) bir bölüm daha görülmektedir. Burasının da dervişlerin barınmasına ayrıldığı tahmin edilebilir. Eski şekline az çok uygun bir biçimde yenilenmiş olan Şah Ali Baba Türbesi dikdörtgen (4x3 m) planlı, kagir (moloz taş) duvarlı ve ahşap çatılı bir yapıdır.



Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 45, no. 272; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 357.

M. BAHA TANMAN



BABA CAFER

Eminönü'nde Zindankapısı Mahallesi'n-de türbesi bulunan ve yaşamı hakkında kesin bilgi elde edilemeyen Abbasi elçisi. Caferü'l-Ensârî, Baba Caferü's-Sâdık, Seyyid Cafer, Cafer-i Sâdık gibi adlarla andırsa da İstanbul halkı arasında Baba Cafer diye şöhret bulmuştur.

Baha Cafer hakkındaki rivayetlerin kaynağı Evliya Çelebi'nin Seyahatname' sidir. Bu kaynakta verilen bilgilere göre Baba Cafer, İmam Hüseyin soyundan olup Abbasi halifelerinden Harunü'r-Re-şid döneminde (786-809) Şeyh Maksud adlı birisiyle birlikte elçilik göreviyle Bizans'a gönderilmiştir. Baba Cafer ve Şeyh Maksud, İmparator I. Nikeforos (hd 802-811) tarafından kabul edilmişlerdir. O sırada Bizanslılarla Müslümanlar arasında bir çatışma çıkmış, çok sayıda Müslüman öldürülmüş ve cesetleri de ortalıkta bırakılmıştı. İmparatorla görüşme sırasında bunun hesabını sormak isteyen Baba Cafer, bugün mezarının bulunduğu yerin yanındaki zindana hapsedilir ve daha sonra da zehirlenerek öldürülür. Zindanda bulunduğu sırada kerametlerini müşahede eden zindancı da Müslüman olmuş ve Ali Baba adını almıştır.

İmparator, Baba Cafer'le birlikte Ali Baba'yı da öldürtmüş ve aynı yere gömdürmüştür. Evliya Çelebi'nin rivayetlerini bazı bilgiler ekleyerek Mec-



muâ-i Tevârih adlı eserinde tekrar eden Hafız Hüseyin Ayvansarayî, Hayrî adlı bir şairin Baba Cafer'in menakıbını manzum hale getirdiğini belirterek yirmi sekiz beyitten oluşan ve o yıllarda türbe duvarında asılı duran manzumeyi de kaydetmiştir.

İstanbul'un fethi sırasında şehre Baba Cafer Türbesi'nin bulunduğu yerden giren Abdürrauf Samedanî, Baba Cafer'in mezarını keşfetmiş ve ecdadı olduğunu beyan ederek yeşil imamesini başucuna koymuş, daha sonra da buraya inşa edilen türbeye türbedar tayin olunmuştur.

Baba Cafer Türbesi İstanbul halkı tarafından adak ve ziyaret yeri olarak benimsenmiştir. Halk arasındaki geleneğe göre türbeden alınan toprağın (cevher) şifa verici olduğuna inanılırdı. Doğum yapacak kadınlar türbeye bir deste mum adarlar, dokuz yüz doksan dokuzluk tespihten geçerler, doğuma kadar çocuk için hazırlanan çamaşırı bir bohça içerisinde türbede bekletirlerdi. Doğumdan sonra çocuklarla birlikte dokuz yıl boyunca türbe ziyaret edilirse çocuğun yaramaz olmayacağına inanılırdı. Ayrıca çocukların akıllı olması için tespihten geçirilmesi, iyi hattat ve hafız olmaları için türbeye kalem ve Kuran getirilmesi de gelenek haline gelmişti. Türbeden birçok hastalık ve aile içi huzursuzluklar için de dilekte bulunulurdu.

Ziyaretçilerin Baba Cafer'i ziyaret ederken Ali Baha'nın mezarına uğramaları ve buradaki kuyudan su içmeleri de gelenek haline gelmişti. Bibi. Evliya, Seyahatname, I, s. 82-86, 101; (Ergin), Mecelle, I, 928-933; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I, 328-332; M. Önüş, "istanbul'da Bazı Ziyaret Yerleri", I-II, HBH, S. 104, 105 (Haziran, Temmuz 1940); Ünver, Sahabe Kabirleri, 14-21; Tanyu, Adak Yerleri, 221-222; İşli, Sahabe, 85-88; Hocaoğlu, Sahabe, 171-172; Gürel, İstanbul Evliyaları, 60-63; ÎSTA, IV, 1733-1734; Demircanlı, Evliya Çelebi, 563; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 408-410; S. Eyice, "Dünüyle, Bugünüyle, Çevresiyle Zindan Kapısı", İstanbul, S. 3 (Ekim 1992), s. 129-138; Bayrı, İstanbul Folkloru, (1972), 154-156.

M. SABRİ KOZ

BABA CAFER TÜRBESİ VE TEKKESİ

Eminönü'nde Baba Cafer Zindanı ile aynı burç içinde yer alan ve bu zindana adını vermiş olan türbe. 9. yy'm başlarında Bizans'ta şehit edildiği rivayet edilen Abbasi elçisi Seyyid Cafer'e atfedile-gelmiştir. Burcun yanında yer alan ve giderek bu çevreye adını vermiş olan Zindan Kapısı'nın Seyyid Cafer'in türbesinden dolayı "Bâb-ı Cafer" olarak da anıldığı bilinmektedir. Fetihten sonra yeniçerilerin, bağlı oldukları Bektaşî geleneği doğrultusunda bu kelimeyi "Baba Cafer" şekline sokmuş olmaları muhtemeldir. Her halükârda İstanbul halkının zaman içinde "Baba Cafer" olarak anmayı âdet edindiği bu kişinin hayatı ve şahsiyeti hakkındaki bilgiler daha ziyade menkıbe düzeyinde olduğundan

söz konusu türbenin makam niteliği taşıdığı söylenebilir. Eski İstanbul'un dini folklorunda önemli bir yeri olan, zamanında beş adet türbedarı olduğu bilinen bu türbenin, Fetihten hemen sonra "Şeyh Zindanı" lakaplı Abdürrauf Samedanî tarafından, Seyyid Cafer'in hatırasını canlı tutmak amacıyla tesis edildiği anlaşılmaktadır.

Seyyid Cafer'in neslinden geldiği söylenen Şeyh Zindanî'nin Edirne'de, kendi adını taşıyan bir tekkesi ve türbesi olduğu rivayet edilmiştir. Ayrıca, Baba Cafer Zindanî'nin batısında, Yemiş İskelesi'n-de yer aldığı bilinen, yine Bizans dönemine ait bir burcun içinde tesis edilmiş diğer hapishanede de bir türbenin var olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Lüleburgaz'da, Sokollu Külliyesi'nin karşısında bulunan Zindan Baba Türbesi ve özellikle Kütahya Hapishanesi'nin içinde yer alan Cafer Dede Türbesi, üzerinde ayrıca durulmayı ve aydınlatılmayı gerektiren bir geleneğin, bir tür "hapishane yatırı kültünün", birbiriyle bağlantılı tezahürleri gibi görünmektedir.

İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü nezdinde bulunan Esâmi-i Tekâyâ Defte-n'nde, Baba Cafer adına tescilli, yeri belirtilmeyen bir tekkenin kaydına rastlanır. Gerek İstanbul'da gerekse de taşrada, halkın rağbet ettiği pek çok türbenin, bir türbedar-şeyhin nezaret ettiği minyatür zaviyeler niteliğinde olduğu, bilinen bir gerçektir. Baba Cafer Türbesi'nin de bu tür bir tesis olması muhtemel görünmektedir.

Baba Cafer Türbesi'nin, kitabelerinden, II. Mahmud tarafından tamir ettirildiği, daha sonra 1298/1881'de de bir onarım geçirdiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar Seyyid Cafer ashabdan olmasa da, II. Mahmud'un, İstanbul'daki sahabe makamlarının hemen hepsini ihya etmesi ile bu onarımın aynı döneme rastlaması tesadüf olmasa gerektir.

Son olarak 1989-1990'da, bitişiğindeki Zindan Hanı ile birlikte onarım geçiren türbenin girişi üzerinde 1298/1881 tarihini taşıyan, bu türbeyi ziyaret etmenin yararlarını anlatan manzum bir kitabe bulunur. Söz konusu kitabede Baba Cafer'den "Caferü'l-Ensârî" olarak söz edilmesi dikkat çekicidir. Demir kanatlı dış kapıyı izleyen giriş bölümünün ön kısmı taşla, arka kısmı ahşap malzeme ile kaplanmıştır. Giriş bölümünün solunda türbedar odası, üst kattaki zindana çıkan merdiven ve türbenin kapısı sıralanmaktadır. Türbe girişi II. Mahmud'un tuğrası ve manzum onarım kitabesi ile taçlandırılmıştır.

Küçük bir taşlıkla donatılmış olan türbe, dikdörtgen planlı, zemini tahta döşeli ve tonozlu bir mekândır. Ancak kapıdan ışık alabilen türbede Baba Cafer ile Zindancı Ali Baba'ya ait sandukalar yer alır. Aslında Seyyid Cafer'in Bizanslı gardiyanı olduğu halde İslamiyeti kabul ettiği için katledildiği rivayet edilen Zindancı Ali Baba'ya ait sandukanın yanında, suyunun, birtakım hastalıklara



BABA CAFER ZİNDANI

516"


517

BABA SUNGUR TEKKESİ

Baba Cafer Zindanı (sağda) ve Zindan Hanı restore edilmeden önce. Erkin Emiroslu

iyi geldiğine inanılan kuyu bulunmaktadır. Birçok başka türbede gözlenen şifalı su kültü burada da karşımıza çıkar. Üst katta, zindanın girişinde yer alan, ufak boyutlu ve mihraplı mescidin Cafer Baba Türbe-Tekkesi ile bağlantılı olması kuvvede muhtemeldir.

Bibi. Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 408-410; Evliya. Seyahatname, I, 82-86; ISTA, IV, 1733-1737; A. 'Özcan, "Baba Cafer Zindanı", DÎA, IV, 366-367; Okan, İstanbul Evliyaları, 181-185; Bayrı, istanbul Folkloru, 154-156; IKSA, II, 931-934; A. Altun, "Kütahya'nın Türk Devri Mimarisi-Bir Deneme", Atatürk' ün Doğumunun 100. Yılına Armağan, İst., 1981-1982, 171-700 (429); O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, İst., 1986, 254; S. Eyi-ce, "Dünüyle, Bugünüyle, Çevresiyle Zindan Kapısı", istanbul, S. 3 (Ekim 1992), 129-138. M. BAHA TANMAN



BABA CAFER ZİNDANI

Eminönü'nde, Haliç kıyısında, istanbul Ticaret Odası binası ile Galata Köprüsü arasında Zindan Hanı'na bitişik kule. Zindan adını Baba Cafer'den(->) almıştır.

I. Süleyman (Kanuni) zamanında (1520-1566) bir elçilik heyeti ile İstanbul'a gelen, Kuzey Almanya'da Flens-burg'lu Melchior Lorichs (veya Lorck) 1554'te yaptığı 11 m uzunluğundaki İstanbul panoramasında, Baba Cafer Zin-danı'nın resmini çizmiştir. Resme göre oldukça yüksek olan kulenin sadece küçük bir mazgalı vardır ve üstünde bir galeri ile sivri bir çatı işaretlenmiştir. "Kayserin gefangene Thurm" (sultanın hapishane kulesi) açıklaması bunun zindan olduğunu belli eder.

Bir Alman elçilik heyeti ile gelerek 1553-1555 arasında İstanbul'da bulunan Hans Derschwam, 8 Aralık 1554 günü çıkan büyük bir yangından bahsederken Tahtakale civarında bir hapishane kulesi olduğunu ve içinde çeşitli suçlardan tutuklanmış yüz kadar suçlunun bulunduğunu bildirir. Yangın yüzünden kapılar açılmış ve suçlular serbest bırakılmışlardır. Derschwam'm yazdığına

göre aynı kulede Baba Cafer denilen bir yatır vardır.

Naima'nın yazdığına göre 19 Mayıs 1622'de, II. Osman'ın(->) tahttan indirilerek yerine I. Mustafa'nın(-0 getirilmesi üzerine askerler yeni cülusu kutlamak üzere Baba Cafer ve Galata zindanlarına giderek buradaki tutukluları salıvermişlerdir.

İstanbul Kadılığı sicillerinden Osman Nuri Ergin tarafından çıkarılan bir kayda göre 1180/1766'da Baba Cafer Zindanı idaresi ile ilgili bir yönetmelik vardır. Buraya kapatılanlara iaşe verilmediğinden, tutuklular halkın yardımlarıyla yaşarlardı. Zindanı idare edenler buradaki tutuklulardan para ve haraç almaya başladıkları için bu yönetmelik yazılarak sıkı önlemler alınmıştır. Yönetmeliğe göre zindanın hesaplan, dört ayda bir İstanbul kadısı tarafından kontrol edilecektir.

Ahmed Lütfi Efendi'nin bildirdiğine göre, II. Mahmud(->) zamanında (1808-1839) burası fahişelikten suçlu kadın mahkûmlara tahsis edilmiştir. 1247/ 1831'd.e kadınlar Ahmediye'deki Tabha-ne'ye götürülmüş ve zindana bir kara-kolhane yapılmıştır.

Baba Cafer Zindanı 1989-1990 arasında restore edilerek bitişiğinde bulunan Zindan Hanı'nın iç fonksiyonlarına bağlanmıştır.

Bibl.Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 408-410; Evliya, Seyahatname, I, 82-86; Kömürci-yan, İstanbul Tarihi, 167-169; Mordtmann, Esauisse, 45-47; Millingen, Walls, 214 vd; H. Dernschwam, İstanbul, 165; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I, 330-332; (Ergin), Mecelle, I, 909-915, 927-933; E. Oberhummer, Konstan-tinopel unter Sultan Suleiman dem Grossen, Aufgenommen im Jahre 1559 durch Melchior Lorichs aus Flensburg, Münih, 1902, s. 12-13, levha IX-X; Ayverdi, İstanbul Haritası, B/5; Müller-Wiener, Bildlexikon, 342; ISTA, IV, 1733-1737; A. Özcan, "Baba Cafer Zindanı", DÎA, IV, 366-367; S. Eyice, "Dünüyle, Bugünüyle, Çevresiyle Zindan Kapısı", İstanbul, S. 3 (Ekim 1992), s. 129-138.

SEMAVİ EYİCE

BABA HAYDAR MESCİDİ VE TEKKESİ

Eyüp İlçesi'nde, eskiden "Bürüncüklü-ayazma" olarak tanınan semtte, Düğmeciler Malıallesi'nde, Haydar Baba ve Baba Haydar Camii sokaklarının kavşağında yer almaktadır.

Başından beri mescit-tekke niteliğinde olduğu anlaşılan bu yapıyı, I. Süleyman (Kanuni), Nakşibendî şeyhlerinden Baba Haydar Semerkandî (ö. 1550) adına inşa ettirmiştir. Tam olarak tespit edilemeyen inşa tarihinin Kanuni'nin cülusu ile şeyhin vefatı arasında (1520-1550) yer alması gerekir. Yapıya adını vermiş olan şeyh, Naşibendî tarikatının ileri gelenlerinden Hâce Ubeydullah Ahrâr'm (ö. 1490) men-suplarındandır. Semerkant'tan İstanbul'a gelerek, tekkenin yerinde bulunan bir kulübede münzevi bir hayat geçirdiği, zaman zaman Eyüb Sultan Camii'nde iti-kâfa girdiği rivayet edilmektedir.

III. Mustafa devrinde, Eyüp'teki Arpacı Mescidi'nin imamı olan Şeyh Abdullah Efendi mescit-tevhidhaneye minber koydurmak suretiyle burasını camiye dönüştürmüştür. Geçirdiği birtakım onarımlara rağmen özgün mimarisini büyük ölçüde koruyabilmiş olan mescit-tevhidhane günümüzde cami olarak kullanılmaktadır. Çevre duvarı ve hazire dışında kalan tekke bölümleri tarihe karışmıştır. Ayin günü perşembe olan Baba Haydar Tek-kesi'nde şeyhlik yapanların tam bir listesi bulunmamaktadır. Ancak Saliha Sul-tan'ın 1834'teki düğününe davet edilen Nakşibendî şeyhleri arasında "Eyübensa-rî'de Babahaydar Mahallesi'nde mescidi zaviye eden Şeyh Tahir Efendi'nin" adı geçer. Buradaki ifadeden, tekkenin meşihatının belirli bir müddet kesintiye uğradıktan sonra adı geçen şeyh tarafından, muhtemelen 19. yy'tn birinci çeyreğinde ihya edildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Bandırmalızade A. Münib Efen-di'nin Mecmua-i Tekâyâ'sında. da, Baba Haydar Tekkesi şeyhi olarak Niyazi Efendi'nin adı verilmektedir.

Baba Haydar Tekkesi, Nişancı Tepe-si'nin, Haliç kıyısına (doğu) doğru alçalan dik meyilli bir yamacı üzerinde inşa edilmiştir. Bu yüzden1 arsa, çepeçevre istinat duvarları ile desteklenmiş, avluya, iki sokaktan da merdivenli girişler düzenlenmiştir. Mescit-tevhidhane, moloz taş örgülü duvarların sınırladığı dikdörtgen planlı bir harim ile kapalı bir son cemaat yerinden meydana gelmektedir. Her iki bölüm de kurşun kaplı bir ahşap çatı altına alınmıştır.

Son cemaat yeri ile harimin girişleri, kuzey duvarlarının doğu kesiminde, aynı eksen üzerindedir. Ahşap duvarlarla kuşatılmış olan son cemaat yerinin cephesi, eliböğründelere oturan geniş bir saçakla son bulmakta; yapıya bir sivil mimari çeşnisi katan bu cephe, harimin kirpi saçaklı kagir cepheleriyle ilginç bir tezat oluşturmaktadır. Harim duvarlarında, klasik Osmanlı üslubundaki ilkelere uygun olarak, iki sıra halinde düzenlen-



Baba Haydar Mescidi ve Tekkesi

Mescit-tevhidhanenin planı. Şinasi Aydemir/MSÜ Arşivi

mis pencereler sıralanmaktadır. Alttakiler dikdörtgen açıklıklı olup kesme taştan söveler, demir parmaklıklar ve sivri hafifletme kemerleriyle donatılmış, sivri kemerli tepe pencereleri ise alçı revzen-lerle dolgulanmıştır.

Son cemaat yerinin üstü, harime açılan fevkani bir mahfil olarak değerlendirilmiştir. Süsleme olarak göze çarpan unsurlar mihrabın mukarnaslı kavsarası ile harim tavanının merkezinde bulunan, muhtemelen 19. yy'ın ikinci çeyreğine ait "Sultan Mahmud güneşi" biçimindeki tavan göbeğidir. Ahşap minber ile vaaz kürsüsünün herhangi bir özelliği yoktur. Harimin kuzeybatı köşesinde yükselen minarenin kapısı son cemaat yerine açılmaktadır. Minarenin, kare planlı ve almaşık örgülü kaidesi ile kesme taş örgülü baklavalı pabucu ilk yapıdan kalmadır. Silindir biçimindeki gövde ile basit demir parmaklıkların kuşattığı şerefenin ise geç tarihli bir onanma ait olduğu söylenebilir. Avlunun doğusundaki girişi izleyen merdivenlerin sonunda, soldaki hazire duvarında, Baba Haydar Semer-kandî'nin kabrine açılan, kitabeli bir niyaz (ziyaret) penceresi bulunmaktadır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 285; Çetin, Tekkeler, 587; Aynur, Saliha Sultan, 38, no. 189; Âsitâne, 17; Osman Bey, Mecmua-i Ce-

vâmi, II, 2-3, no. 8; Münib, Mecmua-i Tekâ-yâ, 13; İSTA, N, 1742-1743; Öz, İstanbul Ca-'mileri, I, 30; Okan, İstanbul Evliyaları, 217-225; Akakuş. Eyyûb Sultan, 314; IKSA, II, 936-937; M. B. Tanman, "Baba Haydar Camii ve Tekkesi, DlA, IV, 367-368; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 27-29; H. Algar, "Baba Haydar", DlA, IV, 367.

M. BAHA TANMAN



BABA SALTUK ZAVİYESİ

bak. MİMAR SİNAN TEKKESİ



BABA SUNGUR TEKKESİ

Beşiktaş İlçesi'nde, Vişnezade Mahallesi'nde, Vişneli Tekke Sokağı'nda, Dol-mabahçe Sarayı'na bağlı Camlı Köşk'ün karşısındaki yamaçta yer almaktadır.

İstanbul'un dini folklorunda kendine özgü bir yeri olan ve "Ahmed Turanı Tekkesi" olarak da anılan bu tesisin kökeni, tarihçesi ve niteliği tam olarak aydınlatılmış değildir. Söz konusu tekkenin bodrum katında, hâlâ belirli günlerde Ortodoks cemaati tarafından ziyaret edilen bir ayazma bulunmaktadır. Osmanlı kaynaklarında "şenlendirme" olarak adlandırılan geleneğe uyularak, özellikle fetih öncesine ait kült yerlerinin üzerine inşa edilen birtakım tarikat tesisleri ve veli türbelerinde karşılaşılan bu durum, Baba Sungur Tekkesi'nin yerinde de Bizans dönemine ait bir ziyaret merkezinin bulunduğunu düşündürmektedir. Nitekim İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü'nde bulunan 1341/1925 tarihli Esâmi-i Tekâ-yâ Defteri'nde Baba Sungur Tekkesi'nin "Ayasofya-i Kebir mülhakatından" olduğu kayıtlıdır. Söz konusu kayıt, tekkenin, İstanbul'un fethinden hemen sonra, II. Mehmed (Fatih) tarafından Ayasofya vakıflarının düzenlendiği yıllarda tesis edilmiş olabileceğini göstermektedir. Tekkeye adını vermiş olan ve küçük hazirede, kendisine izafe edilen bir mezarın yer aldığı Baba Sungur hakkında hemen hiçbir şey bilinmemektedir.

Diğer taraftan, biri tekkenin hazire-sinde, diğeri tekkenin karşısında, Dol-mabahçe Sarayı'nın Kuşluk Bahçesi'nde olmak üzere, iki tane mezarı bulunan Ahmed Turanî'nin hayatı ve kişiliğine ilişkin menkıbeleri de belirli bir tarih ve

Baba Haydar

Mescidi ve

Tekkesi'nin

kuzeydoğudan

görünümü.

M. Baha Tanman,

1980

coğrafya çerçevesine oturtmak zordur. Menkıbelerde Ahmed Turanı, Emevi-Bi-zans mücadelelerinin efsanevi kahramanı Seyyid Battal Gazi'nin çağdaşı olarak gösterilmekte, önceleri Battal Gazi'nin rakibi olan bir Bizans cengâveri iken zorlu bir çengin sonunda Battal Gazi ile dost olduğu, onun telkini ile İslamiyeti kabul ettiği, daha sonra Bizans'ı kuşatan İslam ordusuna katıldığı ve şehit düşerek Dolmabahçe Sarayı'nın Kuşluk Bahçesi'nde, kendisine izafe edilen ikinci kabrin bulunduğu yerde gömüldüğü nakledilmektedir. Ahmed Turanî'nin Ab-dülmecid'in rüyasına girerek, yüzyıllar boyunca unutulan "mesnedinin" yerini gösterdiği, kendisine bir türbe yaptırmasını istediği de yaygın rivayetler arasındadır. Tarihi gerçeklere uygunluğu çok şüpheli olan bu rivayetlerde dikkati çeken husus Ahmed Turanî'nin Bizans kökenli olarak gösterilmesi ve Bizans'ın çevresinde cereyan eden İslam-Hıristi-yan mücadelesinde rol aldığına inanılmasıdır. Kuşluk Bahçesi'nin duvarına bitişik olan açık türbenin şahidesinde ise kendisinden "Nakşibendî Hâce Tayfur-u Taşkendî hulefâsından Hâce Ahmed Tu-ranî Hazretleri" olarak söz edilmekte, ancak ölüm tarihi verilmemektedir. S. Ünver ise Ahmed Turanî'nin Hicri 9. yy'da (15. yy) yaşamış Nakşibendî şeyhlerinden olduğunu, ne zaman İstanbul'a geldiğinin bilinmediğini, sarayın karşı yamacındaki türbesi Hıristiyanların ziya-retgâhı olmaya devam ettiğinden, saray bahçesindeki bu makamın ihdas edildiğini ileri sürmektedir.

Ahmed Turanı ve onunla bağlantılı bu tekke hakkında henüz kesin bir şey söylemek mümkün değilse de, söz konusu kişinin, İstanbul'u fetheden Osmanlı ordusu içinde yer alan çok sayıdaki tarikat şeyhlerinden birisi olduğu, sonraki yüzyıllarda Nakşibendîler tarafından bir ölçüde yaşatılan, Türkistan kökenli "Hacegân" geleneğine bağlı bulunduğu, fetihten sonra, Fatih'in izniyle bir Bizans dini tesisini tekkeye çevirdiği ya da bir manastır-ayaznıa harabesi üzerine tekkesini inşa ettirdiği varsayım olarak ileri sürülebilir.

Tekkenin zaman içinde geçirdiği aşamalar da tespit edilememiştir. 18. yy ortalarından itibaren kaleme alınmış olan İstanbul tekke listelerinin hiçbirinde ne Baba Sungur Tekkesi'nden ne de Ahmed Turanî Tekkesi'nden söz edilir. Tekkelerin kapatıldığı tarihte düzenlenen Esâmi-i Tekâyâ Defteri'nde, vakfiyesinin kayıtlı olmadığı, son şeyhinin Ahmed Şükrü Efendi olduğu belirtilmektedir. Halen tekkede ikamet eden torunlarından, Ahmed Şükrü Efendi'nin Nakşibendî tarikatına bağlı olduğu, babasının Harput'tan gelerek İstanbul'a yerleştiği, Ahmed Şükrü Efendi'nin 1947-48'de vefat ettiğinde Feriköy Mezarlığı'na gömüldüğü öğrenilmektedir. Şahıs mülkü olduğu anlaşılan tekke binasında günümüzde son şeyhin torunları yaşamakta, tekkenin altındaki ayazma da faaliyetini sürdürmektedir.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   116   117   118   119   120   121   122   123   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin