ATATÜRK MÜZESİ
Şişli'de Halaskârgazi Caddesi'nde İstanbul Belediyesi'nce müzeye dönüştürülmüş Atatürk'ün Şişli'de oturduğu ev.
Mustafa Kemal I. Dünya Savaşı'nın sona ermesi üzerine Suriye cephesinden ayrılarak 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a geldi. Bir süre Pera Palas'ta kaldıktan sonra dostu Salih Fansa'nın Beyoğlu'ndaki evinde misafir oldu. Bu sırada Şişli'de, bugünkü Halaskârgazi Caddesi'nde Osep Kasabyan'ın 1908 yapımı üç katlı evini kiraladı.
Mustafa Kemal Akaretler'de oturan annesi Zübeyde Hanımla kız kardeşi Makbule'yi de yanına alarak üst kata yerleştirdi. Kendisine orta katı ayırdı. Yaveri ise alt katta oturuyordu. İstanbul'un düşman işgali altında bulunduğu günlerde Mustafa Kemal arkadaşlarıyla bu evde sık sık toplandı. Samsun'a hareket ettiği gün, 16 Mayıs 1919'a kadar bu evde oturdu.
Mustafa Kemal Ankara'ya yerleşince annesini ve kardeşini yanına aldı. Şiş-li'deki ev 1924'te eski valilerden Erzurum Milletvekili Tahsin Üzer tarafından satın alındı. Bu tarihte Atatürk'ün 1919' da bu binada oturduğunu gösteren tabela kondu. İstanbul Belediyesi binayı 1928'de Tahsin Uzer'den satın aldı ve Atatürk'le ilgili eşya, tarihi belge ve hatıraları bu binada toplamaya başladı. Bina 1942'de Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar döneminde müzeye dönüştürüldü ve Atatürk İnkılabı Müzesi olarak 15 Haziran 1942'de ziyarete açıldı.
1960 askeri yönetimi sırasında Belediye Başkanı Refik Tulga'nın girişimiyle binada onarım yapıldı. 9 Ocak 1962'de kısmi bir yangın geçiren müze Atü-türk'ün 100. doğum yıldönümü yaklaşırken yeniden büyük çaplı bir onarım gördü. Türkiye İş Bankası'nın mali desteği ile yapılan onarımın, dekorasyon ve düzenleme işleri de Türkiye Turing
Atatürk Müzesi, Şişli
ElifErim
ve Otomobil Kurumu'nca üstlenildi. Bina kapı tokmaklarından camlara kadar 1910'lu yılların üslubuna uygun olarak onarıldı. 19 Mayıs 1981'de Atatürk Müzesi olarak yeniden açıldı.
Müzede Atatürk'ün doğumundan ölümüne kadar yaşamına ait fotoğraflar, elbiseleri ve kullandığı eşyalar, Atatürk ve inkılaplarla ilgili belgeler, Milli Mücadele ve Atatürk tabloları yer almaktadır.
İSTANBUL
ATATÜRK VE GENÇLİK ANITI
Beyazıt'ta İstanbul Üniversitesi merkez binasının önündeki alanda yer alır. Heykeltıraş Yavuz Görey ile heykeltıraş Hakkı Âtamulu'nun eseri olan anıt 1955' te yapılmıştır.
Bir klasik imparator figürü gibi sol kolunu yönlendirici ve azmettirici bir
Atatürk ve Gençlik Anıtı
Nazım Timuroğlu
ATATÜRK VE İSTANBUL
388
389
ATATÜRK VE İSTANBUL
Atatürk'ün Pera Palasta kaldığı (1918) süitin salonundan bir görünüm. Pera Palas Oteli Müdürlüğü 'nün izniyle
jestle uzatan Atatürk'ün sağında aydınlanmayı simgeleyen meşale tutan bir genç kız. solunda bayrakla ulusal devleti simgeleyen bir genç erkek figürü vardır, ideolojik bir tavırla Atatürk'ün gençliğe hitabesini somutlaştıran ve üniversite önündeki yeri ile yol gösteren bilime adanmış bu kompozisyon, Batı heykel sanatının özellikle totaliter kültür ortamlarında I. Dünya Savaşı'n-dan sonra oluşturdukları neorealist ve klasisist bir üslupta tasarlanmıştır. Oldukça alçak ve kademeli kaidesi, 4 m yüksekliğindeki bu bronz heykelle gözlemciyi kaynaştıran bir nitelik taşır. Bu amacına uygun olarak 27 Mayıs 1960 hareketi öncesinde ve sonrasında öğrencilerin gerçekleştirdikleri birçok eyleme sahne olmuştur.
İSTANBUL
ATATÜRK VE İSTANBUL
14 Mayıs 1899-10 Kasım 1938 tarihleri arasındaki yaklaşık 40 yıllık sürecin 1919'a kadarki ilk 20 yılında İstanbul'un, Atatürk'ü çok yönlü etkilediği gözlemlenir. Buna karşılık 1919-1938 arasında İstanbul'la ilgili yeni durum ve gelişmelerde Atatürk'ün kararlan etkili olmuştur. Bu iki açıdan bakılınca Atatürk'le İstanbul arasındaki ilişkiler üç aşamalıdır: Atatürk'ün öğrenimini ve askerlik kariyerini tamamladığı ilk dönem (1899-1919); Atatürk'ün önderliğindeki Kuva-yı Milliye ve Cumhuriyet yönetimi ile İstanbul'daki saltanat yönetimi ve eski payitaht kurumlan arasındaki kırgınlık dönemi (1919-1924); Atatürk'ün yakın ilgisiyle İstanbul'un Türkiye'nin kültür, sanat, spor, turizm merkezi olması çabalarının öne çıktığı son dönem (1924-1938).
Atatürk'ün İstanbul'a ilk geliş tarihi 14 Mayıs 1899'dur. Bu tarihte Harbiye Mektebi'ne yatılı olarak kaydolmuş, er-kân-ı harp (kurmay) sınıflarıyla birlikte
1904'e değin aralıksız 5 yıl İstanbul'da okumuştur. 20-25 yaş arasındaki gençlik dönemine rastlayan bu yıllar zarfında, Mustafa Kemal'in, çevresindeki soylu ve zengin ailelere mensup arkadaş grubundan İstanbul'a özgü incelikleri, yaşam anlayışını özümsediği, kibar kişiliğinin oluşumunda bu kabullenişinin payı olduğu söylenebilir. Ali Fuat Cebe-soy'un Sınıf Arkadaşım Atatürk adlı anı kitabı, bu yargıyı doğrulayan bir dizi anekdot ve açıklama içerir. Örneğin Be-yoğlu'nun renkli dünyasına Mustafa Kemal'in de katılışı bu grupla olmuştur. Onlarla Zeuve Alman Birahanesi'nde içmiş, İngiliz Con Paşa'nm lokantasına birçok kez gitmiş, Taksim Bahçesi'nde müzik dinlemiş, Adalar'da çamlar altında sabahladığı olmuştur. Her İstanbullu gibi o da Alemdağı mesiresine gitmiştir. Mercan'daki ünlü Altın Makas Terziha-nesi'nde ilk kurmay subay üniformasını diktirdiği de biliniyor. Fakat, İstanbul yaşamıyla böylesine kaynaşmışken II. Abdülhamid'e suikast hazırlayanlar arasına adının karışması ve benliğini derinden yaralayan bir tutuklanmanın ardından 1905'te Şam'daki 5. Ordu'ya bir anlamda sürgün olarak atanması, İstanbul'dan buruk duygularla ayrılmasının nedenleridir.
31 Mart Olayı'ndan sonra 23 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordu-su'nun kurmay subayları arasında yer alan Atatürk, ayaklanmanın bastırılması üzerine Selanik'teki görevine döndü. Bundan sonra, görev değişiklikleri nedeniyle 1912, 1913 ve 1915'teki kısa sürelerle İstanbul'da kaldığı biliniyor. 1917'de Suriye'den İstanbul'a izinli gelişinde Veliaht Vahideddin ile Almanya gezisine çıkmış, dönüşünde yine Suriye'ye gitmiştir. 13 Kasım 1918'deki İstanbul'a gelişi, İtilaf Devletleri ortak donanmasının İstanbul'a demir attığı gün-
lere rastlamıştır. İlk birkaç gününü Pera Palas'ta geçiren ve dağıtılan 7. Ordu'nun komutanı Mirliva (tümgeneral) Mustafa Kemal Paşa sanıyla Harbiye Nezareti'ne gidip gelmeye başlayan Atatürk'ün, 16 Mayıs 1919'a kadar 7 ay kaldığı İstanbul'da ilginç girişimleri, ilişkileri saptanıyor. Kentin kaderinin istilacılar, saltanat yönetimi ve azınlıklar arasında pazarlık konusu olduğu bu aylarda, Vahi-deddin'in kızı Sabiha Sultanla evlendirilip hanedan damadı olması gündeme gelirken o, Beyoğlu'nda Bursa Soka-ğı'nda oturan Madam Corinne adlı, çok iyi piyano çalan, İtalyanca, Fransızca bilen fevkalade kibar bir Levanten hanımla dostluk kurmuştur. Padişah damatlığı konusundaki kararsızlığını ise arkadaşı Rasim Ferid (Talay), kendisini caydırarak gidermiştir. Yaşama bakışında, ka-dın-erkek ilişkilerini algılayışında, Ba-tı'yı örnek seçişinde ise İstanbullu dul Levanten hanımın etkili olduğunu, bizzat Atatürk, çok sonraki yıllarda itiraf etmiştir.
Öte yandan ilginç bir girişimi, aylıklarından artırabildiği bir miktar parayı yatırarak arkadaşı Ali Fethi (Okyar) ve Dr. Rasim Ferid'le Minber gazetesini çıkarmasıdır, l Teşrinisani 1334/1 Kasım 1918 günü ilk sayısı yayımlanan bu gazetede, gerçi onun imzasıyla veya takma adıyla çıkmış bir yazıya rastlanmaz. Buna karşılık, "Mustafa Kemal Paşa ile Mülakat", "Nihüfte Bir Sima" başlıklı iki yazı kendisiyle ilgilidir (Minber 16. ve 18. sayılar). Bu yazılardan, 19 Teşrinisani 1334/19 Kasım 1918 tarihlisi şu cümleyle biter: "Herhalde istikbal-i vatan Mustafa Kemal Paşa'dan büyük hizmetler beklemekte haklıdır." Kuşkusuz, o gün için Minber'in okuyucularından hiçbiri, İstanbul'un gelecekteki yazgısının da Mustafa Kemal'in kararlarıyla belirleneceğim düşünmemişlerdir. Minber 52 sayı çıkmıştır.
İstanbul'daki bir görevi de seryaver-i şehriyarilik (padişah yaverliği) olan Mustafa Kemal Paşa'nm Pera Palas'ta çok kalmayarak Beyoğlu'nda dostu Salih Fansa'mn evine geçtiği biliniyor. Yeni bir görev verilinceye kadar uzun bir zaman İstanbul'da kalacağını öğrenince de Şişli'de Osep Kasapyan'ın (bugün Atatürk Müzesi) evini tutmuş, Akaret-ler'deki lojmanda oturan annesi ile kız kardeşini de bu evin üçüncü katına almıştı. Burada, 16 Mayıs 1919'da Samsun'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılıncaya değin oturan Atatürk'ün, Anadolu'ya geçmek, halka dayalı bir mücadele başlatmak kararını bu evde aldığı, arkadaşlarıyla siyasal gündemli toplantılarını burada yaptığı yaşamöyküsünde vurgulanır. Yaverlik görevi nedeniyle Yıldız Sarayı'na gidişlerinde Vahided-din'le birkaç kez ülke sorunlarını görüştüğü de bilinir. Bir keresinde Vahided-din'in kendisine "Paşa, ben her şeyden evvel İstanbul halkını doyurmak mecburiyetindeyim. İstanbul halkı açtır" dediği, Atatürk'ün de bunu, padişahın ön-
celikle İstanbulluları kazanmak ve gelecekte onlara dayanmak amacında olduğu biçiminde yorumladığı rivayet edilir. Sık sık Babıâli'ye giden, tanıdığı nazırların odalarına girip işgal sorunlarım görüşen Atatürk, 14 Mayıs 1919 günü akşamı Sadrazam Damat Ferid Paşa'nm konağında davetliler arasındadır. Yemekten çıkınca Nişantaşı'ndan Teşvikiye'ye doğru yürürlerken Erkân-ı Harbi-ye-i Umumiye Reisi (genelkurmay başkanı) Cevad Paşa (Çobanlı) sorar: "Bir şey mi yapacaksın Kemal?" "Evet. Bir şey yapacağım!" Bu kesin ve kısa ifade, Milli Mücadele kararının İstanbul'da verildiğine kanıt gösterilir.
15 Mayıs 1919 günü Vahideddin, Atatürk'ü son kez kabul ettiğinde, aralarındaki kısa konuşmanın bitiminde padişahın kendisinden memleketi kurtarmasını istediği sonradan açıklanmıştır. Ertesi gün ordu müfettişi göreviyle İstanbul'dan ayrılmazdan önce, yaver-i ekrem olduğu için ilkin padişahın maiyetinde Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'n-cleki selamlık alayına katılmış, namaz sonrasında hünkâr mahfilinde Vahided-din'le vedalaşıp iskeleye inmiş; buradan bir istimbotla Bandırma Vapuru'na geçmiştir.
İstanbul'dan ayrılışı sırasındaki düşüncesi, buradaki aydınların ve vatanseverlerin umutsuz, karamsar ve isteksiz oldukları, siyasal bir birliğin bulunmadığı, Türk varlığına düşman odakların İstanbul'da giderek güçlendikleri yönündeydi. Bu kanısından dolayı, Milli Mücadele boyunca İstanbul'daki kadrolarla ilişkisi giderek sertleşmiş ve aradaki güvensizlik artmıştır. Buna karşın, Atatürk'e ve Milli Mücadele'ye sürekli destek sağlayan asker ve aydın kesimler de eksik olmamıştır. 16 Mart 1920'de İstanbul resmen işgal edilince dağıtılan Meclis-i Mebusan'ın birçok üyesiyle birlikte aydınların da Ankara'ya gelmeleri için çaba göstermiş; gelen subaylar, doktorlar, hukukçular, yazar, gazeteci ve ozanlar, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın aktif kadroları arasında yerlerini almışlardır. Ankara aleyhine çalışan saray ve Babıâli ile İstanbul halkını ayrı tutmak gerektiği görüşünü savunan Atatürk, İstanbul'a duyulan tepkilere karşı "hükümetimizi ve ordumuzu kuvvetlendirmek için muhtaç olduğumuz maddi ve manevi unsurların çoğunu bize İstanbul veriyor. Bu güzel vatan parçasıyla irtibatımızın kesik olmasından elem duymaktayız. Onu esaretten kurtarmak vazifesi gene bize düşüyor" diyerek tepkilerin düşmanlığa dönüşmesini önlemeye çalışmıştır.
Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanıncaya değin İstanbul basınının Ankara'ya yeterince sıcak baktığı söylenemez. İstanbul'daki kurum ve kuruluşlar da kesin sonuca değin sessiz kalmayı yeğlemişlerdir. 4 Nisan 1922'de Rus heyetine cepheyi gezdiren Mustafa Kemal Paşa'nm "milli kuvvetlerin İzmir'i de İstanbul'u da kurtaracaklarını" söylemesi, İs-
30 Haziran
1927 tarihli
Akbaba'nm
Atatürk'ün
istanbul'u
ziyareti
nedeniyle
düzenlenmiş
ilk sayfası.
Nuri Akbayar
koleksiyonu
tanbullular için de artık inanılır ve beklenen vaat olarak başkent basınına yansımıştır. Zaferden (30 Ağustos 1922) ve İzmir'in kurtuluşundan (9 Eylül 1922) hemen sonra, 10 Eylül 1922'de İstanbul Darülfünunu Edebiyat Medresesi Müderrisler Meclisi'nin Mustafa Kemal Pa-şa'ya fahri müderrislik vermesi de anlamlıdır. Mustafa Kemal, Vakit gazetesi başyazarı Hakkı Tarık'a (Us) İzmir'de verdiği demeçte "İstanbul'la yakında birbirimizi kucaklayacağız. İstanbul'un kurtuluşu yakındır" demesi ise başkentte yankılar uyandırmış ve genel havanın tamamen Ankara Hükümeti lehine dönmesinde etkili olmuştur. 30 Ekim'de Bursa'ya gelen İstanbul muallimleri ile söyleşisinde Atatürk'ün "istanbul'un nur ocaklarını temsil eden heyetiniz karşısında duyduğum zevk sonsuzdur" demesi de anlamlıdır. 12 Aralık 1922 günü çıkan Vakit gazetesinde ise "istanbul halkını, memur ve gazetelerini başlıbaşı-na şayan-ı itimat bir kuvvet telakki edebiliriz" cümlesiyle başlayan bir demecinin yer aldığı görülmektedir. Bu, saltanatın kaldırılmasından ve İstanbul'un fiili başkentliğinin sona ermesinden sonra, ulusal iradenin İstanbul'a bakışının
bir ifadesi olarak değer taşır. 6 Haziran 1923 tarihinde de istanbul Şehreminliği tarafından kendisinin "tabii hemşeri" ilan edilmesi üzerine daha anlamlı bir demeç verdiği saptanıyor: "İstanbullular çok sıkıntı çekmişlerdir. Fakat hür ve serbest yaşamak zamanı yaklaşmıştır. İstanbul'u hür bir milletin kâbesi olarak göreceğimizden eminim." 22 Haziran 1923 tarihli İstanbul gazetelerinde yayımlanan uzun demecinde ise "Türk ve Müslüman istanbul, Milli Mücadele boyunca millet ve vatan aşkımızın mukaddes ve ulvi bir mihrabıdır. Her Türkün ve Müslümamn kalbi, İstanbul aşkının, İstanbul hasret ve iştiyakının halimidir. Dört-beş asırlık milli mesaimizin mahsulü bu güzide şehrimizde toplanmıştır. Milli kabiliyetimizin ebedi ve beliğ birer nişanesi olan bina, abideler, müesseseler hep oradadır" demesi Atatürk'ün İstanbul'u, politik çalkantılardan, genel yönetim külfetlerinden arındırılmış bir kültür merkezi konumunda tutmayı tasarladığını düşündürür.
29 Haziran 1923 genel seçimlerinde en yakın dava arkadaşlarından Rauf Or-bay, Fevzi Çakmak, Fethi Okyar, Kâzım Karabekir, Refet Bele, Hamdullah Suphi
ATATÜRK VE İSTANBUL
390
391
ATATÜRK VE İSTANBUL
lettirmiş, İstanbul'u kemiren karaborsacılara ve muhtekirlere karşı savaş baş-lattırmıştır. Bankalardan, tefecilerin ayda yüzde 25 faiz uygulamalarını önlemelerini, bu amaçla halka ve esnafa
Tanrıöver, Refik Saydam, Adnan Adıvar, Abdurrahman Şeref, Yusuf Akçura, Muhtar Bey, Ali Rıza Bey, ismail Canbu-lat, Süleyman Sırrı ve Miralay Hamdi'nin İstanbul mebusu seçilmeleri Atatürk'ü sevindirir, işgal kuvvetlerinin kenti terk etmesinin ardından istanbulluların davetini, "Sevgili istanbul'u ilk fırsatta ziyarete koşacağını" belirterek cevaplandırır. Gazetelere verdiği demecinde ise "milyona yakın nüfusu ile istanbul'un ülke sanayiine, sanatına, kültürüne, ekonomisine çok yönlü katkılarını" açıkladıktan sonra "istanbul, bizzat Türk ve İslam olan unsurların medine-i dilrübâsı kalacaktır!" der ve saltanat yönetiminin tarihe karışması ile kentteki kamu görevlilerinin açıkta bırakılmayacaklarını, istanbul'un yeni rejimden pek çok faydalar göreceğini müjdeler.
13 Ekim 1923'te Ankara'nın resmen başkent ilan edilmesinden on gün sonra 23 Ekim 1923 günü, Atatürk'ün, Hanıi-diye zırhlısıyla Mudanya'dan hareketle Boğaz'dan geçip Karadeniz'e çıkması, bir çatana ile zırhlıya yetişip huzuruna çıkmak isteyen Şehremini Haydar Bey'i (Yuluğ) kabul etmemesi bir şok etkisi yapmış, Atatürk'ün istanbul'a küskün
Atatürk Vilayet'ten ayrılırken (üstte) ve Moda deniz yarışlarında (yanda), 1927
olduğuna büsbütün inanılmıştı. Hattâ kimi vatandaşlar, Ankara'ya protesto telgrafları çekmişlerdi. 5 Şubat 1924'te izmir'de, İstanbul gazetelerinin başyazarlarına bir yemek veren Atatürk, İstanbul basınını fikir ve zihniyet kalesi olarak nitelemiş fakat yapılan daveti bir kez daha geri çevirmiştir. Bunun gibi, 22 Eylül 1925'te 500 kadar İstanbullunun Kınalıada Vapuru ile Armutlu'ya gelip Ertuğrul yalındaki Atatürk'e bağlılıklarını bildirip davet etmeleri, 31 Mayıs 1926'da Bursa'ya yaptıkları ziyaretle çağrılarım yinelemeleri de hep cevapsız kalmıştır. 3 Ekim 1926'da kent halkının yepyeni bir jestte bulunduğu görülmektedir. O gün Sarayburnu'ndaki Atatürk Heykeli(->) açılır. Vali Emin Bey (Erkul) çektiği telgrafta "Heykeliniz, minnet ve şükran hisleriyle çalkalanan İstanbul çocuklarına mutaf-ı mukaddes oldu!" der. Nihayet, yıllardır beklenen ziyaret l Temmuz 1927'de gerçekleşmiştir. Karşılama hazırlıkları aylarca önce başlamış, halk kendi elleriyle taklar yaparak İstanbul'u süslemişti. Kentin yakın tarihinde saptanan ve halkın yediden yetmişe içten katılımıyla gerçekleşen iki büyük törenden birincisi, Atatürk'ün İs-
tanbul'a bu ilk resmi ziyareti, ikincisi ise 1938'de ölümünü izleyen günlerdeki tavaf ve cenaze törenidir.
1927 ziyareti başlıbaşına bir olaydır. Bütün kent günlerce "Büyük Münci", "Büyük Gazi", "Halaskar Gazi"yi görmek, alkışlamak için sokakları, meydanları, denizin yüzünü doldurur. Şirket-i Hayriye vapurları, takalar insan hevenk-leriyle örülür. Cazbantlar, bandolar, donanmanın tüm gemileri, okullar, askeri birlikler, kurumlar, esnaf, kayıkçılar, balıkçılar, çevre köylüler bütün İstanbul ayaktadır. Gazeteler özel sayılar yayımlarlar. Ertuğrul yatı ile Boğaz'a gelen Atatürk, Nil muşu ile Dolmabahçe rıhtımına çıkar. Şehremini Muhiddin Bey, kendisine "İstanbul halkının aziz halaskarını bağrına bastığı bugün şehrin en büyük bayramı olacaktır" der. Atatürk, irticalen yaptığı konuşmasında İstanbul'u "iki büyük cihanın mültekasmda Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği..." diyerek över. O gün sabaha kadar süren fener alayları, şenlikler, ertesi günlerde de sürmüştür. Atatürk kentte gezintiler yapar. Vilayeti, belediyeyi ziyaret eder ve yaya olarak halkın arasına karışır. II. mevki tramvaya binip bilet kestirir. Tokatlıyan'a girip kahve içer, Karabet Efendi'yle sohbet eder. Lebon Pastanesi'nde dondurma yer. Göksu'ya, Çırçır'a, gençliğindeki gibi Taksim Bahçesi'ne, gazinolara gider. Padişahları görkemli cuma selamlıklarında, ulaşılmaz, kutsal ve insanüstü görmeye alışmış İstanbullular için Atatürk, bir anda tam bir sevgi odağı oluvermiştir. 30 Eylül 1927 tarihine kadar kentte kalan Atatürk, Moda deniz yarışlarını izler ve balolara katılır. Bakanlar Kurulu' na başkanlık eder. 1927 genel seçim beyannamesini İstanbul'da hazırlar.
5 Haziran-14 Eylül 1928 tarihleri arasındaki Atatürk'ün ikinci istanbul yaz tatili, Cumhuriyet döneminin en kalıcı ve köklü yeniliklerinden harf devrimine tanık oldu. Bu gelişinde Haydarpaşa Garı'ndan Üsküdar'a geçen ve Üsküdar çiçekçilerinin hazırladığı çiçekli yolda yürüyen Atatürk'e yaşlı bir İstanbullu kadının "Sesim çıkmıyor, fakat gözlerim seni görüyor. Ey güneş yüzlü Gazi, beni ihtiyar yaşımda düşman eline bırakmayan yavrum! Çok yaşa, ilelebet yaşa!" deyip yığılması Atatürk'ün gözlerini yaşarttı. Yaz boyunca İstanbul'un sorunlarıyla ilgilenen Atatürk, 9 Ağustos günü Sarayburnu Parkı'ndaki Cumhuriyet Halk Fırkası müsameresini, Maarif Vekili Mustafa Necati Bey'le izledi. Mısırlı şarkıcı Münire el-Mehdiyye'yi, Türk kadın şarkıcıları dinledi. Teşekkür konuşmasının bir bölümünü Latin harfleriyle yazmıştı. "Dilimiz, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir... Çok işler yapılmıştır. Lakin çok lüzumlu bir iş daha vardır. Herkes yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz..." dedi. İzleyen
günlerde İstanbul gazeteleri Latin harfleriyle birer sütun açtılar. 25 Ağustos'ta Dolmabahçe Sarayı'nda 150 milletvekiline bir konferans ve ilk yeni harfler dersi verildi. Dil uzmanları Atatürk'ün yönelttiği soruları cevaplandırdılar. 29 Ağustos'ta sarayda Halid Ziya (Uşaklı-gil), Mahmud Sadık, Abdullah Cevdet, Reşat Nuri (Güntekin), Aka Gündüz, Ahmet Haşini, Celal Sahir (Erozan), Pe-yami Safa gibi yazarların katıldığı toplantıda imla konulan tartışıldı. Dil Encümeni üyeleri açıklamalarda bulundular. Atatürk, harf devriminin gündeme alındığı bu yılki İstanbul tatilinden Karadeniz gezisine çıkarken, yeni yazıyı öğrenmek ve öğretmek için İstanbulluların, kurum ve derneklerin, İstanbul basınının, fikir adamlarının yardımlarına teşekkür etti. İstanbul'un bu devrimi benimsemesi, yeni haflerin süratle kabulüne ve ülkenin her köşesinde öğrenilmesine olanak vermiştir.
Atatürk, 1929'daki gelişinde (6 Ağus-tos-30 Eylül) kentin sorunlarıyla daha yakından ilgilendi. İmar konularını gündeme aldırdı. Yalova kaplıcalarının onarımı, Beyazıt Meydanı'nın düzenlenmesi, gezdiği Sultan Ahmed, Ayasofya camile-riyle Topkapı Sarayı için onarım, bakım direktifleri vermesi, yine Atatürk'ün direktifiyle Seyr-i Sefain İdaresi'nce istanbul-Yalova seferlerinin başlatılması, bu yılki yeniliklerdir. Büyükdere'de kendisini görmek için tezahürat yapan kalabalık topluluğa, sonradan vecize değeri kazanan "Beni görmek demek, behema-hal yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir" diye hitap etmiş; halkla yakınlaşmasını sürdürmüş, örneğin Küçük Çiftlik Gazino-su'nda, herkesin arasında oturup Safiye Ayla'yı, Hafız Burhan'ı, Deniz Kızı Eftal-ya'yı, Selahattin Pınar'ı dinlemişti.
11 Haziran'dan 19 Eylül'e kadar süren 1930'daki uzun tatilinde gündemin siyasal ağırlıklı olduğu görülmektedir. Ali Fethi Bey'le (Okyar) istanbul'da ve Yalova'daki bir dizi görüşmelerden sonra Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuş ve bir bakıma Atatürk, ilk demokrasi denemesi için basının ve kamuoyunun en güçlü olduğu İstanbul'u özellikle seçmiştir. O yaz, Beyoğlu'nda diş hekimi Sami Günzberg'e dişlerini tedavi ettiren Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'ndaki uzmanlık çalışmalarına ve "sofra" denen akşam toplantı gündemine Kuran'ın Türkçeye çevrilmesi ve Türkçe okunması konusunu, klasik Türk müziği sorunlarını da katmıştır.
2 Aralık 1930'da bir kez daha istanbul'a gelen ve ocak ayı başına kadar kalan Atatürk, Harp Akademisi'ni, Harbiye Mektebi'ni, Mülkiye Mektebi'ni, Galatasaray Lisesi'ni ziyaret ederek derslere girmiş, saptadığı noksanlıklar konusunda ilgilileri uyarmıştır. Yanındaki bakanlık müfettişlerine kentte genel denetimler yap tutarak okul, hastane, ticaret kurumlarıyla ilgili raporlar düzen-
Atatürk, İstanbul'a ikinci kez gelirken Arifiye Istasyonu'nda halkla selamlaşıyor, 1928. Fotoğrafla Atatürk, 1939
kredi açmalarını istemiştir. Bu kış ziyaretinde, Turkuaz Pastahanesi'nde Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Şükrü Kaya ile oturup çay içtiği, Elhamra Sineması'nda, kendisiyle ilgili belgesel bir filmi özel
ATATÜRK'ÜN CUMHURBAŞKANI OLARAK İSTANBUL'A İLK GELİŞİNDE YAPTIĞI KONUŞMA
istanbul halkını, İstanbul'daki cemiyetleri ve muhtelif teşekkülleri heyeti aliyye-nizde selâmlamakla bahtiyarım. Aziz vatandaşlarımın bana karşı olan teveccüh ve muhabbetlerinin bugünkü parlak tezahüratından, çok mütehassis oldum. Samimî kalbimden teşekkür ederim, istanbul'dan çıktığım günden bugüne kadar sekiz sene geçti. Hicran ve tahassürle geçen dakikaların bile ne kadar uzun geldiği düşünülürse sekiz senelik hasretin, istanbul'un muhterem ahalisi için ruhumda ateşlediği iştiyakın büyüklüğü kolaylıkla takdir olunur.
İki büyük cihanın mültekasmda, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği istanbul, bütün vatandaşların kalbinde yeri olan bir şehirdir. Bu şehir, meş'um hadiselerle muztarip bulunduğu zamanlar, bütün vatandaşların kalblerinde kanıyan yaralar açılmıştı. Kalbi yaralı olanlardan biri de bendim. Bugün görüyoruz ki, geçirdiğimiz karanlık gecelerin meşiminden kalplerimizi mesâr ile dolduran nurlu seherler doğdu.
Sekiz sene evvel muztarip ve ağlayan İstanbul'dan kalbim sızlayarak çıktım, teşyi edenim yoktu. Sekiz sene sonra kalbim müsterih olarak, gülen ve daha güzelleşen istanbul'a geldim. Bütün İstanbulluların ruhuma heyecan veren sıcak ve muhabbetkâr ağuşile karşılandım. Sekiz sene, heyeti içtimaiyemizin yeni dahil olduğu devrin tarihi, ihtiva ettiği ihtilâllerle, inkılâplarla ve neticeleriyle az meşbu değildir. Sekiz senede milletimizin siyasi, içtimai ve medeni inkişaf yolunda gösterdiği kabiliyet ve liyakat derecesi yüksektir. Bu dereceyi her gün daha ziyade yükseltmek için çok dikkatle ve azimle çalışacağız! Vatanın imarı, milletin refahı, daha çok gayret ve mesai talebetmektedir. Hissiyatı ve vicdanî telâkkiyatı ilim ve fenle tenmlye ve terbiye ederek heyeti içtimaiyemizin hakikî huzur ve saadetine çalışmak ulvî bir noktai nazardır.
Bu noktai nazarı size, aziz istanbul halkına, sekiz sene evveline kadar içinde yedi evliya kuvvetinde bir heyula tasavvur ettirilmek istenilen bu sarayın (Dolmabahçe Sarayı) içinde söylüyorum. Yalnız artık bu saray, zilûllâhların değil, zil olmıyan, hakikat olan milletin sarayıdır. Ve ben burada milletin bir ferdi, bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarını.
İstanbul'un bediî güzellikleri, İstanbul halkının samimî nüvazişleri içinde geçireceğim günlerin bende, yemden unutulmaz hâtıralar bırakacağına, feyizli ilhamlar yaratacağına şüphem yoktur. Bunun için çok seviniyorum. Bu sevincimi bütün halka iblâğ buyurmanızı rica eder ve heyeti aliyyenizi tekrar selâmlarım.
Hâkimiyeti Milliye, 2 Temmuz 1927
Dostları ilə paylaş: |