İbn rüseyd



Yüklə 1,94 Mb.
səhifə14/55
tarix17.11.2018
ölçüsü1,94 Mb.
#83190
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   55
    Bu səhifədəki naviqasiya:
  • Tıp.

Bibliyografya :



İbn Sînâ. eş-Şifâ' el-Mantık (1): et-Medhat (nşr. Mahmûdel-Hudayrîv.dgr.). Kahire 1952; a.mlf., eş-Şifâ1 ei-Manttk: el-Burhân (nşr. Ebü'l-Alâ el-Afffi), Kahire 1956; a.mlf.. eş-Şifa> et-Ja-bftyyât (1): es-Semâ'ü'ftabî'îfnşr. Saîd Zâ-yid - İbrahim Medkûr), Kahire 1983; a.mlf.. eş-Şİfâ' en-Mefs (6) (nşr. G. C. Anawati - Saîd Zâyid), Kahire 1975; a.mlf.. eş-Şifâ' er-Riyaziyyât (1): Usûlü'l-hendese (nşr Abdülhamîd Sabre ~ Ab-dülhamîd LütfîMazhar), Kahire 1976; a.mlf., eş-Şifâ' el-!lâhiyyât{nşı G. C. Anawati - Saîd Zâ­yid), Kahire 1960; a.mlf.. Şerfru Kitabi Harfı'l-lâm (nşr. Abdurrahman Bedevî, Aristo Hnde'l-ıArab içinde). Kahire 1947, s. 22-33; a.mlf.. Risale Adhaolyye fî emri't-me'âd (nşr. Süley­man Dünyâ), Kahire 1949; a.e. (nşr. Hasan Âsî}. Beyrut 1987;a.mlf.. Mebhaş'ani't-kuua'n-nef-sâniyye Ia.mlf., Ahuâlü'n-nefs içinde, nşr. A. Fuâd el-Ehvânî), Kahire 1952; a.mlf., Risâle-tÛ'l-'-Arüs (nşr. Şarl Kûnes, el-Kitâb, XI/4 İçin­de), Kahire 1952, s. 396-399; a.mlf., el-Kâ-nün/î'Mıû.Bulak 1294,1, 39; a.mlf., el-İşârât (nşr. MahmûdŞİhâbî), Tahran 1960; a.mlf., et-Ta'tıkat (nşr. Abdurrahman Bedevî), Kahire 1973; a.m\f., Kitâbü'l-Hidâye{nşt. Muhammed Abduh). Kahire 1974; a.mlf., cüyûnü'l-hikme{nşr. Ab-durrahman Bedevî), Beyrut 1980; a.mlf.. er-Ri-sâletü't-'Arşiyye(nşr. İbrahim Hilâl), Kahire 1980; a.mlf., Risale Fi'l-edoiyeti'l-katbiyye (nşr. Muhammed Züheyrel-Bâbâ, Min mü'ette-fâti İbn Sînâ et-tıbbiyye içinde), Şam 1404/ 1984, s. 221-294; a.mlf., en-Necât{nşr. Muham-medTakiDânişpejûh), Tahran 1364/1985; a.mlf., el-Mübâhaşat{nşT. Muhsin Bîdârfer), Kum 1371/ 1413; a.mlf.. el-AHâ (nşr. Hasan Âsî, et-Tefstrü'l-Kur'ânî ue'l-tuğatü 'ş-şüfiyye fî felsefeü İbn Sı­na İçinde), Beyrut 1403/1983, s. 96-103; a.mlf.. el-lhlâş {a.e. içinde), s. 106-113; a.mlf.. el-Fe-lak{a.e. içinde), s. 116-120;a.mlf.. en-Nâs{a.e. içinde), s. 123-125; a.mlf., Şümme'steuâ ite's-semâ'i oe niye duhân {a.e. içinde), s. 91-93; a.mlf., RSırrVş-şalât(a.e. içinde), s. 203; a.mlf., et-Kerâmât ue'l-mu'cizât ue'l-ecâcıb (a.e. için­de), s. 225-240;a.mlf., R Sırrİ'l-kader{a.e. için­de), s. 302-305; a.mlf., e(-Tayr(a.e. İçinde), s. 339-343; a.mlf.. Hay b. Yakzân(a.e. içinde),s. 323-335; İbn Rüşd. Faşlü"l-makâl{n$T. Muham­med Amâre), Kahire 1983, s. 36; Fazlurrahman, Auicenna's Psychotogy, London 1952; a.mlf., "Essence and Existence in İbn Sina. The Myth And The Reality", Hl, IV (198!), s. l;Seyyed Hossein Nasr, Three Moslim Sages, Cambridge 1964; Muhammed Osman Necâtî, el-ldrâkü'l-hissi'inde İbn Sina, Kahire 1980; Cemil Salîbâ. Min Eflâtun İlâ İbn S'tnâ, Beyrut 1983; Meh­met Aydın, "İbn Sina'nın Mutluluk Anlayışı", İbn Sînâ Armağanı, Ankara 1984, s. 443-451; Mehmet Dağ. "İbn Sînâ Psikolojisi", a.e., s. 319-404; Mübahat Türker Küyel, "İbn Sina'­da el-Aklü'1-Faal'ın Kökleri", a.e., s. 590-670; Mahmut Kaya, "Mahiyet ve Varlık Konusun­da İbn Rüşd'ün İbn Sînâ'yı Eleştirmesi", a.e., s. 453-459; N. Rescher, Tetauuürü'l-manUkı'l-ıArabi (trc. Muhammed Mehrân), Kahire 1985; H. Corbin, İslâm Felsefesi Tarihi (trc. Hüseyin Hatemi), İstanbul 1986, s. 169-176; D. Gutas, Auİcenna and the Arİstotelian Tradition, Lei-den 1988; Mustafa Çağrıcı, islâm Düşüncesin­de Ahlâk, İstanbul 1989, s. 97-105; Mâcit Fah­rî, İslâm Felsefesi 7ârihi(trc. Kasım Turhan), İs­tanbul 1992, s. 119-150; Herbert A. Davidson, Alfarabİ, Auicenna And Aoerroes on Intellect, Oxford 1992; P. Heath, Allegory and Philoso-phy in Auicenna, Philadelphia 1992; Ali Duru-soy, İbn Sînâ Felsefesinde İnsan ue Âlemdeki Yeri, İstanbul 1993; a.mlf., "İbn Sina'nın Man-tıku'l-meşrikıyyîn'i Üzerine Bir İnceleme", Ye­di İklim, VIII/56, İstanbul 1994, s. 56-60; Vlll/ 57 (1994), s. 54-61; V1II/59 (1995}. s. 57-66; a.mlf.. "tbn Sina'nın el-Mûcezü's-sağir Fi'l-mantık Adlı Risalesi", MÜİFD, sy. 13-15 (1997), s. 143-166; Necip Taylan, İslâm Düşüncesinde Din Felsefeleri, İstanbul 1994, s. 175-229; H. Ömer özden, İbn-i Stnâ-Descartes: Metafizik Bir Karşılaştırma, İstanbul 1996; Shams Inati, ibn Sina and Mysticism, Remarks and And-monitions: PartFour, London-New York 1996; M. Atıf el-Irâki, ei-Felsefetü't-tabfiyye ıinde İbn Sînâ, Kahire, ts.; Ömer Mahir Alper, Kindî, Fâ-rabî ve İbn Sina'da Akti-Vahiy /Felsefe Din İlişkisi (doktora tezi, 1998), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 157-223; Farid Jabre, "Le sens de l'abstraction chez Avicenna", Melanges de i'uni-uersite Saİnt Joseph, I, Beyrut 1984, s. 283-309; D. B. Burrel. "Essence and Existence: Avicenna And GreekPhilosophy", MIDEO,XV, Beyrut 1986, s. 53-66; Hilmi Ziya Olken, "İbn Sînâ", İA, V/2, s. 807-824; A.-M. Goichon, "İbn Sinâ",£F(İng.}. III, 941-947.

Tıp.

Büyük bir filozof olduğu kadar ün­lü bir hekim olan İbn Sînâ, bu alandaki eserleriyle İslâm dünyasıyla birlikte Av­rupa tıp geleneğini de derinden etkile­miştir. Onun Batfdaki etkisinin XVII. yüz­yıla kadar sürdüğü ve eski Yunan tıp oto­riteleri olan Hipokrat ile Galen'in şöh­retini gölgede bıraktığı kabul edilmek­tedir.389 Nitekim ölümünden yüz­yıl sonra, bir tıp şaheseri olarak bilinen el-Kânûn ü't-tıb adlı eserinin İspan­ya'da Latince'ye tercüme edilip XIII. yüz­yıldan itibaren Avrupa üniversiteleri tıp fakültelerinde ders kitabı olarak oku­tulması ve XVII. yüzyılda Vallodolid Üniversitesi'nde bir İbn Sînâ (Avicenna) kürsü­sünün ihdas edilmesi bunu göstermektedir. Ayrıca el-Kânûn ü't-hbb'm Latin­ce bir neşrinde (Pavia 1510) yer alan ka­pak resmi, onun tıp iimindeki otoritesi­nin nasıl değerlendirildiğinin bir göster­gesidir; zira resim İbn Sînâ'yı ortada bir tahtta, Hipokrat ve Gaien'i de onun iki yanında otururken tasvir etmektedir. İs­lâm dünyasında kendisinden sonra ge­len İbnü'n-Nefîs ve Hacı Paşa gibi müs-lüman tabipler hakkında "devrin İbn Sî-nâ'sı" tabirinin kullanılmış olması, bu oto­ritenin İslâm dünyasında da devam etti­ğini göstermektedir. İbn Sînâ'dan bir asır sonra kaleme aldığı Çehâr Makale adlı eserinde Nizâmî-i Arûzî el-Kânûn ü't-tıb hakkında şunları yazmıştır: "Eğer Bukrat (Hipokrat) ve Câlînûs (Galen) sağ olsalardı bu kitabın önünde secde etme­leri gerekirdi.390

Ebü'l-Kâsım ez-Zehrâvî, Bîrûnî, Bîmâ-ristân-ı Adudî hekimlerinden Ebü'l-Fe-rec İbnü't-Tayyib ve Ali b. îsâ el-Kehhâl gibi tıp adamlarının çağdaşı olan İbn Sî-nâ'nın tıp eğitimi hakkında, talebesi Ebû Ubeyd el-Cûzcânî"ye yazdırdığı hayat hi­kâyesinde bazı bilgiler yer almaktadır. Buna göre, evde aldığı özel derslerle ön­ce matematik ve astronomi öğrenen İbn Sînâ daha sonra tıp kitaplarını okumaya yönelmiş, kısa süre içinde bu alanda te­mayüz edecek bir birikime sahip olmuş­tur. Belli bir teorik öğrenimden sonra hastalan tedavi etmeye başlayan İbn Sî­nâ genç yaşta klinik tecrübesini de geliş-tirmiştir.391 Hayat hikâyesinde belirtilmemekle birlikte İbn Sînâ'nm tıp iimin­deki hocalarının Ebû Sehl îsâ b. Yahya el-Mesîhî ile Buhara'da Sâmânîler'in saray hekimi Ebû Mansûr Hasan b. Nûh el-Kum-rî olduğu tahmin edilmektedir.392 Onun bir hekim olarak şöh­rete kavuşması. Sâmânî Hükümdarı Nûh b. Mansûr'u tedavi etmesiyle gerçekleş­miştir. Bütün hekimlerin âciz kalması üzerine saraya İbn Sînâ davet edilmiş ve tedavinin sonucundan memnun kalan hükümdar kendisine saray kütüphane­sinden İstifade etme izni vermiştir.

İbn Sînâ, Sâmânîler'den sonra Hârizm Emîri Ali b. Me'mûn'un sarayında çalış­mıştır. Ardından Cürcân'a giderek orada Ebû Muhammed eş-Şîrâzî'nin himaye­sinde uygun bir çalışma ortamı bulmuş ve el'Könûn fi't-tıbb'm birinci kitabını kaleme almıştır. Cürcân'dan Rey'e geçip Büveyhî Emîri Mecdüddevle'yi yakalan­dığı melankoliden kurtardıktan sonra bu hanedanın Rey, İsfahan ve Hemedan'da-ki saraylarında hekimlik yapmış, bu dö­nemde el-Könûn fi't-tıbb'ı tamamlar­ken tıbba dair başka eserler de yazmış­tır.393 Daha sonra da Büveyhî Hükümda­rı Şemsüddevle'yi tedavi ettiği için vezir­liğe getirilmiştir.

el-Kânûn it't-tıbb'ın yazılması uzun bir dönemde mümkün olabilmiştir. Bu eserin, Ali b. Abbas el-Mecûsî'nln kaleme aldığı Kâmilü'ş-şmâ'ati'Hıbbiyye ile re­kabet ettiği ve zaman zaman onu geçti­ği bilinmektedir. Hatta filozofun selefi Ebû Bekir er-Râzfnin el-Hâvî adlı eseri de şöhretine, teoriden çok klinik tecrü­beye dayanmış olmasına ve bizzat İbn Sînâ'ya kaynaklık etmiş olmasına rağ­men el-Könûn îi't-tıbb'm gölgesinde kalmış, el-Könûn, hem yazıldığı dönem­de hem sonraki çağlarda ei-Hâvî'ye ter­cih edilmiştir. İbn Sînâ "müslümanların Galen'İ" şeklinde anılmış olmakla birlikte el-Könûn fi't-fibb'm Galen'ln eserlerini aştığını ileri sürenler de olmuştur.

İbn Sina'nın kendisine ulaşan dağınık vaziyetteki Helenistik. Bizans ve Süryânî tıp literatürünü derleme, sistemleştirme ve şahsî gözlem verileriyle güncelleştir­mede gösterdiği başarı el-Kânûn ii't-jö'da ortaya konmuş olup filozofun te­varüs ettiği tıp birikimi bu eser sayesin­de tutarlı ve kapsamlı bir tıp sistemine dönüşmüştür. Kitabın diğer eserler kar­şısındaki başarısı da onun bu sistematik ve ansiklopedik özelliğine bağlanmakta­dır. Kitapta temellendirüen tıp sistemi esas itibariyle Galenci'dir; fakat İbn Si­na'nın kaleminde sistem oldukça değiş­tirilmiş ve geliştirilmiş, son şekliyle bir otorite fikri doğurmuştur; esere el-Kö­nûn fi't-Ub adının verilmiş olması da bu izlenimin yaygınlaşmasına katkıda bu­lunmuştur. Ancak kitabın İslâm dünyası­nın batısında eleştiriye mâruz kaldığı da bilinmektedir. Endülüs'te Ebü'1-Alâ İbn Zühr. el-Könûn fi'f-fıbb'ın basit ilâçları konu alan ikinci kitabı hakkında bir eleş­tiri yazmıştır. İbn Zühr. Iraklı bir tüccar sayesinde nüshalarından birini elde et­tiği eseri İnceleyince onu hatalı bularak sayfaların kenarındaki kısımları reçete yazmak için kullanmıştır. Ancak onun bu davranışı, daha sonra Selâhaddîn-i Eyyû-bî'nln hekimi Hibetullah b. Cümey" el-İs-râilî tarafından haksız bulunmuştur. Bu­na göre eserin çağın diğer tıp eserlerin­de görülmeyen bir kapsama sahip oldu­ğu ortadadır ve ilmî otoritesi bazı hata­larını mazur gösterecek büyüklüktedir.394

el-Könûn ü't-tıb beş kitaptan mey­dana gelmektedir. Birinci kitap "el-Kül-liyyât başlığını ta­şımaktadır ve eserin teorik yoğunluğu en fazla olan bölümüdür; bu bölüm üze­rine İslâm dünyasında çok sayıda şerh yazılmıştır. Dört bölümden oluşan birinci kitapta anâsır-ı erbaa, ahlât-ı erbaa. mi­zaç teorisi, anatomi, fizyolojik fonksiyon­lar ve bunların tıptaki ruh (pneuma) kav­ramıyla ilişkisi ele alınmaktadır. İkinci bö­lüm genel olarak patolojik belirtiler, üçün­cüsü hıfzıssıhha hakkındadır. Dördüncü bölümde tedavi şekilleri sıralanmakta ve bunlar üzerinde ayrıntılı biçimde durul­maktadır. Eserin ikinci kitabı drogların 395 tabii Özellikleri ve türlerine dairdir. İbn Sînâ bu kitapta çoğu bitkisel olmak üzere 800'e yakın ilâcın listesini vermektedir. Üçüncü kitap hastalık çeşitlerini ele alır. Dördüncü kitap belli organlara has olma­yan hastalıkları konu edinir. Ateşli has­talıklar, bunların seyri ve tedavisinin ya­nı sıra abseler, ortopedik problemler, ze­hirlenmeler, yaralanmalar vb. bu kitapta ele alınmaktadır. Beşinci kitap ise çeşit­li ilâç terkipleri ve bunların tıbbî uygulanış şekilleri hakkındadır. Burada zikredi­len mürekkep ilâçlar 650'yi bulmaktadır.396

İbn Sînâ'nın tıp teorisinin temellerini kendisinin tabiat felsefesi oluşturur. Ni­tekim onun ilimler tasnifinde tıp tabii ilimlerin bir alt şubesidir 397 dolayısıyla ilkeleri­ni tabii ilimlerden alır. Aslında tabiat fel­sefesiyle tıp ilminin modern anlayış ba­kımından biyoloji alanını oluşturacak şe­kilde ortak konularda Örtüşmesi İbn Sî­nâ'nın içinde bulunduğu ilmî geleneğe ait bir anlayıştı. Bununla birlikte tabiat felsefesiyle tıp, literatürü ve otoriteleri ayrı olan farklı alanlardı. İslâm Ortaçağı'n-da ilkinin otorite şahsiyeti Aristo, İkinci­sinin Hİpokratve Galen'di. Ancak felsefe ve ilim tarihi bakımından tabiat ilimle­riyle tıbbın örtüştüğü alanda Galenin Aristo'ya zaman zaman muhalefet etti­ği bilinmektedir. Meselâ Aristo canlılığın kalp tarafından kontrol edildiğini söyler­ken Galen beyin, kalp ve karaciğerin or­tak bir kontrole sahip olduğunu ileri sür­müştür. Bu tür farklılıklar, Aristo'nun ta­kipçileri olan filozoflarla Galen'in takipçi­leri olan hekimler arasında çekişmelere yol açmıştır. Bir taraftan esas itibariyle Galenci tıp sistemini yeniden inşa ettiği el-Könûn fi't-tıbb'u diğer taraftan Aris­tocu biyolojiyi izlediği eş-Şifâ3m bir bölü­mü olan e7-Hayevön'ı yazmış olan İbn Sînâ, böylece bu İki otoriteyi uzlaştırma çabasında başarılı olmuştur. Filozof, el-$ânûn fi't-tıbb'm ilk kitabında nazarî çelişkilere düşme pahasına Aristo'nun ta­rafında yer almıştır. Dolayısıyla Ortaçağ'ın en etkili Galenci eserini ortaya koymuş olan Ibn Sînâ'nın aynı zamanda Aristocu perspektife bağlı bir filozof olması ken­disini böyle bir uzlaştırmaya yöneltmiş­tir. Aynı durum, tamamen Aristocu pers­pektife sadık kalarak yazdığı ei-Haye-vdn'da saf anlamda Galenci sayılabilecek fikirlere bir hayli yer verişinde de gözlen­mektedir. Ibn Sînâ'nın bu konuda geliş­tirmeye çalıştığı İlmî tavır, anatomi ve fizyolojide Yeni Galenci bir teoriye yönel­mek ve onu Aristocu tabiat felsefesiyle uzlaşacak şekilde yorumlamak şeklinde özetlenebilir.398 Filozof, bu ilmî tavrının bir sonucu olarak Aristocu biyo­lojiyi Galen'in katkılarıyla nisbeten tâdil etmiş, fakat bunu yine de Aristo fiziği­nin temel kavramlarını kullanarak yap­mıştır. Bu tavrın en somut göstergelerin­den biri, onun el-Hayevân'ın birçok ye­rinde el-Kânûn fi't-Ub'dan uzun aktar­malar yapmış olmasıdır. Meselâ el-Hoye-vân'dayer alan genel anatomi, embriyo­nun gelişimi, mizaçlar teorisi, beynin fiz­yolojisi, sinirler, sindirim organları, kas­lar, kemikler ve cinsel organlarla ilgili bazı pasajlar el-Kûnûn /i'f-fib'dan ak­tarmadır.399

ibn Sina'nın tıpta sadece bir teoris-yen olmadığı, uygulamaya İlişkin oldukça önemli bir tecrübî birikime sahip bulun­duğu bilinmektedir. Nitekim kendisi şöh­retini ve geçimini bir bakıma başarılı te­davi uygulamalarına borçludur. Herhal­de İbn Sînâ da -baş ağrısı için buz tatbiki yahut tüberküloz tedavisi için gül şerbe­ti içirilmesi gibi- birçok tedavi yöntemini bizzat bulmuştu ve bu keşiflerini ei-Kö-nûn ti't-frbb'y yazarken eserinde yansıt­mak istemişti. Ancak onun klinik gözlem ve keşiflerini kaydettiği notlarının çoğu kaybolmuştur. Hİpokrat'ın bilmece gibi, Galen'in sıkıcı ve Râzî'nin karmakarışık eserlerine mukabil İbn Sînâ'nın el-Kö-nûn fi't-tıbb sistemli, kapsamlı ve en önemlisi tıp öğretimine uygun tarzda ya­zılmış bir eser olarak diğerlerini gölgede bırakmıştır.

Teoriye ağırlık veren tavrına rağmen İbn Sînâ, bilimsel yöntem hakkında önem­li ana fikirleri de vurgulamayı ihmal et­memiştir. Nitekim el-Künûn fi'tıbb'ın basit ilâçlar ve uygulanışları konusuna ayırdığı ikinci kitabında teşhis yöntem­leri üzerinde de durmakta, hastalıkların sebeplerine belirli semptomlardan hareketle nasıl ulaşılacağını tartışmaktadır. Aristo'nun Ölçme ve deneyin önemini ye­terince vurgulamayan, niceliksel olanın incelenmesinden ziyade niteliksel olana ağırlık veren yöntemine karşılık İbn Sînâ'­nın hipotetik-empirik bir yöntem öner­diği görülmektedir. Bazı araştırmacılar bunu, İbn Sînâ'nın Galen aracılığıyla et­kilendiği hipotetik yani şartlı önermeler üzerine kurulu Stoa mantığına bağlamak eğilimindedir. Filozofun yöntem hakkın­daki ana fikri sebeplilik fikrinin sudûrcu anlayışına dayanır. Bu anlayış, sebeplili-ğin işleyişini yalnızca dış etkilere bağlı ola­rak tanımlamaktan ziyade içkin bağlan­tılar şeklinde kavramakta ve bu işleyişi ilâhî inayetin 400 bir tecellisi olarak nitelemektedir. Bu içkin sebepliüğin sudûrcu boyutu ise faal akıl­dan sâdır olan formlar aracılığı sayesinde işliyor olmasıyla ilgilidir. Ancak bu form­ların bedendeki işleyişini empirik bir araş­tırmanın konusu yapmak, süreklilik arze-den formların mevcudiyetini yahut mev­cut olmayışını gösteren belirtiler hakkın­da akıl yürütmek anlamına gelmektedir. Bu ise eş-Şi/âJın mantık bölümünde Aris­tocu bir çerçevede tanımlanmış Stoacı şartlı mantığa başvurup özel hipotetik kıyasları kullanmak suretiyle yapılabilir. Empirik yönteme dair bu öncü yaklaşımına rağmen el-Kânûn fi't-tıb, büyük ölçüde tıp geleneğine ait çoğu Galenci olan birikimin bir derlemesi görünümün­dedir. Çünkü İbn Sînâ'nın bu eseri yaz­maktan amacı, hekimlere tıp ilminin te­orisi hakkında artık daha fazla şüpheye düşmeyecekleri standart bir uygulama kılavuzu takdim etmektir. Esasen "yasa, kural ve kıstas" anlamına gelen "kânun" kelimesinin kitabın adı olarak kullanılma­sı bir tesadüf değildir, tbn Sînâ'nın iddia­sına göre hekim bedenin hastalık ve sağ­lığına yol açan maddî, sürt ve gâî sebep­leri araştırabilmeli; anatomi, diyet, semp­tomlar ve ilâçlar hakkında bilgi sahibi ol­malı; fakat fizik İlminin dört unsur ve buna bağlı olarak hıltlar teorisi gibi te­mel kavramlarını tabiat felsefesinden al­malıdır. Çünkü bir hekimin amacı bu tür felsefî meseleleri müstakil biçimde araş­tırmak değildir. İbn Sînâ'nın fizik ve tıp arasında böyle bir hiyerarşi görmesi nor­maldir. Zira bugün bile pek az hekim fi­zik ve kimyada orijinal araştırmalar orta­ya koymakta, çoğu "ilk prensiplerini fi­ziğin otoritesine başvurarak elde etmek­tedir.401

Kendi çağının tıp geleneği bakımından zirveyi temsil eden, kendisinden sonraki tıp Öğretimi ve araştırmaları için hem İs­lâm hem de Avrupa ilim çevrelerinde sar­sılmaz bir otorite, aydınlatıcı bir kılavuz ve yeni fikirler ilham eden bir kaynak teş­kil eden İbn Sînâ'nın hastalıkların tanımı, teşhisi ve tedavisiyle ilgili olarak ortaya koyduğu başarının ana hatlarıyla sergi­lenmesi, onun ilmî şahsiyetini daha ya­kından değerlendirmeyi mümkün kıla­caktır. el-Kânûn fi't-Ubb'm birinci kita­bında hastalığın teşhisi için nabız ve id­rar muayenesi bahisleri oldukça ilgi çeki­cidir. Nizâmî-i Arûzî, hekimin nabızla ilgi­li teşhiste mahir olduğunu ifade etmek­tedir. İbn Sînâ'nın bu konuda Galen'in yanı sıra Çin ve Orta Asya tababetinden de faydalandığı anlaşılmaktadır.402 Nabzı damarların kendilerine ait hareketleri olarak vasıflan­dıran İbn Sînâ, nabzın dokuz temel özel­liğinden söz ederek bu özelliklerin ikişer ikişer birleştirilmesinden on sekiz, üçer üçer birleştirilmesinden yirmi yedi nabız şeklinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Ayrıca düzenli ve düzensiz, hızlı, yavaş ve mutedil olma durumuna göre nabız şekillerinin daha da arttığına işaret et­mektedir. Bu çerçevede aritmi gösteren nabızların çeşitlerini yahut nabzın cinsi­yete, yaşa, mizaca, uykuda ve uyanık ol­ma hallerine, perhizde olup olmama, ha­mileliğe veya psikolojik durumlara göre ne şekilde değiştiğini açıklayarak hekim­lerin nabza göre ne şekilde hareket etme­si gerektiğini ortaya koymuştur. İbn Sî­nâ'nın el-Künûn/i'Mib'da nabızla ilgili olarak yer alan bölümden başka teneffüs ve nabza bakarak teşhiste bulunma usul­lerine dair Risâletü mcfrifeti't-teneffüs ve'n-nabt adlı bir eser yazdığı da bilin­mektedir.403 İdrarla hastalık teşhisine ilişkin olarak da İbn Sînâ'nın şeker hastalığını idrarın tatlılığından teşhis edebildiği ve şeker hastasının tatlı idrarını "multitudo uri-nae"den ayırabildiği tıp tarihçisi Hans Schadevvaldt tarafından ileri sürülmüş­tür. Bu tür bir teşhis yönteminden eski Grek hekimleri bah­setmediğine göre İbn Sînâ'nın, aynı yön­temden bahseden Hint tıbbının klasikle­ri konumundaki Sustruta-Samhita ve Caraka Samhita'nın Arapça tercüme­lerinden istifade etmiş olması mümkün­dür.

İbn Sînâ. el-Kânûn fi't-tıbb'm İkinci kitabında, Latin dünyasında "materia medica" olarak bilinen basit İlâçların sayıları 800'e varan listesini ebced alfabe­sine göre düzenlemiştir. Daha önce Ali b. Sehl'in uyguladığı bu alfabetik cetvel usu­lünün İbn Sînâ'dan sonra İbn Cezle tara­fından Takvîmü'l-ebdân, İbn Butlan ta­rafından da Takvîmü'ş-şıhha'ûa kulla­nıldığı bilinmektedir.404 hastalığıyla ilgili olarak İbn Sînâ, gerek el-Kûnûn ü't-tıb'da gerekse el-KüIenc adlı müstakil eserinde tıbbî bakımdan ayırıcı tanı yapmış, kolikleri safra kesesine, kalın bağırsaklara ve böb­rek taşlarına ait olmak üzere türlere ayır­mıştır.

Göz hastalıkları konusu çerçevesinde öncelikle "remed" (oftalmi) üzerinde du­ran İbn Sînâ, bu hastalığı gözün "et-ta-bakâtü'l-mültehime" denilen tabakası­nın iltihaplanması yani "konjoktivit" ola­rak vasıflandırmıştır. îbn Sînâ'nm bu ko­nudaki Grek kaynaklarına oftalmolog Ali b. îsâ'dan daha iyi vâkıf olduğu, el-Kânun fi't-tıb'da oftalminin üç çeşidinin Grekçe isimlerini "tartsis, kimosis. bal-gamî" olarak vermesinden anlaşılmaktadır.405

Ayrıca tra­homun teşriisinin nasıl yapılacağını tarif etmiştir.406 Eserde göz adalelerinin gerilip gevşemesini ve göz yaşı kanallarının fonksiyonunu açıklayan İbn Sina'nın gözün anatomisine dair ver­diği bilgi, eserin 1479 tarihli Latince bas­kısında bir illüstrasyonla resmedilmiş ve daha sonraki bazı baskılarda bu uygula­ma devam etmiştir.407

İbn Sînâ'nın cerrahiyle ilgili tesbit ve görüşleri el-Kânûn fi't-tıbb'm üçüncü kitabında yer almış olup gerek İslâm âle­minde gerekse Avrupa'da güvenilir kay­nak olarak kabul edilmiştir. Selçuklu Türk Atabeği Nûreddin Zengî'nin Dımaşk'ta kurduğu hastahanede hekimlik yapan İb-nü'l-Kuf, el-'Umde fî şmû'ati'l-cirâha adlı eserinde yaraların sarılma tekniğiyle ilgili olarak el-Kânûn ü't-Ub'Ğa verilen bilgilerden faydalanmıştır.408

Ameliyatlarda anestezi yöntemi konu­sunda şaraba afyon, sarı sabur, âdemo-tu (mandragora) ve hindistan cevizi ilâve edilip hastaya içirilmesini öneren İbn Sina'nın çağdaşı olan Ali b. îsâ'nın for­mülü de mandragora, haşhaş suyu ve afyon şeklindedir.409 İbn Sînâ ve AH b. îsâ'nın anestezi yöntemi Selçuk­lular zamanında Suriye ve Mısır'da kulla­nılmaktaydı. 1218yılında Haçlı ordusuy­la İslâm dünyasına gelen Bolognalı cer­rah Hugo von Lucca müslüman cerrah­lardan bu usulü öğrenmiştir. Ülkesine dönünce bu yöntemle anestezi uygulamış, oğlu Theodorich Borgognoni de ay­nı usulü benimseyerek ünlü bir cerrah olmuştur. Theodorich'in Chirurgia adlı kitabında zikrettiği ameliyat ve aneste­zi yöntemlerine bakıldığında İbn Sînâ'nın etkisi açıkça görülmektedir 410 el-Kânûn ii't-tıbb'm üçüncü kitabının kadın has­talıkları ve doğumdan bahseden bölüm­leri, Özellikle üterustaki tümörler ve his­teri konuları dikkat çekici bir şekilde ele alınmıştır. İbn Sînâ bu çerçevede histeriy­le apopleksi arasında ayırıcı bir tanı yap­maktadır.411

Akıl hastalıklarını hafıza bozukluğu, ol­mayan şeyleri hayal etme ve geri zekâlı­lık gibi elementer hastalıklarla bunama, taşkınlık ve melankoliden oluşan gerçek psikozlar olarak iki ana grupta değerlen­diren İbn Sînâ bunamanın sebebini bey­nin orta ventrikülünde göstermektedir. Melankolinin semptomlarını korku, yal­nızlığa temayül ve baş dönmesi olarak sı­ralayan İbn Sînâ'nın bu hastalığa yakala­nan bir genci tedavi edişiyle ilgili hikâye Çehâr Makale'de yer almaktadır.412 Sigmund Freud'ön seksüel travma­ya dayanan psikoanalizinin de İbn Sînâ tarafından kara sevda hastalığının teda­visinde kullanıldığı böylece anlaşılmakta­dır.

Frenitis, letarji, uykusuz koma, kuduz veya hidrofobi ve epilepsi de İbn Sînâ ta­rafından semptomatik psikozlar olarak zikredilmektedir. Psişik hastalıklar arasın­da oğlancılık ve homoseksüelliği de saymaktadır, Hemoseksüelliği doğuştan ve sonradan edinilen anormallikler olarak ikiye ayırmakta, doğuştan gelen homo­seksüelliğin tedavisinin başarılı olama­yacağını söylemektedir. Bu görüş günü­müzde birçok genetikçinin iddiasıyla uy­gunluk arzetmektedir. İbn Sînâ, ruhî has­talıkların beynin ventriküllerinde lokali-zasyonunu yaparak, ayrıca akıl hastalık­larının meşguliyet, şok, telkin, müzik ve ilâçla tedavisini belirterek bugünkü mo­dern psikiyatrinin kurucusu olmuştur.413

İbn Sina'nın salgın hastalıklar konusun­da da dikkat çekici tesbitleri vardır. Bil­hassa el-Könûn fit-tıbb'ın dördüncü ki­tabında yer alan bu tesbitler içinde, ma­laryanın sazlık ve bataklık yerlerde görül­düğü gözleminden hareketle hastalıkla sivrisinekler arasındaki ilişkiye zimnen işaret etmesi, veba salgınıyla fareler ara­sındaki münasebeti belirtmesi ve suda­ki kokuşmaya yol açan "cinnü'l-mâ" adını verdiği varlıklardan söz ederek mikrosko­bun keşfinden çok önce mikroptan bah­setmesi sayılabilir. Onun zehirler ve ze­hirlenmeyle ilgili olarak eserinin yine dördüncü kitabında verdiği bilgiler de önemlidir.414 Zehirleri mineral, nebatî ve hayva­ni zehirler şeklinde tasnif eden İbn Sînâ böcek ısırması, yılan sokması ve kuduz köpek ısırmasıyla ilgili olarak ayrıntılı bil­gi vermektedir, önce zehirleri tanımla­yan filozof, zehirlenmelerin semptomla­rını verdikten sonra tedavi şekilleri hak­kında açıklamalarda bulunmaktadır. Ku­lak, burun, boğaz hastalıklarına eserinin üçüncü kitabında yaklaşıkyetmiş sayfa ayıran İbn Sînâ. Orta Asya'da Uygur Türk-leri'nin kullandığı bazı ilâç ve drogların kullanılmasının yanı sıra tonsillektomi ve trakeotomi ameliyatlarından da ayrıntılı biçimde bahsetmiştir. Bu arada İbn Sînâ'-nın. Nün b. Mansûr'un boğazındaki hun­nak hastalığını tedavi ettiği ve böylece on sekiz yaşında üne kavuştuğu da kayde­dilmektedir.

İbn Sînâ'nın kendi tecrübelerine dayalı olarak geliştirdiği tedavi yöntemleriyle ilgili notlarının kaybolduğu bilinmekte­dir. Cûzcânî üstadının bu notlan el-Kâ-nûn fi't-tıbb'a dercetrnek istediğini be­lirtmektedir.415 Belki de eserinin altıncı kitabını teşkil edecek olan bu notlar sayesinde, günümüzde klinik tecrübeye yeterince önem vermediği ile­ri sürülen İbn Sînâ tıbbının empirikyönü hakkında şimdikinden daha farklı yorum­lar yapılabilecekti.

el-Könûn ii't-tıbb'a İslâm dünyasında gösterilen ilgi onun etrafında oluşmuş şerh, ihtisar ve tercüme literatürünün yoğunluğundan anlaşılmaktadır.416 Esere yazılan en önemli şerh İb-nü'n-Nefîs'e ait olup Şerhu Teşrîtd'1-Kâ-nûn îi'bn Sînâ adını taşımaktadır. Bu eser, şerh geleneğinin eleştiri boyutuna sahip olduğu durumlarda nasıl yeni ufuk­lara yönelebildiğinin bir göstergesidir. İb-nü'n-Nefîs. şerhinde el-Könûn fi't-tıb'-daki anatomiye dair görüşlerin eleştirisi­ni yapmış ve alternatif olarak ileri sürdü­ğü teorisinde, Miguel Servetus (ö. 1553) veRealdoColombo'dan çok önce akciğer kan dolaşımını doğ­ru olarak tanımlayıp keşfetmiştir.

İbn Sînâ'nın el-Könûn ü't-tıbb'ı XII. yüzyılda Tuleytula'da Gerhard von Cre-mano tarafından Latince'ye çevrilmiş, daha sonra hekim ve şarkiyatçı Andrea Alpago yeni bir Latince tercümesini ger­çekleştirmiştir (Venedik 1527). Bu tercü­menin 1544 yılında yapılmış baskısının kapağında İbn Sînâ'nın hekimler prensi olarak taçlı bir portresi yer almaktadır. Eserin Latince çevirisinin aynı yüzyılların Avrupa'sında otuz altı defa basılmış ol­ması 417 İbn Sînâ'nın Avrupa tababetini nasıl etkilediğini göstermektedir.



İbn Sînâ'nın Avrupa'da uzun süren et­kisinin bir başka delili. el-Könûn fi't-tıbb'm Canon olarak anılan Latince tercümesinin XVII. yüzyıl sonlarına kadar Louvain ve Montpellier gibi üniversite­lerde ders kitabı olarak okutulmasıdır. Başta bu eser olmak üzere çeşitli İslâm tıp klasiklerinin Latince çevirileri Arapça birçok tıp teriminin Latince'ye girme­sine yol açmıştır. Andrea Alpago, eserin Latince tercümesinin sonuna bir tıp te­rimleri lugatçesi eklemiş, bu lügatçe İçin kitabın İbnü'n-Nefîs ve Kutbüddîn-İ Şî-râzî şerhlerinden faydalanmıştır. Paris Tıp Fakültesi'nin büyük dershanesindeki dünyanın en meşhur hekimlerini temsil eden duvar freskinde İbn Sînâ'nın Ebû Bekir er-Râzî ile yanyana resmedilmiş il­lüstrasyonu bulunmaktadır.

Yüklə 1,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin