Iğdir yatırım Ortamı ve Yapılabilecek Yatırımlar Araştırması


Su Ürünleri Sektöründe Yapılabilecek Yatırımlar



Yüklə 3,5 Mb.
səhifə14/33
tarix26.04.2018
ölçüsü3,5 Mb.
#49056
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   33

5.2.3. Su Ürünleri Sektöründe Yapılabilecek Yatırımlar
Su ürünleri, dengeli ve sağlıklı insan beslenmesi için yüksek oranda kullanılması gereken ve aynı zamanda da ülkemizin coğrafi konumu sebebiyle ekonomimize sürekli girdi sağlaması mümkün olan doğal canlı kaynaklardır. Bu kaynakların devamlılığı kaynakların korunmasıyla, geliştirilmesiyle ve rasyonel kullanılmasıyla gerçekleşebilmektedir.

Beslenmenin insan sağlığı açısından önemi ve beslenmede su ürünleri orijinli gıdaların protein içerik bakımından ne kadar değerli olduğu bilinen bir gerçektir. Ayrıca, dünya nüfusu devamlı bir artış içerisinde olup, her 35 yılda 2 katına çıktığı dikkate alınırsa gelecekte gıda sıkıntısı ile karşılaşılmaması için yeni kaynakların geliştirilmesi düşüncesi kaçınılmaz olmaktadır. Açlık sorunun çözümünde en verimli kaynaklardan birisi iç suların yetiştiricilik yönünde değerlendirilmesidir.

Nüfusun devamlı artması yanında beslenme bilgisinin ve gelir dağılımının yükselmesi iyi kalitedeki su ürünlerine olan talebi artırmaktadır. Bazı ülkelerde iç sularda su ürünleri üretimi için büyük çabalar harcanırken ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde de bu konuda son yıllarda bazı gelişmeler kaydedilmiştir. Ülkemiz su ürünleri bakımından arzu edilen seviyede olmamasına rağmen, yıllar itibarı ile büyük bir artış içerisindedir. Ancak, toplam su ürünleri üretiminin sadece % 6’sı iç sulardan yetiştirme yolu ile elde edilmektedir. Oysa ülkemiz, iç su kaynakları bakımından çok zengin bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin en iyi şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenlerden dolayı, mevcut kaynaklardan bilimsel yöntemlerle azami yararlanma yoluna gidilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin akarsuyu bol olan illerinden birisi de Iğdır ilidir. Aras Nehri, Karasu Nehri ve Aras nehrinin kolları olan Arpaçay Çayı ve Pasinler Çayı önemli akarsularını oluşturmaktadır. Bu denli potansiyelin bulunduğu bir yerde su ürünleri konusunda gerekenlerin yapılmamış olması önemli bir handikaptır. O halde mutlaka mevcut potansiyelin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla da ilk etapta yapılabilecek yatırımlarla ilgili bilgiler aşağıda verilmiştir. Ancak, bu yatırımlar gerçekleştirilmeden önce Tarım İl Müdürlüğü, Kafkas Üniversitesi Hayvancılık Araştırma ve Uygulama Merkezi ile Elazığ-Fırat Üniversitesi Su Ürünleri Yüksek Okulundan gerekli teknik desteklerin alınması gerekmektedir.
Su ürünleri sektöründe yapılabilecek 1 yatırım belirlenmiştir.


  • Alabalık Üretimi.




  • Alabalık Üretimi

Kirlilik, aşırı avlanma ve yoğun talep üzerine her gün boyutlanarak birçok ülkede gelişimini sürdüren balık yetiştiriciliği, bu kapsamda ülkemizde de doğal gelişim sürecini yaşamaktadır.


Gerek devletin öncülük ettiği tesisler ve gerekse özel sektörün teşebbüsleriyle kurulan işletmeler, bugün modern kuluçkahane ve büyütme teknolojilerinin uygulandığı "Aquakültür" birimleri niteliğindedir.
Tatlı su ve kısmen deniz balıkları yetiştiriciliğindeki en önemli türlerden biri alabalıktır. Bu balığın yetiştiricilik grafiği zamanla birlikte sürekli artış göstermektedir. Örneğin ülkemizde 1.000’in üzerinde projeli işletmenin olduğunu belirtirsek ülkemiz coğrafyasındaki girişimlerin boyutlarına bir yorum getirebiliriz.
Alabalık ülkemizde ilk ele alınan ve başarılı bir şekilde uygulanan  bir yetiştiricilik yöntemidir. Ülkemizde ilk olarak 1970’li yıllarda başlayan çalışmalardan çok olumlu sonuçlar alınmıştır. Öyle ki günümüzde alabalık yetiştiriciliğinin ele alınabileceği kaynak sayısının ülkemizde oldukça azaldığı söylenebilir. Ama bu durum ülkemizde alabalık yetiştiriciliği daha fazla geliştirilemez anlamını da çıkarmaz. Önümüzdeki yıllarda bu konuda daha pek çok gelişme olacaktır.
Ülkemizdeki alabalık üretimi 2003 yılı için 1.000’i aşan işletmede 40.000 ton dolayındadır. 1970’li yıllarda alabalık soğuk sularda yetişen nadir bir balık türüdür diye tanıyan halkımız, bu gün her pazaryerinde tezgâhlarda nerede ise en ucuz pazarlanan balıklar arasında görmesi bu konuda sağlanan gelişmenin bir işareti sayılmalıdır. Bu gelişmelerin sağlanması pek çok atılımcı için başlangıçta pek kolay olmamıştır.

Alabalık yetiştiriciliği için kaynak, akarsu, göl ve yeraltı suları kullanılabilir. En uygun olanı kaynak sularıdır. Suyun berrak olması önemlidir. Ağırlıklı olarak içilebilir temiz sular tercih edilmektedir. Su sıcaklığının yılın her mevsiminde 14–15 0C dolayında olması son derece önemlidir. Yumurtlama ve yavru çıkışı için su sıcaklığı 7–15 0C arasında olabilmektedir.


Yetiştirme ve yemeklik balık üretimi için su sıcaklığının yavaş yavaş yükselmesi ve gökkuşağı alabalıkları için 20 0C ulaşması önemli bir sakınca yaratmamakla birlikte, gökkuşağı alabalıkları bol su ortamında 23–24 0C’deki su sıcaklıklarında bile yaşayabilmektedirler. Fakat sıcaklık artışında dikkatli olunması yine de önemli bir konudur. Her türün farklı dönemlerinde farklı sıcaklık istekleri bulunmaktadır. Örneğin, gökkuşağı alabalığında yumurtlama ve yumurta kuluçkalaşması için 10–12 0C, yavru dönemi için 12–14 0C, besi için 15–17 0C sıcaklık değerleri en iyi verim sağlamak için en uygun değerler olarak verilmektedir.
Suyun PH’ 6,5–7,5 arasında olmalıdır. Suyun az sert olması ve SBV (Asit Bağlama Kapasitesi) değerinin 4'ü aşmaması tercih edilir. Alabalıklar bol oksijen bulunan sularda yetiştirilirler. Su sıcaklığının 20 0C’yi aşmamasının istenmesi ılık sularda oksijen miktarının düşük olmasındandır. Diğer bir ifade ile balıkları rahatsız eden suyun sıcaklığı değil ılık sularda az oksijen bulunmasıdır.
Örneğin sıcaklığı 1 0C olan suda 14 mg/lt oksijen bulunurken, 10–20 ve 30 0C sıcaklığındaki sularda 11,3–9,19 ve 7,67 mg/lt erimiş oksijen bulunur. Alabalıklar için oksijen miktarının 6–7 mg/lt’den daha aşağıya düşmesi iyi sayılmaz. Alabalıklar az oksijenli sulardan hoşlanmadıkları için başarılı bir üretim için bol su ve sıcaklığı 20 0C’den aşağı sular aranılır.
Son yıllardaki çalışmalarda, havuz alanının fazla önem taşımadığı, su miktarının önemli olduğu belirtilmektedir. Nitekim bu önerilere göre 1 lt/sn’lik su ile 50–100 kg alabalık üretimi yapılabileceği, çok uygun koşullarda ise bu rakamın 250–300 kg’a çıkabileceği iddia edilmektedir. Söz konusu üretim değerini elde edebilmek için havuz suyunun günde en az 5–6 kez değişmesi gerekir.
Balık yoğunluğu, prensip olarak balığın büyüklüğüne ve sudaki çözülmüş oksijen içeriğine bağlıdır. 15 0C su sıcaklığındaki iyi kaliteli bir su, iyice oksijene doymuşsa yetiştirici balığın büyüklüğüne bağlı olarak 25 kg/m3’ten 45 kg/m3’e kadar stoklama yapabilir. Stoklama yoğunluğu havalandırmayla 80–90 kg/m3 düzeyinde uygulanabilir.
Yer seçiminde suyun uygunluğundan sonra aşağıdaki ölçülere dikkat edilmelidir:


  • Arazinin topografik yapısının, suyun doğal cazibe ile getirilip, boşaltılabilmesi yönünde hafif eğimli olmalıdır.

  • Seçilen arazinin fazla taşlık, kayalık ve ağaçlık olmamasına özen gösterilmelidir.

  • Havuzlar toprak olacaksa, toprak yapısı killi-tınlı veya kil yapısı yüksek, su geçirgenliği az olmalıdır.

  • Sel, heyelan ve diğer doğal afetlerin etkili olabileceği yerlerden uzak olmalıdır.

  • Ulaşımı kolay ve kent pazarına yakın olmalıdır.

  • Yoğun tarımın yapıldığı alanlardan uzak ve yerleşim alanlarının içinde bulunmamalıdır.



5.2.4. Hayvan Ürünleri Artıklarına Dayalı Yapılabilecek Yatırımlar
Bitkisel tarım ve hayvan ürünleri artıklarına dayalı yapılabilecek 1 yatırım belirlenmiştir.


  • Büyükbaş Hayvan Gübresinden Organik Gübre Üretim Tesisi.



  • Büyükbaş Hayvan Gübresinden Organik Gübre Üretim Tesisi

Bitki yetiştirmede kimyasal gübre ve ilaç kullanımının insan sağlığına olan zararlarının giderek gün ışığına çıkması ve halkın bu konudaki bilinçlenmesiyle birlikte, doğal organik gübre kullanarak tarım ve süs bitkileri yetiştirmek ülkemizde de yaygınlık kazanmaya başlamıştır.


Bitkisel üretimde toprak kalitesi çok önemlidir. Kimyasal gübre ile beslenen toprakta ise zamanla bozulmaların meydana geldiği, ancak organik gübrelerin toprağa olan önemli katkıları da herkesçe bilinmektedir. Organik gübre ile yapılan tarımda topraktan daha fazla verim alınması da mümkün olmakta ve bunun sonucunda da organik gübreye olan talep, Türkiye'de insan ve çevre dostu bir sistemin oluşmasına imkân sağlamaktadır.
Toprakların organik madde kaynağını toprağa düşen bitkisel maddeler, hasat artıkları ve toprağa eklenen organik gübreler oluştururken yapılan araştırmalar, Türkiye topraklarının organik madde içeriklerinin son derece düşük olduğunu göstermektedir. Toprakta olması gereken organik madde miktarının % 3 olması gerekirken, Türkiye genelinde tarım topraklarının yüzde 91,4'ü içerdiği organik madde açısından yetersizdir.
Söz konusu yatırımda öncelikli hedef; toprak kalitesini artırmak suretiyle birim alandan elde edilen verimi artırmaktır. Hedefin gerçekleştirilmesi noktasında da organik gübre üretimine yönelik önerilen yatırım belirgin olarak karşımızda bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise ilde büyükbaş hayvan varlığının 33.000 adet civarında olmasıdır. Ancak, önerilen yatırım türünde en önemli handikap ise ilde besi hayvancılığının istenilen düzeyde bulunmayıp, yayla hayvancılığının ön planda olmasıdır. Dolayısıyla yaş gübrenin istenilen özelliklerde toplanması ve fabrikaya getirilmesi aşamasında çeşitli zorluklarla karşılaşılacağı düşünülmektedir. Bu arada yatırımın gerçekleştirilmesi durumunda ilin özellikle sosyo-ekonomik yapısına sağlayacağı değer ise göz ardı edilmemelidir.
Söz konusu yatırım ile ilgili olarak genel, ekonomik, teknik ve mali bilgiler ekte verilmiştir.

5.3. Doğal Kaynak Potansiyelini Değerlendirmeye Yönelik Yapılabilecek Yatırımlar
Doğal kaynak potansiyelini Ormancılık ve Madencilik sektörleri oluşturmaktadır. Ancak, orman potansiyeli açısından fakir olan il konumunda olması sebebiyle herhangi bir yatırım önerisinde bulunulmamaktadır. Madencilik sektöründe ise kaya tuzu dışında değerlendirilebilir nitelikte maden bulunmamaktadır. Ancak, jips ve pomza ile ilgili olarak tenör ve rezerv çalışmaları yapılırsa ve bu çalışmalar sonucunda da söz konusu madenlerin ekonomik olması durumunda yatırımın gerçekleştirilmesi mümkün görülmektedir.
Madencilik sektöründe kaya tuzuna bağlı olarak yatırım yapılabilir görülmektedir.

5.3.1. Madencilik Sektöründe Yapılabilecek Yatırımlar
Madencilik sektöründe yapılabilecek 1 yatırım belirlenmiştir.


  • Kaya Tuzundan Rafine ve Sıvı Tuz (Teknik Tuz) Üretimine Yönelik Yatırımlar.

Eski çağlardan beri gıda maddesi olarak kullanılan tuz, çağımız kimya sanayinin en önemli girdilerinden biridir. Bir klor bileşiği olarak kimya dilinde çok geniş anlamda kullanılan tuz, NaCl sembolü ile ifade edilmektedir.


Kübik sistemde kristalleşen tuz; Na ve Cl iyonlarından oluşmakta ve saf halde iken yaklaşık % 40 sodyum, % 60 klordan meydana gelmektedir.

Yüksek basınç altında plastik özellik gösteren tuzun sertliği 2-2,5 olup, özgül ağırlığı 2,1-2,55 gr/cm3 arasında değişmektedir. Erime noktası 800 oC, kaynama noktası ise 1.412 oC olup, genellikle renksiz, üretildiği şekliyle rengi gri, sarı, kırmızı hatta mavi ve yeşil olabilmektedir.


Ekonomik bir değer taşıyan tuz kaynakları katı ve sıvı olarak ikiye ayrılmaktadır. Tuz sıvı halde denizlerde, göllerde, tuzlu su kaynaklarında ve tuzlu su kuyularında bulunmakta olup, katı halde ise kaya tuzu şeklindedir.
Kaya tuzları, yeraltında az veya çok derinlerden katı halde elde edilen tuz, kaya tuzu olarak tanımlanır. Kaya tuzu yatakları, jeolojik devirlerde denizlerin ya da kapalı iç havzaların buharlaşması sonucu oluşmuşlardır. Değişik devirlerde ülkemizin birçok yörelerinde de buharlaşmalar ve buharla birlikte kaya tuzu yatakları oluşmuştur.
Kaya tuzları, deniz tuzlarının aksine bileşimlerine giren yabancı maddelerin oranları bakımından büyük değişiklikler gösterirler. Özellikle saflık oranları her maden için ayrı olabileceği gibi aynı madenden alınan çeşitli numuneler de çok büyük farklılıklar gösterebilir.
Kaya tuzlarındaki yabancı maddeler ve kil tuza değişik renkler vermektedir. Genellikle gri, siyaha yakın kil renginde olan kaya tuzları, nadiren beyaz, şeffaf beyaz olarak bulunmaktadır. Radyoaktif ışınlara maruz kalan tuz kristalleri kafes yapısında meydana gelen hatalardan dolayı mavi renk gösterebilirler. Yurdumuzda kaya tuzu madenleri, genellikle gri renkte olup, bir kısmı da siyaha yakın renkte bulunmaktadır.
Tuz kolayca ufalanabilen, kokusuz, suda eriyebilen bir madde olup, Na+ ve Cl- iyonlarından oluşmaktadır.
Tuz, saf halde iken % 39,34 Na ve % 60,66 Cl içermektedir. Ergime derecesi 800,8 oC, kaynama derecesi ise 1.412 oC’dir.
100 gr suda ve 0 oC’ta 37,5 gr ve 100 oC‘ta da 39,8 gr tuz doymuş tuzlu eriyik oluşturur. (Kaya, deniz ve göl tuzlalarından elde edilen işlem görmüş saf tuzun özellikleri )
Tuzun fiziksel özellikleri çizelge 8’de verilmiştir.
Çizelge 8. Tuzun Fiziksel Özellikleri


Kimyasal Bileşimi

NaCl

Kristal Sistemi

Kübik

Kristal Biçimi

Çoğunlukla kübik kristalli, masif, tanesel, kompakt

Sertlik

2,5

Özgül Ağırlık

2,1 – 2,55 gr/cm3

Dilinim

{001} mükemmel

Renk ve Şeffaflık

Renksiz olabileceği gibi beyaz, sarı, turuncu, kırmızımsı, mor, mavi, şeffaf-yarı şeffaf renklerde de olabilir.

Parlaklık

Camsı

Ayırıcı Özellikleri

Suda kolay çözünmesi, şekli, tadı

Kaynak: Tekel Genel Müdürlüğü, 2004.
Diğer taraftan, Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca yayınlanan “Türk Gıda Kodeksi-Yemeklik Tuz Tebliği”ne göre yemeklik tuz, ana maddesi sodyum klorür olan ham tuzdan insan tüketimine uygun nitelikte üretilen tuzlar olmak üzere “sofra tuzu” ve “gıda sanayinde kullanılan tuz” olarak iki şekilde sınıflandırılmış olup, fiziksel ve kimyasal özellikleri şu şekilde belirlenmiştir.

Fiziksel Özellikler;


  • Gıda Sanayinde Kullanılan Tuz: Beyaz renkte olmalı ve gözle görülen yabancı maddeler içermemelidir.




  • Sofra Tuzu: Yemeklik tuz için belirtilen özelliklere ek olarak homojen olmalı, tane büyüklüğü göz açıklığı 1000 µm’lik elekten tamamı geçecek şekilde olmalı, göz açıklığı 210 µm’lik elekten geçen kısım en çok % 20 olmalıdır.


Kimyasal Özellikler;


  • Rutubet miktarı sofra tuzlarında kütlece en çok % 0,5, gıda sanayinde kullanılan tuzlarda ise en çok % 2 olmalıdır.




  • Sofra tuzlarında sodyum klorür miktarı kuru maddede en az % 98, gıda sanayi tuzlarında ise en az % 97 olmalıdır.




  • Sofra tuzlarına 50-70 mg/kg oranında potasyum iyodür veya 25-40 mg/kg oranında potasyum iyodat katılması zorunludur. Gıda sanayinde kullanılan tuzlarda ise böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır.




  • Yemeklik tuzlarda asitte çözünmeyen madde miktarı, asitte çözünmeyen katkı maddeleri hariç olmak üzere kütlece en çok % 0,5 olmalıdır.




  • Yemeklik tuzlarda suda çözünmeyen madde miktarı, suda çözünmeyen katkı maddeleri hariç olmak üzere kütlece en çok % 0,5 olmalıdır.

Sofra tuzları florid, demir gibi mineraller ve vitaminler ile zenginleştirilebilmektedir.

Temel besin maddelerinden biri olan tuz, çeşitli sektörlerdeki geniş kullanımın yanı sıra özellikle hızla gelişen kimya sanayinin çok önemli bir ham maddesidir. Sanayileşmiş ülkeler, dünya tuz tüketiminin yaklaşık % 90’ını gerçekleştirmektedirler.
Sektörel gelişmelere paralel olarak tuz kullanımının yaygınlaşması ile birlikte dünya tuz üretimi de içinde bulunduğumuz yüz yılın başından itibaren hızla artmıştır. 1900’lü yıllarda yaklaşık 10 milyon ton olan dünya tuz üretimi 2000 yılında 213 milyon tona, 2001 yılında ise 225 milyon tona ulaşmıştır. Ancak bu yıldan sonra 2002 yılında 210 milyon ton ve 2003 yılında da 195 milyon tonluk üretim ile azalma eğilimi göstermiştir.
2001 yılına kadar olan üretim artışına kimya sanayinde gözlenen olağanüstü gelişmeler etken olmuştur. Tahminlere göre dünya tuz üretiminin yaklaşık % 65’i sodyum karbonat, klorin, kostik soda ve sodyum sülfat üretiminde kullanılmaktadır.
Tuz endüstrisinde pazar olanağı sağlayan ve özellikle 2. Dünya Savaşından sonra gelişen diğer bir kullanım alanı da kara yollarında buzlanmayı önleyen çalışmalar olmuştur. Hızla artan taşıt sayısı ile birlikte kış mevsiminin yarattığı kötü hava koşullarının trafik akışını aksatmasını önlemek amacıyla birçok ülkede kara yollarında buzlanmayı önleyici çalışmalar önem kazanmıştır.
Bu alandaki kullanım dünya tuz üretiminin, özellikle ağır geçen kış mevsimlerinde % 10-12 kadarını kapsamaktadır. Diğer sanayilerdeki kullanımı ise yine yaklaşık % 12 oranında gerçekleşmektedir. Tuzun gıda maddesi olarak kullanımının dünya nüfusundaki artışa bağımlı olarak % 10-15 arasında olduğu tahmin edilmektedir.
Dünya kişi başına yıllık tuz tüketimi 30 - 31 kg dolayındadır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına yıllık tuz tüketimi 100 - 200 kg seviyesine kadar çıkmaktadır. Ülkemizde kişi başına tüketim dünya ortalaması düzeyindedir.

Dünya tuz üreticisi ülkelerin sayıları yaklaşık 100 civarında olmakla birlikte toplam üretimin % 90’ı 1 milyon tonun üzerinde üretim yapan 19 - 20 ülke tarafından gerçekleştirilmektedir. Dünya tuz üretiminin % 90 civarındaki bölümü yine üretici ülkeler tarafından tüketilmekte olup, bu durum dünya tuz ticaretini bir ölçüde sınırlamaktadır.


Dünya tuz ticaretinin 25 milyon ton civarında olduğu bunun 9 milyon tonunun Avrupa Birliği Ülkeleri tarafından ihraç ve 4,5 milyon tonun yine aynı ülkelerce ithal edilmekte olduğu, Avrupa Tuz Üreticileri Birliğinin yayınladığı istatistiklerde belirtilmektedir.
Tuz ihracatçısı ülkeler arasında Avustralya ve Meksika 6 milyon ton, Hollanda 3 milyon ton, Almanya 2,5 milyon ton ile ilk sıralarda bulunmaktadır.
Yeterli tuz rezervleri bulunmadığından ithalat yapan ülkelerin yanı sıra üretim maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle veya reeksport maksadıyla da tuz ithal edilmektedir.
En önemli tuz alıcısı Japonya 7 milyon ton, A.B.D. 5 milyon ton, arkasından Batı ve Kuzey Avrupa Ülkeleri dünya tuz ithalatının büyük bir kısmını gerçekleştirmektedir.
İthalatın önemli bir kısmını gelişmekte olan ülkelerden karşılayan Japonya, A.B.D. ve Kanada ithalat artışlarındaki olumlu gelişme hızlarıyla da dikkati çekmektedirler. Ancak tuz ihracatında taşımacılık giderlerinin maliyeti çok fazla etkilemesi bu ülkelerin Türkiye için elverişli bir pazar olmasını engellemektedir. Diğer taraftan, bugüne kadar tuz ihracatımızın yönlendiği ülkeler arasında genellikle yer almayan, ancak dünya ithalatında en büyük paylara sahip olan özellikle Batı Avrupa ve İskandinav ülkeleri önemli bir potansiyel arz eden pazarlardır.
Avrupa Ülkelerinin tuz ithalatında en büyük pay diğer Batı Avrupa ülkelerine aittir. Bu ülkelerin dışında Doğu Avrupa ve Mısır, Tunus, Fas gibi bazı Kuzey Afrika ülkeleri de ihracatları ile dikkati çekmektedirler. Öte yandan, İsveç, Norveç ve Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde jeolojik yapının geniş çaplı bir tuz üretiminde elverişli olmaması nedeniyle bu ülkeler ihtiyaçlarının büyük bir kısmını ithalat yolu ile karşılamakta ve dolayısıyla Türkiye açısından da pazar imkânı yaratmaktadır. Bu ülkelerin ithalatında yakın çevredeki Avrupa ülkelerinin yanı sıra Tunus, Rusya ve Bahamalar gibi coğrafi açıdan uzak ülkeler de pay sahibidirler.
Avrupa ülkelerinin pazar etkinliklerinin en önemli nedeni ise kolay ve ucuz nakliyatla sağladıkları maliyet avantajıdır. Hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi İskandinav ve Kuzey Avrupa ülkelerinde de tuz ithalatı serbest olup, herhangi bir gümrük vergisi uygulanmamaktadır.
Öte yandan Bulgaristan ve Makedonya gibi Balkan ülkeleri gerek üretimlerinin yetersizliği, gerekse coğrafi yakınlıkları nedeniyle ihracatımız açısından potansiyel arz etmektedirler.
Liman ve nakliye sorunları çözümlendiği takdirde ham tuz ve yıkanmış tuz üretimimiz için gerek Avrupa gerekse Ortadoğu ülkeleri potansiyel arz eden pazarlar olacaklardır.
Türkiye daha önce de belirtildiği gibi gerek Akdeniz ve Ege gibi tuzlu denizlerde sahilleri bulunması, gerek büyük bir tuz üretim potansiyeli bulunan Tuz Gölü’ne sahip olması ve gerekse zengin Kaya ve Kaynak tuzu rezervlerine sahip olması özellikleriyle tuz potansiyeli yönünden zengin ülkeler arasında yer almaktadır. 1980 yılından itibaren iç talep rahatlıkla karşılanırken özellikle Tuz Gölü ile Akdeniz ve Karadeniz’deki önemli limanlara demiryolu bağlantısı bulunmaması sonucu ne yazık ki ihracatımızda önemli sayılabilecek gelişme görülememiştir.
Sanayinin büyümesi ve teknolojinin sürekli gelişmesi tuzun kullanıldığı yeni alanların doğmasına neden olmuştur. Genel olarak tuzun 14.000 kullanılma biçimi bulunmaktadır.
Dünyada tuz kullanım alanlarının başlıcaları şöyle sıralanabilir:

I. Besin Maddesi Olarak

  1. Yemeklerde

  2. Ekmek yapımında

  3. Gıda maddelerinde


II. Tarım Alanında

  1. Hayvan yeminde

  2. Hayvan yalamasında

  3. Ağaç bakımında

  4. Yabani otların imhasında


Iıı. Tıp Alanında

  1. Enjeksiyonda

  2. Kompres yapımında

  3. Diyalizlerde


Iv. Trafik Alanında

  1. Kara yolları buz mücadelesinde

  2. Demir yolları buz mücadelesinde


V. Sanayide

  1. Küçük sanayide

    • Konserve yapımı

    • Et ve balık

    • Mandıracılık (Tereyağı, Peynir)

    • Gübre

    • Dericilik

    • Kozmetik alanında

    • Su yumuşatmada




  1. Büyük sanayide

    • Çeliğe sertlik vermede

    • Soğutmada

    • Tekstil alanında




  1. Kimya sanayinde

    • Sodyum Karbonat üretiminde

    • Klorid üretiminde

    • Sodyum Hidroksit üretiminde

    • Sodyum üretiminde

    • Sodyum Sülfat üretiminde

    • Kalsiyum Klorid üretiminde

    • Sodyum Nitrat üretiminde

    • Hidroklorik Asit üretiminde

    • Sodyum Bisülfit üretiminde

    • Sodyum Siyanit üretiminde

    • Sodyum Klorad üretiminde

Depolama ve diğer amaçlarla kaya tuzu yataklarında mağaralar oluşturma tuzun yeni kullanma biçimidir. Çözelti veya kuru yöntemle kaya tuzu madenciliğinde açılan mağaranın değerlendirmesinin maliyet üzerinde önemli etkisi bulunmaktadır. Tuz mağaralarında doğal gaz, propan, bütan, kerosen, fuel oil, jet yakıtı gibi hidrokarbonlar, arsenur, siyanür, zehirli veya radyoaktif atıklar, bayat ilaçlar, baca kurumları, vb. endüstriyel atıklar ile basınçlı hava depolanabilir. 


Yüklə 3,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin