İk-dr-2002-0002 İnsani kalkinma poliTİkalari ve tüRKİye üzerine bir deneme hazirlayan: Mİne yilmazer danişman: prof. Dr. HaliL ÇİVİ aydin 2002


Küreselleşmenin İnsani Kalkınma Politikalarına Bakışı



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə20/65
tarix12.01.2019
ölçüsü3,49 Mb.
#94877
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   65

5. Küreselleşmenin İnsani Kalkınma Politikalarına Bakışı


Bu bölümde küreselleşme sürecinin doğuşu ve bu bağlamda, ortaya çıkan yeni dünya düzeninin insana ve insani kalkınma politikalarına bakış açısı değerlendirilecektir. Yeni dünya düzeni, eşitsizlik ve yoksulluk kapsamında araştırılacak, bu ortamda insani kalkınmanın gerekleri ve uygulanabilirliği tartışılacaktır.

5.1. Küreselleşme


Dünya kapitalizminin tarihi, 1870-1914 ve 1970-sonrası olmak üzere, iki adet küreselleşme evresinin gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Birinci küreselleşme döneminde, görece eşit dağılmış olan bir dünya ekonomisinden yola çıkıp, geçimlik düzeyde sürdürülen ekonomik faaliyetler hızla geliştirilerek gelir eşitsizlikleri artırılmıştır. Örneğin, Hindistan 18. yüzyıla kadar dünya tekstil imalatında lider konumunda iken, 19. yüzyıl başlarında tekstil ihtiyacının %70’ini ithal eden bir ülke olmuştur. İkinci küreselleşme dönemi ise, bu eşitsizlik üzerine inşa edilmiş ve kalkınma, az gelişmişlik ideolojisinin bir uzantısı olmuştur (Yeldan, 2001:16).

1960’lı yıllarda M.Mc.Luhan’ın global köy (global village) adını verdiği düşünce, günümüzde dünyadaki köklü değişimin simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yaklaşımın bugünkü adı küreselleşmedir (Falay, 1999: 39). Küreselleşme mal, hizmet, sermaye, teknoloji ve emeğin dünya çapındaki mobilitesinin artması sürecidir. Günümüzde, küreselleşmenin sonucu olarak söz konusu sektörlerde uluslararası rekabetin giderek arttığı ve bu süreçte çok uluslu şirketlerin güçlendiği görülmektedir. Rekabetin korunmasız kesimler üzerindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için, uluslararası alanda sosyal adaletin sağlanması ve yönetişim sorunlarının giderilmesi gerekmektedir. Bugün, söz konusu hedeflere ulaşmak için çalışan, bölgesel ya da uluslararası düzeyde yapılanmış birçok kuruluş mevcuttur. Bu kuruluşlar tarafından sosyal hakların (yaşam, eğitim, sağlık, çalışma gibi) korunmasına ve iyileştirilmesine yönelik birçok uluslararası sözleşme oluşturulmuştur. Sosyal kalkınmanın uluslararası boyutta iyileşmesinin sağlanması için, sözleşmelere taraf olan ülke sayısında artış kaydedilmesi ve bu sözleşmelerin yaptırım gücünün yükseltilmesi gerekmektedir.

Küreselleşme ile birlikte dış ticaretin serbestleşmesi devam ettikçe, uluslararası sermaye ve çok uluslu şirketler dünya ekonomisine daha çok hükmeder hale gelmektedir. Küreselleşme başta yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, sosyal katılım ve güçlendirme politikaları yetersizliği gibi nedenlerle, dünya ülkeleri arasında büyük bir sosyal krizin oluşmasına neden olmuştur.

Günümüzde, küreselleşmeye yönelik yaklaşımları üçe ayırarak incelemek mümkündür: 1. Aşırı Küreselleşmeciler; 2. Kuşkucular; 3. Dönüşümcüler. Aşırı Küreselleşmeciler, piyasaların devletten daha güçlü olduğunu ve ulus devletin küreselleşme sürecine paralel olarak önemini yitirdiğini savunmaktadır. Kuşkucular, küreselleşmenin yeni bir olgu olmadığını ve küreselleşme sürecinin ekonomik ve teknolojik ilerlemeler doğrultusunda ortaya çıkmadığını, bir ideolojik tutum olduğunu iddia etmektedir. Dönüşümcüler ise, küreselleşmeyi, modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren hızlı sosyal, politik ve ekonomik değişimlerin arkasındaki ana politik güç olarak görmektedir. (Bozkurt, 2000(a): 18-23).

Teknolojik ilerlemelerin yol açtığı hızlı bilgi akışı, küreselleşmenin ortaya çıkmasında önemli bir nedendir. Teknolojik yeniliklerin büyük bir hızla ilerlemesi maliyetlerin düşmesine ve teknolojik olanaklara erişimin kolaylaşmasına neden olmuştur.

Küreselleşmeye yol açan bir diğer faktör sermaye dolaşımıdır. Finans piyasalarında büyük miktarda sermayenin ülkeden ülkeye hızlı bir şekilde aktarılması, ülkelerin birbiriyle bütünleşmesine neden olmuştur. Bu durum, devletleri, diğer ülkelerin izlediği ekonomik ve politik politikalar konusunda duyarlı olmaya zorlamaktadır (Bozkurt, 2000(a): 28). Son yıllarda Asya ve Rusya krizlerinde yaşandığı gibi bir ülkede ortaya çıkan kriz, o ülke ile ticari ilişkileri olan tüm piyasaları etkilemektedir.

Mali piyasaların küreselleşmesinde 1960’larda “eurodollar piyasası”nın ortaya çıkışı, 1970’lerde Bretton Woods sisteminin çöküşü ve 1980’lerde mali kontrollerin kaldırılarak piyasaların işleyişindeki kuralların gevşetilmesi önemli gelişmelerdir (Selamoğlu, 2000: 35). Son yıllarda, daha çok ülkenin dışa açık ekonomi politikaları uygulaması, dünya ticaretinin serbestleşmesi, uluslararası şirketlerin gelişmekte olan piyasalardaki (emerginig markets) doğrudan ve dolaylı yatırımlarını artırması küreselleşme sürecinin hızlanmasına neden olmuştur. Ancak, küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte, yarattığı sorunların boyutları da giderek büyümüştür. Küreselleşme sonucunda toplumlar arasında beklenen ölçüde bir bütünleşme gerçekleştirilememiştir. Aksine, ülkeler arasındaki eşitsizlikler yükselmiştir. Örneğin, 1960 yılında dünyanın en zengin %20’lik kesimi, en yoksul %20’den 30 kat fazla gelire sahip iken, 1997 yılında bu oran %74 olmuştur (UNDP, 1999: 36).

Küreselleşme kavramı, yalnızca sermayenin yüksek kâr sağlamak amacıyla sınır tanımadan, tüm ülkeleri gezmesini içermemektedir. Küreselleşme, aynı zamanda, insanların yer değiştirebilmeleri ve yüksek verim ve ücrete kavuşmaları demektir. Aksi taktirde bugünkü koşullara küreselleşme değil, “küreselleşme maskesi” denilebilir (Kazgan, 1997: 172-173). Günümüzde küreselleşme, örgütlü emeğin ekonomik pazarlık gücünü ve politik etkilerini zayıflatmaktadır. Emek piyasası, ülkeden ülkeye emek hareketliliği ile değil, emek maliyeti ve arzı bakımından en uygun bölgeleri seçen hareketli sermaye ile işlemektedir (Hirst; Thompson, 1996: 38).

Serbest piyasa ortamında maliyetleri düşürücü etkisinin yüksekliği nedeniyle, işgücü fiyatı düşük tutulmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle, gelişmiş ülkelerin uluslararası yatırımları ucuz işgücünün bulunduğu ülkelere kaymıştır. Diğer taraftan, Avrupa ve ABD’de, sendikal hakların geriletilerek toplu pazarlık sisteminin zayıflatılması söz konusudur. Devlet burada işgücünün fiyatını ve iş disiplinini kontrol ederek, şirketlere verimli yatırım alanları sağlamaktadır (Yıldızoğlu, 1996: 170). Bu bağlamda, küreselleşme süreci, kaynakların daha iyi kullanılmasını, ekonomik etkinliği ve yüksek büyümeyi desteklemekte, fakat aynı zamanda, işsizliği artırmakta ve sendikal rekabet gücünü kırmaktadır (Bozkurt, 2000(b): 99).

Günümüzde, üretim artışı ve kârlılık ön planda olduğu için, insani değerlere ve insani kalkınmaya önem verilmemiştir. Bununla birlikte, küreselleşme sonucu ortaya çıkabilen ekonomik büyüme artışı, gelişmekte olan ülkelerde küresel ticaret ve finans akışı ile yerli ekonominin bütünleşmesini sağlamak için tek başına yeterli değildir. Tarihi gelişmeler ulusların maddi zenginliğinin, eşitsizlik ve yoksulluğun azalması yönünde bir değişim yaratmadığını göstermektedir (Rao, 1998: 8). Sosyal kalkınmayı gözardı eden küreselleşme politikaları, uluslararası boyutta yoksulluğun ve eşitsizliğin yükselmesine neden olmaktadır. Bu ortamda gelir adaletsizlikleri artmakta, eğitim, sağlık ve benzeri sosyal harcamalar kısıtlanmakta, sosyal güvence sistemleri zayıflamakta ve ücretler düşürülmekte, buna bağlı olarak işsizlik artmakta, sosyal ve politik huzursuzluklar şiddetlenmektedir.

Günümüzde iki tip ülke grubu ön plana çıkmıştır. Yöneten ülkeler, güçlü teknolojiye ve sermaye piyasalarına sahiptir. İkinci tip ülkeler, sermaye piyasaları zayıf, bilgi ve teknoloji üretemeyen ve yönetilen ülkelerdir. Yöneten ülkeler, yönetilen ülkeler sayesinde ayakta durmaya devam etmektedir ve her iki tip ülke arasındaki uçurum giderek açılmaktadır (Özbilen, 1999(b): 82). Küreselleşme sürecinin hızlandırdığı, hem ülkelerin kendi içindeki, hem de ülkeler arasındaki eşitsizlik günümüzde büyük boyutlara ulaşmıştır. Gelir dağılımında en zengin ve en yoksul ülkeler arasındaki farklılık 1820 yılında 3:1 iken, bu oran 1913 yılında 11:1, 1950 yılında 35:1, 1974 yılında 44:1, 1992 yılında 72:1 olarak gerçekleşmiştir (UNDP, 1999: 38).

ABD önderliğinde oluşan yeni ekonomik düzen, genel olarak ABD’nin göstergelerinde iyileşme yaratmıştır. Bunun nedeni, sermayesindeki küreselleşmedir. Ancak, küreselleşme nedeniyle üretim ve istihdam dışarı taşındıkça, ABD’nin kendi iç kaynaklarının kullanımı verimsizleşmektedir. Sonuç olarak, ABD tek kutuplu dünyanın zirvesinde kalmayı başarırken, kendi iç sosyal ve ekonomik yapısındaki zaaflar nedeniyle sıkıntı çekmekte ve bu düzenden zarar görenlerin tepkisini almaktadır (Kazgan, 1997: 89).

İnsancıl bir küresel politik sistemin kurulabilmesi için, şu dört alanda büyük sorumluluklar üstlenmek gerekmektedir (Amin, 1999: 19):


  1. Küresel silahsızlanma ilkesinin uygulanması,

  2. Dünya kaynaklarının adil bir şekilde dağılımının sağlanması,

  3. Dünyanın eşit olmayan bir şekilde gelişmiş bölgeleri arasında iyi ekonomik ilişkiler kurulması ve küresel pazarı yöneten kurumların (Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Dünya Ticaret Örgütü) tasfiyesi ve küresel ekonomiyi yönetmek için başka sistemlerin yaratılması,

  4. İletişim, kültür ve politik alanda, küresel ölçekte sosyal çıkarları gözetecek politik kurumların yaratılması.

Günümüzde başarıya ulaşan sanayileşmiş ülkeler (ABD, Batı Avrupa Ülkeleri ve Japonya), ekonomik kalkınmalarını dışarıdan gelen reçetelerle değil, var olan kurumlarından ve kaynaklarından aldıkları güçle gerçekleştirmiştir. Bugün, başarılı ülkelerin gerçeği gelişmekte olan ülkelerin de gerçeğidir. Ekonomik kalkınma dünya piyasasından değil, içerdeki büyüme politikalarından yararlanılarak sağlanabilir. Gelişmekte olan ülkelerin karar mekanizmaları, geçici politikalardan kaçınmalı ve yurt içi kurumsal yapılanmaya öncelik vermelidir (Rodrik, 2000).

Küreselleşme sürecinde, devletin piyasaya müdahalesini en aza indirmek amaçlanmaktadır. Ancak, ulusal devlet ve temsil grupları, halk ve emekçiler karşısında değil, uluslararası sermaye karşısında zayıflamaktadır (Yıldızoğlu, 1996: 170). Küresel sermaye, bir yandan serbest piyasanın nimetlerinden söz ederken, diğer yandan finansal kaynaklar üzerinde etkili olarak ülkelerin ekonomi politikalarını etkilemektedir. Devletlerin ve politikacıların uyguladıkları stratejiler ve politik yaşamları büyük ölçüde uluslararası sermayeyi yönlendirenler tarafından belirlenmektedir.

Literatürde serbest ticaret ve ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki olduğu savunulmaktadır. Ancak serbest ticaretin ekonomik kalkınmayı desteklediği yönünde pek fazla bir kanıt yoktur. Sanayileşmiş ülkeler, bugünkü ekonomik büyüme ve kalkınma performanslarına korumacılık politikaları uygulayarak erişmiştir. Küreselleşme sürecinde başarı gösterenler, başlangıçta küreselleşmenin kurallarına en az uyanlardır (Rodrik, 2001).


Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   65




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin