5.2. Küresel Politika ve Uluslararası Eşitsizlikler
Küresel hiyerarşi içinde gelişmiş ülkelerin sahip olduğu “beş tekel” sosyal kalkınmaya tehdit oluşturmaktadır. Bu beş tekel şunlarıdır: teknolojik tekel, dünya finans pazarlarının finansal denetimi, gezegenin doğal kaynaklarının tekelci kullanımı, medya ve iletişim tekelleri, kitlesel yok etme silahları üzerinde tekel. Bunlar, bir bütün olarak küreselleştirilmiş değer yasasını tanımlamaktadır (Amin, 1999: 16-8). Bu tür bir yapının egemen olduğu dünya düzeninde toplumlar arasındaki eşitsizlik kaçınılmazdır. Günümüzde en gelişmiş yedi ülke, dünya nüfusunun %11’ini oluşturmakta, ancak, tüm dünya GSMH’sının üçte ikisini yaratmaktadır. Benzer şekilde, dünyadaki 358 milyarderin mal varlığı 2.3 milyar insanınkinden fazladır (Yıldırım, 2000: 74). Böyle bir ortamda gelişmekte olan ülkeler ile sanayileşmiş ülkeler arasındaki gelir uçurumunun artması, gelişmekte olan ülkelerin diğer ülkeler tarafından ekonomik kaynaklar ve beşeri sermaye yönünden sömürülmesi, gelişmekte olan ülkelerde üretimin daha verimsiz ve istihdam olanaklarının kısıtlı hale gelmesi beklenen olgulardır.
Dünya çapında en zengin ülkelerde yaşayanların ilk %5’i toplam ihracat gelirlerinin %82’sini, doğrudan yabancı yatırımların %68’ini elde etmektedir. Sınırların giderek daha çok kalktığı ve küresel bir köyün oluştuğu savunulmuş olsa da, herkes bu küresel köyün bir vatandaşı olamamıştır. Küreselleşen profesyonel elitler önündeki engeller sürekli kalkarken, milyarlarca insanın önündeki engeller giderek yükselmektedir (UNDP, 1999: 31).
Buna karşılık, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin birçoğu maliyeti düşürmek için, gelişmekte olan ülkelerin ucuz işgücünden yararlanmıştır. ABD, emek piyasasını esnekleştirerek işsizliği düşürdüğünü savunmuş ve diğer ülkelere bu konuda baskı yapmıştır. Ancak, grevler ve tepkiler Avrupa’da sosyal devlet anlayışının doğmasına neden olmuştur (Kazgan, 1997: 182).
1979 yılında sanayileşmiş ülkeler nüfusu toplamın %20’sini oluşturmaktaydı. 1990 yılında ise 5 milyar olan dünya nüfusunun 3.1 milyarı düşük gelirli, 1.1 milyarı orta gelirli ülkelerde, yalnızca 816 milyonu (%16.3) sanayileşmiş ülkelerde yaşamaktadır. Yakın gelecekte tüm dünya yönetimini ve gelirini elinde tutan gelişmiş ülkelerde yaşayan azınlık karşısında yoksul, işsiz, politik ve sosyal sorunlar yaşayan büyük kitleler bulunacaktır (Kazgan, 1997: 195).
Kenneth Jowitt, küreselleşmeyi “yeni dünya düzensizliği” şeklinde tanımlamıştır. Bu bağlamda, dünya sorunlarının belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk doğası, bir merkezin, kontrol masasının, yönetim kurulunun, idari büronun yokluğu küreselleşme kavramının içeriğinde yer almaktadır (Bauman, 1997: 69). Günümüzde, küreselleşme konusunda eşitsizliğin yanında en çok tartışılan noktalar düzensizlik ve güvensizliktir. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı ekonomik krizlerdeki artış ve bu ülkelerin birbirine bağlı mali bunalımlara sahne olması, düzensiz ve güvensiz ortamın en önemli işaretleridir.
Küreselleşme sürecinde yeni kargaşalar ortaya çıkması istenmiyorsa ya da var olan sorunlarla baş etmek isteniyorsa, küresel yönetişimin (global governance) güçlendirilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde, ticaret savaşları nedeniyle küresel sorunlar ve huzursuzluklar artacaktır (Bozkurt, 2000(b): 109). İnsan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılması ve her insanın yaşamına yön vererek iyi bir yaşam standardına erişiminin sağlanması, küresel yönetişimin etkin hale getirilmesi ile mümkün olabilir.
Bireycilik yerine ortak çıkar anlayışı getirilmezse sosyal sorunlar büyür. Bu konuda yüksek gelir grubunun ve iş adamlarının sosyal sorumluluğu ön plana çıkmaktadır. İşsizliğin, yoksulluğun ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin önlenmesi gibi sosyal kalkınmaya yönelik yardımlara öncelik verilmesi ve bu yardımların yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Aynı zamanda, sermayenin ve işgücünün serbest dolaşımının tüm grupları kapsayacak hale getirilmesi de önemlidir.
İnsani kalkınma yaklaşımı gelir, okullaşma, sağlık, güçlendirme ve çevrenin korunması ve iyileştirilmesi amacını taşımaktadır. Bu bağlamda, insani kalkınma kavramı sosyal üretkenlik ve ekonomik sürdürülebilirlik performanslarındaki tüm gelişmeleri kapsamaktadır. Küreselleşme çabaları insanların eğitim, istihdam, sağlık ve benzeri olanaklara erişimini etkilemektedir. Bu süreçte rekabet gücü zayıf olanlar ihmal edilmekte ve güçlü ile zayıf arasındaki fark giderek açılmaktadır (UNDP, 1999: 77). Küreselleşme serbest piyasanın genişlemesi ile birlikte kârlılık ve verimlilik artışını öngörmektedir. Aynı zamanda, özel sektöre ağırlık verilmesi ve devletin gücünün zayıflaması, sosyal güvenlik sisteminde sorunlar yaşanmasına neden olmaktadır. İnsanların kapasitelerini geliştirebilmesi ve refah düzeylerini artırabilmesi, öncelikle zayıfların korunması yönünde gerçekleştirilecek sosyal harcamalarla desteklenmelidir. Bu bağlamda, küreselleşme ile insani kalkınma arasında bir çelişki olduğu söylenebilir. Ancak, küreselleşmenin dünya üzerindeki tüm bireylere aynı ölçüde yarar sağlayacak şekilde uygulanması, sermaye, enformasyon ve işgücünün tam ve etkin dolaşımının gerçekleştirilmesi ile insani kalkınmada istenen başarıyı elde etmek mümkün olabilir.
İKİNCİ BÖLÜM: İNSANİ KALKINMA POLİTİKALARI VE TÜRKİYE’DE İNSANİ KALKINMA
Bu bölümde, insani kalkınma politikalarının neler olduğu araştırılmıştır. İnsani kalkınma politikaları ekonomik, sosyal ve politik yaşamın her alanı ile ilgili olabilir. Bu nedenle kapsamı çok geniştir. Söz konusu politikaların insani kalkınma ile ilişkisi değerlendirildikten sonra, bu politikalarla ilgili uluslararası çalışmalar tartışılmıştır. Diğer taraftan, Türkiye’de bu politikalarla ilgili süreç incelenmiştir.
1. İnsani Kalkınma İçin İnsan Hakları
İnsan hakları ve bireysel özgürlükler kavramları, insan olmanın doğasından ileri gelen beslenme, barınma, çalışma, sağlıklı yaşam, eğitim, düşünce, kültür ve sanat haklarının dünyadaki tüm bireylere tanınmasını ve adil bir şekilde dağılımını öngörmektedir. İnsan hakları kavramı ile genelde, bireysel hak ve özgürlüklerin tanınması ve korunması hedeflenmektedir. Bu bölümde insan hakları ve demokratikleşme kavramları üzerinde durulacak, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınması ile ilgili uluslararası sözleşmeler ve ülkelerin bu sözleşmeler karşısındaki konumu incelenecektir. Daha sonra Türkiye’nin insan hakları konusunda gerçekleştirdiği ilerlemeler araştırılacaktır.
Dostları ilə paylaş: |