İk-dr-2002-0002 İnsani kalkinma poliTİkalari ve tüRKİye üzerine bir deneme hazirlayan: Mİne yilmazer danişman: prof. Dr. HaliL ÇİVİ aydin 2002



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə16/65
tarix12.01.2019
ölçüsü3,49 Mb.
#94877
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   65

3.7. Kendine Güvene Dayalı Kalkınma


Bu yaklaşımda geleneksel kalkınma görüşünün aksine, uluslararası yardım ve müdahalelerden çok, ülke içi kaynaklara ve bu kaynakların optimum kullanımına önem verilmesi gereği üzerinde durulmuştur. Bu görüşte iki farklı yaklaşım göze çarpmaktadır. Bunlardan biri, pasif ve şiddet içermeyen bir yol izlemeye, diğeri ise güce dayalı ve aktif bir yöntem geliştirmeye çalışmıştır. Şiddet içermeyen yolu izleyen Mahatma Gandi’dir. Gandi’ye göre, kendine güven duygusu sosyal kaynakların harekete geçirilmesi ile sağlanabilir. Gandi, yoksulluğun önlenmesi için gerekli gereksinimleri karşılamaya ve bunu en uygun teknoloji ile gerçekleştirmeye çalışmıştır. Diğer taraftan, Mao, Çin devrimini gerçekleştirmiş, yoksulluğu önlemeye çalışmış, tam istihdamı ve yeterli sağlık ve eğitim hizmetlerini sağlamaya çalışmıştır (Ercan, 1995: 404).

Gandi, kalkınmanın amaçları ile ilgili olarak, “insan potansiyelini kavrama” tanımını yapmıştır. Gandi’ye göre, ekonomik ve sosyal eşitlik, yoksulluğun önlenmesi, evrensel eğitim, yaşam düzeyinin yükselmesi, ulusal bağımsızlık, kurumların çağdaşlaşması, politik ve ekonomik katılım, halka dayalı demokrasi, kendine güven gibi kavram ve amaçlar, iyi ve arzu edilebilir olan ya da olmayan şeyler hakkındaki hükümlerin subjektif öneminden ortaya çıkmışlardır (Todaro, 1997: 11).

Kendine Güvene Dayalı Kalkınma Yaklaşımı, ilerleyen yıllarda değişik yorumlarla kullanılmıştır. Örneğin, J.Galtung, bu yaklaşım üzerine bazı hipotezler kurmuştur (Ercan, 1995: 404-5):

1. Üretimde öncelik, en çok gereksinim duyulanlara verilmeli,

2. Kitlesel katılım sağlanmalı,

3. Yerel faktörler en iyi şekilde değerlendirilmeli,

4. Yaratıcılık motive edilmeli,

5. Yerel koşullara uygunluk sağlanmalı,

6. Kalkınma birbirinden farklı koşullara göre değişiklik göstermeli,

7. Yabancılaşma azaltılmalı,

8. Ekolojik denge dikkate alınmalı,

9. Önemli dışsallıklar içselleştirilmeli.

Yerel kaynakların kullanımı ve mobilizasyonuna yönelik bu görüş, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (United Nations Education, Science and Culture Organization-UNESCO) tarafından “endojen kalkınma“ şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanıma göre, her ülke kendi geçmişine ve öz kaynaklarına dayalı orijinal bir kalkınma yolu bulmalı, kalkınmaya aktif olarak yön verilebilmeli, sermayenin yerini istihdam almalı, kâr maksimizasyonu yerine gelir maksimizasyonuna önem verilmeli, sermaye birikiminden çok yaşam kalitesinin yükseltilmesi sağlanmalıdır (Ercan, 1995: 405).

3.8. Sürdürülebilir Kalkınma Yaklaşımı


Çevre her zaman ekonomik büyümeyi destekleyemediği için, ekonomik büyümenin çevreyi ciddi ölçüde daralttığı ve sürdürülemez kılabildiği gözlenmektedir. 1970’li yıllardan itibaren büyüme merkezli geleneksel kalkınma yaklaşımlarının kişi başına düşen ortalama milli gelirin artırılması yönündeki çabaları, eleştiriler sonrasında büyük ölçüde değişime uğramıştır. Yeni kalkınma yaklaşımları içinde çevre ve doğal kaynaklar boyutunun da ele alınmasıyla birlikte sürdürülebilir kalkınma kavramı ortaya çıkmıştır.

1980’li yıllardan itibaren çok tartışılan ve farklı tanımlar getirilen sürdürülebilir kalkınma görüşünün en klasik tanımı Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun yaptığıdır: Sürdürülebilir kalkınma, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın, bugünkü kuşakların kendi gereksinimlerini karşılayabilen kalkınma şeklinde tanımlanmaktadır (DÇKK, 1987: 73; Thirlwall, 1994: 226). Komisyonun “Ortak Geleceğimiz” raporu, çevresel sorunları kesin bir biçimde politik gündeme taşıyarak, BM genel kurulunun çevre ve kalkınmayı tek bir sorun şeklinde tartışmasını sağlamıştır. Brundtland Raporu, kalkınma ve çevre sorunlarının ayrılamayacağı varsayımından hareket etmektedir: “Bu yüzden çevre problemlerine, dünyadaki yoksulluk ve uluslararası eşitsizliğin altında yatan faktörleri kapsayan geniş perspektifi göz önüne almadan değinmeye kalkışmak faydasızdır” (Adams, 1997: 118).

“Ortak Geleceğimiz” raporunda iki konu üzerinde durulmuştur: 1. Özellikle, dünyadaki yoksulların temel gereksinimlerini içeren gereksinimlerin karşılanması, 2. Günümüz insanının ve gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılayabilen çevrenin, teknoloji ve sosyal organizasyonlar tarafından zarara uğratılmasının en aza indirilmesi (Anand; Sen, 1994). Bu sürdürülebilir sistem, zaman içinde kesintisiz devam edebilen bir sistemdir. Sistem değişmezdir ya da her zaman dengededir.

Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımında hem insan gereksinimlerinin giderilmesi temel amaç olarak kabul edilmiş, hem de bu çabalar süresince ekolojik dengenin zarar görmemesi için önlemler alınması amaçlanmıştır. Çünkü, doğal kaynakların ve çevrenin bozulması, insanların maddi ve manevi olarak zarar görmesine yol açmaktadır. Zarar gören doğal kaynakların yenilenmesi için uzun bir zaman gerekmektedir. Ekolojik dengenin gördüğü zarar bugünkü kuşakları olumsuz etkilemektedir. Ancak, en çok da gelecek kuşakların yaşam standardının azalmasına neden olmaktadır. Çünkü, doğayı tahrip ederken, günümüz insanı bir ölçüde ondan yarar sağlamaktadır. Bununla birlikte, bu süreçte gelecek nesillere bırakılan miras, onların sağlıklı yaşamlarını ve mevcut yaşam standartlarını sürdürebilmelerine engel olmaktadır.

Bu nedenle, yeryüzünün bakımı için öncelikli gerekler şunlar olmalıdır (Adams, 1997: 122):


  1. Sosyal yaşama saygı ve özen,

  2. İnsan yaşamının niteliklerinin iyileştirilmesi,

  3. Yeryüzünün canlılık ve çeşitliliğinin korunması,

  4. Yenilenemeyen kaynakların tükenişinin en aza indirilmesi,

  5. Yeryüzünün taşıma kapasitesinin sürdürülmesi,

  6. Bireysel davranış ve alışkanlıklarda değişim,

  7. Toplumların kendi çevrelerini korumak için yetkilendirilmesi,

  8. Kalkınma ve doğal kaynakların korunmasını ilişkilendiren ulusal çerçeve oluşturulması,

  9. Global bir dayanışmanın yaratılması.

Modern tarımsal sistemler çok verimli, ancak, büyük riskler taşıyan bir konumdadır. Genetik kontrollere bağlıdır ve tüm sistem içinde bazı türleri, hatta insanları tehdit etmektedir. Ayrıca, sürdürülebilirlik besin kaynaklarının korunması gereği üzerinde yoğunlaşmalıdır. Oysa, sanayileşmiş ülkelerde tarım sistemi savurgandır. Örneğin, tahıl hayvan yemi olarak kullanılmaktadır (Ingham, 1993: 1815).

Ortodoks Yaklaşımlar sürdürülebilir kalkınmayı, ekonomik büyümeyi tehdit etmeden gerçekleştirilebilecek bir süreç olarak görmektedir. Ekonomik büyüme yoksulluğa çare olacak tek yol olarak görüldüğünde, çevre-kalkınma amaçlarına ulaşılmasında büyük öneme sahip olmuştur. Bu görüşü savunanlara göre, gelişmekte olan ülkelerde çevreye baskı yapan yoksulluktur ve bu baskıyı ortadan kaldıracak olan da ekonomik büyümedir (Adams, 1997: 118). Benzer şekilde, kalkınma maddi tüketimdeki büyüme ile eş anlamda algılandığında, sürdürülebilir kalkınma maddi tüketimdeki büyümenin sürdürülebilirliği şeklinde kabul edilebilir. Bu bağlamda, sürdürülebilir kalkınmayı, sürdürülebilir büyüme performansı ile aynı anlamda kullanabiliriz. Ancak, önemli olan, kısa vadede dünyanın yoksul bölgelerinde kişi başına temel malların tüketimde bir büyüme sağlanmış olmasıdır (Lele, 1991: 609).

Sürdürülebilir kalkınma kavramı çevre, kalkınma ve ekonomiyi hesaba katan standart bir model ve geniş bir kabulü içeren bir amaç içermektedir. Ancak, tanımlamalar ile amaçların işleyişi arasında sürdürülebilir kalkınmaya erişim ile sonuçlanacak bir bağlantı olmalıdır. Genel olarak bu yaklaşımın amaçları özetle şunlardır (Lele, 1991: 611; Thirwall, 1994: 227):

1. Büyümenin yeniden canlanması,

2. Büyümenin niteliğinin değiştirilmesi,

3. İş, gıda, enerji, su ve sağlık konularında alınan önlemlerle toplumun temel gereksinimlerinin sağlanması ve daha iyi bir konumu getirilmesi,



  1. Nüfus artışının kontrol altına alınması ve sürdürülebilir bir nüfus artışının sağlanması,

  2. Kaynak rezervinin korunması ve değerinin yükseltilmesi,

  3. Teknolojinin yeniden yönlendirilmesi ve yönetimi,

  4. Uluslararası ekonomik ilişkilerde çevre üzerine olumlu etkileri olacak bir değişim,

  5. Karar verme süreçlerinde çevre ve ekonominin birleştirilmesi

  6. Kalkınmanın daha katılımcı hale getirilmesi.

Doğal kaynaklar, doğada bulunan ve insan gereksinimlerini karşılayacak şekilde kullanılabilen varlıkları ifade etmektedir. Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı, doğal kaynakların sınırsız arzı olan ve sıfır maliyetle elde edilebilen serbest mallar olduğu görüşünü tamamen reddetmektedir (Han ve Kaya, 1999: 290). Bugünün ve geleceğin insanlarının yaşamlarını tehlikeye atmamak için, kesinlikle doğal kaynakların zarar görmesini engellemek ve yenilenmesini sağlamak gerekmektedir.

Bu yaklaşım, yenilenemez kaynaklardan elde edilecek olan gelirin etkin bir şekilde dağılımını amaçlamaktadır. Vergi alımı şeklinde düzenlenecek olan bu sistem aracılığı ile elde edilen gelirin yol, su ve benzeri altyapı tesisleri gibi fiziksel sermayeye ve iyi eğitilmiş ve sağlıklı beslenen insan sermayesine dönüştürülmesi hedeflenmektedir.

Sürdürülebilir bir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için doğal kaynak kullanım fiyatlarının yükseltilmesi ve etkin bir vergilendirme sisteminin yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Özellikle, çevreye zarar veren üretim faaliyetlerinin cezalandırılması ya da yüksek vergiye tabi tutulması caydırıcı bir etki yaratabilir.

Lele, sürdürülebilir kalkınmayı ileri süren ve analiz edenlerin beş sorun üzerinde durması gerektiğini savunmuştur (Lele, 1991: 618):



  1. Ekonomik büyüme üzerine odaklanma eğilimini reddetmesi,

  2. Neo-klasik ekonominin içsel tutarsızlıklarının ve noksanlıklarının farkında olunması ve ekonomik analizlerin yeniden yönlendirilmesi,

  3. Çevresel bozulmanın, yoksulluğun, teknolojik ve kültürel nedenlerinin kabul edilmesi,

  4. Sürdürülebilir kalkınmanın bir çok boyutu olduğunun kabul edilmesi,

  5. Kaynak talebinin hangi düzende ekolojik ve sosyal sürdürülebilirliğin değişik biçim ve boyutlarıyla uyumlu olabileceğinin araştırılması, eşitlik ve adaletin farklı nosyonlarının ortaya konulması.

Sürdürülebilir kalkınma, birçok anlamı içinde barındıran ve bu nedenle de çok farklı tanımları yapılabilecek olan bir kavramdır. Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı açısından gerekli olan, köylülükten uluslar üstü şirketlere, topraktan biyosfere kadar mikro ve makro ölçeği kapsayan bir söylemdir (Adams, 1997: 122). Bu nedenle, bu kavram içinde doğal kaynaklar, çevre kirliliği ve çevrenin korunması yanında, teknolojik gelişme, zenginlik-yoksulluk ikilemi, ekonomik büyüme, adil gelir dağılımı, ekonomik, sosyal ve politik programların yeniden yapılanması gibi olguları tartışmak mümkündür.

Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   65




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin