Yedinci Bölüm Yoksulluk



Yüklə 116,39 Kb.
tarix17.01.2019
ölçüsü116,39 Kb.
#98169


Yedinci Bölüm

Yoksulluk


Ders: Sosyal Politika




Hedefler

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;




  • Yoksulluk kavramı ve yoksulluk türleri hakkında bilgi sahibi olacak

  • Yoksulluğun nedenlerini öğrenecek

  • Yoksullukla mücadele yöntemlerini öğreneceksiniz.


Anahtar Kelime
Mutlak yoksulluk Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma

Göreli yoksulluk Türkiye’de Yoksulluk

Kamusal Sosyal Yardım
İçindekiler


  1. Yoksulluk

    1. Yoksulluk Kavramı

    2. Yoksulluk Nedenleri

    3. Türkiye’de Yoksulluk

    4. Yoksullukla Mücadelede Kamusal Sosyal Yardımlar (KSY)



  1. YOKSULLUK

Ekonomik, sosyal, psikolojik etkileri ile çok boyutlu bir niteliğe sahip olan yoksulluk, Dünya’nın ve Türkiye’nin en önemli sosyal sorunlarından biri olarak tartışılmaktadır. Yoksulluk, temelde ve öncelikle azgelişmiş ülkelerin sorunu olarak görülse de, günümüzde, özellikle de küreselleşme ile birlikte, gelişmiş ülkelerde de gündemi işgal etmektedir. Bu bölümde öncelikle yoksulluk kavramının ne olduğu, türlerinin neler olduğu tartışılacak daha sonra yoksulluğun nedenleri ve mücadele yolları hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.




    1. Yoksulluk Kavramı


Hedef: Yoksulluk kavramı ve yoksulluk türleri hakkında bilgi sahibi olmak
Günümüzde dünyada bazı kesimlerin her geçen gün artarak zenginleştiği görülürken, bazı kesimlerinde artarak ve derinleşerek ilerleyen bir yoksulluk içinde olduğu bilinmektedir. Hem neden hem de bir sonuç olarak karşımıza çıkan yoksulluğun tanımının ve ortaya çıkış nedenlerinin açıklık kazanması yoksullukla mücadelede etkin politikaların oluşturulması ve uygulanması açısından önem arz etmektedir (Selek Öz ve Yıldırımalp,2009:453-455).
Genel anlamıyla yoksulluk, asgari yaşam düzeyini yakalayabilmek için gerekli olan ihtiyaçları karşılayamama durumu olarak ifade edilebilir. Gıda, giyim, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bireyler ve/veya gruplar yoksul olarak kabul edilmektedir. Ancak, yoksulluğu sadece temel ihtiyaçları karşılayamama durumu olarak tarif etmek, eksik ve dar bir tanımdır. Daha geniş anlamda yoksulluk, eğitim, sağlık ve yaşam beklentisi gibi alanlardaki yoksunlukları da içeren bir kavramdır. Ayrıca, toplumla bütünleşememe, toplumdan dışlanma, ayrımcılığa uğramak da yoksullukla doğrudan ilintili konulardır. Dolayısıyla, yoksulluk için herkes tarafından genel kabul gören bir tanım yapmak güçleşmektedir. Bu yüzden, farklı yoksulluk tanımlarına başvurmak bir zorunluluk olmuştur (Açıkgöz ve Yusufoğlu,2012:80).
En temel tanımıyla yoksulluk bireyin varlığını sürdürebilmesi için ihtiyacı olan temel gereksinimlerini karşılayabilecek asgari gelir düzeyine sahip olmamasını (Burton, 1992) ifade etmektedir. Sosyal boyuyla ise “insan haysiyetine ve şahsiyetine yaraşır bir hayat düzeyinin altında, maddi yönden tam anlamıyla veya nispi olarak yetersiz olma durumudur” (Seyyar, 2002: 131).
Yoksulluk kavramının tanımlanmasındaki güçlük, tanımında kullanılan öğelerin (örneğin ihtiyaçların) toplumdan topluma, zaman içinde ve hatta bu tanımı yapan kişilerin değer yargılarına göre değişmesinden kaynaklanmaktadır. (Arabacı,2011:122).
Kavramın çok boyutluluğu, farklı tanımlamaları beraberinde getirse de, en klasik anlamıyla insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaktan mahrum olma durumunu ifade eden yoksulluk, evrensel boyutta, “mutlak yoksulluk” ve “göreli yoksulluk” şeklinde yapılmış temel bir ayırıma tabi tutulmaktadır. Bu temel ayırımın yanı sıra yoksulluğa ilişkin tanımlamalarda “Objektif / Subjektif yoksulluk”, “Kronik / Geçici yoksulluk”, “Gelir yoksulluğu / İnsani yoksulluk”, “Kırsal / Kentsel yoksulluk” gibi sınıflamalar da bulunmaktadır (Yıldırımalp,2011:24-25).



      1. Mutlak Yoksulluk

Ülkelerin içinde bulundukları farklı koşulları ve gelir dağılımında yaşanan farklılıkları dikkate almadan, her ülke için uygulanabilecek küresel yoksulluk sınırını belirlemek amacıyla kullanılan mutlak yoksulluk, ülkelerarası karşılaştırmaların yapılmasını sağlamaktadır (Aktan ve Vural, 2002a: 5).


Günlük kalori ihtiyacına göre hesaplanan mutlak yoksulluk, yoksulluğun en bilinen şeklidir. Mutlak yoksulluk, günümüzde günlük 1$ veya 1,5$ gelire denk gelen bir yaşamı ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu yoksulluk tipi içinde yaşayan birey ve kesimlerin yoksulluğu açlık (gıda yoksulluğu) ile eşdeğerdir. Dünya Bankasının verilerine göre, bugün dünya üzerinde yaşayan 2,8 milyar yoksulun yaklaşık 1,1 milyarlık kısmı (diğer verilere göre 1,3 milyar) mutlak yoksulluk içinde yaşamaktadır. Dünya Bankası tarafından belirlenen ölçütlere göre, günlük 1 veya 1,5 doların altında gelir ile yaşamaya çalışan insanlar mutlak yoksul olarak nitelendirilmektedirler. Gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler için ise mutlak yoksulluk sınırı 1,25 dolar kabul edilmektedir. Dünya standartları boyutuyla belirtilen bu ölçütlerin yanında ülkelerin yoksulluk hesaplamaları da farklılık göstermektedir (Açıkgöz ve Yusufoğlu,2012:84).
Birey ve hanehalkının yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamaması durumunu ifade eden mutlak yoksulluk, bireyin ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılayıp karşılamadığını esas almakta ve karşılayamaması halinde yoksul olarak kabul edilmektedir. Mutlak yoksullukta yoksulluk sınırı iki biçimde belirlenmektedir;
Gıda yaklaşımı: Yoksulluğun belirlenmesinde sadece yeterli miktarda temel gıda maddesinden oluşan gıda sepetinin maliyeti veya bir insan tarafından alınması gereken asgari kalori miktarının gerektirdiği tüketim harcamaları esas alınmaktadır. Bu yaklaşıma göre belirlenen gıda ihtiyacını karşılayamayan birey veya hane halkı yoksul olarak kabul edilmektedir. Dünya Bankası çalışmasına göre, bir insanın hayatta kalabilmesi için gerekli günlük kalori miktarı 2400 k/cal olup, bu kalori değerine karşılık gelen besin değerini alamayan kişiler yoksul olarak kabul edilmektedir.

TÜRK-İŞ tarafından, çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek amacıyla her ay düzenli olarak yapılan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının 2015 Kasım ayı sonuçlarına göre; dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.390,61 lira olarak hesaplanmıştır (TÜRK-İŞ, 2013).



Temel İhtiyaçlar Yaklaşımı: Bu yaklaşım asgari gıda harcamaları yanında; giyinme, barınma, ısınma gibi diğer temel ihtiyaçlar da belirlenmekte ve bunları karşılamak için gerekli gelir hesaplanmaktadır. Hesaplanan gelir düzeyine ulaşamayanlar yoksul olarak kabul edilmektedir. Genellikle sadece gıda yaklaşımına göre belirlenen yoksulluk sınırı, “açlık sınırı” olarak da ifade edilirken, temel ihtiyaçlar yaklaşımına göre belirlenen ise “yoksulluk sınırı” olarak ifade edilmektedir (Arabacı,2011:122-123).
TÜRK-İŞ tarafından her ay düzenli olarak yapılan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının 2015 Kasım ayı sonuçlarına göre; dört kişilik bir ailenin gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 4.529,66 lira olarak hesaplanmıştır (TÜRK-İŞ, 2013). Kasım ayında bekar bir çalışanın yaşama maliyeti ise bin 683 lira 50 kuruş olarak hesaplandı.



      1. Göreli Yoksulluk

Mutlak yoksulluk, gıda, barınma, giyim gibi temel ihtiyaçlardan yoksun olma halini ifade ederken, göreli yoksulluk kapsam bakımından daha geniş bir alana işaret etmektedir. Göreli yoksulluk, temel ihtiyaçların yanı sıra, sağlık, eğitim, temiz içme suyu gibi hizmetlere ulaşma ve doğumda yaşam beklentisi gibi durumları da içeren bir kavramdır. Yani bu kavramla insanların imkânları ve yoksunlukları da yoksulluk kapsamına dâhil edilmektedir. Göreli yoksulluk toplum bazında değerlendirilen bir kavramdır. Bu kavramla bir toplumda yalnızca aç olanlar veya evsizler değil, aynı zamanda toplumun genel tüketim düzeyinin altında kalanlar da göreli olarak “yoksullar” kategorisine sokulmaktadır (Açıkgöz ve Yusufoğlu,2012:84-85).


Şenses (2002:91), göreli yoksulluğu “temel ihtiyaçlarını mutlak olarak karşılayabilen ancak kişisel kaynakların yetersizliği yüzünden toplumun genel refah düzeyinin altında kalan ve topluma sosyal açıdan katılmaları engellenmiş” olarak tanımlamaktadır.
Göreli yoksulluk, herhangi bir toplumda mevcut olan standartlar değerlendirilerek tanımlanmaktadır. Sosyal yaşama katılımın ortalama maliyeti göz önünde tutulduğu için ülkelerin tüketim alışkanlıklarının da hesaba katılması gerekmektedir. Bireysel bazda göreli yoksulluk, bireyler arası gelir farklılığına dayanmakta yani bir bireyin diğer bir bireye göre daha az gelir elde etmesi ile ortaya çıkmaktadır. Toplumsal boyutta ise, toplum tarafından yaygın şekilde kabul gören aktivitelere katılma ve yaşamdan zevk almayı sağlayacak kaynakların bulunmaması olarak kendini göstermektedir (Demirbilek, 2005: 250).
Göreli yoksullukta; genellikle ortanca (medyan) gelirin belli bir yüzdesinin (%40-60)i daha çok %50’sinin altında gelir elde edenler, yoksul olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşımda referans noktasını birey ya da hanehalkının ortalama refah düzeyi oluşturmaktadır (Şenses,2002:91-92).
Göreli yoksulluğun bulunduğu yerde, mutlak yoksullukla karşılaşılmayabilir ancak mutlak yoksulluğun görüldüğü yerde göreceli yoksulluk zorunlu olarak bulunmaktadır (Tufan ve Karataş, 2003: 16). Gelir seviyesi kavramı, her iki yaklaşımın ortak noktasını oluşturmaktadır. Bu sebeple öncelikle gelir seviyesini oluşturan etmenler ortaya çıkarılmalı ve yoksulluk sınırı olarak belirlenen gelir seviyesi altında yaşayanların kimler olduğu tespit edilmelidir (Dansuk, 1997: 5).
Diğer yandan gelişmekte olan ülkelerde mutlak yoksulluk yaygınken, gelişmiş ülkelerde bu tür yoksulluğa çok fazla rastlanmamaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde çoğunlukla göreli yoksulluktan söz edilmektedir (Arabacı,2011:123).
Mutlak ve göreli yoksulluk kavramlarını Türkiye açısından değerlendirecek olursak, gelişmekte olan ülke kapsamında görülen Türkiye’de mutlak yoksulluktan ziyade göreli yoksulluğun ön plana çıktığını söylemek mümkündür. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) yaptığı araştırmaya göre, 2009 yılında Türkiye’de fertlerin yaklaşık % 0,48’i, yani 339 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, % 18,08’i, yani 12 milyon 751 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. 2008 yılında bu oranlar sırasıyla % 0,54 ve % 17,11’dir (Açıkgöz ve Yusufoğlu,2012:85).
Oldukça geniş bir içeriğe sahip olan yoksulluk kavramıyla ilgili farklı kriterler esasında belirlenmiş yoksulluk tanımları bulunmaktadır. İçinde bulunulan koşulların farklılığı, çok boyutluluk, maddi, ekonomik belirleyiciler dışında ekonomik olmayan kriterlerin de söz konusu olması, yoksulluk tanımlarında farklılıklara neden olmaktadır. Dolayısıyla yapılan araştırmalarda, yoksulluğun hangi boyutu üzerinde durulmak isteniyorsa ona uygun kriterler göz önünde tutularak tanımlamalar yapılmaktadır (Aktan, 2002a: 5). Literatürde en sık karşılaşılan yoksulluk türleri içinde şunları sıralayabiliriz;
Subjektif Yoksulluk: Kişilerin ve hane halkının kendileri için uygun görecekleri bir tatmin düzeyini sağlamaya yetecek bir gelire sahip olmamaları durumunu ifade eder.
Objektif Yoksulluk: Yoksulluğu neyin oluşturduğu ve insanları onları yoksullaştırıcı durumlarından çıkarmak için neye gereksinim duyulduğu gibi normatif yargıları ifade eder.

İnsani Yoksulluk: İnsani gelişme ve insanca yaşam için parasal olanakların yanı sıra temel gereksinimlerin karşılanabilmesi için iktisadi, sosyal ve kültürel bazı olanaklara sahip olmama durumunu ifade eder.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)’nın tanımına göre “insani yoksulluk”, katlanılabilir bir yaşam için gerekli fırsatlar ve seçeneklerden feragat etmektir. Bu tanımlamaya göre, yoksulluk, gelir düzeyi ile ilişkilendirilemez, çünkü gelir ekonomik bir kategoridir. Buna karşın yoksulluk insani bir kategori olmak zorundadır. Bu noktadan hareketle, insani yoksulluk, insanın sağlık hizmetlerine, temiz su kaynaklarına, eğitim hizmetlerine ulaşılabilirliği, uzun bir yaşam sürme hakkı ve “sürdürülebilirlik” kriterlerine dayalı olarak, yeni fırsat ve seçenekleri kullanabilmek için gerekli altyapının yokluğu olarak tanımlanmaktadır (Karabulut ve diğ., 2005:3).



Gelir Yoksulluğu: Yaşamı sürdürmek ve asgari yaşam standardını karşılamak için ihtiyaç duyulan temel ihtiyaçların karşılanabilmesi bakımından yeterli miktarda gelirin elde edilememesi durumunu ifade eder.
Son zamanlarda yoksulluğun tanımlanmasında gelir/tüketim yaklaşımının yetersiz kaldığı yaygın bir şekilde dile getirilmeye başlanmıştır. Bu çerçevede asgari bir yaşam düzeyini sağlamaya yönelik gelir/tüketim seviyesine sahip olmanın yanı sıra, yoksulluğun belirlenmesinde kaynaklara erişim, kamusal mal ve hizmetlere ve yarı kamusal mal ve hizmetlere erişim ile bağımsızlık ve izzet ve onur gibi ölçütlerin de hesaba katılması gerektiği dile getirilmektedir. Asgari gıda gereksinimi ile konut, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli araç ve olanakların olmaması sonucu ortaya çıkan bir fiziki mahrumiyet durumu olarak nitelenebilecek yoksulluk, istihdam olanaklarının olmaması ve değişik türlerde ayrımcılığın mevcut olması halinde daha da artar. Yoksulluk, birçok durumda, karar alma mekanizmasından dışlanma ve siyasi sürece, iş hayatına ve kültürel faaliyetlere katılımın kısıtlı olması halinde daimi hale gelir.

Yoksullukla ilgili olarak yukarıda verilen bilgiler özetlenecek olursa, şunlar söylenebilir:



  • Yoksulluk en temelde insanın var olmasını gerektiren kaynaklardan yoksun olmasının bir sonucudur.

  • Yoksulluk çok boyutlu bir sorundur. Bu nedenle, sadece temel ihtiyaçların giderilememesi kapsamında düşünülemez, insani bir yönü de vardır. Yoksul kişiler sadece aç ya da parasız değillerdir. Aynı zamanda pek çok hizmete ulaşmakta, kendilerini gerçekleştirmede ciddi sorunlar yaşarlar.

Özetle, yoksulluk gelir azlığından çok daha karmaşık bir sorundur. Yoksulun tutumu, çevrenin yoksula karşı tutumu, içine düştüğü çemberin kırılmasını güçleştirir. Bir bakıma, yoksul yaşam biçimi toplumun desteği olmazsa, yoksulluk kısır bir döngü olarak sürer (Yörükoğlu, 2000).


    1. Yoksulluğun Nedenleri

Yoksulluğu tek bir nedenle açıklamak mümkün olmamaktadır. Aynı zamanda, yoksulluğun sebep ve sonuçlarını birbirinden ayırmak her zaman kolay değildir. Neyin sebep neyin sonuç olduğu karışıktır. Yoksulluğun nedenleri en temelde makro nedenler ve mikro nedenler olmak üzere iki biçimde sınıflandırılabilir.



Makro Nedenler

  • Yaşanılan coğrafyanın özellikleri (su, toprak, iklim vb. şartların elverişsizliği),

  • Savaşlar, doğal afetler, ekonomik krizler,

  • Teknolojik gelişmelere paralel olarak insan gücüne duyulan ihtiyaçta azalma,

  • Ülkenin gelir dağılımındaki adaletsizlik,

  • Ülkedeki istihdam politikaları nedeniyle yüksek işsizlik oranı ya da var olan işlerdeki ücretlerin düşük olması,

  • Ülkedeki siyasi otoritenin yeterince güçlü olmaması nedeniyle yaşanılan yolsuzluklar,

  • Ülkedeki hızlı nüfus artışı,

  • Toplumda yaşanan sosyal değişmeler (göç, çarpık kentleşme, aile yapısındaki küçülmeler).

Mikro Nedenler

  • Fiziksel ve ruhsal sağlığın bozuk olması,

  • Özürlülük,

  • Alkol, madde bağımlılığı ve kumar gibi kötü alışkanlıklar,

  • Düşük eğitim düzeyi,

  • Var olan işler için gerekli beceriye sahip olamama,

  • Ücret sorunları ve işyerindeki kötü yönetimden kaynaklanan sorunlar,

  • Boşanma, terk edilme, ölüm gibi nedenlerle ailenin dağılması,

  • Çalışmaya ilişkin olumsuz etik değerler,

  • İstediği koşullarda iş bulamamak,

  • Suç kurbanı olmak,

  • Yaş, cinsiyet, etnik köken gibi özellikler (İlik, 1992’den akt. SYDV,2007:15-18).

Evrensel bir sorun olan yoksulluğa sebep olan en önemli nedenleri şu şekilde sayabiliriz;



Gelir Dağılımındaki Eşitsizlikler:

Yoksulluğun önde gelen nedeni gelir dağılımındaki eşitsizliklerdir. Bu nedenle gelir eşitsizliğine neden olan tüm faktörlerin aynı zamanda yoksulluğa da neden olduğunu belirtmek gereklidir. Gelir dağılımının yapısı ve zaman içindeki değişimi yoksulluk hakkında önemli bilgiler vermekte ve bu eşitsizlik ülkenin artan refahının da eşitsiz dağılımına neden olmaktadır. 1970 ve 1980li yıllar boyunca artan eşitsizlikler günümüzde yoksulluğun ulaştığı boyutun en önemli nedenidir. Gelir eşitsizliklerinin artması, ekonomik büyüme ile artan ulusal gelirin toplumda daha da eşitsiz dağılmasına ve alt gelir grupları ile üst gelir grupları arasındaki farkın daha fazla açılmasına yol açmaktadır.

Bir ekonomide belli bir dönemde yaratılan gelirin, kişiler, toplumsal gruplar ve üretim faktörleri arasındaki bölüşümünü ifade eden gelir dağılımı kavramı, Fonksiyonel (faktörel) ve Kişisel (bireysel) gelir dağılımı olarak iki şekilde ele alınmaktadır. Kısaca baktığımızda;

fonksiyonel (faktörel) gelir dağılımı; Milli gelirin üretim faktörleri arasında ücret, faiz, rant ve kar olarak dağılmasına

bireysel (kişisel) gelir dağılımı ise milli gelirin, bireyler ve toplumsal gruplar arasında dağılmasını ifade etmektedir.
Günümüzde gelir dağılımı kavramıyla birlikte sıklıkla anılan bir diğer kavram da gelir eşitsizliği kavramıdır. gelir eşitsizliği kavramı, gelir dağılımının "eşitsiz" yanını vurgulamaktadır. Gelir dağılımını etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Ancak gelir eşitsizliğine neden olan belli başlı faktörler arasında şunları saymak mümkündür;

-Servet dağılımındaki eşitsizlikler; Gelir getirici bir servetin varlığı ve büyüklüğü buna sahip olan kişilerin gelir düzeyini belirlerken, gelir de servet oluşumu için en önemli kaynağı meydana getirmektedir. gelir, tasarrufları artırarak servet oluşumunu sağlarken, servet de yeni gelirlerin kaynağını oluşturmaktadır.

-Ücret Farklılıkları: Bağımlı çalışanlar için en önemli ve çoğu zaman da tek gelir kaynağı ücret (veya maaş) geliridir. bu nedenle bağımlı çalışanlar için ücretler arasındaki farklar gelir eşitsizliğine sebep olan en önemli nedenlerin başında gelmektedir.

-Demografik Faktörler: Nüfus artışı ve göç de gelir eşitsizliklerine neden olmaktadır. özelikle gelişmekte olan ülkelerde, artan nüfusa karşılık yeterli yatırımların yapılmaması yeni işler yaratılamaması sonucunda, işsizlik ve/veya kayıtdışı sektör büyümekte ve buna bağlı olarak gelir dağılımı emek gelirleri aleyhine bozulmaktadır.

-Sosyal Normlar ve Gelenekler: Gelir eşitsizliğinin önemli nedenlerinden biri sosyal normlar ve geleneklerdir. buna göre örneğin, toprak mülkiyetinin belli ellerde toplandığı geleneksel toplumlarda toprak sahibi olmayan kişilerin bu toprağı kullanmak için kiralaması gerekmektedir. Kiralar üzerinde devlet kontrolünün olmadığı birçok ülkede, kira sözleşmeleri geleneksel yapı içinde yapılmaktadır. Türkiye'deki yapıya bakacak olursak, yarıcılık sistemi ile toprak sahibi ile kiracı ürünleri yarı yarıya paylaşmaktadır. Bu sistemde hukuki olarak düzenlenmiş veya piyasada belirlenmiş bir kira miktarı bulunmamaktadır. bu nedenle gelirin paylaşımında gelenekler ön planda olmaktadır.



-İşsizlik

-Diğer Faktörler: Cinsiyet, ırk, yaş, doğuştan sahip olunan yetenekler, ebeveynlerin özellikleri, eğitim düzeyi, ailede çalışan fert sayısı gibi faktörler, bireylerin gelir düzeyini belirlemek suretiyle gelir dağılımı üzerinde etkili olmaktadır.
Gelir eşitsizliklerinin ölçümünde;

-Yüzde paylar analizi

-Lorenz eğrisi

-Gini katsayısı gibi ölçüler kullanılmaktadır (Yüksel Arabacı,2013). Buna göre,


Yüzde paylar analizi, Yüzde payları, kişisel gelir dağılımını ölçmede kullanılan ve eşitsizlik ölçüleri içinde en açık olanıdır. Kişisel gelir dağılımını ölçmede kullanılan yüzde paylar analizinde, haneler %1'lik 100, %5'lik 20, %10'luk 10, %20'lik 5 gruba ayrılarak her grubun toplam gelirden aldığı paylar karşılaştırılabilmektedir. Hane gelirlerine ilişkin yüzde payların hesaplanabilmesi için haneler toplam kullanılabilir gelirlerine göre küçükten büyüğe doğru sıralanır ve hangi yüzde paylar analizi yapılacaksa haneler o sayıda gruba ayrılır. Her yüzde gruba düşen kullanılabilir gelir, toplam kullanılabilir gelire oranlanarak hanelerin gelirine ilişkin yüzde paylarına ulaşılır. Yüzde paylar analizinde, gelirin eşit dağılması için her grubun gelirden aldığı pay ile toplam nüfustan aldığı pay eşit olmalıdır. Özellikle uluslararası karşılaştırmalarda gelir sahiplerini gelir düzeylerine göre 5 eşit (%20'lik) gruba bölerek her bir grubun toplam gelir içindeki payını karşılaştırmalı olarak irdelemek mümkündür.
Lorenz Eğrisi: Gelir dağılımındaki eşitsizliği, yatay ekseninde nüfusun kümülatif oranlarıyla, dikey ekseninde de bu nüfusun elde ettiği gelirin kümülatif oranlarıyla gösteren diyagramdır. Lorenz eğrisi, yüzde olarak ülkedeki toplam gelirin ne kadarını kaç kişinin aldığını, diğer bir deyişle; gelirin paylaşım şeklini göstermektedir. Lorenz eğrisi, eğer gelirin dağılımında bir eşitlik söz konusu ise herkesin gelirden eşit ölçüde pay aldığını ifade etmek için 'tam eşitlik doğrusu' adını alır. Başka bir deyişle, gelirler bireyler arasında eşit olarak dağılmışsa Lorenz eğrisi mutlak eşitlik doğrusu ile çakışarak 45'lik bir doğru biçimini alacaktır. Lorenz eğrisinin tam eşitlik doğrusundan

uzaklaşmaya başlayarak daha çukur hale gelmesi gelir paylaşımında eşitsizlik olduğu anlamına gelmektedir ve gerçek hayatta kişisel gelir dağılımı mutlak eşitlikten oldukça uzakta yer almaktadır.


Gini Katsayısı: Gelir eşitsizliğini tek bir değerde özetleyen Gini katsayısı, kişisel gelir dağılımını ölçmede en çok kullanılan ölçülerden biridir. Gini katsayısı '0' ile '1' arasında değişen bir katsayı olma özelliğine sahiptir. Bir toplumda gelir adaletli olarak paylaşılmışsa (herkes eşit gelir elde ediyorsa) Gini katsayısı '0' değerini almakta, toplumdaki gelirler yalnız bir kişi tarafından alınmışsa Gini katsayısı '1'e eşit olmaktadır. Gini katsayısının değeri gelir düzeyinin büyüklüğüne değil, farklı gelir düzeyleri arasında kalan kişilerin sayısına bağlıdır. Gini oranı, Lorenz eğrisine bağlı olup Lorenz ile köşegen arasında kalan alanın, köşegenin altında kalan toplam alana oranına eşittir. Gini oranının artması eşitsizliğin arttığını, azalması ise eşitsizliğin azaldığını gösterir (DPT,2001:6-7).


c:\users\sau\desktop\lorenz.jpg
Lorenz Eğrisinden türetilen Gini Katsayısı, eşitsizliği tek bir değerle ifade ederek kullanım ve karşılaştırma kolaylığı sağlamaktadır. Gini katsayısı, mutlak eşitlik doğrusu ile Lorenz Eğrisi arasında kalan alanın, mutlak eşitlik doğrusu altında kalan üçgenin alanına oranıdır. Gini Katsayısını G=A/(A+B) şeklinde formüle etmek mümkündür. Gini katsayısı sıfır ile bir arasında bir değer almakta, katsayının sıfıra yakın olması gelir adaletsizliğinin azaldığını, bire yaklaşması ise arttığını göstermektedir (Yüksel Arabacı, 2013: 171-174).
Hanehalkı Büyüklüğü ve Yapısı:

Hanehalkı fert sayısı arttıkça yoksulluk riski artmaktadır. TÜSİAD’ın 2000 yılı raporuna göre de Türkiye’de iki veya daha fazla çocuk sahibi olan ailelerin yoksulluk riski diğer gruplara göre daha fazladır. Hanehalkının büyüklüğü kadar yapısı da yoksulluk açısından belirleyicidir. Yapılan çalışmalar özellikle tek ebeveynli, yaşlı veya aile reisi kadın olan hanehalklarının diğerlerine oranla daha fazla yoksulluk riski taşıdığını göstermektedir. Yapılan çalışmalar ve veriler, kadınların daha fazla yoksulluk riski taşıdığını, özellikle çocuklarına tek başına bakmakta olan kadınlarda bu riskin arttığını söylemek mümkündür. Ayrıca, aile reisinin eğitim düzeyi, yaşı, özürlü olup olmaması gibi faktörler yanında ailedeki çocuk, yetişkin ve yaşlı durumu da yoksulluk açısından önemlidir.




Emek Piyasasına Bağlı Nedenler:

Piyasada bazı mesleklerin kaybolması, işsizlik, kısmi süreli çalışma, düşük gelirli işler gibi emek piyasasına bağlı nedenler yoksulluk riskini artırmaktadır. Çalışanlar arasında yoksulluğun en önemli nedenleri düşük ücret düzeyleri ve kısmi çalışmadır. 1970li yılların ilk yarısında başlayan ve birçok gelişmiş ülkede etkili olan ekonomik kriz, artan uluslararası rekabetin de etkisiyle ücretler üzerinde bir baskı oluşturarak işgücü piyasasında özellikle vasıfsız işçilerin durumunu kötüleştirmiştir.



Enflasyon:

Enflasyon, sabit gelirlilerin satın alma güçlerini azaltarak refah düzeylerinin düşmesine neden olmaktadır. Özellikle alt gelir gruplarında enflasyon nedeniyle oluşan bir refah kaybı yoksulluk anlamına gelmektedir. Tüm gelirini tüketime harcayarak ancak ihtiyaçlarını karşılayabilen hanehalkları fiyatlar genel düzeyinin artması nedeniyle ihtiyaçlarının tamamını karşılayamayacak duruma düşebilmektedir.


Sayılan bu nedenlerin yanı sıra savaşlar, ülke içinde yaşanan kargaşalar, krizler, doğal afetler ve salgın hastalıklar gibi makro ölçekli olağandışı gelişmeler yoksulluğu artırdığı gibi, bireysel veya hanehalkı düzeyinde yaşanan; aile reisinin ölmesi, ciddi ve uzun süreli hastalıklar gibi ani gelişen olumsuz olaylar da yoksulluğa sebep olmaktadır (Yüksel Arabacı,2011:124-126).
7.3.Türkiye’de Yoksulluk
Günümüz Türkiye’sinde görülen yoksulluğu analiz etmek için yoksulluğu etkileyen bazı faktörleri ele almak gerekmektedir. Dünyada ve Türkiye’de yoksulluk, bir dizi sosyal, ekonomik ve siyasal faktörün sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, yoksulluğun ortaya çıkmasında makro faktörlerin yanı sıra, kültürel öğeler ve bireysel özellikler gibi mikro faktörleri de hesaba katmak gerekmektedir.
Türkiye’de yoksulluğu etkileyen faktörlerin başında küreselleşmeyi saymak mümkündür. Küreselleşme ile tek boyutlu hale gelmesi öngörülen dünya, çok boyutlu hale gelmekte ve en zenginle en yoksul arasındaki uçurum kapanmayacak bir boyuta doğru ilerlemektedir (Açıkgöz ve Yusufoğlu,2012:88). İleri teknoloji gibi birçok fırsat ve yeniliği beraberinde getiren küreselleşme süreci, işsizlik ve yoksulluk gibi toplumun bütününü ilgilendiren sosyal sorunlara sebep olarak toplumsal adaletsizlik ya da eşitsizliklerin artışına neden olmuştur. Küreselleşmenin getirdiği serbest rekabet anlayışı sonucunda rekabet gücü olanlarla olmayanlar arasındaki mesafenin giderek açılır hale gelmesi eşitsizliklerin de derinleşmesine yol açmıştır (Bozkurt,2000b;95). Küresel ve ulusal düzeyde gelir dağılımının bozulmasının yanı sıra sosyal devlet anlayışında da yaşanan değişim ile yoksulluğun niteliği ve niceliği de değişmeye başlamıştır (Yıldırımalp,2011).
Türkiye’de, özellikle 1980 sonrası neoliberal ekonomik politikaların uygulanmasıyla birlikte, kapitalizm ve küreselleşmenin etkileri toplumda daha fazla hissedilmeye başlamıştır. Dünya pazarında üretilen ürünler ülkemizde de rağbet görmüş ve bunun sonucunda üretim güçlerini elinde bulunduranlar giderek daha zengin olmuşlardır. Zenginleşmenin önünde bir engelin bulunmadığı bu dönemde, gelir dağılımındaki bozukluk iyiden iyiye hissedilmeye başlanmış, küresel politikalardan en çok etkilenen yoksul kesim ise toplumsal mekânlarda daha görünür hale gelmiştir. Özellikle, bu dönemden itibaren işsizlikle birlikte çalışan yoksulların sayısında da bir artış gözlenmiştir. Uzun yıllar Türkiye’de varlığı pek hissedilmeyen “sosyal devlet” ilkesi de bu yıllarda uygulamaya konulmaya çalışılmış; ancak ne sosyal devlet ilkesi ne de diğer sosyal politikalar Türkiye’deki yoksulluk sorununa etkili ve kalıcı çözümler getirebilmiştir.
Türkiye’de yoksulluğu etkileyen bir diğer faktör ise işsizliktir. Günümüzde hemen hemen her toplumu ve bir toplumdaki birçok kesimi etkileyen en önemli küresel sorunlardan birisi de işsizliktir. İşsizlik, günümüzde artık sadece eğitimsiz veya düşük eğitimli kişileri değil, eğitimli ve beceri sahibi kişileri de etkilemektedir (Açıkgöz ve Yusufoğlu,2012:88-90).
Yeni istihdam biçimlerinin ve esneklik uygulamalarının ortaya çıktığı, işgücünün kutuplaştığı 1990’lı yıllarla birlikte istihdam ve ücretler olumsuz etkilenmiştir. Bu süreçte kronik bir sorun haline gelen işsizlik, yoksullukla iç içe giren bir sarmal yapı oluşturmuştur (Uyanık,2008:213-214).Yoksulluğun en önemli nedenlerinden birini oluşturan işsizlik, belirli bir gelirden yoksun olmayı ifade ettiği için, insanların yoksullaşması öncelikle bir işte çalışmıyor olmaktan kaynaklanmaktadır (Yüceol, 2005: 494).
İşsizlik sorunu neredeyse dünya ülkelerinin tamamında görülen bir sorundur. Ancak, yoksulluk açısından bakıldığında, işsizlik gelişmiş ülkelerden ziyade az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki yoksulluğu daha fazla etkilemektedir. Türkiye’de son yıllarda yürürlüğe konulan işsizlik sigortası gibi uygulamalar, bir iş bulup çalışana kadar işsizlere geçici bir güvence sağlamaktadır. Ancak, bu gibi önlemlerin işsizliği ve dolayısıyla yoksulluğu azaltmada veya gidermede pek etkili olmadığı görülmektedir. Çünkü bu önlemler yapısal sorunlara odaklanmak yerine kalıcı rahatsızlıklara geçici çözümler getirmekle yetinmiştir.
Türkiye’de yoksulluğun genel nedenlerine baktığımız zaman işsizlik, yetersiz gelir, zorunlu göçler, parçalanmış aileler, hanede özürlü, sakat veya yatağa mahkûm hasta olması, nüfusun kalabalık olması ve eğitimsizlik gibi faktörleri görebiliriz. Ancak bunlardan en çarpıcı olanı eğitimsizliktir. Genel itibariyle yardıma muhtaç olan birey ya da ailelerin çoğu eğitimsizlerden ya da yeterli eğitim al(a)mamışlardan meydana gelmektedir. Yapılan araştırmalara göre eğitim düzeyi arttıkça yoksulluk riski azalmakta, eğitim düzeyi düşük oldukça yoksulluk riski artmaktadır. TÜİK’in yapmış olduğu araştırmaya göre, 2009 yılında okur-yazar olmayan veya bir okul bitirmeyenlerde yoksulluk oranı %29,84 iken, ilkokul mezunlarında bu oran %15,34, lise ve dengi meslek okulları mezunlarında %5,34, yüksekokul, fakülte ve üstü mezuniyete sahip bireylerde ise %0,71 olmuştur. İlköğretime başlamamış olan 6 yaşından küçük çocukların yoksulluk riski ise %24,04’tür. Maddi imkânsızlıklar ya da kırsal yaşamdaki bazı olumsuzluklar nedeniyle yeterli eğitim alamayanlar, kent hayatında büyük güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Gerek erkek gerekse kadın olsun kırdan kente göç etmiş olan bireyler, kentlerdeki niteliksiz ve vasıfsız işgücünü oluşturmaktadırlar. Bunlardan bir kısmı iş imkânı bulup çalışabilmekte, ancak önemli bir kısmı çalışabilecek bir iş bulamamaktadır.
Türkiye’de özellikle kentsel yoksulluğa sebep olan bir diğer unsur ise göç problemidir. Türkiye’de kent yoksulluğu 1950’lerden sonra görülmeye başlanmıştır. Sanayinin gelişmesi ile birlikte görülen göç hareketleri köyden kente doğru gerçekleşmiş ve bunun sonucunda kent nüfusu artmıştır. Türkiye’de kentleşme süreci, yoksulluk için önemli bir neden teşkil etmektedir. Özellikle, kentleşme sürecinde yoğun bir şekilde yaşanan göçlerin yoksulluk üzerinde güçlü bir etkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’de yoksullukla göç arasında doğrudan bir ilişki ve bir kısır döngünün olduğunu söylemek mümkündür. Yoksulluk göçü, göç de yoksulluğu etkilemektedir (Açıkgöz ve Yusufoğlu,2012:91-95).
Türkiye’de yoksullukla ilgili veriler TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından “Yoksulluk Çalışması” başlığı altında 2002 yılından bu yana düzenli olarak her yıl yayınlanmaktadır. Temel ihtiyaçlar yaklaşımı çerçevesinde yoksulluk oranlarına baktığımızda 2002 yılında nüfusun %26,96’sının yoksul olduğu belirtilirken, 2009 yılı itibariyle bu oran %18.08 olarak hesaplanmaktadır. Türkiye’de sadece gıda yaklaşımına göre mutlak yoksul oranı 0.48, temel ihtiyaçlar yaklaşımına göre %18.08’dir. günde 1 ve 2,15 dolarlık yoksulluk sınırlar esas alındığında ise Türkiye’de,

  • 1 Dolar altı gelir elde eden kimsenin olmadığı

  • 2,15 dolar’ın altında gelir elde edenlerin oranın da %0,22 olduğu görülmektedir.

Türkiye’nin de dahil olduğu Doğu Avrupa ülkeleri için tanımlanan yoksulluk sınırı olan günde 4,3 dolarlık sınıra göre ise yoksulluk oranı % 4,35’dir. Göreli yoksulluk oranı ise %15,12 olarak hesaplanmaktadır.
Türkiye’de yoksulluğun profiline bakıldığında şunları söylemek mümkündür;

  • Hanehalkı büyüklüğü ile yoksulluk arasındaki ilişki Türkiye’deki yoksulluğun profiline bakıldığında ilk dikkat çeken özelliktir. Hanehalkı fert sayısı arttıkça yoksulluk riski artmaktadır.

  • Hanehalkının yapısı da yoksulluk üzerinde etkilidir. Ataerkil / geniş aile yapısına sahip haneler %21.14’lük oran ile yoksulluğun en yaygın olduğu ailelerin başında gelirken, tek yetişkinli aileleri ise %16, 62 ile ikinci sırada yer almaktadır.

  • Hanehalkının iktisadi faaliyet koluna göre dağılımı dikkate alındığında, tarımda faaliyet gösteren fertlerde yoksulluğun en yüksek düzeye ulaşması dikkat çekmektedir.

  • Türkiye’de çocuklar arasında yoksulluğun yaygın olduğu görülür.

  • Türkiye’de yoksulların profiline bakıldığında genel duruma uygun bir biçimde eğitim düzeyi arttıkça yoksulluğun azaldığı görülmektedir.

  • Cinsiyet bazında ele alındığında ise kadınlar arasında yoksulluğun daha yaygın olduğu ancak kadın-erkek yoksulluk oranları arasındaki farkın çok yüksek olmadığı görülmektedir (Arabacı,2011:139-139).

Türkiye’de yoksulluğa yönelik sosyal politikaların merkezinde maalesef sosyal yardımlar yer almaktadır. Oysaki sosyal yardımların etkin bir sosyal politikada sadece destek vazifesi görmesi gerekmektedir. Bugün Türkiye’de yoksullukla mücadelede Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü temel merkezi, kurum olarak işlev görmektedir. Bu kurum dışında Vakıflar Genel Müdürlüğü, STK’lar, yerel yönetimler, Kredi ve Yurtlar Kurumu ve bireyler yoksullukla mücadelede temel aktörler olarak yerlerini almaktadırlar.


7.4. Yoksullukla Mücadelede Kamusal Sosyal Yardımlar1 (KSY)

Yoksullukla mücadele, yoksul insanların her türlü ihtiyaçlarının karşılanması, çalışamayacak durumda olanların sosyal güvenliğinin temini ve çalışabilir durumda olanların kendi geçimlerini kazanabilecek imkânların sağlanması yönünde koruyucu sosyal siyaset kapsamında belli bir plân ve program çerçevesinde yürütülen rasyonel, sistemli ve örgütlü sosyal desteklerin bütünüdür. Bu sosyal desteklerin başında kamunun (merkezî veya yerel yönetimlerin) yoksul insanların ihtiyaç ve durumuna göre sağladığı kalıcı veya geçici sosyal yardım programları gelmektedir.

Sosyal siyasette sosyal yardım, genelde kamu yardımlarıdır, bir başka ifadeyle devletin, sahip olduğu değişik sosyal güvenlik kurum ve yöntemleriyle muhtaçlara yönelik yaptığı aynî ve nakdî yardımların bütünüdür. KSY, kendi ellerinde olmayan sebeplerden dolayı fakir olarak doğan veya sonradan fakirliğe düşen ve dolayısıyla (mutlak manada) yardıma muhtaç hâle gelen kişilere veya ailelere, (çoğu kez) devlet bütçesinden yapılan karşılıksız maddî yardım ve desteklerdir. KSY vasıtasıyla fertlerin temel vatandaşlık haklarından yararlanabilmesi sağlanmaktadır. Bu yönüyle KSY, yoksul insanları dahilî ve haricî olmak üzere değişik sosyal tehlikelere karşı koruyan bir sistemdir. Dahilî risklerin başında tüketim haklarından mahrum olma, sosyal ve ahlâkî sapma eğilimleri gösterme gelmektedir. Haricî sosyal risklerin başında ise toplumsal dışlanma ve ayrımcılığa uğrama gibi sosyal tehditler gelmektedir. Özellikle yoksulluk riskiyle en fazla karşı karşıya gelen dezavantajlı sosyal grupların sosyal koruma (KSY) kapsamına alınması sosyal bütünleşme açısından önemlidir.

Sosyal güvenlik yöntemini ifade eden kavramların en eskisi olan KSY, sosyal güvenliğin tarihî oluşum ve gelişim vetiresi (süreci) içinde, bir başka ifadeyle daha sosyal sigorta sistemleri kurulmadan evvel değişik tedbir ve vasıtalarla hayata geçirilmiş, özellikle dinî kurumlar ve vakıflar tarafından uygulanmıştır. Bugün, bir devletin sosyal sigorta sistemi ne kadar gelişmiş olursa olsun, bazen ortaya çıkan olağanüstü ve plân dışı sosyal hadiseler ve sosyal riskler karşısında bu sigorta sistemi, sosyal güvenliğin temel hedeflerini herkesi içine alacak bir biçimde geniş kapsamlı olarak yerine getirememektedir.

Sosyal yardımların, temelde diğer sosyal güvenlik sistemlerinin boşluklarını dolduran ve genellikle sadece münferit hallerde devreye girmesi gereken tamamlayıcı bir sosyal güvenliktir. Dolayısıyla, sosyal sigortalı olsun veya olmasın, gelir seviyesi düşük ve(ya) bununla birlikte değişik sosyal sebeplerden dolayı (çocuk, yüksek kira gibi) gideri yüksek olan muhtaç ve fakirlere, muhtaçlık ve fakirlik derecelerine göre, aynî ve nakdî yardım yapılması kaçınılmazdır. Bugün, sosyal güvenlik yöntemlerinin her birisi, tek başına olarak sosyal güvenliği mutlak ve geniş manada gerçekleştirememektedir. Bunun için, sosyal yardım ve devletçe bakılma teknikleri, sosyal sigortalar sistemini tamamlar mahiyette bir işlev görmektedir. Bu itibarla, sosyal yardım ve devletçe bakılma yöntemleri, sosyal sistemin olgunlaşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmaktadır.

Sosyal güvenliğin sağlanmasında kamusal sosyal yardım ile birlikte devletçe bakılma aracının finansman biçimi ve yararlanma şartları, primli sisteme dayanan sosyal sigorta yönteminden farklıdır. Şöyle ki, dağıtılan sosyal yardımlar, devlet veya mahallî idarelerin bütçesinden karşılanmakta ve yardımlarda her hangi bir karşılık söz konusu değildir. Primsiz rejim olarak da kabul edilen kamusal sosyal yardım sisteminden faydalananlar, finansmana iştirak etmemektedir. Dolayısıyla KSY, genelde karşılıksız ve şartsız olarak sağlanmaktadır.

Kamusal sosyal yardımlardan yararlanabilmek için, kişinin muhtaç durumda olması gerekmektedir. Muhtaçlık, genelde kişinin, çalışma imkânı bulamaması (işsizlik), çalışamayacak derecede özürlü-malul-yaşlı-hasta olması, gelir getiren bir mal varlığına veya kaynağa sahip olmaması neticesinde ortaya çıkan bir durumdur. Ülkemizde muhtaçlık, "kendisi, eşini ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarını, anne ve babasını bulunduğu mahallin hayat şartlarına göre asgarî seviyede geçindirmeye yetecek geliri, malı veya kazancı bulunmama" hâli olarak tanımlanmaktadır (SHÇEK; Aynî ve Nakdî Yardım Yönetmeliği).

Bu tanım, daha çok maddî (mutlak) yoksulluğu izah etmektedir. Geniş anlamda muhtaçlık kategorisine, göreceli yoksulluk ile sosyal hizmetler kapsamına girebilen unsurlar da girmektedir. Şu bir gerçek ki, özellikle ülkemizde çalışmasına, bir mal varlığına veya gelire sahip olmasına karşılık, birçok insan, yine de geçimini tam olarak sağlayamamaktadır. Dolayısıyla, kişinin eline geçen gelir, onu zaruretten kurtarmada yetersiz ise kişi, yardıma muhtaç sayılmalıdır. Elbette muhtaçlığın kendi içinde dereceleri ve türleri bulunmaktadır. Sağlanacak sosyal yardımın muhtevası, türü, süresi ve miktarı da buna göre farklı ve esnek bir biçimde düzenlenmelidir.



Sosyal yardımın amacı, anayasal hak olan insan haysiyetine ve şerefine yaraşır bir hayat sürdürebilmelerinde ihtiyaç sahiplerine, mümkün olabildiğince en etkili bir biçimde her türlü kamusal desteği sağlamaktır. Genel anlamda muhtaçlık ve dolayısıyla sosyal koruma (KSY ve sosyal hizmetler) kapsamına girebilmek için, kişide aşağıdaki dört şart aranmaktadır:

  1. Yoksulluk, yani gelir yokluğu veya yetersizliği.

  2. Sosyal hizmetler kapsamında değerlendirilen psiko-sosyal risk unsurlarının varlığı.

  3. Kronik hastalık, yaşlılık, malullük, özürlülük.

  4. Kimsesizlik, terk edilmişlik ve yalnızlık.

Sosyal koruma programlarından yararlanması gerekenler, gerçekten yardıma, bakıma ve(ya) diğer sosyal hizmetlere ihtiyaç duyan kişilerdir. Muhtaç kişiler, geçimini kendi başına ya hiç, ya da yeterince sağlayamayan ve bu sebeple de hayat boyu veya geçici bir süre için, şu veya bu şekilde yardıma muhtaç hâle gelmiş kimselerdir. Daha detaylı olarak açıklayacak olursak, yardıma muhtaç kişileri aşağıdaki kriterlere göre belirleyebiliriz:

  1. Her hangi bir yerden gelir kaynağı olmayan işsizler.

  2. Çalıştığı ve kazancı olduğu hâlde kendi zarurî ihtiyaçlarını ve(ya) bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin temel ihtiyaçlarını karşılayamayan aile fertleri.

  3. Yardıma muhtaç çok çocuklu aileler, dul ve(ya) boşanmış çocuklu kadınlar.

  4. Yardıma ve(ya) bakıma muhtaç âciz yaşlılar ve özürlüler (acezeler).

  5. Herhangi bir kazaya uğramış veya meslek hastalığına yakalanmış ve bundan dolayı da tamamen veya kısmen ya da geçici olarak malul duruma düşmüş yardıma ve(ya) bakıma muhtaç kişiler.

  6. Kendileri veya aile fertleri hapiste olan ve bundan dolayı da yardıma muhtaç hâle gelen aile fertleri.

  7. Özellikle sosyal sigortalar kapsamı dışında kalan ve sağlık hizmetlerinden yararlanması gereken yoksul aileler ve hamile bayanlar.

  8. Eğitim gören veya göremeyen fakir ailelerin çocukları.

  9. Uygun meskeni olmayanlar, elverişsiz ve sağlıksız ortamlarda barınanlar veya kira bedellerini ödemekte güçlük çeken aileler.

  10. Yeteri derecede maddî imkânı olmayan ve evlenmek isteyen gençler.

  11. Değişik tabiî âfetlerden dolayı yardıma muhtaç hâle gelen aileler.

  12. Tabiî âfetlerden dolayı zarara uğrayan çiftçi aileler.

  13. Borçlarından kurtulamayan ve bundan dolayı da geçim sıkıntısı çeken aileler.

Almanya’da kamusal sosyal yardım kapsamında muhtaçlık durumuna ve türüne göre iki farklı yardım biçimi ortaya çıkmaktadır. Beslenme, giyim, barınma ve ev eşyası gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamayan muhtaç olan herkese, sosyal yardım ve hizmetlerden sorumlu daire tarafından “hayatın idamesine yönelik yardım” (Hilfe zum Lebensunterhalt) adı altında aynî ve nakdî yardımın yanında evsiz kalanlar için de barınma imkânlarının oluşturulmasında destek sağlanmaktadır.

Sosyal yardımlar, muhtaçlık durumu devam ettiği sürece, sürekli olarak yapılmaktadır. Bunun yanında, olağanüstü sosyal hadiseler için hususî yardım ve hizmetler de sunulmaktadır (Hilfe in besonderen Lebenslagen). Bu çerçevede örneğin, bakıma muhtaç olan ileri yaştaki insanların bakımını üstlenen bakıcıların, bakım için ihtiyaç duydukları araç-gerecin yanında profesyonel bakım hizmetlerinin giderleri de karşılanmaktadır. Öte yandan, yardıma muhtaç ve sigortalı olmayan hastaların özel sağlık masrafları karşılanmakta veya engellilerin sosyal, meslekî ve tıbbî rehabilitasyonlarının sağlanması yönünde nakdî yardımlar yapılmaktadır.

Ezcümle sosyal devlet, kamusal sosyal yardım yöntemleriyle mahremiyetleri ihlâl edilmemek ve onurları incitilmemek şartıyla yardıma muhtaç sosyal kesimlerin maddî ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Sosyal devlet, vatandaşların (yoksulluk sınırından ziyade) asgarî hayat standartlarının üzerinde bir hayat sürmelerini sağlayabilmelidir. Yardıma ve korunmaya muhtaç sosyal kesimler, sosyo-kültürel hayattan nasibini alabilmelidir. Devlet, yoksulluğun ortadan kaldırılmasında sivil sosyal yardım organizasyonlarla da işbirliği yapmalıdır.

Belirli bir gelir düzeyinin altında kalan ve bundan dolayı da yardıma muhtaç durumda olan fertlere, kamu kurumları (kamu sosyal güvenlik kurumları) tarafından farklı biçimlerde malî destekler sağlanmaktadır. Bunların başında Mikro Kredi, Negatif Gelir Vergisi ve Şartlı Nakit Transferi (Şartlı Sosyal Yardım) gelmektedir.



7.4.1. Mikro Kredi (Grameen Modeli)

Mikro kredi, aşırı derecede muhtaç durumunda olan insanlara öncelik vermek üzere, işgücü niteliği taşıyan yoksullara kendi kendilerine gelir getirici bir ticarî veya meslekî faaliyette bulunmalarını ve kendilerinin ekonomik ve sosyal açıdan gelişmelerini sağlamak maksadıyla (devletçe) verilen küçük bir sermayedir. Tecrübe, yetenek ve girişimcilik ruhu olan, fakat başlangıç sermayesi olmayan yoksullara, uygun şartlarda, teminatsız, kefilsiz ve sadece güvene dayalı olarak kredinin verilmesidir. Mikro kredi, çeşitli sebeplerle muhtaç durumda bulunanlara yönelik olarak direkt sosyal yardım yapmak yerine, onlara, bankalar, STK’lar ve(ya) resmi birimler aracılığıyla şartlı ve karşılıklı kredi desteğidir.

“Grameen Modeli” olarak da ifade edilen bu uygulama, ilk olarak 1976 yılında Bangladeş’te yürürlüğe konulmuştur. Bu model, (bilinenin aksine) esas olarak gelişmekte olan ülkelerden ziyade en etkili bir biçimde ABD ve Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde uygulanmaktadır. Dünyada 111 ülkede yaklaşık 80 milyon insanın kullandığı ve yaklaşık 400 milyon kişinin faydalandığı mikro kredi uygulamasında, gelirin kötü durumda olması ile mikro kredi alma arasında doğru bir orantı bulunmaktadır. Yoksul kişi, ne kadar ihtiyaç sahibi ise, o kadar mikro kredi almaya yakın sayılmaktadır. Uygulamadaki öncelik ise, aşırı yoksul kadınlardır; bunlardan teminat ve kefalet istenmemektedir. Bu tip aktif sosyal yardım uygulamalarında, muhtaç durumdaki kadınların, “iş-kadınları”na dönüştürüldüğü söylenmektedir. Bu anlamda, (Prof. Dr. Muhammed Yunus’un) mikro kredi(si)nin çözümünün, bir meslek eğitiminden veya yeni bir meslek oluşturmaktan ziyade, yoksul kadınlara “kendi kendilerine istihdam” alanı meydana getirme üzerine yoğunlaştığı ifade edilmektedir.

7.4.2. Negatif Gelir Vergisi

Yoksul ailelere, asgarî hayat standardının altına düşmemeleri için, yıllık veya aylık geliri ve fert sayısına bağlı olarak sosyal destek amacıyla yapılan bir nakit transferidir. Bu sosyal destek modelinde, her aileye garanti edilmiş bir asgari gelir söz konusudur. Genelde bu miktar, fert başına düşen milli gelire endeksli olarak belirlenmektedir. Kişileri tembelliğe (pasifliğe) itmemek için de (sosyal desteğe rağmen) çalışma (aktiflik) teşvik edilmektedir. Örneğin (çalışanlar için) garanti edilmiş yıllık sosyal gelirin millî gelirin (10.000 TL) % 60’ı olan 6.000 TL olduğunu düşünelim (Eşdeğer Fert Geliri: % 60). Negatif Gelir Vergisine göre, sosyal devlet, çalışarak elde edilen 5.000 TL’ye ilaveten aileye yıllık 5.000 TL ödemektedir. Çalış(a)mayan ve hiç geliri olmayan aile için garanti edilmiş gelir ise % 60’nın altında olabilir. Ancak Eşdeğer Fert Geliri ilkesine göre bu oran % 40’ın altında olamaz. Buna göre bu aileye yıllık düşen sosyal gelir en az 4.000 TL’dir. Sosyal devlet bu aileye her yıl 4.000 TL negatif gelir vergisi ödemek durumundadır.



7.4.3. Şartlı Nakit Transferi (Şartlı Sosyal Yardım)

Şartlı nakit transferi, imkânsızlıklar (fakirlik) sebebiyle çocuklarını okula gönderemeyen veya okuldan almak zorunda kalmış olan veya düzenli sağlık kontrollerine gidemeyen ailelerin ekonomik yönden devletçe desteklenmesidir. Aktif sosyal yardım politikalarının bir uyguluma biçimi olan şartlı nakit transferi, belirli şartların yerine getirilmesine bağlı olarak (mesela çocuklarını okula gönderme veya onların sağlık ihtiyaçlarını giderme gibi insan sermayesine yatırım yapma şartı) fakir ailelere dönük olarak yapılan nakdî yardımlardır. İnsan kaynağının geliştirilmesi, çocukların korunması, çocuklara dönük geleceğin geniş imkânlarla donatılması, yoksulluğun diğer nesillere geçmesinin ve oluşabilecek olan bir yoksulluk kültürünün önüne geçilmesinin sağlanması, şartlı sosyal yardım uygulamalarıyla mümkün olabilmektedir.


Değerlendirme Soruları


  1. Yoksulluk kavramını açıklayınız.

  2. Türkiye’de yoksulluk profilinin özelliklerini açıklayınız.

  3. Yoksullukla mücadelede kamusal sosyal yardımları değerlendiriniz.


Kaynakça
Açıkgöz, Reşat ve Ömer Şükrü Yusufoğlu (2012), “Türkiye’de Yoksulluk Olgusu ve Toplumsal Yansımaları”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma Dergisi, Cilt: 1, Sayı:1

Aktan, Coşkun, C. ve İsmail Yaşar Vural (2002), “Yoksulluk: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri”, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara

Altan, Ömer Zühtü (2007), Sosyal Politika, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No:1744, Anadolu Üniversitesi, 1. Baskı, Haziran, Eskişehir

Arabacı, Rabihan Yüksel (2011), “Gelir Dağılımı ve Yoksulluk”, İçinde: Tokol, Ayşe ve Yusuf Alper (2011), Sosyal Politika, 1. Baskı, Dora Yayınları, Bursa

Bozkurt, Veysel (2000), “ Küreselleşmenin Toplumsal Sonuçları”, Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Derleyen, Veysel Bozkurt, Alfa

Dansuk, E.(1997), Türkiye’de Yoksulluğun Küreselleşmesi ve Sosyo-Ekonomik Yapılarla İlişkisi, DPT, Ankara

Demirbilek, S. (2005), Sosyal Güvenlik Sosyolojisi, Legal, İzmir

DPT (2001), "Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyonu", Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara

Karabulut, S. S., R. Karataş, M. Kılıç ve D. Turmuş (2005) Yenimahalle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına Başvuran Müracaatçıların Yapılan Yardımların İşlevselliğini Değerlendirmeleri, Yayınlanmamış Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu, Ankara.

Sallan Gül, Songül (2004), Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa, Etik Yayınları, İstanbul

Selek Öz, Cihan ve Sinem Yıldırımalp (2009), “Türkiye’de Kentsel Yoksullukla Mücadelede Sosyal Belediyeciliğin Rolü”, Uluslararası Sosyal Haklar Sempozyumu, 22-23 Ekim, Antalya

Seyyar, Ali (2011), Sosyal Politika Bilimine Giriş, Ders Notları, Sakarya Yayıncılık

Seyyar, Ali (2002), Sosyal Siyaset Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); Beta Yayıncılık, İstanbul

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü (2007), “SYDV Personeline Yönelik Sosyal Çalışmacı Eğitim Programının Geliştirilmesi Projesi”, Başbakanlık, İstanbul

Şenkal, Abdülkadir (2005), Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika, 1.Basım, Alfa, Ağustos

Şenses, Fikret (2002), Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk, 2. Baskı İstanbul: İletişim Yayınları

Talas, Cahit (1997), Toplumsal Ekonomi, İmge Kitabevi, Ankara

Tufan, B. ve K. Karataş (2003), “Yoksulluk ve Sosyal Hizmetler”, Sosyal Hizmet Sempozyumu, Yay.Hazırlayan Dr. Ümit Onat, 9-11 Ekim, Antalya

Uyanık, Yücel (2008), “Neoliberal Küreselleşme Sürecinde İşgücü Piyasaları”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 10/2, ss.209-224

Yıldırımalp, Sinem (2011), Kadının Yoksullukla Mücadelede Belirlediği Bir Strateji Olarak Ev Hizmetinde Çalışma, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

Yörükoğlu, A. (2000) Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, İstanbul, Özgür Yayıncılık.

Yüceol, Hüseyin Mualla (2005), “Küreselleşme, Yoksulluk ve Emek Piyasası Politikaları”, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 14, Sayı 2, ss.493-512





1 Bu bölüm, Prof. Dr. Ali Seyyar’ın ders notlarını kapsayan Sosyal Politika Bilimine Giriş kitabının dokuzuncu bölümü olan Yoksullara Yönelik Sosyal Politikalar bölümünden alınmıştır.

Yüklə 116,39 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin