İk-dr-2002-0002 İnsani kalkinma poliTİkalari ve tüRKİye üzerine bir deneme hazirlayan: Mİne yilmazer danişman: prof. Dr. HaliL ÇİVİ aydin 2002


Büyümeyle Birlikte Yeniden Dağılım (Bölüşüm) Yaklaşımı



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə13/65
tarix12.01.2019
ölçüsü3,49 Mb.
#94877
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   65

3.2. Büyümeyle Birlikte Yeniden Dağılım (Bölüşüm) Yaklaşımı


Verimli işgücü, büyüme artışının yeniden dağılımı ya da temel gereksinimlerin karşılanması politikaları, ekonomik kalkınmanın yeniden dağılımı stratejisinin daha geniş olarak ele alınmasını sağlamaktadır. Söz konusu politikalar beş temel faktör içermektedir (Griffin, 1989: 188-9):

  1. Özellikle toprak gibi verimli değerlerin yeniden dağılımı,

  2. Sosyal ve ekonomik proje ve programların seçimi, oluşumu ve yönetiminde insanların katılımına olanak veren yerel kurumların oluşumu,

  3. İnsan sermayesine yatırım (özellikle, beslenme, sağlık ve eğitim programları) ve belli başlı sosyal hizmetler ve ekonomik altyapının sağlanması,

  4. Hem işgücü yoğun sanayi mallarının ihracatına ve hem de tarım ürünlerinin hızlı büyümesine izin veren, işgücü yoğun bir kalkınma modelinin seçimi,

  5. Ortalama kişi başına gelirdeki hızlı artışın sürekliliği.

Bu faktörler, gelir ve refahın eşit dağılımını, insan ve fiziksel sermaye birikiminin artışını, üretim ve gelirin hızlı büyümesini sağlamaktadır.

Mutlak yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliğindeki artış ve işsizliğin sorun teşkil etmesiyle birlikte, “GSMH’yı tahtından indiren” ekonomistlerin sayısı da artmıştır. 1970’lerden itibaren büyüyen ekonomi ile birlikte yoksulluğun, eşitsizliğin ve işsizliğin azaltılması ve ortadan kaldırılması için, ekonomik kalkınma yeniden tanımlanmaya başlanmıştır. Bu süreçte “Büyümeyle Birlikte Yeniden Dağılım” slogan haline gelmiştir (Todaro, 1997: 14).

Üretim artışının gelirin yeniden dağılımına yönlendirilmesine dayalı kalkınma yaklaşımı, ilk kez ILO tarafından ortaya atılmıştır. Kamu tarafından tartışılması ise, Dünya Bankası’nın desteklediği Hollis Chenery’nin 1974’de hazırladığı, “Büyümenin Kârlarının Yeniden Dağılımı” (Redistrubition of the Benefits of Growth) adlı rapor ile olmuştur (Griffin, 1989: 168). Rapora göre, gelişmekte olan ülkelerde büyüme hızının zaman içinde artış göstermesine rağmen, artan gelirin giderek daha adaletsiz bir biçimde dağılımı söz konusudur. Bu nedenle, gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğun azaltılmasını sağlayacak önlemler alınmalıdır. Raporda, öncelikle göreceli yoksulluk ile mutlak yoksulluk arasındaki ayırım üzerinde durulmuş ve mutlak yoksulluğun giderilmesine yönelik politikalar saptanmıştır (Han ve Kaya, 1999: 304).

Chenery (1975: 4) kalkınmayı genel olarak gelir düzeyi ya da kalkınma endeksi artışı ile birlikte ekonomik ve sosyal yapıda sistemli bir değişim şeklinde tanımlamaktadır. Ülkelerin ekonomik büyüme hızı arttıkça gelirin dağılımı değişikliğe uğramaktadır. Bu süreçte, gelir dağılımı eğitim düzeyi, üretimin yapısı ve yeniden dağılım gibi birçok faktörden etkilenmiştir. Aynı zamanda, sosyo-ekonomik değişkenler olan ölüm oranı, doğurganlık düzeyi ve kentleşmenin de gelir düzeyi ile yüksek oranda bağlantısı vardır.

Gelişmekte olan ülkelerde gelir dağılımı büyük oranda şunlar tarafından belirlenmektedir (Chenery: 1975: 47):

1. Farklı modern ya da geleneksel üretim modelleri ve farklı sektörlerin göreceli büyümesi,

2. Sayılardaki büyüme, eğitim ve işgücünün sektörel dağılımı,

3. Servet mülkiyeti ve farklı grupların nispi tasarruf oranları,

4. Dengeleme mekanizmalarını (faktör ikamesi, eğitim, servetin yeniden dağılımı) destekleyen ya da karşı çıkan politikaların genişliği.

Chenery, Büyümeyle Birlikte Yeniden Dağılım görüşünü, düşük gelir gruplarının gelirlerini artırmada teker teker ya da bileşim halinde kullanılabilen dört temel yaklaşımın bir seti olarak tanımlamıştır. Bu yaklaşımlar şunlardır (Ghatak, 1995: 250-1):



  1. Tasarrufların artışı ve kaynakların daha verimli paylaşımı ile GSMH’nın maksimizasyonu,

  2. Eğitim, kredi ve benzeri kamu faaliyetlerinde yoksul gruplara doğrudan yatırım,

  3. Mali sistem veya tüketim mallarının direk dağılımı aracılığı ile yoksul gruplara gelirin (ya da tüketimin) yeniden dağılımı,

  4. Var olan servetin, toprak reformu ile yoksul gruplara transferi.

Bu yaklaşımların somutlaştırılması ile birlikte gelir dağılımındaki adaletsizliğin azaltılması, yoksullukla mücadelede başarılı olunması, üretim ve istihdamdaki artışa paralel olarak gelirin yükselmesi beklenmektedir.

3.3. Kalkınma Etiği


Kalkınma etiğinin kalkınma yazınındaki kurucusu Denis Goulet’dir. Goulet 1960’lı yılların başından beri kalkınma kavramının yeniden tanımlanmasının ve özellikle, ahlaksal açıdan sorgulanmasının gerektiği üzerinde durmuştur. Goulet, kalkınma yaklaşımının planlanması ve uygulanması aşamasında sorulan etik sorulara yanıt aramıştır (Crocker, 1991: 458; Han ve Kaya, 1999: 305).

Goulet (1992: 467)’e göre, kalkınma kavramı terminolojide ve uygulamada belirsizdir. Ona göre kalkınma tanımı sosyal değişimin hem amacı hem de aracı olarak ifade edilmelidir. Bu bağlamda, kalkınma maddi olarak daha zengin, kurumsal olarak daha modern ve teknolojik olarak daha verimli bir yaşamı kapsamaktadır.

Goulet, kalkınma etiğinin temel görevinin kalkınma faaliyetlerinin ve kararlarının insanileşmesi olduğunu vurgulamıştır. Batı değerlerinin sorgulanmadan benimsenmesinin dünya genelinde bir homojenleşmeye neden olacağını savunmuştur. Ona göre dünyada farklı kültürler mevcuttur ve bunların korunması gerekmektedir (Öğüt, 1998: 172). Gerçekte, bir ekonomide ahlaki baskılar ekonominin potansiyel değerlerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bireysel katılımlar ekonomik olduğu kadar etik açıdan da birbirine bağlıdır (Buchanan, 1994: 86). İnsanların yaşamda karşılaştıkları alternatifler arasında seçim yaparken, güncel koşulları değerlendirerek hareket etmesi normaldir. Aynı zamanda, genelde ahlaki kabuller, özelde gelenek, görenek ve alışkanlıklar karar verme sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Büyüme merkezli yaklaşımlar çerçevesinde, insanların sosyal ve kültürel farklılıklarını göz önüne almadan homojen bir yapıya sahip olduğu kabul edilmiştir. Ancak, insan tek bir form içinde gösterilemeyecek kadar çok çeşitliliğe sahiptir.

Kalkınma kavramının temel ekonomik ve sosyal amaçları ve değerleri içermesi gerekmektedir. Ancak, bu kolay değildir. Goulet 1971 yılındaki çalışmasında üç bileşenden yararlanarak daha geniş bir kalkınma tanımı yapmıştır. Goulet, bu bileşenlere yaşam gıdası (life-sustenance), kendine güven (self-esteem) ve özgürlük (freedom) adını vermiştir.

Yaşam gıdası temel gereksinimlerin karşılanmasına bağlıdır. Eğer tüm insanlarına barınma, giyinme, beslenme ve minimum eğitim gibi temel gereksinimleri sağlayamıyorsa, hiçbir ülke tam olarak gelişmiş sayılmaz. Kalkınmanın başlıca amacı, insanları mutlak yoksulluktan kurtarmak ve aynı zamanda, temel gereksinimlerini sağlamak olmalıdır (Thirwall, 1994: 9).

Kendine güven, onur ve bağımsızlık duygularıyla ilgilidir. Eğer bir ülke diğerleri tarafından sömürülüyorsa ve eşit koşullarda ilişkiler kurma gücüne ve etkisine sahip değilse, tam olarak gelişmiş kabul edilemez. İyi bir yaşamın önemli bir evrensel koşulu kendine saygıdır. Kendine saygının biçimi toplumlar ve kültürler arasında farklılık gösterebilmektedir. Goulet’e göre, dünya nüfusunun çoğunluğu az gelişmiştir. Bu koşullarda saygı ve onurun maddi başarılardan farklı alanlarda olduğu kabul edildiği sürece, hor görülme duygusuna kapılmadan yoksulluğa teslim olunabilir (Todaro, 1997: 17).

Özgürlük ise yokluk (want), cahillik (ignorance) ve sefalet (squalor)’den uzak durmayı ve böylece insanların yazgılarını daha fazla belirleyebilmelerini ifade etmektedir. Eğer bir kişi seçim yapamıyorsa, eğitimsiz ve niteliksiz olduğu için yaşamını yönlendiremiyorsa özgür değildir. Maddi kalkınmanın avantajı bireylere ve toplumlara serbestlik sağlayan seçenekleri genişletmesidir (Thirwall, 1994: 9).

Kalkınma etiği, gelişmekte olan ülkelerde de tartışılmıştır. 1979-80 yıllarında 100’ün üzerinde Asyalı bilim adamı, planlamacı ve profesyonel, Marga Enstitüsü (Sri Lanka Center for Development Studies) tarafından hazırlanan “Asya’da Kalkınmanın Etik Çıkmazı” (Ethical Dilemmas of Development in Asia) adlı seminerde buluşmuştur (Crocker, 1991: 458). Bu seminerde, yeterli bir kalkınma tanımının aşağıdaki beş boyutu da içermesi gerektiği kabul edilmiştir. Marga Enstitüsü’ne göre, insani kalkınmanın tamamı şu farklı boyutların karışımı ile oluşmaktadır (Goulet, 1992: 469-470):



  1. Servetin oluşumu, maddi yaşamın iyileşmesi ve adil bir şekilde dağılımına ilişkin bir ekonomik boyut,

  2. Sağlık, eğitim, barınma ve istihdamı içeren iyi yaşama ilişkin bir sosyal boyut,

  3. İnsan hakları, politik özgürlük, kölelikten kurtulma ve demokrasinin diğer bazı formlarını içeren bir politik boyut,

  4. Kültürlerin bir kimlik kazanmasını ve insanların kendine değer vermesini içeren bir kültürel boyut,

  5. Sistemlere, sembollere, yaşamın ve tarihin nihai anlamına ilişkin inançlara yer veren ve “full-life” olarak adlandırılan beşinci bir boyut.

Kalkınma etiğini farklı bir boyutta inceleyen David Crocker, kalkınmanın “kuramı ve uygulaması” kalkınma (“theory-practice” of development) tanımını geliştirmiştir. Crocker’a göre, uygulama, genel bilimsel kuramı harekete geçirmekte ve biçimlendirmektedir. Kuram ise uygulamaya bilgi sağlamaktadır. Salt kuram ya da salt uygulama bir dereceye kadar olasıdır. Asıl önemli olan her kuram ve uygulama arasında bir işbirliği olmasıdır. Crocker (1991: 469), böyle bir uygulamanın sağlık, spor, tarım ve eğitim gibi herhangi bir alanda uygulanabileceğini savunmuştur. Bu alanlardan herhangi birindeki bir yönetici, kendi mesleğindeki her tür bilimsel bilgiye sahip olmalıdır. Aynı zamanda, uygulama, önlem alma ve sorunların çözümü gibi pratiğe ait tüm bilgileri de elde etmiş olmalıdır.

Diğer taraftan, çağdaş kalkınma ekonomistlerinin en ünlülerinden biri olan Amartya Sen, kalkınma ekonomisinin pek çok etik soru ile karşılaşmaya hazır olması gerektiğini vurgulamıştır. Örneğin yabancı yardımlar tarıma yeni teknolojiyi getirir. Bu, çok sayıda yoksul tarım işçisinin işsiz kalmasına yol açabilir. Benzer şekilde, bir bölgede türleri tehlikeye atacak şekilde yapılan bir turizm yatırımı gelirleri artırabilir, ancak, birçok etik tartışmayı beraberinde getirir (Ingham, 1993: 1817).



Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   65




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin