İk-dr-2002-0002 İnsani kalkinma poliTİkalari ve tüRKİye üzerine bir deneme hazirlayan: Mİne yilmazer danişman: prof. Dr. HaliL ÇİVİ aydin 2002


Dengeli Kalkınmaya Yönelik Kuramlar



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə10/65
tarix12.01.2019
ölçüsü3,49 Mb.
#94877
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   65

2.2. Dengeli Kalkınmaya Yönelik Kuramlar


Dengeli kalkınma kavramı Friedrich List tarafından ortaya atılmıştır. F.List, ekonomide tarım kesimi, imalat kesimi ve ticaret kesimlerinin, diğer bir deyişle tüm sektörlerin aynı anda ve birlikte canlandırılmasının dengeli bir kalkınmayı sağlayacağını savunmuştur. Dengeli kalkınma kuramına katkıda bulunan diğer ekonomistlerden bazıları Rosenstein-Rodan, Nurkse, T.Scitovsky, A.Lewis, H.Leibenstein ve H.Chenery’dir (Manisalı, 1975: 59).

Dengeli kalkınma kuramları üç ayrı grupta incelenebilmektedir (İlkin, 1983: 80):



  1. Ekonominin tüm sektörlerine yapılacak olan yatırımların, bu sektörlerin aynı oranda büyümesini sağlayacak şekilde gerçekleştirilmesidir.

  2. Bütün sektörler aynı oranda büyümeyebilirler; ancak, bütün sektörlerde eş anlı bir kalkınma olması gerekmektedir.

  3. Yatırımlar, toplam arzın artan gelir tarafından mas edilebileceği şekilde tüm sektörlere dağılmalıdır.

Dengeli kalkınmaya yönelik olarak hazırlanan modellerden başlıcaları aşağıda ele alınmıştır.

2.2.1. Rosenstein-Rodan’ın Büyük İtiş Modeli


R.Rodan, İkinci Dünya Savaşı devam ederken, savaş sonrasında dünya ekonomisinde ortaya çıkacak sorunları açıklamaya çalışmış ve 1943 yılında Doğu ve Güney-Doğu Avrupa’nın Sanayileşme Sorunları adlı makalesini yayınlamıştır (Rostow, 1990: 408). Rodan kaynakların yetersizliği sorunu ile ilgilenmiş ve kişi başına milli gelirdeki artış üzerinde durmuştur.

Nispeten durgun olan gelişmekte olan ülkelerin, sürdürülebilir büyümeye erişebilmesi için “Büyük İtiş” e gereksinimleri olduğunu kabul etmiştir. Rodan’a göre piyasa mekanizması, homojen üretim fonksiyonu gibi gerçekçi olmayan varsayımlara dayandığı için, bir ülkede ya da ülkeler arasında optimumu sağlayamaz (Rostow, 1990: 409). Rodan’ın “Büyük İtiş” adını verdiği modeline göre, ekonomide birçok kesimde eş anlı yatırımlar gerekmektedir. Bu yatırımlar, kalkınmanın ilk hareketini ortaya çıkarmaktadır. Kalkınmanın devam edebilmesi için asgari bir yatırım miktarı gereklidir, ancak, yeterli değildir. Bu modelde, kaynakların asgari bir miktarının birbirini tamamlayıcı yatırımlara yönlendirilmesi, kendini sürdüren bir büyüme sürecine geçişte eşiğin aşılmasını sağlamaktadır (İşgüden, 1995: 142). Rodan’a göre, başlangıçta gelişmemiş ve tarıma dayalı bir ekonomi yapısı varsa, tarımsal nüfus fazlasını değişik amaçlı üretim gerçekleştiren bir çok fabrikaya yerleştirmek gerekmektedir. Böylece, her kesimdeki üretim, diğerleri için bir talep yaratabilir ve sonuçta piyasa genişler. Rodan, “bütün kurulacak sanayiin tek bir firma veya tröst gibi ele alınarak ve planlanarak yaratılması”nı önermektedir (Kazgan, 1984: 323). Yapılacak yatırımlar sektör ve projeler arasında öyle dağıtılmalıdır ki her biri talep açısından diğer pazarları desteklesin. Bu nedenle, yatırımlar önceden planlanmalıdır.

Rodan, gelişmekte olan ülkelerde “Büyük İtiş”in gerçekleşmesi için iç tasarrufların yatırıma yönlendirilmesi, ancak, iç tasarruf birikiminin yetersiz olması nedeniyle yabancı sermaye ile desteklenmesinin gerektiği üzerinde durmuştur. Rodan görüşünü ilerleterek, gelişmekte olan ülkelere yapılan uluslararası yardımın, bu ülkelerin büyüme hızlarını belli bir gelir düzeyine erişene kadar değil, sürdürülebilir büyümeye erişene kadar devam ettirilmesi gerektiğini vurgulamıştır (İlkin, 1983: 84).

Rodan’ın modeline yönelik eleştirilerde, gelişmekte olan ülkelerin büyük itiş aşamasına geçmesi için gerekli olan büyük miktardaki sermayenin yetersizliği vurgulanmıştır. Bu, kıt olan kaynağın kullanımında yalnızca sanayi yatırımları değil, ülkenin her yerinde gerekli olan sosyal içerikli altyapı yatırımlarına da öncelik verilmesi gerekmektedir. Sistem için gerekli tüm sanayi yatırımlarının kurulmasına olanak sağlayacak olan büyük sermayenin sağlanabilmesi oldukça güçtür (Han ve Kaya, 1999: 233).


2.2.2. R.Nurkse’nin Kısır Döngü Kuramı


R.Nurkse, 1953 yılında yayınladığı “Gelişmekte Olan Ülkelerde Sermaye Birikimi Sorunları” adlı çalışmasında kurduğu modele göre, gelişmekte olan ülkelerin sorunları kısır döngülere dayanmaktadır ve “bir ülke yoksul olduğu için yoksuldur” formülü geçerlidir. Nurkse, piyasanın gelişmemesinin nedeni olarak insanların satın alma gücündeki yetersizliği görmektedir. Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerdeki satın alma gücünün yetersizliğinin, Keynesyen kuramın öne sürdüğü gibi efektif talep yetersizliğinden kaynaklanmadığını savunmaktadır. Nurkse’e göre, bu tür ekonomiler aslında enflasyonist bir eğilim içindedirler. Bu nedenle, para arzını artırmak için uygulanan ürün arzını kısıtlayıcı nedenler fiyatların artmasına yol açacaktır (İlkin, 1983: 85-6).

Nurkse’e göre, gelişmekte olan ülkelerde kısır döngünün dairesel bir şekilde kendini yenileyen süreci kişi başına gelir düzeyindeki düşüklük ile başlamaktadır. Gelir düzeyindeki düşüklük tasarrufların yetersizliğine ve yatırımların düşük seviyelerde gerçekleşmesine neden olmaktadır. Bu ülkelerdeki yetersiz sermaye birikimi, düşük verimliliği ve tekrar düşük gelir düzeyini doğuracaktır. Sonuç olarak, gelişememenin nedeni gelişememiş olmakta yatmaktadır. Kısır döngüden kurtulmanın bir yolu ülkeye yabancı sermaye girişinin sağlanmasıdır. Böylece yetersiz olan sermaye birikimi artırılacaktır ve çemberin başındaki olumsuzluktan kurtulma sağlanacaktır.

Nurkse’ün savunduğu kısır döngünün nedeni, başlangıçtaki düşük gelir düzeyi, diğer bir deyişle yoksulluktur. Kısır döngü yalnızca düşük gelir, düşük tasarruf ve düşük yatırımlar şeklinde kendini göstermez. Düşük gelir aynı zamanda, beslenme yetersizliğine ve eğitim düzeyinin azalmasına ve böylece eğitimde verimsizliğe yol açabilmektedir. Düşük verimlilik tekrar gelir düzeyinin yetersizliğine neden olabilmektedir.

Diğer taraftan, yatırım dürtüleri piyasanın genişliğiyle sınırlıdır. Piyasanın genişliğini belirleyen en önemli etken satın alma gücüdür. Satın alma gücü, gelişmekte olan ülkelerde, düşük verimlilik nedeniyle zayıftır. Düşük verimlilik üretimde kullanılan sermayenin azlığı, sermayenin azlığı da kısmen düşük yatırım dürtüsüyle ilgilidir. Sermaye arzı tasarruf kapasitesi, sermaye talebi de yatırım dürtüsüyle belirlendiğine göre, sermaye oluşumunda hem arz hem de talep yönlü bir kısır döngü vardır. Diğer bir deyişle, bir ülke yoksul olduğu için yoksul kalır (Kazgan, 1984: 314).

Nurkse’e göre, bu kısır döngüden kurtulmak için kaynaklar ekonomiye dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır. Ancak, Nurkse’ün modelinde ekonomideki bütün sektörlere değil, çok sayıda sektöre yatırım yapmak amaçlanmaktadır. Nurkse’e göre dengeli kalkınmanın avantajları şunlardır:

1. Dengeli kalkınmanın nicel (kantitatif) etkileri,

2. Dengeli kalkınmanın nitel (kalitatif) etkileri.

Gelişmekte olan ülkelerin gelişmesini sağlayacak olan dengeli kalkınmanın nicel etkileri iç piyasayı genişletmekte ve verimliliği artırmaktadır. Dengeli kalkınma, nitel bakımdan, iç piyasaya hareketlilik getirmekte ve yatırımların artmasına neden olmaktadır. Aslında nicel ve nitel etkiler birbirini tamamlar özelliktedir ve içi içe geçmiştir (Manisalı, 1975: 63).

Nurkse, birkaç üretim dalında aynı anda yapılacak yatırımın cephedeki hücuma benzediğini savunmaktadır. Bu tür bir yatırım üretim faaliyetinin birbirini tamamlar ve destekler nitelikte olması, pazarı hem genişletecek hem de canlandıracaktır. Birkaç üretim dalında birbirini tamamlayan yatırımlar ekonomide verimlilik artışına neden olabilecektir (Han ve Kaya, 1999: 234).

Nurkse’e göre, dengeli kalkınma politikaları, iç ekonomi ile birlikte uluslararası politikalara da uygulanabilmektedir. Nurkse, politikaların ekonomide tarım ve sanayi arasında bir denge yaratır biçimde geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü, tarım sektörü yeteri kadar geliştirilmezse bu ileride sanayinin gelişmesini de engelleyecektir. Eğer, tarım sektörü yeteri kadar hızlı gelişemiyorsa, bu durumda, sanayi sektörü zaman içinde gereksinim duyacağı hammaddeyi sağlayamayacaktır. Tarım kesimi ihmal edilirse ileride sanayi tarafından üretilen mallara yeteri kadar talep olmayacaktır. Bunun tersi de söz konusudur. Sanayi sektörü yeteri kadar gelişmemişse tarımsal mallara olan talep düşük kalacaktır. Tarım ve sanayi sektörleri arasında denge kurulması önemlidir.

Kısır döngü modeli çeşitli eleştirilere uğramıştır. Lewis, tasarrufun düşük olmasının asıl nedeninin yoksulluktan çok, modern kesimin nitelik ve nicelik olarak yeterince gelişmemiş olmasından ve kârların düşüklüğünden kaynaklandığını savunmuştur. Bunun yanında diğer bir eleştiriye göre, değişkenler arasındaki etkinin tek yönlü olması gerçekçi değildir. Bu bağlamda, kısır döngüde başlanan noktaya geri dönülmesinin en önemli nedeni olan ve bir değişkenin kendinden önce gelen değişkenle açıklanmasının pratikte mümkün olmadığı üzerinde durulmuştur. Ayrıca, bu modelde, bir zamanlar gelir düzeyleri ve sermaye birikimleri düşük olan bugünün gelişmiş ülkelerinin kısır döngüden nasıl kurtulduğu ve gelişmekte olan ülkelerin kısır döngüye nasıl düştükleri açıklığa kavuşturulmamıştır (Han ve Kaya, 1999: 37).

2.2.3. H.B.Chenery’nin Dengeli Kalkınma Kuramı


H.B.Chenery, Neoklasik ekonomi görüşünün ve piyasa mekanizmasının gelişmekte olan ülkelerde yatırım kararlarını sağlıklı bir şekilde yönetmekte yetersiz kaldığını savunmaktadır. Chenery’e göre, bu ülkelerde optimal kaynak dağılımı ile piyasa mekanizması arasındaki ilişki oldukça zayıftır. Bunun nedeni, üretim faktörlerinin piyasa fiyatlarının sosyal maliyetleri yansıtmaması ve girişimcinin kâr maksimizasyonu ile sağladığı kârın, sosyal kârlılıktan farklı olmasıdır. Chenery, piyasa işleyişi optimal kaynak dağılımını sağlamadığına göre, planlama yolu ile piyasaya müdahale edilmesi gerektiğini savunmaktadır (Manisalı, 1975: 69).

Neoklasik görüşe göre, tam rekabet koşulları altında üretici, tüketici davranışları ve piyasa fiyatları optimal kaynak dağılımına yol açmaktadır. Chenery, bu mekanizmanın gelişmekte olan ülkelerde işlemediğini, çünkü, söz konusu ülkelerde tam rekabet koşullarının geçerli olmadığını vurgulamaktadır. Bu durumda, piyasayı dikkate alarak gerçekleştirilen yatırımlar olumsuz sonuçlar verebilecektir.

Chenery, gelişmekte olan ülkelerde emek arzının emek talebinden fazla olduğunu, buna karşılık, sermaye ve döviz için tam tersinin geçerli olduğunu savunmuştur. Sermaye ve dövizde talep fazlası vardır. Emekte arz fazlası, döviz ve sermayede talep fazlası bulunmasına yol açan piyasa fiyatlarının, sosyal alternatif maliyeti yansıtması söz konusu değildir. Arz ve talebi dengeleyen uzun dönem tam rekabet denge fiyatlarıdır. Chenery, bu nedenle, yapısal dengesizliğin bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde kısmi analizin yetersiz olduğunu, ekonominin tamamını kapsayan planlama tekniklerinin uygulanması gerektiğini söylemektedir (Kazgan, 1984: 318).

Gelişmekte olan ülkelerdeki dinamik etkenler de önemlidir. Bu ülkelerde değişimin etkileri çok büyüktür. Ekonominin farklı sektörlerindeki küçük yatırımlar büyük yapısal değişimler yaratabilmektedir. Böyle bir ortamda, gelecekle ilgili sağlıklı bir öngörüde bulunmak çok güçtür. Piyasa fiyatları yatırımcıyı yanlış yöne sevk edebilir. Piyasada geçerli olan üretim faktörleri fiyatları gerçek kıtlıkları yansıtmamaktadır. Chenery piyasa mekanizması işleyişinin sağlıklı olmadığı bu ortamda yatırımcıya yardımcı olmak için, yeni bir mekanizma, diğer bir deyişle planlama önerisinde bulunmaktadır. Planlama yaparken kullanılması gereken ise gölge fiyatlardır. Gölge fiyatlar, tam rekabet koşullarında ortaya çıkan denge fiyatlarıdır (Kazgan, 1984: 317). Fırsat maliyeti olarak tanımlanabilen gölge fiyatlar, üretim faktörlerinin gerçek kıtlıklarını, dolayısıyla gerçek değerlerini yansıtan fiyatlardır.

Chenery’e göre, tasarruf ve yatırım artışı ekonomik büyüme için gereklidir, ancak yeterli değildir. Sermaye birikimine ek olarak bir ülkenin ekonomik yapısında fiziksel ve insani değişimler, geleneksel ekonomik sistemden modern sisteme geçişte gereklidir. Bu yapısal değişimler üretim biçiminin değişikliği, tüketici talebinin değişimi, uluslararası ticaret, kentleşme, büyüme ve ülke nüfusuna dağılımı gibi ekonomik ve sosyal faktörlerdeki değişimi içermektedir (Todaro, 1997: 80). Chenery, ülkeler arasındaki kişi başına gelir farklılıklarının gelişme sürecinin özelliklerini değiştirdiğini vurgulamıştır. Bu özellikler tarımdan sanayi üretimine geçiş, fiziksel ve insani sermaye birikiminin sürekliliği, temel gıda ve gereksinimlerden sanayi ürünleri talebine geçiş, kırsal bölgelerden kentlere göçle birlikte kent nüfusunun artması, çekirdek aile yapısının öne çıkması ve nüfus planlaması ile aile büyüklüğünün azalmasıdır (Todaro, 1997: 81).

2.2.4. J.H.Boeke-W.A.Lewis’in İkili Yapı Modelleri


Dengeli kalkınmacılar arasında yer alan J.H.Boeke ve W.A.Lewis, gelişmekte olan ekonomilerdeki ikili yapı kuramından ya da dualiteden söz eden ekonomistlerdir. Bu tür bir yapıda ekonomide birbirinden çok farklı iki ayrı kesimin varlığı söz konusudur: Modern (sanayi) kesim ve geleneksel (tarımsal) kesim. Modern kesim sermaye-yoğun teknolojilerin kullanıldığı ve uluslararası piyasalarda rekabet edebilir malların üretildiği bir sistemdir. Geleneksel kesim ise ilkel üretim tekniklerinin kullanıldığı ve yoksulluğun ekonomiye hakim olduğu bir yapıyı göstermektedir. Bu iki kesim birbirine zıt özelliklere sahiptir (İşgüden, 1995: 144).

Gelişmekte olan ülkelerde, geleneksel ekonomi hakimdir; ancak bu sistem birbirinden kopuk ikili bir yapıya sahiptir. İkili yapı, hem tarım kesiminde, hem de kent ekonomisinde kendini göstermektedir. Tarım kesiminde kendi kendine yeten, pazardan bağımsız bir üretim söz konusudur. Tarım kesiminde aynı zamanda, çok uluslu firmalara mal üreten modern bir yapı da vardır. Benzer bir şeklide, kent ekonomisinde küçük, geleneksel sanayi şirketleri ile birlikte, montaja dayalı ve modern tekniklerle yönetilen büyük işletmeler bulunmaktadır (Albertini, 1967: 50-61).

Bu ikili yapı, öncelikle gelişmekte olan ülkelerde iletişim eksikliğinin var olmasından ve iletişimde yaşanan güçlüklerden kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan bu tür ekonomilerde üretim süreçlerinin bağlantısızlığı ve uzunluğu söz konusudur (Albertini, 1967: 46). Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmasının önündeki engel bu ikili yapıdır. Geleneksel kesimin topluma hakim olması, yeniliklere açık olmama ve risklere katlanma isteksizliği nedeniyle yeni yatırımların yeterli düzeyde gerçekleştirilememesi, uzmanlaşma ve teknolojik yeniliklerin azlığı ve geleneksel mal üretimi ekonominin genelinde bir iyileşmenin sağlanmasını önlemektedir.

İkili yapı, bir ekonomi politikasının ekonominin tümüne uygulanmasını engellemektedir. Gerçekten de ekonomide bir kesim için yararlı olabilecek bir uygulama diğer kesimin dışlanmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle, Boeke, ikili bir toplumun ekonomi politikasının da ikili olması gerektiğini savunmaktadır (İşgüden, 1995: 145).

Boeke’e göre sosyal-kültürel alanda gözlenen ikili yapı, gelişmekte olan ülkelere yabancı olan bir ekonomik sistemin ithal edilerek, yerli güçlerin oluşturduğu geleneksel sistemle çatışmasından doğmaktadır. O’na göre, belirli varsayımlar altında toplumu maksimum refaha eriştireceği varsayılan kapitalizmin, bu toplumlar üzerindeki etkisi tamamen olumsuzdur (Kazgan, 1984: 315).

İkili yapı modeline getirilen eleştiriler, gelişmekte olan ülkelerde ikiliğin olduğu, ancak, bu ülkelerdeki ikiliğin biçiminin farklı olduğu yönündedir. Gelişmekte olan ülkelerin bazı özelliklerinin abartıldığı ve bu özelliklerin genelleştirilmesinin yanlış olduğu kabul edilmektedir (Han ve Kaya, 1999: 49).

1954 yılında yazdığı, “Sınırsız Emek Arzı ile Ekonomik Kalkınma” adlı eserinde A.Lewis ikili yapı modelini benimsemiş ve geleneksel kesimde sınırsız bir işgücünün varlığından söz etmiş, bu kesimde marjinal verimliliğin sıfıra kadar düştüğünü savunmuştur. Lewis’e göre, geleneksel kesimde gizli işsizler bulunmaktadır. Bu nedenle, marjinal verimliliği çok düşük olan kişiler geleneksel kesimden çekilip tarım dışında istihdam edildiğinde, tarımsal üretimde bir azalma ortaya çıkmayacaktır (İlkin, 1983: 88). Lewis’e göre, tarımdan diğer sektörlere doğru bir kayış ekonomik büyümeyle ortaya çıkan bir durumdur, ekonomik büyümenin bir nedeni değildir. Bunun bozulma yaratmadan gerçekleşmesi için, tarımda verimlilik artışı ya da tarım dışı malların ihracatında artış ortaya çıkmalıdır (Rostow, 1990: 393).

Lewis’e göre, ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi için, tasarrufların artması ve bilgi ve yetenekleri de içeren hızlı bir sermaye birikimi artışı sağlanması gerekmektedir. Ancak, sermaye birikimi sağlamak oldukça zordur. Geleneksel kesim nispeten işgücü ağırlıklıdır. Aynı zamanda, geleneksel varlıklar ve işgücünün, sermayenin yerini alması daha kolaydır (Robertson, 1999: 577). Bunun için de, tarımın ekonomideki ağırlığının giderek azalması ve sanayi kesiminin tarımsal kesimden işgücü çekebilmesi gerekmektedir. İşgücü transferi ve modern sektör istihdamının büyümesi, bu sektörde üretimin genişlemesine yol açmaktadır. Genişlemenin hızı yatırım oranı ve modern sektördeki sermaye birikimi tarafından belirlenmektedir (Todaro, 1997: 76). Modern kesimde kapitalistlerin amacı kâr maksimizasyonudur ve girişimciler üretim sürecinde sermaye ile birlikte işgücünü kullanmaktadır. Kapitalistlerin işçiye ödediği ücret marjinal verimliliklerine eşittir. İşçiler elde ettikleri gelir arttıkça bunun bir kısmını tasarruf edecekler ve tasarruflar da yatırıma dönüşebilecektir. Üretime dönüşen yatırımlar büyüme sürecini artıracaktır. Geçimlik kesimde marjinal verimlilik ve üretkenlik çok düşüktür. Bu kesimde ücretler marjinal verimliliğe göre değil, geleneklere ve göreneklere göre belirlenmektedir.

Kapitalist kesimde işçilere ödenen ücret tarıma göre daha yüksektir. Tarım dışında üretilen malların hem tarım hem de tarım dışındakilere satıldığı varsayılmaktadır. Sanayici böylece yüksek kâr elde edebilir ve bunun bir kısmını tasarrufa ve yatırımlara yönlendirebilir. Üretim artışı ve teknoloji kullanımının yaygınlaşması sonucunda, sanayi kesiminin milli gelir içindeki payının artması beklenmektedir. Böylece, ekonomide sanayi kesiminin ağırlığı artacaktır. Bu gelişme, modern kesim dışındaki emek fazlası bitinceye kadar devam edecektir (Ghatak, 1995: 94). Sonsuz olduğu varsayılan emek arzı azalırsa, diğer bir deyişle tarım kesimindekileri sanayiye çekmek için daha fazla ücret vermek gerekirse, kârlılık azalacaktır. Bunun için de hiç bitmeyen bir nüfus ve işgücü artışı olması gerekmektedir.

Lewis ekonomik büyümenin insanın çevresi üzerindeki kontrolünü artırdığını ve özgürlüğü de beraberinde yükselttiğini savunmuştur. Ekonomik büyüme aynı zamanda, daha fazla boş zaman kullanma özgürlüğü tanımaktadır. Daha fazla mal ve boş zaman kullanımı yanında birtakım hizmetler de sağlamaktadır. Örneğin, sanatla ilgilenme olanağı yaratarak yaşam standardını yükseltir. Kadınlar bu olanaklardan erkekler kadar yararlanabilirler ve böylece kadınların statüleri yükselebilir. Sonuçta Lewis’e göre ekonomik büyüme daha iyi bir insani yaşama olanak sağlamaktadır (Rostow, 1990: 398).

Lewis, kalkınma koşullarının gerçekleşebilmesi için planlamanın gerekli olduğuna inanmaktadır. Ekonomiyi belirli bir yönde geliştirmek ve sermaye birikimini hızlandırmak için devlet planlama kanalıyla müdahalede bulunmalıdır. Piyasada ortaya çıkan aksaklıklar ve eksiklikler devletin planlaması ile ortadan kalkacaktır. Planlama, devletin, piyasanın varlığını ve güvenliğini sağlamasına yol açan bir araçtır (Ercan, 1996: 100).


Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   65




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin