İk-dr-2002-0002 İnsani kalkinma poliTİkalari ve tüRKİye üzerine bir deneme hazirlayan: Mİne yilmazer danişman: prof. Dr. HaliL ÇİVİ aydin 2002


Çevre Güvenliği Konusunda Uluslararası Anlaşmalar



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə40/65
tarix12.01.2019
ölçüsü3,49 Mb.
#94877
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   65

7.2. Çevre Güvenliği Konusunda Uluslararası Anlaşmalar


Çevrenin korunması ve geliştirilmesi fikrinin uluslararası düzeyde bir eylem planına dönüşmesi, ilk kez BM’in 5 Haziran 1972 yılında Stockholm’de düzenlediği İnsan Çevresi Konferansı’nda dile getirilmiştir (unep.org, 2001(c)). Konferans sonucunda, “İnsan Çevresi İçin Eylem Planı” belgesi kabul edilmiştir. Bu planın içeriği şu şekilde sıralanabilir (unep.org, 2001(d)):

 Çevre sorunlarının eğitsel, bilgi edinme, sosyal ve kültürel yönleri,

 Çevre eyleminin çatısının oluşturulması,

 Uluslararası düzeyde eylem için tavsiyeler,

 Uluslararası boyutta önemi olan kirliliğin tanımlanması ve kontrolü,

 Genel olarak kirlenme

 Deniz kirlenmesi

BM’in İnsan Çevresi Konferansında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kurulmuştur. Aynı zamanda, bu konferansta alınan bir kararla 5 Haziran, Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiş ve her yıl bugünün Dünya Çevre Günü olarak kutlanması kararı alınmıştır.

1982 yılında BM tarafından Dünya Çevre ve Geliştirme Komisyonu (WCED) kurulmuştur. Bu komisyon 1987 yılında “Ortak Geleceğimiz” (Bruntland Report, “Our Common Future”) başlığını taşıyan bir rapor yayınlamıştır. Ortak Geleceğimiz raporuna göre, “sürdürülebilir kalkınma bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların da kendi gereksinimlerini karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılamaktır”. Bu tanımın içinde iki kavram vardır (DÇKK, 1987: 73):


  1. Özellikle, dünyadaki yoksulların temel gereksinimleri kavramı,

  2. Çevrenin bugünkü ve gelecekteki gereksinimleri karşılayabilme yeteneğine teknolojinin ve sosyal örgütlenmenin getirdiği sınırlamalar kavramı.

Ortak Geleceğimiz raporuna göre, sürdürülebilir kalkınma kavramının doğurduğu çevre ve kalkınma politikalarının en önemli amaçları şunlardır (DÇKK, 1987: 81):

  1. Büyümeyi canlandırmak, yeniden dağılımı ve yoksullukla mücadeleyi gerçekleştirmek,

  2. Büyümenin kalitesini değiştirmek,

  3. İş bulma, yiyecek, enerji, su ve sağlık konularındaki temel gereksinimleri karşılamak,

  4. Sürdürülebilir bir nüfus düzeyini garantiye almak,

  5. Kaynak tabanını korumak ve zenginleştirmek,

  6. Teknolojiyi yeniden yönlendirmek ve riski yönetmek,

  7. Karar vermede çevre ile ekonomiyi birleştirmek.

1992 Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı (Rio Konferansı), 3-14 Haziran 1992 tarihleri arasında Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde düzenlenmiştir. Bu konferansta, uluslararası boyutta çevre ve kalkınma sorunları ele alınmıştır. Son yıllarda, özellikle, ekonomide insan merkezli kalkınma yaklaşımının tartışılması ve BM’in bu yönde gösterdiği çabalar Rio Konferansında alınan kararlara yansımıştır. Bu konferansta kabul edilen Rio Deklarasyonu’nda öncelikle insanların adil bir ortamda yaşamlarını sürdürmelerinin sağlanması, yoksulluğun önlenmesi ve özellikle, temel gereksinimlerini karşılayamayan kesime yardım edilmesi vurgulanmıştır. Gelir dağılımının daha adil bir hale getirilmesi ve yoksulluğun önlenmesi ile yoksulluğun doğal çevre üzerinde yaratacağı olumsuz koşulların ortadan kaldırılması sağlanacaktır.

Konferans sürecinde beş belge ortaya çıkmıştır: Rio Deklarasyonu, Gündem 21, Orman Prensipleri, İklim Değişikliği Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi.



a. Rio Deklarasyonu

Rio Deklarasyonu, 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen İnsan Çevresi Konferansı ilkelerini doğrulayan ve genişleten bir belge olarak sunulmuştur. Bu belge ile, global çevre ve kalkınma sisteminin korunması ve sürdürülebilmesi için uluslararası düzeyde kabul edilebilir amaçlar belirlenmeye çalışılmıştır. Rio Deklarasyonunun birinci ilkesine göre, “insan, sürdürülebilir kalkınmanın merkezinde yer almaktadır. İnsana doğa ile uyum içinde verimli ve sağlıklı bir yaşam hakkı tanınmıştır”. Aynı belgenin üçüncü ilkesine göre, “günümüz ve gelecek kuşakların kalkınma ve çevreye yönelik gereksinimlerinin eşit bir şekilde karşılanması amacıyla kalkınma hakkı tanınmalıdır” (unep.org, 2001(a)).

Özellikle, bu iki ilke, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının insani boyutunu ön plana çıkarmakta ve yeni bir kavram olarak ortaya atılan insani sürdürülebilir kalkınma tanımını desteklemektedir. Bu ilkeler, 1970’li yıllardan beri ekonomik büyüme merkezli kalkınma yaklaşımlarını eleştiren ve insanı ön plana çıkaran görüşün bir uzantısı olarak ortaya atılmıştır. Deklarasyonun üçüncü ilkesi, sürdürülebilir kalkınmanın tanımından kaynaklanan olası bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmak amacıyla, gelecek nesillerin korunması için bugünün insanının fedakarlık yapması gerekmediğini vurgulamak üzere oluşturulmuştur. Rio Deklarasyonunun ilkelerini genel hatlarıyla şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Sağlıklı yaşam hakkı, 2. Yetki ve sorumluluk, 3. Kalkınma hakkı, 4. Çevreyi koruyarak kalkınma, 5. Yoksulluğun giderilmesi, 6. Gelişen ülkelere öncelik tanınması, 7. İşbirliği, 8. Üretim, tüketim, nüfus, 9. Bilgi alışverişi, 10. Bilgi edinme ve katılım, 11. Mevzuat ve standart, 12. Ekonomik işbirliği, 13. Sorumluluk ve tazmin, 14. Atıklarda işbirliği, 15. İhtiyat, 16. Çevre maliyetleri, 17. Çevresel etki değerlendirmesi, 18. Yardımlaşma, 19. Danışma, 20. Kadınların katılımı, 21. Gençliğe önem, 22. Yerel halka destek, 23. Toplumlara destek, 24. Uluslararası hukuka saygı, 25. Barış ve çevre, 26. Anlaşmazlıkların çözümü, 27. İyi niyet (unep.org, 2001(a)).

Rio Konferansı sırasında, özellikle, gelişmekte olan ülkelerin küresel çevre sorunlarını azaltmaya yönelik projeleri desteklemek için Dünya Bankası, UNEP ve UNDP tarafından idare edilen Küresel Çevre Kuruluşu (Global Environment Facility-GEF) oluşturulmuştur. GEF, Rio Zirvesinden sonra iklim ve biyolojik çeşitlilik anlaşmalarının geçici fon kaynağı haline gelmiştir (French, 1994: 190).



b. Gündem 21

Rio Konferansı sonucunda ortaya çıkan metinlerden biri de Gündem 21’dir. Gündem 21, Rio Deklarasyonunda sürdürülebilir kalkınmaya yönelik olarak belirlenen ilkelerin uygulanma aşamasını düzenlemektedir. Gündem 21, çeşitli ülkelerin hükümetleri, Birleşmiş Milletler kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarının bu konuda işbirliği ile hareket etmesini önermektedir. Bu çalışmada, dünya ekonomisinin daha etkili ve eşit hale gelmesi, ulusların bağımsızlığının yükselmesi ve sürdürülebilir kalkınmanın uluslararası gündem içinde öncelikli olarak yer alması amaçlanmıştır. Bu belge ile, tek tek ülkelerin ekonomi politikalarının ve uluslararası ekonomik ilişkilerin sürdürülebilir kalkınma ilkelerine uygun hale getirilmesi hedeflenmiştir (unep.org, 2001(b)).

Gündem 21’de sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmak için gerekli olan politika hedefleri tanımlanmıştır. Bunlar özetle dört konu başlığında toplanmıştır:


  1. Ekonomik ve Sosyal Boyutlar: Gündem 21’de sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi ve ekonomik ve sosyal alanda iyileşmenin sağlanabilmesi için ülkelere birtakım politika önerilerinde bulunulmuştur. Bu politikalar, nüfus artış hızının azaltılması, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi, insan sağlığının korunması ve geliştirilmesi, yoksullukla mücadele, uluslararası işbirliği, sürdürülebilir insan yerleşimleri gibi alt başlıklar altında toplanmıştır (un.org,.2002).

  2. Kaynakların Korunması ve Yönetimi: Çevre sorunları sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir boyutudur. Doğal kaynakların ve çevrenin korunması için Gündem 21’de ülkelere bazı önerilerde bulunulmuştur. Bunlar atmosferin korunması, sürdürülebilir arazi yönetimi, ormansızlaşma, çölleşme ve kuraklıkla mücadele, sürdürülebilir tarım ve kırsal kalkınma, biyolojik çeşitliliğin korunması, biyoteknoloji yönetimi, okyanusların ve tatlı suların korunması ve yönetimi, çöp, katı atık, kanalizasyon ve zararlı atıkların yönetimi, zehirli kimyasalların güvenli kullanılmasıdır (un.org, 2002).

  3. Önemli Grupların Rolünü Güçlendirme: Gündem 21’de belirlenen amaçları gerçekleştirmek için, toplumdaki bütün grupların kararlılığı ve gerçek katılımı gerekmektedir. dünyada kalkınmayı sürdürülebilir hale getirmek ve gruplarla işbirliğini kuvvetlendirmek amacıyla, hükümetler tarafından uygulanması gereken politikalar, Gündem 21’de bazı başlıklar altında özetlenmiştir. Bunlar kadınlar, çocuklar, gençler ve yerli halkın rolünün güçlendirilmesi, gönüllü kuruluşlarla işbirliği, yerel yönetimler, işçiler ve sendikalar, iş ve sanayi, bilim adamları ve teknokratlar, çiftçilerin rolünün güçlendirilmesidir (Keating, 1993: 90-107).

  4. Uygulama Yolları: Gündem 21’in büyük çaptaki sürdürülebilir kalkınma programlarını uygulamak için, büyük yatırımlar gerekmektedir. Ancak, gelişmekte olan ülkelerin finans desteğine gereksinimi vardır. Ortaya çıkan sorunları gidermek için ülkelere önerilenler çevreye duyarlı teknoloji transferi, sürdürülebilir kalkınma için bilim, eğitim, yetiştirme ve kamuoyunu aydınlatma, kapasite geliştirme, sürdürülebilir kalkınmanın organizasyonu, uluslararası hukuk kurallarına uyum gibi başlıklar altında toplanmıştır (Keating, 1993: 108-129).

c. İklim Değişikliği Sözleşmesi

Rio Konferansının beş ana belgesinden biri İklim Değişiklikleri Konvansiyon Taslağı’dır. Bu belgenin oluşturulmasının nedeni, dünyadaki karbondioksit ve sera gazı üretiminin azalmasıdır. Bu konuda acil önlem alınmadığı taktirde bilim adamları hızlı ve düzensiz iklim değişikliklerinin gerçekleşmesini beklemektedir. Beklentilere göre, olası iklim değişiklikleri seller, kuraklıklar, yangınlar ve aşırı sıcaklıklar şeklinde kendini gösterecektir.

İklim Değişikliği Sözleşmesi’nde, E8 ülkelerin alternatif kaynaklara başvurarak emisyonlarını belli oranlarda azaltmaları için, onlara belirli bir süre tanınmıştır. Bu bağlamda, tartışılmakta olan yalnızca karbondioksit emisyonu değildir. Ozon tabakasını koruma yönündeki çabalar sonucunda sera gazı olan CFC emisyonu için de birtakım sınırlamalar getirilmeye çalışılmıştır.

Türkiye OECD ülkeleri içinde yer aldığı ve gelişmekte olan bir ülke olarak birçok zengin ülke ile aynı yükümlülükleri gerçekleştirmek zorunda kalacağı gerekçesiyle bu sözleşmeyi imzalamamıştır.



d. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi

1992 yılında imzaya açılan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, küresel ölçekte biyolojik kaynakların korunması, çeşitliliğe zarar verebilecek her tür etkenin önüne geçilmesi, bitki, hayvan ve mikroorganizmalar üzerinde yapılacak araştırmaların ekonomik sistemi bozmayacak biçimde düzenlenmesini öngören geniş kapsamlı bir araştırmadır. Burada ana amaç, mevcut kaynakların sürdürülebilir ve eşit kullanımını sağlamaktır. Bu sözleşme dünya çapında genel olarak kabul görmüştür. Gelişmekte olan ülkeler anlaşmanın biyolojik kaynaklarını kullanarak ilaç ve diğer pazarlanabilir ürünleri üreten ülkelerden para talep etme ile ilgili olan maddesine özel bir destek vermiştir (Flavin, 1997: 34). BM’in 2001 İnsani Kalkınma Raporu’na göre 162 ülkenin 154’ü bu anlaşmayı imzalamış ve onaylamıştır. Ancak, çarpıcı olan nokta, birçok uluslararası sözleşmede olduğu gibi bu sözleşmenin de ABD’nin onayını alamamış olmasıdır.

Biyolojik çeşitliliğin korunması ülkelerin tek başına gerçekleştiremeyeceği bir görevdir. Bu amaçla, tüm ülkeler ortak çalışma yürütmelidir. Ancak, anlaşmanın hükümlerinden biri olan, “insanlığın ortak mirası” maddesi reddedilmiştir. Buna karşılık, biyolojik kaynaklar üzerinde, ulus-devletlerin mülkiyet hakları egemenliklerinin tanınması kararı alınmıştır. Bunun nedeni, ülkelerin yalnızca bir şeylerden kâr elde edeceğini düşündüğü zaman koruma gereği duydukları inanışına dayalıdır (French, 1995: 225).

e. Orman Bildirgesi

Orman Bildirgesi, ormanların kullanım ve korunması üzerine ilkeler içermekte, ülkelerin ekonomik kalkınma uğruna orman katlinden vazgeçmesini, ormanların kullanımının en aza indirilmesini ve ülkelerin bu konuda işbirliği yapmasını öngörmektedir (Kaboğlu, 1996: 151).

Rio Konferansı sonrasında, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı genel olarak kabul görmeye başlamış ve hedeflere ulaşılabilmesi için global bir ortak eylemin gerekliliği konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bu bağlamda, insan yaşamı ve doğanın korunması amacına yönelik önlemler paketi hazırlanmıştır. Yapılan anlaşmalar ülkelere bazı yaptırımlar getirmiştir. Ancak, bu yaptırımlara uyumun gerçekleştirildiği ve sorunların giderilmesine yönelik önemli çabalar içinde olunduğu konusunda ciddi şüpheler söz konusudur. Önemli ölçüde zarara uğrayan ekolojik dengenin düzelmesi yolunda herhangi bir göstergeye rastlanamamakta, tam tersi çevre kirliliğinin her boyutta artarak devam ettiği gözlenmektedir. Sürdürülebilir kalkınmanın insani boyutuna baktığımızda, sorunların benzer şekilde, arttığı görülmektedir. Özellikle, gelir dağılımı giderek adaletsizleşmekte, gelişmekte olan ülkelerin dış borç miktarı katlanarak artmakta, nüfus artış hızı giderek yükselmekte ve mutlak yoksulluk düzeyinin altında yaşayan insan sayısı giderek fazlalaşmaktadır. Bu ortama bakarak, Rio Konferansının dokuzuncu yılında amaçlarına büyük ölçüde erişemediği ve global ortaklık anlayışının istenilen oranda gerçekleştirilemediği söylenebilir.

Dünya Bankası Rio Konferansından beş yıl sonra (1997), çevre politikaları ile ilgili bir değerlendirme yapmıştır. Dünya Bankası’nın sürdürülebilir kalkınma sürecinin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için önerdiği politika tamamen serbest piyasa koşullarının işletilmesine yöneliktir. Sürdürülebilir kalkınma için kaynak yönetimi ve kirlilik denetimi önerilmiştir. Bu politikalar için önerilen araçlar, kamusal düzenlemelere ve piyasalardan yararlanmaya yöneliktir. Araçlar arasında en önemlileri mülkiyet hakları yaratılması ve özelleştirmedir (Cerit Mazlum, 1999(b): 6). Bu yöntemle ortak mal olarak kabul edilen ya da kamuya ait olup rasyonel biçimde kullanılamayan ve korunamayan kaynakların daha güvenilir ellere devredilmesi amaçlanmıştır.

Rio Konferansından sonra ticari sınırların kaldırılması, elektrik, telekomünikasyon, demiryolları ve karayolları dahil olmak üzere sanayide özelleştirmeler meydana gelmiş ve 1990’lı yıllarda özel işletmelerin rolü artmıştır. Ancak, birçok durumda, piyasa ekonomisinin yükselişi doğal kaynakların tükenişini hızlandırmış ve kirliliği artırmıştır (Flavin, 1997: 42).

Kullanılan enerjide ağır kirletici geleneksel yakıtların oranı 1990 ve 1997 yılları arasında 2/5’den fazla azaltılmıştır. Ancak, her yıl yaklaşık 3 milyon kişi hava kirliliğinden ölmektedir. Bunların %80’inden fazlası kapalı mekanlardaki kirlilikten kaynaklanmaktadır. 5 milyondan fazla insanın ise, su kirliliğinden kaynaklanan ishale ilişkin hastalıklardan öldüğü saptanmıştır (UNDP, 1999: 22). Zarara uğrayan ekolojik dengenin ve insanın sağlığı için tehlike yaratan çevre kirliliğinin düzelmesi yolunda önemli bir göstergeye rastlamak çok zordur. Tam tersi sorunların her boyutta artarak devam ettiği gözlenmektedir.



Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   65




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin