İKİNCİ baski



Yüklə 1,91 Mb.
səhifə24/40
tarix25.11.2017
ölçüsü1,91 Mb.
#32827
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   40

Af, AP'nin engellemesine rağmen Nisan ayı içinde çıkar sanıyorum. Ama, AP sert ve kesin bir engellemeye giderse (adî suçların affını engellemeyi ve bunun sonucunda doğacak tepkiyi göze alarak) affın kanunlaşmasını epeyce engeller. Ama ben bu kadar aleyhine olacak bir şey yapmaz sanıyorum. Af tasarısına göre infaz sistemiyle 18 yıla kadar ceza alanlar çıkabilecekler. Son değişiklikle, daha önce af kapsamı dışında bırakılan bazı suçların da affedilmesine rağmen 146/3 için 5 yıllık indirimle yetinilmesi kötü bir şey. Gerçek manada, bir genel af anlayışına ters düşen, eşitlik ilkesine aykırı bir tutum. Bu konuda CHP'nin fazla ısrar etmemesi, biraz da ısrar etmekten çekinmesi yine kötü bir puan onun adına..."

Mektup daha çok uzun aslında. Yer yer sert eleştirilerle süslü.

Gelen mektuplarda gördüğünüz gibi ben de eleştiriliyorum. Belki, içlerinde korktuğumu söyleyenler bile vardır. Okuyorum, saklıyorum onları da. Ancak düşünürken yazarken, yazdıklarımın bundan bir süre sonra ele alınıp tartışıldığında da "Evet, öyle yazdım. Yazdıklarımın tüm sorumluluğu benimdir" diyebileyim. Belki başka biçimde yazıp alkış toplamak, "aferin" almak da vardır. Ben yolu tutmadım, tutmayacağım...

*

Çocuk annesine sordu bir gün:



- Anne, ben nereden geldim?

Anne düşündü. Galiba açıklamanın sırası geldi, diye. Çocuğu dizine oturttu. Nasıl dünyaya geldiğini, onu doğururken nasıl sıkıntılar çektiğini, biyolojiden de bildiklerini katarak açıkladı. Öyle, "Seni bir gün leylek bıraktı bacadan" filân demeden.

Çocuk annesinin sözünü kesti:

- Anladık be anne, ben onu sormuyorum. Biz buraya nereden geldik? Orhanlar Bursa'dan gelmişler de...

(26 Mart 1974)

ANADOLU'DA KIZ KAÇIRMA!


Meclis'te basın locasında Müşerref Hekimoğlu'la gözlerimizi bakanların oturduğu sıraya diktik. Ecevit, bir ara yalnız başına oturuyordu. Dışarda MSP Grubu toplantıda. Az sonra Başbakan Yardımcısı Erbakan geldi, Ecevit'le el sıkıştılar. Yanına oturdu. Konuşuyorlar. Erbakan birşeyler anlatıyor. Ecevit ciddi, başını sallıyor dinlerken.

- Başbakan nerde? Dışarı çıktı galiba?

- Bak, orda Necdet Uğur'un yanında oturuyor.

Gözlerimi oraya dikiyorum. Ecevit, sonra Necdet Uğur'un yanından kalktı, arka sıralara baktı birini aradı. Engin Ünsal bu. Engin Ünsal'ın yanına gelip oturdu. Engin Ünsal, Yüksek Çakmur'un yanındaydı daha önce, kalkıp Başbakanla bir sıraya oturdu. Onları dikkatle izlediğimi gören bir milletvekili, basın locasına döndü, beni gördü dedim içimden, güldü. Onları dinlemeye başladı.

- Ne konuştu acaba, Ecevit'le Erbakan?

- Erbakan "tamam" demiş olmalı, "fakat, böyle böyle... Adî suçlardan şunlara şunlara karşıyız."

Bunlar birer sanı elbette. Nereden bileceğiz konuştuklarını.

MSP'lilerin öteden beri, âdî suçlardan ırza geçme suçlarına karşı olduklarını biliyorduk. CHP'lilerle yaptıkları konuşmalarda da bunu açık açık söylemişlerdi. CHP'liler anlattılar ki, bu da toplumun bir sorunudur. Kız kaçırmalar, ırza geçmeler bir açlığın sonucudur. Anadolu'da hâlâ "başlık" belâsı var. Parası olmayan, kızın babasına istediği parayı saylayan kolay evlenemez.

*

Babamın anamı kaçırdığını öğrendiğimde ortaokul sıralarında filândım. Bir ara hoşuma bile gitmişti babamın anamı kaçırarak evlenmesi. İstemiş de vermemişler miydi? Onlar öldükten sonra Aşye Teyzemden dinledim. Ağabeyim, duydukları, bildikleri kadar anlattı.



Çok küçükmüş anam. En büyükleri olan Ayşe Teyzem evlenmiş belki, fakat Zeliha Teyzem ile annem daha evdeler. Zeliha Teyzem daha küçük. Bir de Durmuş Dayım var.

Babam, akrabaları ya da yakınları ile plânlar kaçırma işini. Yayla yolunda bir kez de görür galiba. Ancak, babama yardım edecek olan arkadaşları, kaçıracakları kızı daha bilmiyorlar. Gece bastırır, konuşmalar:

- Aman yanlış kaçırmayalım. Yatakları şöyle elinizle yoklayacaksınız. Küçük olanı değil, biraz irice olanı, ele geleni kaçıracağız...

Nasıl kaçırdıkları daha uzun bir öyküdür. Belki bir gün onu da yazarım. Aylardan Şubat mı neymiş. Teyzem, şöyle anlatmıştı:

- Kardaşım nasıl ağlamış, yüzlerini gözlerini tırmalamış "ben gitmem" diye. Sabah gördük. Kapıda parmaklarının buzdan izleri var.

Anamın köyünden, teyzemin çocukları da alacakları kızı kaçırarak evlendiler. Kaçırdıklarından bir kaç gün sonra ilçeye karakola getirirlerdi tabii. Kaçırılan kızları da bizim evde görürdüm. Ufacık yalınayak, bazı kocaman kunduralı kız çocukları olurdu. Anama sorardım:

- Ne var ana, ne oldu?

- Hakkı Dayın kaçırmış. Hakkı Dayını mapusa atmışlar. Baban gitti, karakolda dövmesinler diye.

Sonra mahkemeye çıkarırlar, kız yargıca "Hâkim bey, ben kaçırdım, o beni kaçırmadı" der, Hakkı Dayım da içerden serbest bırakılırdı...

Anadolu'da kız kaçırma geleneği sürüp gidiyor hâlâ. Bir gereksinim de ondan. "Saraydan kız kaçırma" operası seyretmiyor herkes. Yaşama kavgasında, bunun farkına varmak gerek. Okullarda, ailede eğitim bozuklukları, cinsel açlığın yarattığı etkiler düşünülmeden değil bakanlık, çobanlık bile yapılamaz.

Bundan bir süre önce, "yasa dışı evliliği gerçekleştirmiş Türk kadınları" imzalı bir mektup almıştım. Mektupta özetle şöyle deniyordu:

"Bizler, yasadışı evliliği gerçekleştirmiş Türk kadınlarıyız. Yurda binlerce, yüzbinlerce çocuk yetiştirdik. Hamdolsun, çocuklarımızın anası olduğumuz kabul edildi. Çocuklarımıza da zaman zaman çıkarılan yasalarla sosyal hakları tanında. Fakat, bizim hiç bir hakkımız yoktur. Bu konuyu sizin ele alıp kamuoyuna duyurabileceğinizi düşünerek size yazıyoruz..."

Mektubu aldıktan sonra, hukukçu tanıdıklarına arkadaşlarıma sordum. "Bu konuyu nasıl ortaya atabilirim. Bir yararı olur mu?" diye.

- Çocuğunun babası bekârsa mesele yok. Fakat evliyse, ne olacak?

- O, evlendirin beni demiyor ki hiç bir sosyal hakkım yok diyor. Örneğin çocuğa mirastan pay düşüyor. Babası emekliyse ölmüşse ona da kalıyor, bağlanıyor emeklilikten aylık. Fakat anaya yok. Buna nasıl çare bulunabilir?

Durumu bir gün, Adalet Bakanı Şevket Kazan'a açtım:

- Bu konuda siz ne düşünürsünüz Sayın Bakan?

Bakan, konunun bir öneri ya da tasarı halinde parlamentoya getirilebilmesi için kamuoyunun bunu benimsemesi gerektiğini söyledi.

Batı ülkelerinde, bu sorunu nasıl çözmüşlerdi, bilene rastlamadım. Çocuğunun sosyal hakkı var da, onun için yıllarca saçını süpürge etmiş anasının yok. Kadın insandan sayılmıyor mu yani?

(28 Mart 1974)

KORUTÜRK NE DÜŞÜNÜYOR?
Cumhurbaşkanı Korutürk'ün şu günlerde ne düşündüğünü öğrenmek istiyorum doğrusu. Takıldı aklımın bir köşesine. Ne yapmalıyım? Öyle düşsel yazılar yazınca da paylıyor bazı okurlar. "Nerden bilelim senin düşlerinin gerçek olduğunu" diyenler de olur, olmaz mı? Daha sıkınarak yazarım ben de. Madem düş kurmam istenmiyor...

- Benim başka ne tasam, ne dileğim var. Akşam olunca şu ufacık bir kadehimi yudumlarım. Önemli olan, yurdumda, memleketimde huzurun olması, barışın kurulması. Bütün dileğim bu...

Böyle düşünmüş olmalıydı Korutürk. Af vardı Parlamentoda gündemde. Sonra Senatoya gidecekti, ama çıkacaktı kuşkusuz. Af konusu kamuoyuna mal olmuştu bir yerde. Cumhurbaşkanına af konusunda gelen mektupların, yazıların sayısı mı bilinebilirdi? Ohooo... Çuvallar dolusu mektup, dilekçe, telgraf...

Korutürk, düşüncelerini, dileklerini yakın arkadaşlarına, devlet, hükümet adamlarına yeri geldiğinde açıklar da elbet.

- Dengeli bir dünya olmalı. Her şey dengeli. Barış da az çok bir denge demek değil midir? Yaşantı da dengeli olduğunda sürekli oluyor. Hızlı yaşantı, yaramıyor insana da öyle ya.

Çok ince yapılı, eskilerin deyimiyle "hassas" bir insan Korutürk. Bu inceliği, hassasiyeti bir ölçü olarak "mesafe"ye de uyguluyor. 14 Ekim'den bu yana ülkedeki gelişmelere çok sevindiğine kalıbımı basarım. Bunu, söylevlerinde belirtti de sanıyorum. Fakat, salt bu noktayı belittiği yerler kalmadı uslarda, unutuldu bile.

Zaman zaman kendi kendime düşündüğü, kıvandığı olur:

- Dünyaya örnek veriyoruz. Bak, bu noktaya geldik, nereden? Demek, bu halkta bir cevher var, bunu bilmeli...

Affı Korutürk'ün titizlikle izlediğini sandığımı -gerçekten öyle- söylemiştim ya, benim kafamı kurcalayan başka bir şey vardı. Af çıkarken, başta AP olmak üzere DP, CGP, MHP vs. bunca engellemelere girişiyorlar. Vaktiyle alıştığımız "yuvarlak masa" toplantılarından birini düzenleyip, parti liderlerini olsun, belli konularda uyaramaz mı diye. Dediğim gibi, Korutürk -çok muhtemeldir ki- bunu siyasal partilerin bir iç sorunları sayıp, onlarla herhangi bir "telkinde" bulunmayı bile yerinde bulmayabilir. İnce düşününce orası öyle...

Fakat, hadi orası öyle. Siyasal partilerin tutumlarına ne demeli, Af çıkacak, yarın binlerce insan cezaevlerinden çıkıp özgürlüklerine kavuşacaklar. Bu çıkacak olanlar da, kendilerini bunca zaman affı geciktirerek içerde tutanları, engelcileri, çengelcileri çabuk unutacaklar mı sanırsınız? Durduk yerde, birçok insanı, kendine, partisine hasım yapmanın anlamı ve adı nedir?

Aynı soruyu, bir DP'li milletvekiline sormuştum şöyle karşılık verdi:

- O pek önemli değil. Biz de içerdekilerin değil, içerdekilerden zarar görmüş olan dışardakilerin oylarını kazanırız...

Hoppalaaa...

Fakat cezaevleri yaşanır gibi değilmiş. Sayıları altmış bini bulan bizim insanlarımız, toplumumuzun parçaları ihmal ediliyormuş, umurunda değil. İşkenceler de umurunda olmalı. İdamlar da.

Günlerdir, Parlamentoda küfürbaz AP'lileri yazıp duruyorum. Oyları yetmeyince, iktidar olamayınca kötü sözlere başvuruyorlar. Küfürleri daha çok, Meclis'i terkedip kulis kapısına sıkıştıkları sırada sallıyorlar. Bazıları, dobra dobra küfrediyorlar da, bazıları -ince hesaplı- yapıyorlar bu işi. Örneğin basın locasından yüzlerini güleç gördüklerimiz bazıları meğer o sıra, küfrederlermiş. Hem tutanağa geçmiyor, hem gülüyor hem küfür sallıyor. Gerçekten ustalık...

*

Siyasal hakların geri verilmesi ile ilgili Anayasa değişikliği sessiz sessiz çıkıyor ama, bunun altında yatan fırtınayı düşünüyorum zaman zaman. Bu Anayasa değişikliği siyasal partiler için bir dönüm noktası olabilir. Örneğin AP için, DP için... Yeni bir kuruluş mu çıkacak ortaya? Görünen o ki, yaz dönemi gelince politika biraz Meclis dışına kayacak gibi.



Süleyman Bey'in başı hayli derde girecek. Başını kolay kolay kurtaramıyacağını sanıyorum. Süleyman Bey'in. Şimdi meclislerde af var. "Vaaaaay, anarşistler affediliyor" sloganlarının ardına sığınarak birazcık olsun, yaz aylarını unutmaya çalışıyor işte ne yapsın?

Şimdi iş Parlamentonun dört duvarı arasında. küfürbazlar, yaz ayları gelip de, iş posta dönüşünce nasıl ustalıkla gösterecekler seyredeceğiz...

*

İstanbul'dan bir okur, "yasadışı evlenmeler"e değinmiş. Özetle şöyle diyor:



"Evlilik dışı doğmuş çocuk sayısı kadın - erkek ilişkilerinin daha serbest olduğu Batı ülkelerinde azımsanmayacak orandadır. Fransa'da bir sohbet sırasında her yıl evlilik dışı doğan çocuk sayısının 50 bine yakın olduğunu duymuştum. Fransız radyosundan iki gün önce duyduğum habere göre, bundan böyle 18 yaşını bitirmiş kızlar eczanelerden reçetesiz olarak doğum kontrol tabletleri alabilecekler. 18 yaşından küçük kızlar ise bu hapları doktor reçetesi ile alabilecekler. Fransa'da evlilik dışı çocuğu olan kızlara "fille - mere" yani, "kız-anne" diyorlar. Bu kişiler Sosyal Sigortaların evli kişilere tanıdıkları çocuk yardımlarından yararlanıyor. Fransa'da çocuk zamları çocuk başına 150-200 frank olduğuna göre, bu az bir para değildir. Ayrıca devletin çocuk bakım yurtlarında da kız - annelerin çocukları için tercihli veya özel bir takım sistemi var sanıyorum. Çocuğun babasının tescili ve baba mirasından kız-anne ile çocuğuna ne verildiği konusunda ve daha başka hukukî kayıtlarla ilgili bilgim yok.

İngiltere'de evlilik dışı çocuğu olan kızlara "unmarried mother" yani "evlenmemiş anne" diyorlar. İngiltere'de National Health Service (Ulusal Sağlık Hizmeti) uygulamasının genel kuralı, "Kraliçe'ni ülkesinde herkesin sağlıklı yaşama hakkı vardır" biçimindedir. Böyle olunca, normal grip, diş çekimi gibi basit rahatsızların bile tedavisinin güvence altına alındığı ve hastalarca hiç bir tedavi ücretinin ödenmediği bir toplumda gerek ekonomik ve gerekse sosyal bakımdan zayıf durumda olan "evlenmemiş - anneler" için de koruyucu hükümler vardır sanırım."

Değreli okurum, daha önce "Ankara Notları"nda çıkan konu ile çok yakından ilgilenmiş, emek harcamış. Sağolsun...

Türkiye'de aynı sorunlar, dertler var. Fakat bunlar kamuoyuna yansıtılamamış bile...

(9 Nisan 1974)

ENGELLER AŞILABİLECEK Mİ ?


TÖS dâvasının Askerî Yargıtay'daki murafaasına TÖS eski İzmir Şube Başkanı Ferhat Aslantaş da geldi. Adını çoktan duymuştum, ama ilk kez görüştük sanıyorum, o da mahkeme koridorunda.

12 Mart'tan sonra iki kez içeri alındı, sonra salıverildi. 14 Ekim seçimlerinden önce, CHP'den adaylık koymak için öğretmenlik görevini İzmir'den Manisa iline aktardı. Şimdi Manisa'nın Saruhanlı ilçesinin Koldere köyünde. CHP'den aday adayı olacağında, el altından haber yollamışlar, "Aman Ferhat Bey adaylık koymasın. Ortalık belli, hücumlar ne olur, CHP'yi yaralamak isteyenler çıkabilir..." demişler. Koymamış adaylığını Ferhat Aslantaş, fakat bir kez de değiştirilmiş yeri. Köydeki yaşantısını anlatıyor:

- Köyle oturduğum evin bitişiğinde ahır var. Odam bu yüzden belki sıcak da oluyor doğrusu. Bir ara, yatağıma bir fare dadandı. Gece geç vakit geliyorum, yorganın ucunu kaldırınca bana bakan bir çift göz... Ses çıkarmadım. "Ne yapalım yatağı paylaşırız" diyordum kendi kendime. O da artık, pek öyle görür görmez kaçmıyordu. Bazı bazı:

- Nerde kaldın, bu saate kadar... Fareysek yani, can değil miyiz? Uyuyacağız işte.. Der gibi hali vardı.

Bir gece baktım ki, fare yok ama yavruları var. Ulaaaan, bu iş büyüyor galiba. Fare yavrularını yatağımdan attım. Yavruları uzaklaştırdıktan sonra, bir daha yatağıma gelmedi.

Köyde kira evini düşünebiliyor musunuz?

- kiraya veren adam, değişik bir yol tutmuş kiraya verdiği odaları için. Avlu içinde birçok oda var. Ortada ahır. Ev sahibinin ineği de yeni doğurmuştu. Buzağı daha küçücük. Bir gece yarısı, bir ayrı odada kalan iki kız öğretmen arkadaş, bir hıçkırık sesi duyarlar. Biri:

- Kalk bak, Ferhat Abi ağlıyor...

Korka korka odalarından çıkarlar. Önce başka kapılara kulak verirler. "Burada mı ağlayan acaba?" diye. Dolaşa dolaşa, benim odanın önüne kadar gelmişler. Buzağının ağlamaklı sesini ben de duymuştum:

- Müüüü - ooo...

- Ferhat Abi, Ferhat abi sen mi ağlıyorsun?

- Ne ağlaması? Kim o?

Buzağı bir daha çağırdı anasını:

- Müüü - ooo...

Kapıyı açtım, ağlayanın ben değil buzağı olduğu anlaşıldı sonra. Anyacağınız köyde rahatımız çok iyi. Çoluk çocuk İzmir'de. Ben arada bir yanlarına gidip, dönüyorum köye.

Öğretmen Mehmet Özgüçlü takılıyormuş, Ferhat Aslantaş'a:

- Aslanım, her yol Ankara'ya gitmez, bazen Koldere'ye gider...

Askerî Yargıtay koridorunda, Ferhat Aslantaş'tan başka, Osman Akol'la, Dursun Akçam'la, avukatlarıyle konuştuk. Halit Çelenk'in yaptığı savunmayı izledim biraz, sonra Meclis'e gittim.

*

Meclis'te affın tüm maddeleri görüşülüp, tümü açıkoya sunulacağında, çok kimsenin soluğu tutulmuş gibiydi. CHP Grup Başkan Vekillerinden Necdet Uğur, CHP'nin grup yöneticileri o sırada Meclis'te olmayan arkadaşlarını arıyorlardı harıl harıl...



- Sabahattin Selek yok. Evine telefon edin...

- İsmail Hakkı Birler yok, kurtuluş gününe mi gitmiş ne?

- İlyas Seçkin de yok...

- Recai iskenderoğlu şimdi buradaydı, nereye gitti yahu?

- Sabahattin Selek'in evi cevap vermiyor.

- Büyük Ankara Oteli'ne bakın. Şu telefonu bir dakika tutar mısın?

- Yahu kardeşim, olur mu böyle şey...

Orhan Birgit telefon başında, olmayan milletvekillerini arıyor.

- Yahu, kurtuluş gününde bulunmasan ne olur? hay Allah?

- Bakan gidince, milletvekilleri durur mu onlar da gitmişler. İmamla cemaat hesabı...

Bakanlar sırasına baktım. Ecevit'in tikleri sıklaşmış, yüzü karardıkça kararmış. MSP'liler de yok. Basın locasında konuşmalar.

- Af yatar bu gidişle.

Başkanlık kürsüsünde AP'li Ahmet Çakmak, ad okuyarak affın tümünü oyluyor. Gözler, salona son dakikada girecek birkaç CHP'li üyede.

Ben düş kuruyorum. Üstte, dinleyiciler locasında bir Manisalı işçi sormuştu biraz önce:

- Abi, bizim Manisa Milletvekili Veli Bakırlı aşağıda bir dakika çağırabilir misin?

- Gelebileceğini hiç sanmam. Görüyorsun, oylama başlıyor...

Gözlerimi yumdum. Veli Bakırlı, üst kata dinleyiciler arasına çıkmış mı? Tam o sırada adı da okunuyor mu? Üst kattan "Burdayım" dese olmaz. Salon dışından verilecek yanıtlar sayılmaz. Ne yapmalı?

Veli Bakırlı, tarzan gibi bir yapışıyor abajurlara... Atıyor kendini bir bölme aşağıya. Oradaki sarmaşıklardan birine tutunup, cuuup sırasına.

Gözlerimi açıyorum, Veli Bakırlı yerinde. Yine yumuyorum...

Başkanın sesi:

- Oylama işlemi bitmiştir...

Tam bu sözün arkasından Sabahattin Selek girdi içeri. Yüzü kıpkırmızı ve perişan. Elini kaldırıyor ama, boş.

Soluklar kesik, sonucu bekliyor herkes. Sol kolu alçılar içinde, CHP'li Fikret Övet, dolaşıyor sıralar arasında. Oyunu kullandı o.

*

Af şimdi Senato'da. Önümüzdeki hafta, AP'nin ve yandaşlarının genel affı yaralayabilmek için girişecekleri çabaları izleyeceğiz. Affı engellemenin kamuoyunda yarattığı kötü etkinin, AP'liler de farkında ki, AP Genel Başkanı Süleyman Bey, açıklama yapmak "Senato'da affı engellemeyeceğiz, 141-142'yi aftan çıkararak bir günde geçireceğiz" demek zorunda kaldı.



Anadolu Kulübünde, AP'liler kümeleşip konuşuyorlardı:

- Yahu, AP'nin affa karşı, affı engelleyen tutum tıkanması doğru değil. Nasıl çıkacaksa çıksın şu af...

AP Genel Merkezine, Süleyman Bey'e telgraflar yağıyordu.

Daha önce, "Ankara Notları"nda yazmıştım. Dün aynı konuya Abdi İpekçi de değinmiş, Anayasa'nın 92'nci maddesine göre, "Cumhuriyet Senatosu'nca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile tümü reddedilen bir metnin Millet Meclisi'nce kabulü için üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyu lâzımdır. Bu halde açık oya başvurulur." AP'lilerin Senatoda, CHP'den bir misli fazla üyesi olduğu bilinmekte, salt çoğunluk rakamı da 92. Af değişikliklerinde, AP'liler ile yandaşları 92 oyu bulurlarsa, Meclis'te eski metnin benimsenebilmesi için 226 oy gerekli. CHP'liler, MSP'liler şimdi olduğu gibi, oylamada bulunmazlar, kaytarırlarsa 226 oy sağlamak zorlaşır, Meclis'ten af 207 oyla geçmedi mi? CHP de, MSP de, sorunun önemini kavrayıp, grup kararlarına bağlama zorundalar. Bunu yapamazlarsa, özlenen barışı gerçekleştiremezler. Bence, muhalefetin oyununa gelmiş olurlar. Hangi nedenle olursa olsun, bu oyuna gelmeye de hakları yoktur.

Henüz kesinlikle bilinmemekle birlikte, afla ilgili bir engelin de Çankaya'da beklemekte olduğunu seziyorum. Güya, Cumhurbaşkanı Korutürk, hanedan erkeklerinin yurda dönmeleri, bir de orman suçlarının affına ilişkin maddeleri "veto" etmeye hazırlanıyormuş. Korutürk'ün affın engellenmesinden yana olmadığını bilmekle birlikte, etkili etkisiz çeşitli çevrelerin Korutürk'e yol gösterme çabasına girişebileceklerini seziyorum. Kesin olmamakla birlikte, yabana atılmayacak bir endişe sanıyorum. Çankaya'dan Af Yasasının bir daha dönmesi, meclislerde yeni baştan engellemelere yol açabileceği gibi, Korutürk'ün de içten istediğini sandığım barış ortamını gittikçe geciktirecektir. Gecikmeler, tehlikeli sonuçlar doğurabilir ve o zaman, söylemenin, uyarmanın da yararı olmaz. Tavşan yamacı aşar çünkü...

(13 Nisan 1974


ÇOLUK-ÇOCUKLARI YOK MU?


Adam, iri kıyımdı, senatördü. Saunanın külhanında iyice terledikten sonra, attı kendini saunanın havuzuna. Sular:

- Faşşşşşşş.. diye taştı havuzdan.

- Ohhhhh... Oh... Ooooohhhh...

Dünya ne tatlıydı, hele saunada terledikten sonra havuza soğuk suya gövdesini indirmek.

- Oooohhhhh.

Tam o sırada geçti aklından. İş "takibinden" elli bin lira daha gelecekti. Senatodan af ne yapılıp, edilip kırpılarak çıkarılmalıydı.

Havuzdan çıktı. Kurulandı, biraz yarı-açık havada oturduktan sonra varıp kantara tartıldı. Kantar hafif çeksin diye tokyolarının üstünde topuklarını kaldırdı. İkiyüz gram mı ne düşmüştü. Gidip masaj yaptıracaktı daha.

- Senatoda 141-142'yi affın dışına çıkarabilirsek, hele 93 oyu bulabilirsek? Ehhhh...

- Oğlum, bana bir ayran getir, soğuk olsun...

Süleyman Bey, bir günde çıkaracağız Senato'dan demişti. (141-142'i değiştirerek)

*

- Süleyman Bey'in o sözüne bakmayın siz, o uzatabildiğimiz kadar uzatacağız" demektir.



Af, Meclis'ten çıktıktan sonra, önümüzdeki salı günü Senato Adalet Komisyonunda görüşülecek. Bu komisyonda AP'liler ile CGP'liler çoğunlukla. Af önerisi komisyonda değişikliğe uğrayarak, Senatoya gelecek. Senato aritmediğinde de, AP'liler ile AP eğilimliler çoğunlukta. Salt çoğunluk rakamı da, daha önce yazdığım gibi 93. Senatonun kesin rakamı 185 çünkü. İsmet Paşa öldü ama, ölümler, kesin rakamları değiştirmiyor. 185'in de yarısı 93. Senatoda 93 oyla değiştirildi mi bir metin, Meclise döndüğünde aynı biçimde salt çoğunluk rakamı bulunmalı, yani en az 226 oy olmalı ki, Meclisin ilk metni kabul edilebilsin.

Bir de Senatodaki değişiklikten sonra, karma komisyon kurulması söz konusu. Burada da başkan seçimi epeyce zaman olabilir. AP'liler, DP'liler komisyona katılmama yolunu tutarak engelleme yapabilirler mi? Kamuoyunun baskısını hiç sayabilirler mi?

- Bize bundan böyle siyasal yaşantı yok. Bari, şu affı geciktirelim... mi derler?

Parlamento kulislerinde konuşmalar:

- Yahu, bu AP'li senatörlerden içerde çoluğu-çocuğu olan yok mu?

- Selâhattin Kılıç'ın amcasının kızı içerde ama, o senatör değil milletvekili...

- O da af aleyhine oy verdi.

Şöyle bakarsanız, kulislerde herkes aftan, barıştan yana. Süleyman Bey bir başı çekti de göz kırptı mı, bütün AP'liler affa karşı...

- Yahu, bunların çoluk - çocukları yok mu?

Senatoda değişiklik yapılacak yapılmasına. Fakat affa karşı olanlar 93 rakamını bulamazlarsa, Mecliste de o zaman 226 oy zorunlu olmayacak, aranmayacak.

Anadolu Kulübünde konuşan AP'lilere bakarsanız, bu af daha fazla bekletilmemeli, bir an önce çıkarılmalıdır. Geçen gün, Mustafa Tığlı, Lütfi Tokoğlu, Sabahattin Orhon konuşuyorlardı:

- Bu rezalet canım, kepazeliğin dik âlâsı.

- Olmaz öyle şey canım. Genel Merkeze telgraf yağıyormuş...

Kim hangi sözü söyledi, bilemem doğrusu. Ama, kendi başlarına olduklarında böyle oluyorlar. Aradan sıka bir süre geçip, oy vermeye sıra gelince "Komünistlere af yok" diye tutturuyorlar.

Çoluk - çocukları yok mu bunların?

*

Sıkıyönetim dönemi, mahkemeler devam ediyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları yargılanıyorlardı daha. Bir mahkeme başkanı ile konuşuyordum. Biraz önce Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyle konuşduğumu da görmüştü.



- Ne diyorlar?

- Hiç, ne desinler? Savunmalarını okuyorlar, sırayla...

- Hayır, onu demedim. Beraat filân istemiyorlar mı? İstiyorlarsa, vereceğiz de...

Bu sözde esprinin altındaki anlamdan ürktüm. Bir mahkeme başkanı öyle tarafsız olmalıydı ki, düşüncelerini bile bir başkasına açıklamaya yetkili değildi. Mümtüz Sosyal davasında, Uğur Alacakaptan avukattı. Başkan onu gösterdi:

- Alacakaptan'ı tanıyor musun?

- Tabiî...

- Nasıldır?

- İyidir.

- Onu demedim, rengi nasıldır?

Düşündüm. Rengi nasıldı acaba?

- Bence ortada, bir sosyal demokrat...

- Fakat, renkleri koyuya giden pembelerin davalarını alıyor hep neden?

Verecek karşılık bulamamıştım.

Sıkıyönetim mahkemelerinde okunan iddianameler, bir gün yayımlanıp hukukçularca tartışılacaktır. Mahkeme kararlarının adlî yanlışlıklarla dolu olduğunu, gördük zaman zaman. Çıkarılacak siyasal af, adlî yanlışlıkları da örtecekti. Buna karşı çıkanların, geniş kapsamlı bir affı istemeyenlerin Türkiye'de barış ve huzur istediklerine inanmıyorum.

*

Antalya'nın Kumluca ilçesi, Hızırkâhye köyünden Berber Kemal Dengiz, mektubunu affa ayırmış. Ne diyor bakın:


Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin