Charles Darwin doğal seçilimle türlerin kökenini açıklayan teorisini ilk kez yayınladığında, bir türün bireyleri arasında sürekli olarak oluşan küçük değişimlerin, o türün varolma mücadelesini olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkilediğini ileri sürüyordu. Ayrıca doğal seçilimle elde edilen önemli avantajların bu türün özelliklerinin daha uzun süre, kalıtımla sonraki kuşaklara aktarılmasını sağladığını ve sonra da aşamalı olarak tümüyle yeni ve daha yüksek organizma tiplerinin ortaya çıktığını ileri sürüyordu.
Daha sonradan, normal değişimlerin Mendel kalıtım yasalarına göre oluştuğu bulunmuştur. Ayrıca, bu değişimlerin, türün genetik sisteminde pasif halde bulunan bazı özelliklerin ortaya çıkmasıyla oluştuğu anlaşıldı. Modern moleküler biyoloji, DNA sistemindeki genetik şifreyi belirleyebilmektedir. Bu alanda çalışanlar, normal değişimlerin bir canlı tipinde, ancak DNA tarafından belirlenen sınırlar içinde işlediğini doğrulamaktadırlar. Bundan dolayı, bu değişimler sonucu yeni özellikler, daha düzenli ve karmaşık yapılar oluşmaz. Yani, değişim dikey değil, yatay olmaktadır.
Ne yazık ki, günümüzde evrimciler, bu tür normal değişimleri evrimin kanıtı olarak sunmaktadırlar. Klâsik bir örnek olarak, İngiltere’deki benekli güve verilmektedir. İlerleyen sanayi devrimi esnasında, kirletici maddelerin etkisiyle ağaç gövdeleri kararmaya başlayınca, bu böcekler baskın bir açık renkten baskın bir koyu renge dönerler. Bu gerçek anlamda bir evrim değil, normal bir değişimdir. Doğal seçilim, çevre değişimleri sonucunda canlı türlerini yok olmaktan koruyan bir mekanizmadır.
“(Benekli güve) deneyleri doğal seçilimi, yani en uygun olanın varlığını sürdürebilmesini, iyi bir şekilde göstermektedir. Ancak, bu değişim evrim değildir. Çünkü, güve toplulukları renk içeriklerine göre açık, orta ve koyu olarak değişebilirler, ama tüm güveler, baştan sona kadar Biston betularia olarak kalmaktadır.”69
Başka bir deyişle, değişim ve doğal seçilim olayları, Darwin’in düşündüğü tarzda evrimi açıklamaktan çok, yaratılış modelinin öngördüğü ve işlemekte olan bir korunma ilkesine olağanüstü bir örnek olmaktadırlar. Yani, Yaratıcı yarattığı her çeşit canlı için bir amaç gözettiğine göre, o canlının varlığını sürdürebileceği bir sistemi de yapısına yerleştirmiştir. Organizmanın genetik sistemi, özel bir tür olarak kimliğini korumanın yanı sıra, özelliklerini (belirli sınırlarda) çevredeki değişimlere göre ayarlama işlevini de gerçekleştirebilmelidir. Aksi taktirde, yetişme yerindeki besin kaynağı gibi şeylerde gerçekleşen küçük bir değişim, o canlının sonu olabilir.
Doğal seçilim hiçbir yenilik oluşturamaz. Edilgendir ve çevreye uyanın geçebildiği bir çeşit elektir. Uygun olmayanlar durdurulur ve elenir. Bununla birlikte, doğal seçilim, ancak DNA yapısındaki genetik olanakların sağladığı değişimleri etkileyebilir; kendisi yeni bir şey oluşturmaz. Tohum hücrelerinde önceden varolan karakterlerin yeniden birleşmesi ya da karıştırılmasıyla kesinlikle evrim anlamında yeni bir şey ortaya çıkmamaktadır. Tüm bunlara karşın, doğal seçilim ve yeniden birleşme olayları, evrimciler tarafından modellerinin önemli bir parçası sayılır.
“Yeniden birleşme, doğal seçilim için en çok gereken şey olan genetik çeşitlemenin en önemli kaynağıdır.”70
Adından da anlaşılacağı gibi, yeniden birleşmeyle yeni bir şey ortaya çıkmamakta ve daha karmaşık düzende bir yapı oluşmamaktadır. Gerçekte yeniden birleşme, değişim için kullanılan bir başka deyimdir.
Bununla birlikte, değişim ya da yeniden birleşme yeni bir şey oluştursalar da, ortaya çıkacak yapının doğal seçilimle kesin olarak ortadan kaldırılması kaçınılmazdır. Çünkü, bir canlının varlığını sürdürebilmesi için, kendisine avantaj sağlayacak yeni bir yapının ya da organik özelliğin (örneğin, önceden yere bağlı bir hayvana bir kanat, görmeyen bir canlıya bir göz gibi), tümüyle çalışır olana dek evrimleşmesi gerekir. Aksi halde o canlıya bir yararı dokunmayacak, hatta bu yapı onun zararına olacaktır. Çünkü, canlının bu yeni kazanılan özelliğe göre başka birtakım özelliklerinin de birlikte gelişmesi gerekmektedir. Doğal seçilimin yeni evrimleşmeye başlayan bir kanat, göz ya da bir başka özelliği sürdürmesi için hiçbir neden yoktur. Evrim modeli geçerliyse, kanatların dört (böceklerde, uçan sürüngenlerde, kuşlarda ve yarasalarda) gözlerin ise birbirinden bağımsız olarak en az üç kez evrimleşmesi gerekmektedir. Salisbury bu önemli gerçeği şöyle ifade eder:
“Benim son kuşkum ‘paralel evrim’ denilen şey hakkındadır... Göz kadar karmaşık bir şey bile çeşitli zamanlarda ortaya çıkmıştır. Örneğin, mürekkep balığında, omurgalılarda ve eklem bacaklılarda. Bunların bir defada ortaya çıktıklarını açıklamak büyük bir sorunken, modern sentetik teoriye göre ayrı ayrı oluştukları düşüncesi başımı döndürmektedir.”71
Yukarıdaki şikayet bize Charles Darwin’i hasta eden, gözlerin doğal seçilimle nasıl oluştuğu düşüncesini anımsatmaktadır.
Her organizmanın genetik programına yerleştirilmiş olan değişim potansiyelini çalıştıran doğal seçilim, yatay değişimlere yol açan ve canlının kendisini çevreye uyarlayarak varlığını sürdürmesini sağlayan güçlü bir araçtır. Ama dikey bir değişimde ya da daha gelişmiş ve karmaşık canlıların gelişmesini sağlamada yararsızdır. Aslında, doğal seçilim, dikey değişimi önleyecek biçimde etki eder. Çünkü, başlangıç halindeki bir yenilik, gerçek anlamda ve işlev görecek şekilde gelişmedikçe, yararsızdır. Hatta çoğu zaman bu yenilikler zararlı olacaktır. Evrimcilerin şimdiye kadar ne canlılar ne de fosiller dünyasından, gelecekte yararlı olabilecek bir özelliğe yol açan herhangi bir başlangıç organı ya da yapısını gösteren bir kanıt ortaya koyamamaları çok anlamlıdır.
Gerçekte bunların hepsi de, yaratılış modelinin tahmin ettiği özellikleri doğrulamaktadır.
Genetik Mutasyonlar
Varolan özelliklerdeki olağan değişimlerin ve yeniden birleşimlerin evrimi açıklamada yetersiz kalmaları üzerine, daha olağanüstü bir mekanizma gerekmiştir. Bu amaçla, evrimin modern sentetik teorisi olan neo-Darwinizm (Yeni Darwincilik), mutasyon mekanizmasını ileri sürmüştür.
Mutasyonlar, genlerin yapısında oluşan gerçek değişimlerdir ve sonucunda önceden canlıda bulunmayan özellikler oluşur. Herhangi bir şekilde, DNA molekülünün bir bölümündeki bağlar değişir ve bunun sonucunda, daha sonraki kuşaklarda oluşacak yeni yapıların genetik bilgileri ortaya çıkar.
Ernst Mayr, mutasyonu tanımlarken şöyle der:
“Mutasyonun, doğa topluluklarında bulunan bütün genetik değişimlerin temel kaynağı ve doğal seçilimin üzerinde etkili olacak tek yeni madde olduğu unutulmamalıdır.”72
Bunun için, mutasyon olayı evrim modelinin en önemli parçalarından birisidir. Çünkü, evrimciler, canlılarda artan bir karmaşıklığı oluşturacak bir mekanizmaya gerek duymaktadırlar. Bu mekanizmanın mutasyon olduğu farz ediliyor.
Bunun için temel evrim modeli, mutasyonların daha ileri seviyede organize edilmiş canlıları oluşturmak için zararlı değil, kesinlikle yararlı olacağını tahmin eder. Böyle değişimlerin sonuçları, doğal seçilim tarafından korunabilmesi için işe yaramalı ve evrimleşmeye yardımcı olmalıdır. Ayrıca, doğal seçilimden de korunmalıdır. Çünkü doğal seçilim, ortaya çıkacak bir yapıyı hemen yok edebilecektir.
Oysa yaratılış modeli, yaratılmış türlerin karmaşıklığını değiştiren bu tip mutasyonlar gerçekten varsa, zararlı olacaklarını öngörmektedir.
Şimdi iki modelin görüşlerini aklımızda tutarak, mutasyonlarla ilgili bazı deneylerde elde edilen gerçekleri gözden geçirelim.
1. Mutasyonlar gelişigüzeldir, belli bir yönleri yoktur.
“Yeni kalıtımla ilgili değişimin ortaya çıkmasında gelişigüzel mutasyondan başka bir yol bilmiyoruz. Bir topluluğun genetik yapısının bir kuşaktan diğerine değişmesi için de tek aracımız doğal seçilimdir. Bu gerçekler, hâlâ değişmemiştir.”73
Gerekebilecek özellikleri oluşturacak mutasyonları denetlemenin hiçbir yolu yoktur. Doğal seçilim ısmarlanamaz.
2. Mutasyonlar sık değil, seyrek oluşurlar.
“Gelişmiş organizmalardaki mutasyonların sıklığının, bir kuşakta, bir gen başına on binde bir ile milyonda bir arasında olduğunu tahmin etmekteyiz.”74
3. Yararlı mutasyonlar son derece seyrektir.
“Mutasyonların oluşumu ve etkileri gelişigüzeldir. Dolayısıyla, mutasyonların büyük çoğunluğu, kesin olarak %99’undan çok daha fazlası, herhangi bir biçimde zararlıdır. Rastlantısal olaylardan da ancak bu beklenir.”75
Yeni Darwincilik olarak bilinen modern evrim görüşünü, yani evrimin doğal seçilimle korunan küçük mutasyonların birikmesiyle oluştuğu görüşünü yaygınlaştıran adam, yararlı mutasyonların sıklığının bundan daha az olduğunu belirtmektedir.
“Bin mutasyondan birinin yararlı olması az görülse de, bu kadarı bile cömertçedir. Çünkü, mutasyonların birçoğu öldürücü, geri kalanların büyük çoğunluğu da biraz bozucudur.”76
Önceden genetik materyalde varolup da, henüz kendini gösteremeyen bir nitelik mutasyon değildir. Doğal çevrede kalıcı yarar sağlayan gerçek bir mutasyon, henüz kanıtlanmamıştır. Bazı evrimciler iyi mutasyonların oluşumundan bile kuşkulanmaktadırlar.
“Buna göre, mutasyonlar kalıtımdaki ani değişimler olmakla kalmıyor. Ayrıca, bildiğimiz kadarıyla bir canlının yaşamasını her zaman ters yönde etkilemektedirler. Bu gerçek, mutasyonların, organizmanın iç varlığına, canlı olabilme yeteneğine kastettiğini göstermiyor mu?”77
4. Bütün mutasyonların net etkisi zararlıdır.
Taşıyıcıların doğal seçilimle tümüyle yok olmalarına neden olmayan mutasyonlar bile, genelde aşamalı olarak, topluluğun yaşama yeteneğini azaltmaktadırlar.
“Bununla birlikte, mutasyonların büyük çoğunluğu, taşıyıcılarına zarar vermektedir ve hatta ölümlerine yol açmaktadır. Böyle mutasyonlar havuza bırakılan genetik bir yük gibi düşünülebilir. “Genetik yük” terimi ilk defa H. J. Muller tarafından kullanılmıştır. O, insanoğlu tarafından çevreye bırakılan iyonlaştırıcı radyasyon ve mutasyonlarda kimyasal bileşikler gibi etmenlerde hızlandırılan mutasyonları saptamıştır.”78
Mutasyonların net etkisinin yarardan çok zarar getirmesi, evrimcilerin yıllarca, mutasyon oluşturucu radyasyonları çevreden uzaklaştırmak için çabalamalarına neden olmuştur.
“Bununla birlikte alınması gereken en önemli tedbir, çevremizde varolan mutasyon oluşturuculara yeni mutasyon oluşturucuların eklenmesini en aza indirgemektir. Çünkü mutasyon yükündeki her artış, hemen olmasa bile, gelecek kuşaklar için kesinlikle zararlıdır.”79
Evrimciler, evrimin mutasyonlarla oluştuğuna gerçekten inansalardı, mutasyon hızını artıracak ve evrimi kolaylaştıracak bütün yolları zorlayacaklardı. Oysa evrimciler, mutasyonları önlemek amacıyla nükleer denemelere sürekli karşı çıkmaktadırlar!
5. Mutasyonlar birçok geni etkiler ve birçok gen tarafından da etkilenirler.
Mutasyon kavramı bugün eskiden olduğu gibi basit bir olay şeklinde algılanmamaktadır. Belirli bir özelliğin özel bir gen tarafından denetlendiği düşüncesinin yerine, bugün, her bir genin birçok özelliği etkilediği ve her özelliğin birçok gen tarafından denetlendiği görülmektedir.
“Ayrıca, mutasyonun hücre, kromozom ya da gen seviyesindeki sınırlı ve bağımsız etkisine karşın bu etki, bireyin tüm genetik sistemindeki etkileşmelerle değiştirilmektedir.”80
“Bu evrensel etkileşme oldukça abartılarak şöyle ifade edilmiştir: Bir canlıdaki her özellik bütün genler tarafından etkilenir ve her gen bütün özellikleri etkiler. Bir canlıdaki genlerin tamamındaki işlevsel bütünleşmeden sorumlu olan etkileşme budur.”81
Herhangi bir mutasyon büyük olasılıkla zararlıysa, mutasyonla ortaya çıkan bir özellik, pek çok genin ortak etkisini değiştirecek ve bu da çok sayıda başka mutasyonu gerektireceği için, zararlı etkileşim olasılığı, tahmin edilenin çok üstünde artacaktır. Böylece belirli bir özelliği denetleyen bütün genlerde, aynı anda yararlı mutasyonların oluşma olasılığı da pratikte sıfıra indirgenmiş olacaktır.
Dostları ilə paylaş: |