İmanin şubeleri



Yüklə 0,84 Mb.
səhifə24/24
tarix07.01.2019
ölçüsü0,84 Mb.
#91825
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24

1. Selam almak: Selam; banş, rahatlık, esenlik; müsİümanlann birbirleriyle karşılaştıkları zaman, karşılıklı olarak sağlık ve esenlik dileklerini sunmalarıdır. Selamın "es-Selâmu aleykum" şeklinde verilebileceği gibi, "es-Selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berakâtuhu ve mağfiratuhu" (Ebu Dâvud, Edeb 131-132 (5196); Tirmizî, İsti'zan 2) şekillerinde verilebileceği ve "aleykum" kelimesinden sonra söylenen kelimelerden her birisi için on sevap verileceği belirtilmektedir.

Müslümanlar arasında, bir dostluk ve iyi niyet işareti olan selâmı vermek sün­net; almak İse farzdır.



2. Davetine katılmak: Düğün daveti dışında diğer davaetlere katılmak men-dubtur.

3. Aksıran kimse "Elhamdülillah" dediği zaman, bunu duyan diğer müslüma­nın "yerhamukellah" diye dua etmesi: Alimlerin çoğu, bu hadise dayanarak ak-sırdıktan sonra "Elhamdülillah" diyen bir kimseye, "yerhamukellah" diye dua edilir. Aksıran kimsenin de, kendisine bu şekilde dua eden kimseye "yehdi-kumullah ve yuslihu bâlekum" diye dua etmesi vaciptir demişlerdir.

4. Hastalandığı zaman ziyaretine gitmek: Hastalanan müslüman bir kimseyi ziyarete gitmenin farz oîduğunu söyleyenler olduğu gibi, farz-ı kifaye olduğunu söyleyenler de vardır. Cumhura göreise mendubtur.

Hadisin metninde geçen "müslümanın (diğer) müslüman üzerindeki hakkı" ifadesinden, zimmilerin (=müslüman olmayan kimselerin} hastalanmaları ha­linde onları ziyarete gitmeme gibi bir anlam çıkanlmamalıdır. Çünkü Hz. Peygamber {s.a.v), Müslüman olmayan zimmî bir hizmetçisi hasta­landığı zaman onu ziyarete gitmiş ve ona yaptığı duanın bereketiyle o zimmî olan hizmetçisi Müslüman olmuştur.

Yine Hz. Peygamber (s.a.v), ölüm döşeğinde yarmakta olan amcasını ziyaret edip onu Müslüman olmaya davet etmiştir.

5. Cenazesine katılmak: Bir müsiümanın; ölen müslüman kimsenin cenaze namazını kılması, defnedilinceye kadar cenazenin ardından gitmesi, ona hayr duada bulunması üzerinde bulunan bir haktır, (ç)

395 Çalgı, oyun, içki gibi katılmaya engel durumlar olmamak kaydıyla Müslümanın davetine katılmak, vacip derecesinde lüzumludur. İslam'ın haram kıldığı husus­lar, davete katılmaya engeldir, (ç)



412 Buhârî, Cenâiz 2, Müslim, Selâm 4 (2162); Ebu Dâvud, Edeb 90 (5030); İbn Mâce, Cenâiz 1 (1435).

413 Kırat: Kelime olarak "denk"în yarısıdır. Burada "nasip" anlamında kullanılmış­tır. Ölçü olarak kullanılan "Kıraf'ın, az ve küçük değil, Allah katında daha büyük bir mükafat olduğunu ifade etmek için "iki büyük dağ gibi" ve başka bir ri­vayette ise "Uhud dağı gibi" ifadeler kullanılmıştır. Dolayısıyla burada verilecek mükafatın büyüklüğü anlatılmak istenilmektedir, (ç)

414 Bir Müslümanın cenazesi, Allah katında çok muhteremdir. Vefat ettiği andan itibaren defnedilinceye kadar, cenazeye gerekli hizmetlerde bulunmak çok fazi­letlidir. Yüce Allah'ın, cenazeye hizmet edenlere bol sevap vaat etmesi, aslında cenazeye olan fazlu ihsanının büyüklüğünü gösterir, (ç)

415 Müslim, Cenâiz 57 (946); İbn Mâce, Cenâiz 34 (1540); Ahmed b. Hanbel, 5/277, 282, 283, 284 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 166-168.

416 "Teşmil" kelimesi, hem "teşmit" ve hem de "tesmit "şeklinde iki okunuşu var­dır. Fakat "teşmit" şeklinde okunması daha doğrudur.

Anlamı, "Allah seni kötü duruma düşmekten korusun" demektir, (t) Hayr duası anlamında kullanılır. Teşmit yapan kimse, karşısındakine düşman-lannın şamatasından kurtulması için dua etmiş gibidir. Ya da aksiran kimse, Al­lah'a ham ederse bizzat şeytanın şamatasını defettiği için bu isim verilmiştir. Hadis, aksırdığı halde Allah'a hamd etmeyen kimseye dua etmenin gerekme­diğine delalet etmektedir.

İmam Nevevi (ö. 676/1277)'ye göre; aksırdığı halde Allah'a hamd etmeyen kimseye dua etmek gerekmezse de hamd etmesinin gereğini kendine hatırlat­mak müstehabtır. Bu suretle hem o hamd etmiş olur ve hem de yanındakiler teşmitte bulunurlar. Bu, emr-i bil ma'ruf hükmündedir, (ç)


417 Müslim, Zühd 54 (2992); Ahmed b. Hanbei, 4/412 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 168-169.

418 Âl-i İmrân: 3/28

419 Tevbe:9/73

420 Tevbe: 9/123

421 Mümtehine: 60/1

422 Tevbe:9/23

423 Hadis, Müslümanlara karşı zulüm ve haksızlık yapan Müşriklere, Yahudilere ve Hıristiyanlara, yani İslam dışı olan kimselerle karşılaşıldığı zaman onlara Müs­lümanların gücünü ve hakimiyetini göstermek için uçuruma düşürecek yada duvara çarptıracak kadar değil de, onian yoîun en dar yerine sıkıştmlmasını, böylece onlann Müslümanlara karşı daha samimi, daha yumuşak, daha seve­cen olmalarını sağlamayı anlatmaktadır. Yoksa Müslümanın, her önüne çıkan müşriklere karşı böyle davranması söz konusu değil. Çünkü bu tavır, Müslü­manlara hor bakan İslam dışı kimselerle alakalıdır. Bu, onlara yapılacak tavır­lardan sadece bir tanesidir, (ç)

424 Müslim, Selâm 13 (2167). Yalnız bu hadisin Müslim'deki lafzı şu şekildedir:

"Yahudiler ile Hıristiyanlara ilk Önce siz selam vermeyin. Onlardan birine bir yolda rastlarsanız, onu yolun en dar yerine sıkıştırın."



425 Ebu Dâvud, Edeb 16 (4832). Yalnız bu hadisin Ebu Dâvud'daki lafzı şu şekil­dedir:

"Mümin kimseden başka bir kimseyle dostluk kurma! Yemeğini de sadece takva sahibi kimseyle ye!"

Ayrıca bu hadisi; Tirmizî, Zühd 55 (2395); Ahmed b. Hanbel, 3/38'de rivayet etmiştir. Hadisin senedi, hasendir.

Yine bu hadisi; İbn Hibbân, Sahîh, 2/314, 315, 320; Hakîm, Müstedrek, 4/128'de rivayet etmiştir. . Hâkim, bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. Zehebî'de, bu görüşe katılmıştır. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 169-171.



426 Derim ki: Komşuya ikram etmek ve ona iyilikte bulunmak, ihtiyacı anında onu teselli etmek; sevilen ve emredilen bir davranış şeklidir. Şer'i hüküm de bunu getirmekte, Kur'an'da bunu belirtmektedir. Komşuya iyi davranma ve ona ezi­yet vermeme hususunda bir çok hadis gelmiştir.

Komşuluk, genel olup müslümanı, kafiri, takva sahibini, günahkar kimseyi, arkadaşı, düşmanı, yabancıyı ve yakını kapsamaktadır. Yalnız bunlar arasında farklılık vardır. Bu övülmüş sıfatlar ve güzel hasletler kimde bir araya gelirse, o kimse en yüce mertebeye ulaşmış olur. Bu tür güzel nitelikleri çoğaltmaya çalı­şan kimse de, mertebe bakımından öncekine bağlıdır. Çünkü hu kimse de, ko­numu ve makamı gereği her hak sahibine hakkını verir.



427 Nisa: 4/36

428 Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140 (2624); Ebu Dâvud, Edeb 122-123 (5151); Tirmia, Birr 28 (1942); İbn Mâce, Edeb 4 (3673); Ahmed b. Hanbel, 6/52, 91, 125,238. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 171-172.


429Alimler, misafirliğin hükmü hususunda ihtilaf etmişlerdir. (İmam A'zam, İmam Şafiî, İmam Mâlik ve diğerlerinden oluşan) cumhura göre; misafirlik, sünnettir. Çünkü misafirlik, yüce ahlaktan, İslam adabından, peygamberlerin ve saüh kimselerin ahlakındandır. Cumhur, buna, ^ "misafirine he­diyesini İkram etsin" İfadesini delil olarak getirmişlerdir. Bu da ancak kişinin Buhârî ile Müslim'in "Sahîh"lerinde konuyla ilgili olarak Ebu Şureyh el-Adevî (r.a)'dan rivayet ettikleri hadiste o şöyle der:

"Peygamber (s.a.v) konuşurken kulaklarım duydu gözlerim gördü. Peygamber (s.a.v):

- 'Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, misafirine hediyesini ikram etsin' buyurdu. (Sahabiler:) kendi isteğiyle gerçekleşir. Çünkü "ikram etsin" ifadesi, iyi davransın demektir.

Bazılan ise bu konuda gelen hadislerin dış görünüşüne bakarak misafirliğin vacip olduğu ile ilgili görüşü te'vil edip bunun, İslam'ın ilk yıllarında geçerli ol­duğunu belirtmişlerdir.

Leys ile İmam Ahmed ise bir gün bir gece olan misafirliğin vacip olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerine, "Misafirin (birinci) gecesinde (onu ağırlamak) her Müslüman (ev sahibi) üzerine (düşen) bir gö­revdir" (Ebu Dâvud, Et'ime 5 (3750)) hadisi ile Ukbe'den gelen

"Eğer bir kavme misafir olur da sizin için (yapılması gereken ikram ve ağırla­ma ile ilgili) iş,leri(n yapılmasını hizmetçilerine) emrederlerse bunu kabul edin. (Bunu) yapmazlarsa kendilerine yaraşan misafir hakkım onlardan alın"

(Ebu Dâvud, Et'ime 5 (3752) hadisini delil olarak getirmişlerdir. Misafir kabul ermenin; şehirde oturanlara ve bedevilere mi, yoksa sadece bedevilere mi vacip olduğu meselesinde ihtilaf vardır. Hadislerin dış görünüşü, bunun, genel olduğu doğrultusundadır. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır.


430 Ebu Davud'un sarihi Sehârenfûrî (ö. 1346/1927}'ye göre, misafirin ağırlanma müddetiyle ilgili bu hadis üç şekilde tefsir edilmiştr:

1. Misafire bir gün bir gece özel olarak hazırlanan yemekler sunmak suretiyle ikramda bulunulmalı. İşte hadisin metininde geçen caize (=hediye)den mak­sat, budur. Eğer bu caize, misafire sunulmazsa ona ikram etmiş olunmaz. Fakat misafire hergünkü yenilen mutad yemeklerden yedirilmeli. O zaman evde üç gün misafir edilir. Onu bu şekilde üç gün misafir etmekle misafire ik­ram etme görevini yerine getirilmiş olunur.

2. Misafire üç gün üç gece misafir ettikten sonra ona yolculuğunda bir gün bir gece yetecek şekilde özel bir yemek hazırlayıp azığına konulmalı. İşte onun cai­zesi budur. Bu yapılmadığı takdirde misafire ikram edilmiş olunmaz.

3. Ev sahibi olarak bir gün bir gece misafirle çok yakından ilgilenilin eli. Ona özel hazırlanmış yemekler sunmakla ve sohbetinde bulunmakla ağırlanmaya çalışılmalı. İşte onun caizesi budur.

Bundan sonraki iki gün içinde ise onun için mükellef sofralar sunulmaya gerek yoktur. Mutad yemekler sunmakla yetinilebilir. Misafire karşı görev bu şekilde yerine getirilmiş olunur. Bu, İmam Mâlik'in görüşüdür, (ç)



431 Buhârî, Edeb 31, 35; Müslim, Lukata 14-16 (48); Muvatta', Sıfatu'n-Nebİ 22; Ahmed b. Hanbel, 4/31 Hadisin lafzı, Buhârî'ye aittir. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 172-174.

432 Nur: 24/19

433 Nevevî'ye göre; burada örtbast etmekten maksat, eziyet ve fesatla meşhur ol­mayan iyi hal sahipleridir. Eziyet ve fesatla meşhur olan kimseye gelince onun suçunu örtbas etmemek ve vereceği zarardan korkulmazsa onu gerekli yerlere bildirmek müstehab o!ur. Çünkü örtbas etmek, onu daha fazla eza ve fesada yönlendirir, saygın şeyleri çiğnemeye ve daha fazlasını yapmaya cesaretlendi­rir. Henüz yapılmakta olan bir suçu gören kimse, suçu işleyen kimseye itiraz etmek ve elinden geliyorsa onu men etmesi vaciptir. Ertelemesi helal değildir. Müslümanın suçunu örtbas etmek; kendisine gizlice tenbih ve nasihatta bu­lunmaya engel değildir. Bu hüküm, açıktan suç ve günah işlemeyen kimseler hakkındadır. Günümüzde olduğu gibi, her günahı pervasızca göz önünde ya­panlar bundan hariçtir, (ç)

434 Buhârî, Mezâlim 3, İkrah 7, Müslim, Birr 58 (2580); Tirmizî, Hudûd 3 (1426); Ebu Dâvud, Edeb 38 (4893); Ahmed b. Hanbel, 2/91 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005:175.

435 Bakara: 2/45

436 Bakara: 2/155-157

437 Zümer. 39/10

438 Hadis, kendisinden bir şeyler isteyen kimsenin elindeki maldan verecek bir şey kalmadığı zaman isteyen kimsenin kalbinin kınlması gibi bir durum ortaya çık­tığında gerekirse ona özür beyan etmesini, onu sabra teşvik etmesini göster­mektedir.

Bununla birlikte haline sabrederek, bir kimseden bir şey istememek evla ol­makla birlikte ihtiyacından dolayı istekte bulunması caizdir, (ç)



439 Buhârî, Zekât 50, Rikâk 20; Müslim, Zekât 124 (1053); Muvatta', Sadaka 1; Ebu Dâvud, Zekât 28 (1644); Tirmizî, Birr 77 (2024); Nesâî, 85; Ahmed b. Haribd, 3/12, 47, 3/93

440 Hadisin metninde geçen "va'k"ın; sıtma, sıtmanın verdiği elem ve titreme ol­duğu belirtilmiştir. Çeviri de bu, şiddetli hastalık diye tercüme edilmiştir, (ç)

441 Buhârî, Merdâ 2; Müslim, Btrr 45 (2571); Ahmed b. Hanbeİ, 1/381, 441 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 176-178.

442 Bilindiği üzere, insanlar, zühd hususunda çokça söz söylemişlerdir. Dolayısıyla da burada size bunların en önemlisini nakledeceğiz.

İmam Ahmed der ki: "Dünyada zühd, onu kabul etmede bir sevincin olma­ması, geri çevirmede hüznün olmamasıdır." İmam Ahmed, zühdü üç kısma ayırmıştır:



1. Haramı terk etmek. Bu, avamın zühdüdür.

2. Helal olan faziletli şeyleri terk etmek. Bu da, havassın zühdüdür.

3. Allah'tan alıkoyanı terk etmek. Bu da, ariflerin zühdüdür.

Yüce Allah, Kur'an'ın bir çok yerinde zühdü övmeye, dünyayı yermeye ve ondan yüz çevirmeye işaret etmiştir. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Sizin yanınızdaki 'dünya malı' tükenir, Allah'ın katındakiler ise tükenmez." (Nahl: 16/96)

Yine yüce Allah konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "De ki: '"Dünya geçimliği' azdır" (Nisa: 4/77) Yine yüce Ailah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Kâfirlerden bir kısmına, onları sınamak için 'dünya hayatının zirseti olarak verdiğimiz ve onunla kendilerini geçindirdiğimiz şeye (=mal ve saltanata)' sa­kın rağbetle bakma." (Tâhâ: 20/131)

Yine yüce Allah konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: :

"Bilin ki 'dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma' isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir kî, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsa­rı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bîr azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçim­likten başka bir sey değildir." (Hadîd: 57/20) Bu konuda bir çok hadis vardır.

Zühdle kastedilen; dünyayı atmak ve mülkü bırakmak demek değildir. Dün­yada zühdlük, helal olan şeyin haram kılınması ve malı zayi etmek değil, etinde var olan şeyin Allah'ın elinde olanından daha sağlam olmamasıdır. Bu, zühd hakkında söylenilen sözlerin en kapsamlısı ve en iyi olanıdır.


443 Muhammedi 47/18

444 İslam İnanana göre; alem mahluktur. Sonradan yaratılmıştır. Sonradan mey­dana gelen her şey, yok olucudur. Bu maddi alemde günün birinde son bula­caktır, işte bu büyük son bulmaya, "Kıyamet" adı verilir. Hz. Peygamber (s.a.v), burada, Kıyametin kopma zamanının pek yakın oldu­ğunu bildirmektedir. Resuluilah (s.a.v)'in daveti, Kıyametin kopma zamanına kadar devam edecektir. O'nun daveti ile Kıyametin kopması, birbirinden ay-nlmayacakbr.

Kıyamet alametlerinin, Kıyametin kopma anından önce gelmesi; insanları, ikaz ve İrşat, gafletten uyandırma, tevbeye teşvik ve ahîrete hazırlık içindir, (ç)



445 Enes b. Mâlik'ten gelen hadisi; Buhârî, Rikâk 39; Müslim, Ftten 133 (2951)'de rivayet etmiştir.

Sehl b. Sa'd'in rivayet ettiği hadisi ise; Buhârî, Rikâk 39, Talâk 25, Tefsiru Sure-i Nâziât 1; Müslim, Fiten 132 (2950)



446 Buhârî, Rikâk l; Tirmizî, Zühd 1 (2304); İbn Mâce, Zühd 15 (4170); Hâkim, Müstedrek, 4/360

447İnsanda fıtri ue vazgeçilmez duygulardan biri de; dünya sevgisidir. İnsan ken­dini dünya sevgisinin galebesine bırakıverirse, ahireti unutmaya ve terk etmeye götüren aşırılıklara, dünyevi arzuların peşine, suistimallere ve haramlara düşü­rebilir. Her devirde görülen aşırı kazanç çılgınlıklan, bundan meydana gelen binbir çeşit hileler, skandallar, sahtekarlıklar, ölmeler, öldürmeler hep İslarnın sınırlamaya çalıştığı dünya sevgisidir.

İslam dini, dünyaya bakış açısında bir denge getirmektedir. Bu dengeye göre; ahireti unutturmayacak, ibadetten alıkoymayacak, kısacası; Allah ve Resulün­den alıkoymayacak ölçüde dünyalık talebine İzin vermektedir. Güçlü müşlümanın, zayıf müslümana nazaran Allah'a daha sevgili olduğunu ve veren elin, alan elden üstün olduğunu belirten İslam dini, dünyanın tama­men terk edilmesi taraftan değildir. Çünkü dünya, müşlümanın hayatını sürdürdüğü, kendisini ahirete hazırladığı, kulluk görevini yerine getirdiği, kazanç

elde ettiği bir yerdir. İslam dini; dünyayı, ne tamamen terk edilmesi gerektiğini ve ne de dünyaya tamamen sarılması gerektiğini ifade etmektedir, (ç)


448 Burada bütün kadınlann kötü olduğu ile ilgili bir İfade anlatılmamaktadır. Kadınların şerlileri olduğu, dolayısıyla da burada kadınların şerlilerinden sakı­nılması gerektiği belirtilmektedir, (ç)

449 Müslim, Zikr 99 (2742); Tirmizî, Fiten 24 (2191); İbn Mâce, Fiten 19 (4000); Ahmed b. Hanbel, 3/22, 61 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 178-181.

450 Tahrîm:66/6

451 Nûr: 24/31

452Allah'ın kıskanması; bir şeyi mümin kuluna men etmesi ve haram kılmasıdır. Nevevî bu konuda şöyle der: "Bunun hakikati kullar için maslahat maslahat olmasıdır. Çünkü kullar, kullar, Allah'a övgüde bulunurlar. O da, onlara sevab verir. Bu suretle kullar faydalanırlar. Yüce Allah ise bütün alemlerden ganîdir.

O'na kullann Övgüde bulunması, fayda vermediği gibi, övgüyü terk etmeleri de O'na bir zarar vermez." (ç)



453 Buhârî, Nikâh 107. Ayrıca bu hadisi; Müslim, Tevbe 36 (2761); Tirmizî, Radâ', 14 (1168); Ahmed b. Hanbel, 2/343, 387, 519, 520,536'de rivayet etmiştir.

454 Hadisin metninde geçen "Muhannes"; ahlak, hareket ve sözünde kadınlara benzeyen kimsedir. Bazen yaratılıştan kadına benzer. Dolayısıyla da tıpkı ka­dınlar gibi konuşur. O kişinin kadına benzemesi, kendi arzusuyla değildi. Bu kişi, bir tür hünsa kimse gibidir. Hünsa: Hem erkeklik ve hem de kadınlık organı olan kimsedir. Peygamber (s.a.v)'in o kişiyi ilk gördüğünde bir şey dememesi bundan dolayı olabilir.

Bazen de doğuştan benzemediği halde kendi arzusuyla kadınlara benzemeye Çalışanlar vardır. Bunlara da, "muhannes" denilir. İşte sahih hadislerde lanet edildiği bildirilen muhannesler bunlardır, (ç)



455 Buhârî, Nikâh 113, Libâs 61; Müslim, Selâm 32 (2180); Muvatta', Vasiyet 5

456 Bu hadisi; Bezzâr, "Müsned"de rivayet etmiştir. Bununla ilgili olarak b.k.z: Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 4/418

Ayrıca bu hadis için b.k.z: Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, 10/225; Heysemî, Mec-mâu'z-Zevâid, 4/327 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, PolenYayınları, İstanbul, 2005: 181-183.



457 Mü'minÛn: 23/1^3

458 Furkân: 25/72

459 Kasas: 28/55

460 Hadisin metninde geçen "Mâ lâ ya'nî"; Müslümana yakışmayan söz, fiil, görüş ve düşünceyi bırakması demektir. Buna göre Müslümanın, dîn ve dünya açı­sından muhtaç olmadığı ve Allah'ın nzası bakımından yararlı olmayan şeyi terk etmesidir. Bu itibarla, lüzumsuz konuşmalar ve gereksiz tüm fiil ve hareketler bunun kapsamı içerisine girmektedir.

Gazzâü'ye göre ise "Mâ lâ ya'nî"; kişinin, söylediği zaman bir günaha girmesi ve herhangi bir zarara uğraması söz konusu olmayan tüm konuşmalardır. Kısacası; haram, mekruh ve faydasız mubah şeyler, sözler, fiiller, hareketlerin hepsi "Mâ İâ ya'nî" olan şeylerdir. Müslümanın, zamanını bu tür şeylerle ge­çirmemesi, onun olgun iman ve Müslümanlığının güzelliklerinden sayılır.



461 Bu hadis, edeb kurallannın büyüklerindendir. Hadisin manası şudur: Özen göstermediği şeyleri terk etmek, kişinin İslam'ının güzelliğindendir. Bu, kişinin, bazen söz ve fiil ile ilgili maksadı ve isteğine göre olur. Bir şeye özen göstermek, ona aşırı önem vermek demektir. Burada asıl olan, neva ve nefsin arzulannı değil, İslam'ın hükmünü esas almaktır. İşte bundan dolayıdır ki, Resulullah (s.a.v) kişinin gereksiz şeyleri terk etmesini İslam'ın güzelliğinden saymıştır. Do­layısıyla kişinin İslam'ı güzel olduğu zaman mekruh şeylerden ve kendisine ih­tiyaç duyulmayan mubah şeylerden gereksiz şeyleri terkeder. Çünkü Müslü­man, bu tür şeylere ihtiyaç duymaz. Zaten akıllı kimse, ancak üç şeyin peşinde koşar: 1. Sağlam bir azık, 2. İyi bir meslek, 3. Haram olmayan hususlardan tat almak.

Bu durumda Müslüman kişi; zamanını daha iyi değerlendiren, konumunu etkin kılan, dilini koruyan, halkına ve dinine hizmetçi olan, Rabbinin haklarını muhafaza eden, nasiha İle faydalı hususlarda azimli olan, halkının ayağa kalk­masında etkili olan ve buna benzer daha bir çok özellikleri taşıyan kimsedir.



462 Tirmizî, Zühd 11 (2318); İbn Mâce, Fiten 12 (3976)'de Ebu Hureyre'den hadîs rivayet edilmiştir.

Ahmed b. Hanbel, 1/201; Taberânî, es-Sağîr, 2/231, ei-Evsat, 8/802, el-Kebîr, 3/128; Heysemî, Mecmâu'z-Zevâİd, 8/18'de bu hadisi, Hüseyin b. Ali'den ri­vayet ermiştir.

Hâkim "Kunâ"da Ebu Bekr eş-Şîrazî' den bu hadisi rivayet etmiştir. Hâkim "Tarîh"inde İse bu hadisi Hz. Ali'den rivayet etmiştir. Taberânî ise "eI-Evsat"ta bu hadisi Zeyd b. Sâbit'ten rivayet etmiştir. İbn Asâkir'de bu hadisi Haris b. Hişâm'dan rivayet etmiştir. Hadis, şahidleriyle birlikte sahihtir.


463 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 183-185.

464 Cömertlik; malı, gerektiği şekilde çok faydalı ve kıymetli işlerde kendi isteğiyle infak etmektir. Cömertliğin karşıtı cimriliktir. Yüce Allah, cömertliği Kur'an'da övmüş ve Resulünün diliyle de medh etmiştir. Peygamberimiz de cömertlik ve İkram etme hususunda bir benzeri ve dengi yoktu. Onu tanıyan herkes, onu cömertlikle nitelemiştir.

Buhârî ile Müslim'in "Sahîh"lerinde konuyla ilgili olarak Abdullah ibn Ab-bâs'tan gelen hadis şu şekildedir:

"Resulullah (s.a.v) hayr hususunda insanların en cömerdiydi. En cömert oldu­ğu ay ise Ramazan ayı idi. Hayr hususunda, esen rüzgardan daha cömert olur­du." (Buhârî, Bed'u'1-Vahy 5, 6, Savm 7, Menakıb 23, Bed'u'!-Halk 6, Fezâ-ilu'l-Kur'an 7, Edeb 39; Müsiim, Fezâil 50 (2308); Tirmizî, Cihad 15; Nesâî, Si­yam 2)

Resulullah (s.a.v) peygamber olarak gönderilmeden öncede böyleydi



465 Âl-i İmrân: 3/133-134

466 Nisa: 4/37

467 Muhammed: 47/38

468 Haşr:59/8

469 Halef: Bedel demektir. Yani melekler, malından sadaka veren kimseye, verdi­ğine bedel mal vermesi için yüce Allah'a niyaz ederler, (ç)

470 Hali vakti yerinde iken zekat vermeyen zenginlerin malı telef olmayı hak eder. Fakat nafile sadaka vermeyen kimse, bedduayı hak etmiş olmaz, (ç)

471 Buhârî, Zekat 27; Müslim, Zekat 57 (1010); Ahmed b. Hanbel, 2/305, 306, 347 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, PolenYayınları, İstanbul, 2005: 185-186.

472Hadis; çocuklara, zayıflara, düşkünlere, hatta bütün İnsanlara ve hayvanlara merhamet etmeyi kapsamaktadır. Yani mümin olsun, kafir olsun bütün İnsan-lan içermektedir.

Merhamet; canlılara yiyecek-içecek vermek, hayvanlara ağır yük yüklememek; dövme, acıktırma, yarma gibi vasıtalarla onlara karşı haddi aşmamaktır. Mümin olsun, kafir olsun bütün insanlara, kendinin olsun yada olmasın bütün hayvanlara acımayan, hayvanı doyurup sulamayan, yükünü hafifletmeyen, in­safsızca döğen veya insanlara acımayan, insafsızca davranan, kötü davranan kimse, ahirette Allah'ın rahmetine nail olmayacaktır. "İyilik yaparsanız kendi nefsiniz için yaparsınız" (Isrâ: 17/7) buyurularak her türlü insana ve hayvana veya canlıya yapılan merhametin, sonuç itibariyle kişinin kendine yaptığına dikkat çekilmiştir.

Mümin kul; solcu, sağa, inançlı, inançsız, laik gibi her türlü insana ve diğer canlılara karşı merhametli davranmak zorundadır. Çünkü inandığı dinin teme­linde; inanmayan insana karşı saygılı olma, hoşgörülü olma, barışçı olma, hak ve özgürlüklerini verme vardır, (ç)


473 Buhârî, Tevhîd2, Edeb 27; Müslim, Fezâil 66 (2319); Tirmizî, Birr 16 (1922); Ahmed b. Hanbel, 3/40

474 Bu hadis, bir temsilden ibarettir. Çünkü Allah'ın rahmeti sınırlı değildir. Dolayı­sıyla da bölünmeyi gerektirmez.

Burada kast edilen husus; bize verilen rahmetin azlığını Allah katında olanın Çokluğunu anlatmaktır, (ç)



475 Buharî, Edeb 19, Rikâk 19; Müslim, Tevbe 17 (2752); Tirmizî, Deavât 100 (3541); Ahmed b. Hanbel, 2/434, 526

476 Hadiste; küçüklere merhametli, büyüklere saygılı olmayan kimselerin, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetini terk etmiş olduklan ve Peygamber (s.a.v)'in sünnetinden ayrılmayan has kullar zümresine giremeyecekleri ifade edilmekte­dir, (ç)

477 Ebu Dâvud, Edeb 58 (4943); Ahmed b. Hanbel, 2/185, 207, 222; Buhârî, "Edebü'l-Müfred"de rivayet etmiştir. Hâkim, bu hadisin sahih olduğunu be­lirtmiştir.Bu hadis, sahihtir.

478 "Kasâme" kelimesi sözlükte; güzel yüzlülük ve yemin gibi anlamlara gelmekte­dir. Terim olarak İse mezheplere göre farklılık gösterir.

Hanefilere göre; katili bilinmeyen ve üzerinde öldürme izleri bulunan bir mak­tulün bulunduğu yer halkından elli kişinin usulüne göre yemin etmeleridir. Buna göre bir köyde, kasabada yada mahallede yada mahallelere ses ulaşacak bir mesafede yada birisinin mülkünde bir ölü bulunsa ve bu ölünün üzerinde darb izi, bıçak ve kurşun yarası gibi öldürme alameti olsa ve katili bilinmese, o yerin halkından elli kişiye: "Bu adamı ben öldürmedim ve Öldüreni de bilmiyo­rum" diye yemin ettirilir. İşte buna, "Kasâme" denilir. Yemin ettikleri zaman di-

yeti verirler, kısastan kurtulurlar. Yemin etmeyen çıkarsa, yemin edinceye ka­dar hapsedilir, (ç)


479 Buhârî, Cizye 12, Diyât 22, Sulh 7; Müslim, Kasâme 1, 2, 6 (1669). Hadis, uzunca bir şekilde gelen bir hadisten bir bölümdür. Hadis, Sehl b. Ebİ Has-me'den rivayet edilmiştir.

480 Buhârî, Ezan 18, Edeb 27; Müslim, Mesacid 292 (674). Hadis, uzunca bir şekilde gelen bir hadisten bir bölümdür. Hadis, Ebu Süleyman Mâlik ibnü'l-Huveyrİs'den rivayet edilmiştir. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 187-189.


481 Ayetin metninde geçen "Necvâ" (=fısıldaşma), masdar yada isim masdandır. Manası, bir topluluğun yada iki kimsenin gizlice tek başlarına birbirleriyle ko­nuşmalarıdır. Bu ise, günahtır. Buna, yüce Allah'ın "Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı ve Peygambere karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvayı konuşun" (Mücadele: 58/9) ayeti delildir. Çünkü alışılagelen durum, haynn açığa çıkmasını istemek ve insanlarla açıktan konuş­mak ve kötülüğü gizlemektir.

Bu konuda "Günah, kalbinde gıcık yapan ve başkalarının bilmesinden hoşlanmadığın şeydir" (Müslim, Birr 14-15 (2553); Tirmizî, Zühd 52) hadisi rivayet edilmiştir.



482 Nisa: 4/114

483 Hucurât: 49/10

484 Kadı İyâz, 3 yerde yalan söylemenin ittifakla caiz olduğunu söylemiştir. Ancak bu yerlerde mubah olan yalandan kastın ne olduğu meselesi ihtilaflıdır:

1. Bazılarına göre; bir maslahattan dolayı söz konusu hadiste geçen üç yerde yalan söylemek mutlak surette caizdir. Yasaklanan yalan, zararlı olandır. Örne­ğin, zalim bir kimse, bir kimsenin yanında gizlenmekte olan kimseyi öldürmek istese "nerede olduğunu bilmiyorum" diyerek yalan söylemesi İttifakla vacip olur.

2. Bazılarına göre ise yalan söylemek hiçbir şekilde caiz değildir. Hadiste belirti­len 3 yerde yalan söylemenin caiz olmasından maksat; tevriyeli yani kapalı ve ihtimalli söz söylemektir. Örneğin, bir adam, hanımına; iyi bakacağını, ona şöyle şöyle elbise alacağına vaad edip de kalbinden "Allah takdir ettiyse yapa­rım" diye niyet ederse bu bir tevriyedir. Yine dargın kimseleri barıştırmak için iki taraftan her birine güzel sözler nakledip tevriye yapar.

Kan-kocanm birbirlerine yalan söylemelerine gelince; bundan maksat, birbirle­rine sevgi göstermeleri ve yapması lazım gelmeyen şeyleri vaad etmeleridir, (ç)



485 Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101 (2605); Ebu Dâvud, Edeb 50 (4921); Tirmizî, Birr 26 (1938); Ahmed b. Hanbel, 6/403, 404. Hadisin sonunda yer alan:

"İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini İşitmedim. Ancak üş şeyde müstesna:



1.Savaşta,

2.İnsanların arasını bulmakta,

3.Koca-nın kansma ve karısının da kocasına söylediklerinde!" sözü, Zühri'nin sözün­den hadise eklenmiş bir ilavedir. Müslim, bu ilaveyi, Yunus yoluyla Zührî'den getirip hadisi nakletmiştir. Zührî der ki:

"İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim. Ancak üş şeyde müstesna:......."

Müslim'in rivayetinde, müellifin de belirttiği üzere, Ümmü Gülsüm der ki: "İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat

verildiğini işitmedim. Ancak üş şeyde müstesna:....." ifadesi yer almaktadır. Zamir, Ümmü Gülsüm bint. Ukbe'ye dönmektedir. Çünkü hadis, Ümmü Gül­süm bint. Ukbe yolundan gelmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için b.k.z: İbn Hacer eS-Askalânî, Fethu'1-Bârî, 5/220, 6/111 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 189-191.



486 cümlesinden olup tasdike delil sayılır, (ç)

Bu hadis; imânın, amellerden teşekkül eden bir takım şubeleri ve dallan oldu­ğunu, bu dallardan ve şubelerden tecrid edilmiş bir imânın kamil bir İmân ol­mayacağını ifade etmektedir. Ayrıca imânın yetmiş küsur şubeden meydana geldiği ve imânın, haya gibi dışa vuran alametleri olduğu ifade edilerek İmânın dışa vuran alametleri olduğu belirtilmiştir.

Bazı rivayetlerde, "altmış küsur", bazılannda "yetmiş küsur", bazılarında tered­dütlü olarak "altmış küsur yada yetmiş küsur", Tirmîzînin rivayetinde "altmış dört bölüm" olarak geçmektedir. Ancak burada vurgulanan; sayısal değer de­ğil, İmânın tezahürlerinin sayısal değerlerle kayıtlanamayacağıdır. Zira Arap­ça'da yetmiş, altmış veya katlanyla ifade edilen sayısal değerler çokluktan ki­naye lafızlardır.

Kısacası: İmânın kemali, ameller ve tamamı ise taatlerledir. Taatleri benimse­yerek bu şubelere katmak, tasdik



487 Buhârî, İman 3; Müslim, İman 57, 58 (35); Ebu Dâvud, Sünnet 14 (4676); Tİrmizî, İman 6 (2614); Nesâî, İman 16; İbn Mâce, Mukaddime 9 (57); Ahmed b. Hanbel, 2/445.

488 İbn Salâh'a göre; kişinin, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemesi, adeta imkansız derecede güç sayılan şeylerdendir. Halbuki mesele hiç de öyle değildir. Çünkü hadisin manası; İslam'da sizden birisi kendisi için istediği şeyin (aynısını değil) benzerini din kardeşi için de dilemedikçe kamiî anlamda iman etmiş oİmaz demektir. Bunu yapmak, kendine verilen nimetten hiçbir şey nok­san kalmamak ve kendine verilene dokunmamak şartıyla din kardeşine de böyle bir nimetin verilmesini İstemekle olur. Bu, kalbi selim sahibi olan bir kim­se için kolaydır. Yalnız bozuk kalbli olana güç gelir.

Kamil iman sahibi olmak için kendine istediği şeylerin benzerini din kardeşine istemek lazım geldiği gibi kendisi için kötü gördüğü şeyleri din kardeşi için de kötü görmek imanın kemaie ermesindendir. (ç)



489 Buhârî, İman 10; Müslim, İman 71 (45); Tİrmizî, Sıfâtu'l-Kıyâmet 59 (2515); Nesâî, İmarı 19; İbn Mâce, Mukaddime, 9 (66); Ahmed b. Hanbei, 3/176, 206, 251,272,278,289

490 Buhârî, İman 42, Mevâkîtu's-Salât 3, Zekât 2, Büyü' 68; MüsÜm, İman 97 (56); Ebu Dâvud, Edeb 59 (4945); Nesâî, Bey'at 6; Ahmed b. Hanbel, 4/358, 361,364,365.

Bu değerli kitabın metni ile İlgili tahric ve ta'lik {=açıkiama), Allah'ın yardı­mıyla 17 Rebîü'i-Âhir 1402/11 Şubat 1982'de tamamlandı. Bu çalışmanın; nzastna uygun olmasını, Kitabına ve Peygamber (s.a.v)'în sün­netine hizmet etmede bizi başarılı kılmasını ve bizi dosdoğru iletmesini yüce Al­lah'tan dileriz.



Duamızın sonu; Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur sözüdür. Nebevi Sünnetin Hizmetçisi Abdulkadir el-Arnâût Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 192-193.


Yüklə 0,84 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin