Şekil 31. Madonna ve Çocuk
İki söz daha:
'Yaşadığım kadar eminim ki bana Tanrıdan daha yakın bir şey yoktur. Tann bana kendimden yalandır; yaşamım Tanrının bana yalan olmasına bağlıdır, bende mevcut olmasına dayanır. O bîr taşda, bir kütükde de vardır fakat sadece onlar bilmezler.'*85*
'Diyorum ki: Meryem Tannyı önce ruhsal anlamıyla doğurmasa, ondan et olarak hiç doğmazdı. Kadın Mesihe dedi ki: Seni doğuran rahim kutsanmıştır. Mesih yanıtladı: Yalnız beni doğuran rahim kutsanmış değil, Tanrının sözüne uyanlar ve onu tutanlar da kutsanmıştır. Tann için bakire veya iyi ruhda ruhsal olarak ortaya çıkmak
427
Meryem'den gövde olarak doğmaktan daha değerlidir.
Fakat bu bizim, Tanrının sonsuz olarak doğurttuğu tek Oğul olmamızı içeriyor. Baba bütün yaratıkları vücuda getirdiğinde beni de vücuda getiriyordu. Ben bütün yaratıklarla birlikte akıp çıktım fakat gene de Babayla birlikte, onda kaldım. Bu şimdi söylediğim gibidir: Benim içimde gelişir, sonra ben düşünceyi tartarım, üçüncü olarak onu söylerim, siz de onu alırsınız, ama gerçekte o hep benim içimdedir. Ben de Babada böyle bulunuyorum'.^
Musa Tanrıyı yüz yüze gördü, yazılar böyle diyor. Teologlar bunu inkar ediyorlar. Şöyle diyorlar: tki yüz varsa, Tanrı görülmemiştir, çünkü Tanrı iki değil birdir. Tanrıyı gören yalnız bir şey görür başka şey değil... Ruh Tanrıyla birdir -birleşmiş değildir/87)
Şekil 32. Yaşayan Tanrının Annesi
Ve son olarak:
'Eğer hiç bir şeyin aldatmadığı ve şaşırmadığı Tanrıyı gerçekten akıllı ve sağlam şekilde görenleri tanımak ve bilmek isterseniz, onlar yirmi dört işaretle anlaşılabilirler. İlk işaret bize bilginin ve akim, aşkın anlayışın ana örneği, Rab Mesih isa'nın kendisi tarafından anlatılmıştır. 'Eğer birbirinizi sever ve benim öğütlerimi tutarsanız, benim müritlerim olduğunuzu anlarsanız' diyor. 'Benim öğütlerim ne-
428
dir? Benim sizi sevdiğim gibi siz de birbirinizi sevin. Yani gerçek sevgi olmadan, bilgide, akılda ve yüce anlayışda benim havarilerim olabilirsiniz fakat onsuz bunların size hemen hiç yaran olmayacaktır. Ba-laam(*) çok akıllıydı, Tanrının yüzlerce yıldır neyi anlatmak istediğini anlamıştı. Ama bunun ona yaran olmadı çünkü gerçek sevgisi yoktu. Ve Lucifer, cehennemdeki melek, onun da kusursuz saf bir zekası vardı ve hâlâ çok şey biliyor. Gene de cehennem azabı çekiyor çünkü sevgiye bağlanmadı ve bildiklerine sadık kalmadı, ikinci işaret kendinde olmamaktır. Onlar kendilerini kendilerinden uzaklaştmrlar, her şeye serbestlik verirler. Üçüncü işaret: Onlar kendilerini tamamıyla Tannya adamışlardır. Tanrı onların içinde rahatsız olmadan iş görür. Dördüncü işaret: kendilerini nerede bulurlarsa orada terkederler; gelişimin güvenilir yöntemidir. Beşinci işaret: onlar bütün kendine yönelmeden uzaktırlar, bu onlara açık bir bilinç verir. Altıncı işaret: usanmadan Tanrının iradesini beklerler ve güçleri yettiği kadar onu yaparlar. Yedinci işaret: kendi iradelerini Tanrının iradesi ile çakışana kadar Tanımın iradesine bağlarlar. Sekizinci işaret: Tannya kendilerini o kadar sıkı bağlarlarki ve Tanrı onlara öyle bağlanır ki, onlar Tanrısız, Tanrı onlarsız bir şey yapmaz. Dokuzuncu işaret: Kendilerini hiçlerler ve her işde, her yerde, her şeyde Tannya başvururlar. Onuncu işaret: hiçbir yaratıktan hiçbir şey almazlar, ne iyi ne kötü. Herşeyi Tanndan alırlar ve Tanrı onlara yaratıkları eliyle verebilir. On birinci işaret: hiç bir zevk, fiziksel eğlence veya yaratıktan dolayı tuzağa düşmezler. Onikinci işaret: itaatsizliğe boyun eğmez ve kapılmazlar. On üçüncü işaret: hiç bir sahte ışıkla veya hiç bir yaratığın bakışıyla yanılmazlar, gerçek marifetle hareket ederler. On dördüncü işaret: bütün erdemlerle kuşanmış ve donanmış oldukla-nndan her türlü kötü huylulukla savaştan galip çıkarlar. On beşinci işaret: gerçeği tüm çıplaklığı ile görür ve bilirler ve Tannyı, marifeti aramayı bırakmadan Överler. On altıncı işaret: kusursuz ve doğru olmalanna karşı kendilerini muteber saymazlar. On yedinci işaret: az konuşur çok iş yaparlar. On sekizinci işaret: dünyaya doğru yoldan vaazeder-ler. On dokuzuncu işaret: Yalnızca Tanrının rahmetini ararlar ve başka şey istemezler. Yirminci işaret: Eğer biri onlarla döğüşse Tanndan başkasının yardımını almaktansa yenilmeyi kabul ederler. Yirmi bi-
(*) Balaam: İsraillileri lanetlemesi emrolunduğu halde, bindiği eşek tarafından azarlanınca onları kutsayan Mezopotamyaü aziz (çev. notu).
429
rinci işaret: mal ve rahatlığı arzulamazlar, kendilerine haketmedikleri-ni düşündüklerinin asgarisini alırlar. Yirmi ikinci işaret: kendilerine dünyadaki en değersiz insanlar olarak bakarlar, alçak-gönüllülükleri hiç eksilmez. Yirmi üçüncü işaret: Rabbimiz İsa Mesihin yaşamım ve öğretisini kendilerine kusursuz örnek olarak alırlar, yüksek idaellerine benzeşmeyen herşeylerini yok etmek tek istekleridir. Yirmi dördüncü işaret: dış görünüşde bir şey yapmazlar, her zaman erdemli bir yaşamlan vardır ve birçok insan onları anlamaz fakat onlar avamın onayını yeğlerler.
Kusursuz gerçeğin imgesinin bulunduğu gerçek temelin işaretleri bunlardır, bunları kendisinde bulmayan kimse bilgisini boşuna saysın, başkaları da bunu böyle anlamalıdır.'^
Eckhart, elbette, Papa John XXfl'nin kararıyla 27 Mart 1329'da aforoz edildi. Bundan sonra yazılan yeraltında okundu ve okulun vaizleri John Tauler (1300-1361), Suso (1300-1365) ve Rusybroeck'in (1293-1381) esinleriyle birlikte, Tanrının mest ettiği dindarlık metinleri' olarak bilindi.(89) Çalışmamız açısından ve mitsel imgelem üstüne bütün çalışmalar açısından -yalnız Hıristiyanlık değil Yahudilik ve bütün dinler açısından- önemli olan nokta, Eckhart'la Innocent ffl'ün (syf. 410-411'de anlatılan) Hıristiyan simgelerini anlamaktaki kökten zıtlıkları. Eckhart'ın yorumunu şiirsel diye nitelendireceğim, ye, simgenin nitelik ve işlevine uygun olarak, bir gerçek olarak değeri yok' fakat ruhu uyandınyor. Çağdaş terimlerle simgeler enerji veren ve yöndendiren işaretlerdir: etkili olmayan uyana bitmiş pil kadar yararsızdır. Innocentin anlayışı ise, Hıristiyan mitosun sözcük anlamı, mantık olarak yorumlanışıdır ve simgenin nitelik ve işleviyle uyumsuzdur, bu nedenle de ölüdür, yalnızca şiddet ve (denilebilirse) çılgınlıkla yaşatılabilk (görsel bir imgenin gerçek olarak kabul edilmesi gibi bir yanlışlığı içerir).
Alan Watts'in parlak yapıtı Hıristiyanlıkta Mitos ve Ritüel'deki sözleriyle:
'Hıristiyanlık mitosu sürekli olarak mitosun bilim ve tarih derecesine indiren Ortodoks hiyerarşi tarafından yorumlanmıştır... Yaşayan Tann mutlak Tann olmuştur ve kendi yaratıklarını kendisinin bulaştırdığı hastalıktan kurtaramamaktadır... Mitos ne zaman tarihle karıştırılırsa insanın iç yaşamına uygulanabilirliğini yitirir... Hıristiyan tarihin trajedisi, yaşamı sürekli Hıristiyan mitoslardan çıkarması ve zekasını kilitlemesindeki başansızlığındadır...
430
Mitos, cennetten bir bildiri olduğuna göre ancak bir 'vahiydir, yani zamansız ve tarihsiz bîr dünyadan gelir, bir zaman için doğru olmuş olanı ifade etmez, her zaman doğru olanı söyler. Yani vücut bulma eğer saf tarihse, bugün yaşayan insanlar için de etkisi ve özelliği yoktur, eğer insanda her zaman süren zamana bağlı olmayan, sürekli bir vahiy ise 'kurtarıcı gerçek' olabilir/90'
Çalışmamızın büyük derslerinden biri, kaba, hastalıklı veya eğitilmemiş düşüncenin, mitosu tarihe dönüştürme isteği ve yerel biçimlerin olaylarına bir tür bağlılık yaratıp öte yandan bir biriyle çekişen güya inançlar grubu yaratıp, herbirinin gelmiş olduğuna inandıkları bildirimin özünden yoksun kalmasına neden olmasıdır. Bütün Ortodoksluklar az veya çok bu eğilimi taşırlar ve sonuçta karşılıklı itirazlara uğrarlar. Oysa, büyük mitsel imgelerden biri şiir olarak okunsa, ampirik bilginin aracı değil fakat deneyime ilişkin sanat olarak anlaşılsa -başka bir deyişle gazete olarak anlaşılmasa- uyumlu bir bildirim bulabiliriz: kısaca, yaşıyan, tanımlanmayan fakat ayn olmayan herkeste bulunan tanrı ortaya çıkar. 'Tanrı', Eckhart'ırn açıkladığı gibi, 'kendisini, boş ruha, kisvesi olmadan yeni bir kisveyle, ışığı olmadan kutsal bir ışıkla bildirip onda doğmuştur.'^
Doğarım bozuk fakat Hıristiyan Kilisesinin bozulmaz olduğunu savunan Ortodoks Hıristiyan görüşün, dünyadan ayn, yaratan, yargılayan, mahkum eden ve dışandanmış gibi büyüklüğünün bir kısmını özel bir kaygıyla bir bölümüne sunan Yahudilerin tann mitosunun, aşın bir uygulanışını yansıttığı söylenebilir. Bunu da tann Ahit, Kuran veya vücut bulmayla yapıyordur. Ama Kilise tarafından kullanılan simgeler, bu koşullan öğrettikleri varsayüırken, kendi içlerinde zimni bir zıtlık taşırlar. Seçkin formlan içinde bu zıtlık açık yürekliliklere kendini anlatmayı sürdürür. Eckhart'da, Dante'de, Grail ve Tristan romanslannda olduğu gibi, ölümsüz insanın eski dersi canlanır, bütün cennet ve cehennem dünyalarının bütün form ve deneyimleri onlarda yaşar ve onların yüreğinden sökülüp çıkar. 31 ve 32. şekillerdeki küçük Meryem imgeleri, Eckhart'm bildiği gibi, Üçlünün her biriminde içkin olarak bulunduğu ve bildiklerimizle bizim için doğmuş olacağını anlatıyor. İkincisi, Giritlilerin bildiği gibi, tanrıça ana rahmidir, bütün varlığın nihai noktasıdır. Ve üçüncüsü, ortak kalıtımımız olan ikonlan yorumlayan yetkililerimizden başka bütün dünyanın bilir göründüğü gibi, mikrokozmoz ve makrokozmoz özünde tannda birdir, hiç bir anlamda bozuk değildir, bozulmaz veya hiç
bir inanan tanımlanmasıyla aldatılamaz.
431
SONUÇ
BİR ÇAĞ KAPANIRKEN
Bütün mitoloji çalışmalarımız sırasında, kahin ve cemaati tarafından temsil edilen ilahlarla, yaratıcı şair, sanata veya filozoflar tarafından temsil edilenlere yaklaşımımız arasında bir ayrım çizilmelidir, tikinin eğilimini, kültünün imgelemini pozitivist bir yaklaşımla anlamak diye adlandıracağım. Böyle bir anlayış ibadetle beslenir, çünkü ibadette bir imgeye mi yoksa Tanrı düşüncesine mi yönelindiğini ve inançla inançsızlık arasındaki dengeyi yakalayabilmek çok zordur. Şair, sanatçı ve filozof, öte yandan, imgelerin biçim-leyicileri ve idelerin yaratıcıları olduklarından, ister taş gibi görünür bir maddeden olsun, ister sözcük gibi zihni olsun, bütün yansıtılan şeylerin, insan organlarının yanılabilirliği ile koşullu olduğunu kavrarlar. Kendi müzünde boğulan kötü bir şair hayallerinin doğaüstü gerçekler olduğuna kanabilir ve bir peygamber durumuna düşebilir -peygamber sözlerini de 'şişirilmiş şiir' olarak tanımlıyorum; bu sözler aşın yorumlara uğrar ve o da bir kültün kurucusu ve kahinler kuşağının başlatıcısı haline gelir. Yetenekli bir kahin de kendi doğaüstü varlıklarının yok olduğunu; hükümsüzleştiğini, biçim değiştirdiğini hatta çürüdüğünü anlıyabilir: o zaman da ya peygamber olacaktır veya daha yetenekliyse yaratıcı bir şaire dönüşecektir.
Konumuzun motif ve temalarının, ne kadar birincil olarak anlatılırca anlatılsın, üç ana değişime uğradığı ve temelden farklılaştığı bilinmelidir. Şairin gerçek şiiri, peygamberin şişirilmiş şiiri ve kahinin ölüm şiiri. Din tarihi son ikisini konu edinirse de mitoloji târihi üçünü de içerir. Böylelikle mitoloji tarihi yaratıcı düşüncenin kaynaklarıyla şiir ve din arasmda cardı ve sağlıklı bir ilişki kurar. Şiirde kişisel bir eğilim vardır (savruk şiir), şair, asla yapmadığı evrende,
432
yaşamın gerçekleri karşısında kişisel şaşkınlığını, neşe veya acısını dile getirme gibi kaprislere kapılır. Dinde ise tersine bir eğilim egemendir; kişisel deneyimleri göz önüne almaz, verili klişelere bağlanır.
İnsanoğlunun uzun tarihinde mitolojinin dört temel işlevi gözlenebilir. En önemlisi ve ayırSedici olanı -bütün ötekilere de can veren-varlığm gizemi karşısında huşu duygusunu uyandırması ve bes-lemesidir. Profesör Rudolf Otto bu esrarm tanınmasını, bütün dinlerin karakteristik zihni durumu olarak tanımlanmıştır/1' Bu, tanımdan önce gelir ve onu reddeder. İlkel düzeyde cinlerin tehdididir; eh gelişmişinde mistik vecddir; bunlar arasında da bir çok derece vardır. Tanımlandığında üstünde konuşulabilir ve öğretilebilir; fakat konuşma ve öğretim onu üretemez. Yetke de onu kabul ettiremez. Yalnızca rastlantısal bir deneyim ve yaşayan bir mitosun simgesel işaretleri onu uyandırabilir ve besleyebilir. Ama bu tür işaretler de icat edilemez. Onlar bulunurlar. Bunun üstüne de kendiliklerinden yaşarlar. Ve bunları bulanlar, bir zamanlar gaipden haber alsınlar olarak bilinen duygulu, yaratıcı, yaşayan zihinlerdi; şimdi şair ve yaratıcı sanatçılar olarak biliniyorlar. Bir kültürün geleceği için onun devlet adamları veya ordularından daha önemli ve daha etkileyici olanlar, insan çamuruna yaşam veren bir ruhsal soluğun efendileridir.
Mitololjinin ikinci işlevi kozmoloji yaratmasıdır. Huşu duygusuyla desteklenen ve onu destekleyen, varlığın gizemine ve gizemin varlığına bağlı evrenin imgesidir, kozmoloji. Fakat kozmoloji sözkonusu halkın deneyimleriyle, bilgisi ve anlayışıyla çakışmalıdır. İ.Ö. 3500'de eski Sümer kahinlerinin göğü gözlemeleriyle öğrenilen gezegen düzeninin, çekirdek Yakın Doğu'da bütün mitos sistemini ilkel ava toplayla aşiretlerin basit temalarından ayırdığını biliyoruz. Etkileyici bir görüş, kişisel olmayan, zamana bağlı ve göksel, matematiksel bir görüş ortaya çıkmıştı; Orta Çağların dünyayı algılayışı da -eski Hint, Çin veya Yucatan'dan farksız biçimde- bu antik görüşün gelişmiş bir biçimidir. Bugün bu imgelem yok olmuştur. Böylece zamanımızın dinleri için can alia bir soruna dokunuyoruz: dinadamlan halen İ.Ö. birinci binden dördüncü bine kadar gelen temalarla vaaze-diyorlar.
Bugün gelişmiş bir zihin dünyanın, bitkilerin, hayvanların ve insanın kökenini öğrenmek için Tekvin kitabına bakmaz. Tufan, Babil Kulesi, cennetteki ilk çift ve insanın dünyada ilk görünüşünden ilk şehirlerin kuruluşlarına kadar tek bir nesil (Adem'den Kabile kadar)
433
yoktur; en azından dünyadan iki milyon kişi gelip geçmiş olmalıdır. Bugün geçmişi anlamak için ve dünyanın yapısın öğrenmek için bilime başvuruyoruz; atomun oynaşan cinleri ve teleskopun ucundaki galaksiler bize öyle bir alem gösteriyor ki Kitabı Mukaddes'in kargaşalığını, beynimizin çocukluğuna ait bur oyun ülkesi düşü haline getiriyor.
Mitolojinin üçüncü işlevi mevcut toplumsal düzeni desteklemektir. Bireyi grubuyla organik bir bütünlük içine sokar. Burada da, zaman içinde, grubun kapsam ve görüşündeki büyümenin insanın gelişimiyle ilgili karakteristik bir işaret olduğunu görüyoruz; aşiretler salkımı İskender sonrası tek dünya toplumu kapsamına ulaşmıştır. Tehdit e-dici büyümeye karşılık bazı bölgeler hâlâ ulusal, ırkçı, dinsel ve sınıfsal mitolojilerine sahip çıkmaktadırlar. Bu mitolojilerin bir zaman mantığı olmuşsa da bugün kalmamıştır.
Mitolojinin ve onu kuran ritlerin toplumsal işlevi, grubun her üyesinde, onu kendiliğinden, sonuna kadar bağlı tutacak 'duygular sistemi'ni yaratmaktır. Ava aşirete uygun düşen 'duygu sistemi' tarımsal olanla uyuşmaz. Anaerkil olan babaerkil olanla uyuşmaz. Ve aşiretinki de bugün doğudan batıya, kuzeyden güneye uzanan bire-yinkilerle uyuşmaz.
Eski mitsel düzenler simgeleriyle tanrılar arasında bağlar kurarak yetke kazanırlardı. Tanrıların yanında, kahramanlar veya bazı yüksek, kişisel olmayan kuvvetler, evrensel düzen gibi, toplumun kendi imgesiyle birlikte doğanın daha ulu bir imgesine bağlanır ve dinsel huşunun aracı haline gelirdi. Bugün kanunlarımızın tanrıdan veya evrenden gelmediğini biliyoruz, kanunları kendimiz yapıyoruz. Kanunlar mutlak değil, sözleşmeye dayanıyor ve onlara uymamakla tanrıya karşı gelmiyoruz, insana karşı suç işliyoruz. Bitkiler, hayvanlar, zod-yak veya onun varsayılan yaratıcısı değil, kaderimizin efendisi, insanlardır. Yakın geçmişe kadar iyi niyetli akıllı insanlar için kendi toplumlarının (ne olursa olsun) tek iyi toplum olduğuna inanmaları, onun dışında Tanrı düşmanlarının yaşadığım ve içerde Tanrının 'duygu sistemi' ile sevgiyi beslerken, dışarısı için nefreti ilke edinmeleri mümkündü. Ulusal, ırka, dinsel ve sınıfsal sınırlamalar sürüyor fakat fiziksel gerçekler kapalı ufukları dağıttı. Eski tamı, küçük dünyası ve küçük, kapalı toplumuyla birlikte öldü. Şimdi inanç ve güvenin odağı insan. Ve eğer her yerde sevgi ilkesi gerçekten can-landmlamazsa -mitolojik olarak tanrıdan olduğu gibi- nefret ilkesini
434
yaşamamız ve kaderimizin Kaybolan Ülke olması, dünyayı da ifritlerin yönetmesi kaçınılmaz olacaktır.
Mitolojinin dördüncü işlevi, insanı kendi ruhsal zenginliğine ve nesnelleşmeye doğru götürerek, kendi ruhsal gerçeklerine ulaştırmak. Eskiden -ve eski kültürlerde halen- bütün bireysel yargı, irade ve yetenekleri mutlak olarak toplumsal düzene doğru yönlendiriyordu. Ego ilke olarak (Doğu Mitolojisi'nde gördüğümüz gibi) baskı altına alınmalı, hatta mümkünse silinmeliydi. Arkitipler, ideal roller de, toplumsal koşullara göre, karşı konulamayacak bir" biçimde herkese dağıtılmalıydı. Durağan bir dünyada yaratıcı kişiliğin böyle katledilmesi kabul ediliyordu ve bu anlayışın sürdüğü toplumlarda aynı işleyiş devam ediyor. Avrupa'nın bireye duyduğu saygının kanıtı olarak, Hitler'in 5 milyon Yahudiyi öldürmesi (haklı olarak) her yandan dehşetle karşılanırken, Stalin'in 25 milyon Rus'u yok etmesinin dikkatleri çekmemesini söyleyebiliriz. Çin'deki çılgınlık da gözden kaçıyor. Doğu'da ve Batı'daki bu tür insanlık dışı davranışlar koca Doğu için normal kabul ediliyor, oysa bizlerden, haklı o-larak, daha iyi şeyler umulmalıydı. Fakat yalnız Avrupa'da, kişisel yargı ve sorumluluk, varsayılmış kutsal kanunlardan ve onların sabit düzeninden kurtulup insan gerçeklerinin mantıkla yönetilen değişken kapsamına oturtulmuş. Avrupa'da, önce Yunanistan'da' sonra Roma'da gelişen ego ilkesi -meme verilen (Freud'un Zevk îlkesi) 'ben yapacağım', "ben isterim' ilkesi değil, bilgili, mantıklı, sorumlu yargı (Gerçeklik Ökesi))'2'- bizi ve özel dünyamızı, her bakımdan eski Doğu anlayışından farklı ruhsal ve psikolojik bir düzen sorunsalıyla karşı karşıya getirdi. Humanist bireyselleşme iki yüzyılda daha önce iki bin yılın getiremediği gönenç ve elem değişikliklerini yaratü. Sonuçta, eldeki eski ahlak kalıplan artık dünya bir yana, yerel görünümdeki gerçeklerle bile uyuşmuyor. Grail macerası -Kaybolan Ülke'nin kurtarılacağı yaratıcı değerlerin soruşturulması- bugün herkes için kaçınılmaz bir görevdir. Çünkü bugün sabit bir ufuk yok, sabit bir merkez yok, Mekke, Roma veya Kudüs yoktur. Bugün bizim dairemiz 1450' de Nicolaus Cusanus'un tanımladığı gibidir: dairenin çevresi hiçbir yerdedir, merkezi her yerdedir, dairenin çapı sonsuzdur fakat doğru çizgidir. •
Bundan sonrası, gelecek kitabımızın Yaratıcı Mitoloji'mn konusudur. Arthur'un Yuvarlak Masasından (masanın başında oturan kimse yoktur, her biri üstün bir şampiyondur) atomun parçalanışına kadar,
435
Avrupalı insanın Gözünün Açıhşı'nın ve yeni bir durumu görmesinin, halen bir durum değil oluşum olan uzun sürecim sistematik olarak izleyeceğiz. Ve Tanrının eski maskelerinin kayboluşunu, artık insanın kendim yaratması olarak bilinen öyküsünü okuyacağız.
Bazıları, belki hâlâ, doğa korkusuyla, bir maskenin önünde eğilmek istiyorlar. Eğer doğada, Tanrının yarattığı doğada kutsallık yoksa, insan doğasının yarattığı Tann fikri olabilir miydi?
Nietzsche'nin Zerdüşt'ü şöyle sesleniyor: 'Sevgimle ve umudumla senden rica ediyorum, ruhundaki kahramanı reddetme!'
436
Dostları ilə paylaş: |