BAŞKAN – Sayın Mümtaz Tufan, çok teşekkür ederim süreye uydunuz ve bizler için çok yararlı bir konuşma yaptınız.
Sevgili konuklar, şimdi çok büyük iki yatırımcı kuruluşun sayın genel müdürleri bizim önümüze bazı tabloları koydular. Bu tablolarda görünen iki tane temel unsur var: Bir tanesi, konsolide bütçeden ayrılan paylarla söz konusu altyapı yatırımlarının bitme süreleri 12 ile 50 küsur yıl arasında değişmektedir. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemlerde konsolide bütçeden yatırımlara ayrılan ödenekler ve paylar bu oranlarda kaldığı sürece, bizim Türkiye'de gerekli altyapı yatırımlarını bitirmemiz mümkün değildir ya da bittiği zaman bu tesisler eskimiş olacaktır.
İkincisi, kamu yatırımlarına, özellikle bu iki kuruluşumuza ayrılan yatırım harcamaları giderek bütçe içinde daha azalmaktadır. Yani, konsolide bütçeden yatırımlara ayrılan paylar, hiçbir zaman yüzde 3, yüzde 5 oranlarının üzerine çıkmamaktadır. Dolayısıyla bu iki gerçek önümüzde söz konusu iken, Karayolları Genel Müdürü dedi ki: “Önümüzdeki 10 yıldaki hedeflere ulaşmam için benim 15 milyar dolar yatırıma ihtiyacım var” DSİ Genel Müdürü arkadaşımız Sayın Tufan dedi ki: “Önümüzdeki dönemde benim söz konusu santralları, sulama projelerini, içme sularını yapmam için 60 milyar dolara ihtiyacım var” Eder 75 milyar dolar. Biz, bunu elimizdeki bütçe kaynaklarıyla nasıl karşılayacağız? Karşılayabileceğiz mi?
Öte yandan, şu yaşadığımız dönemde elimizdeki toplanan vergi gelirleri borç faizlerini ödemeye yetmemektedir. Böyle bir ikilem içinde Türkiye, hem altyapı yatırımlarını yapacak, hem enflasyonu önleyecek, hem ekonomiyi canlandıracak! Zor bir problem!
Şimdi, Bütçe Malî Kontrol Genel Müdürü Sayın Durmuş Öztek’ten, acaba bu yatırımların konsolide bütçelerden ayrılan paylarla bitmesi konusunda neler düşünüyor? Maliye Bakanlığı konuya nasıl bakıyor? Onu dinleyeceğiz. Ondan sonra da Hazine’den sorumlu arkadaşımız Sayın Ekrem Bey’den de yeni finansman yöntemleriyle, borçlanmayla, yap-işlet-devret gibi modellerle bu konuya nasıl yaklaşabileceğimize dair çözüm önerileri getirmelerini rica ediyoruz.
Buyurun Sayın Durmuş Öztek.
BÜTÇE VE MALİ KONTROL GENEL MÜDÜRÜ DURMUŞ ÖZTEK – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın bakanlarım, sayın milletvekillerim, sektörün, kamunun ve basının değerli temsilcileri... Bu imkânı verdiği için, bu paneli düzenleyenlere teşekkür etmek istiyorum.
Sayın Başkan, bildiğiniz gibi, bütçe ve kamu harcamaları kamunun ekonomiye müdahalesiyle ilgili önemli bir araçtır. Biz diğer ülkelerin oranlarına baktığımızda, bunun yüzde 57 ile yüzde 30 arasında değişen bir pay aldığını görüyoruz. Gelişmekte olan ülkelerde bu, yüzde 15-20 civarında. Tabiî, bu harcamaların önemli bir bölümü, hiç kuşkusuz yatırımlara gitmektedir. Yatırımların önemi, her şeyden önce ekonomide gelir, istihdam, refah yaratmaktan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, bu tür toplantılar, sadece sektörün sorunlarını değil, herkesi ve her kesimi ilgilendiren toplumun geleceğini tartıştığımız bir ortamdır.
Ben konuşmamda konuları olabildiğince kısa geçmeye çalışacağım. Ancak, diğer konuşmacılar gibi, biraz geçmişe yönelerek günümüze gelmek istiyorum. Şimdi, grafikte de gördüğünüz gibi, planlı dönemin rakamlarına baktığımızda, toplam kamu yatırım harcamalarının Birinci Plan döneminde yüzde 6, İkinci Plan döneminde yüzde 6,5, Üçüncü Plan döneminde 8,6, Dördüncü Plan döneminde yine 8,6, Beşinci Plan döneminde yüzde 8,7, Altıncı Plan döneminde 6,4 ve Yedinci Plan döneminde yüzde 5 gibi bir rakama geldiğini görüyoruz. Yani, toplam kamu yatırım harcamaları giderek azalmış.
Şimdi, bu genel gelişmeyi verdikten sonra, ben sektörel açıdan olayın nasıl geliştiğini grafikler yardımı ile açıklayayım. Özellikle enerjinin 1963’lü yıllarda yüzde 8 civarındaki oranı, bugün yüzde 20’ler seviyesine tırmanmış. Ulaşım sektörünün payı ise, yüzde 15 ile 30 oranında sürekli bir dalgalanma göstermiş. Eğitim sektörünün de, özellikle planlı dönemin ilk 10 yılında yüzde 10’a çıktığını görüyoruz. Onun altındaki grafikte de, 1997’den sonra, özellikle 8 yıllık temel eğitim projesi çerçevesinde eğitimin payının tekrar arttığını görüyoruz.
Önemli bir sektör olan sağlık sektörünün payı da gördüğünüz gibi, yüzde 5’te kalmıştır.
Burada da son uygulanan dönemde enerji sektöründe bir gerilemenin olduğunu tespit ediyoruz. 1996’da yüzde 22,3 iken, 2000 yılında 20,3’e gerilemiştir.
Burada sıkıntılarımızı, iki başlık altında irdelemek mümkün: Kaynak ve sistem. Kaynak sorununda, her şeyden önce bütçemizden ne kadar pay ayırdığımıza bakmalıyız. Hepinizin bildiği gibi, konuşmamın içine 1990 ile 2000 yılı, 10 yıllık dönemi aldım. Son 10 yılda konsolide bütçe içerisinde yatırıma ayrılan payın önemli ölçüde azaldığını görüyoruz. 1990 yılında 14,5 iken, bugün 4,8 gibi bir noktaya gelmiş. Tabiî, burada bütçe içerisindeki paya bakıp, yorum yapmak da doğru olmaz. Bir de gayri safi millî hasıla içerisindeki payına bakmak gerekmeketdir. Gayri safi millî hasıla içerisindeki payı da, 1990’lı yılların başında yüzde 3’te iken, 2001 yılında yüzde 2’ye düşmüş. Bunları yabancı paraya tahvil ettiğimizde de, olay çarpıcı bir biçimde görülüyor. Mesela, 1992 yılında 5,2 milyar dolar iken ayrılan pay, daha sonra 1995 yılında 2,2-2,3 gibi bir mertebeye inmiş. Tabiî, burada 1994 krizinin de büyük payı var.
Şimdi, bu yatırımların, özellikle kamu yatırımlarının giderek azalmasını, etkinliğini incelerken bunların stratejisini, yıllar içindeki değişikliğini anlamaya, irdelemeye çalıştım. Özellikle 1979’un sonunda, Türkiye, dış ödemeler dengesi ve cari işlemler açığı problemiyle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle küreselleşme ile ilgili ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye'yi ekonomik alanda yeni bir yaklaşıma itmiştir. Burada uluslararası rekabet ortamında içe dönük ithal ikameci kalkınma stratejisinden, dışa açık, ihracata dayalı bir modele doğru gidilmiştir. Buradaki felsefe ve düşünce, kamunun yatırım anlayışını etkilemiştir. Her şeyden önce, rakamlara baktığımızda, özel sektörün daha fazla pay almaya başladığını, kamunun oranının giderek azaldığını görüyoruz. Burada özel sektör, özellikle imalat sanayiinde öne çıkmış gözüküyor. 1980’li yılların başında imalat sanayiinde kamunun payı yüzde 26 iken, 1990’lı yıllarda yüzde 3-4 seviyesine inmiş. Yani, önemli bir dönüşüm meydana gelmiştir. Kamunun, altyapı yatırımları içinde payının da arttığını görüyoruz. 1980’li yıllarda yüzde 55 iken, 1990’lı yıllarda yüzde 80’lere tırmanmış. Tabiî, bu arada, kamu yanında özel sektörün altyapı yatırımlarına, özellikle yap-işlet-devret modeliyle önemli bir rol aldığını da burada vurgulamak isterim.
Yine, bu dönemde kamu yatırımı altyapı yatırımlarıyla ilgili, kaynak yaratan iki fonun varlığını da burada ifade etmekte fayda var.
Sayın Başkan, bu stratejik değişiklikten sonra faiz harcamaları, her şeyden önce yatırımları etkileyen bir unsur olmuştur. Bütçe içerisinde ayrılan pay giderek artmıştır. Kamu kesimi olarak 1994’lü yıllarda faiz giderlerinin gayri safi millî hasıla içindeki payı 8,4 iken, 2000 yılında 17,1’e gelmiştir. Tabiî, bunu konsolide bütçe rakamlarına tahvil ettiğimizde, 2000 yılında 16,3’e faizin bütçe içerisindeki payının 2001 yılında yüzde 22’ye ulaştığını görüyoruz. Bu, her şeyden önce özellikle yatırımları ve diğer cari harcamaları sıkıştırarak daha az yatırıma yol açan unsurlardan biri olmuştur.
Tabiî, hiç unutmamak gerekir ki, yatırımlardaki faiz, uygulanan ekonomi politikalarının, dış gelişmelerin sonucudur. Faizlerin bu noktaya gelmesinde ayrıca, bizatihi yapılan harcamaların da etkisi vardır.
Tabiî, bütçede sadece faiz büyümemiştir. Sosyal güvenlik kurumlarının açıkları da yatırım harcamaları üzerinde bir baskı yaratmıştır. Yatırım alanında bu faiz dışında, üzerinde durulması gereken diğer bir husus da, giderek büyüyen kamu proje stokudur. Kamu proje stokunun büyümesi, bu alanda işlerin zamanında bitirilememesine, bu sektörde çalışanların gerekli kaynağı zamanında alamamalarına yol açmıştır. Benim elimdeki 2001 yılı rakamlarına göre proje stoku 5 047’tür. Buradaki problem, devletin öncelik sıralamasını yaparak, kaynağına göre işe girmemesidir. Tahsil edilen toplam kamu yatırım ödeneklerinin toplam proje tutarı içindeki paylarına baktığımızda, olayı daha çarpıcı bir biçimde görüyoruz. Söz konusu oran, toplam proje ile ayrılan kaynağı mukayese ettiğimizde, 1995 yılında yüzde 6,6, 1996 yılında 5,7, 2000 yılında 6,8 seviyelerinde olduğunu görüyoruz. Olayın çarpıcı yönü burası.
Kaynak dışında sistemle ilgili bazı sorunlar yaşadığımızı da konuşmamın başında ifade etmiştim. Buradaki sorunları da devletin kurumlarının yapısından başlayarak uyguladığımız işlemlere esas olan mevzuata kadar uzatmak mümkün. Bu söz konusu mevzuatlarda, Kamu İhale Kanunu ve Sözleşme Kanunu’dur. Bu mevzuatlarla hedeflenen amacımız, ihalelerde saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, her şeyden önce kamuoyu denetimini sağlamaktır.
Burada mevzuat ve sistemle ilgili sorun deyince, şu anda gündemimizde bulunan bir başka konu, sistemde harcamayla ilgili aktörleri belirleyen, onların görevlerini, sorumluluklarını, yetkilerini belirleyen yasalardır. Bu yasalar, bildiğiniz gibi Anayasa’dan başlayarak, çeşitli kuruluşların teşkilat kanunlarında yer almaktadır. Ancak bunların en önemlisi, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu’nda düzenlenmiş gözüküyor. Yani, burada ita amirinin sorumluğu, saymanın sorumluluğu, tahakkuk memurunun sorumluluğu belirlenmiştir. 1927 yılında çıkarılan bu kanun, zamanında iyi işlemiş, görevini görmüş ancak, zaman içerisinde burada da bir aşınma söz konusu olmuştur. Dolayısıyla, yeniden buradaki sorumlulukları tanımlayarak, özellikle yatırımlar başta olmak üzere, sistemde sıkıntıya sebep olan kanunların gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuyla ilgili çalışmayı, detaylı olarak ikinci turda açıklamak istiyorum
Sistemle ilgili bir başka sorun, kurumlar arası koordinasyondur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Plan ve Bütçe Komisyonu, Meclisin diğer komisyonları, Sayıştay, DPT, Hazine, Maliye, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ve diğer kuruluşlar bu yatırımla ilgili konularda hep rol alırlar. Ancak burada çok iyi bir eşgüdümün, çok iyi bir koordinasyonun olduğunu söylememiz mümkün değil. Sistemin sorunlarından birisi de burada yatmaktadır.
Sizin de bildiğiniz gibi, dış proje kredileri konusunda bu uyumsuzluktan dolayı, sektör çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Ancak, çözmemiz gereken konular bunlarla sınırlı değildir. Kaliteli eleman ihtiyacı da karşımıza çıkan başka bir problemdir. Vasıflı teknik eleman bulmakta sıkıntıya düşmekteyiz.
Ayrıca, sektör, nakdini zamanında alamamaktadır. 1998’den itibaren bunu olabildiğince aşmaya çalıştık. Ancak bu, özellikle yatırımcı kuruluşların da katkılarıyla zaman içerisinde gelişecektir. Ödenekleri, ihtiyaç duyulan anda Hazine’nin imkânları çerçevesinde planlamalıyız.
Sayın Başkan, ben sözlerime son verirken, burada önemli olan bir husus, tarafların sistemle ve kaynakla ilgili mevcut imkânları göz önünde bulundurarak, sistemden kaynaklanan sorunların çözümünde bürokratların, bizlerin veya sizlerin elimizdeki imkan çerçevesi içinde soruna çözüm getirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Öztek, teşekkür ederim.
Sayın Öztek, bize kronolojik olarak kamu yatırımlarının paylarının giderek azaldığını, rakamlarla tekrar gösterdi; bir kaynak sorunu olduğunu söyledi ve ikinci olarak çok önemli bir konuya, kurumlar arasındaki uyuma değindi. ‘Önümüzdeki sıkıntılardan biri de bu, kurumlar arasındaki uyumsuzluktur. Bundan dolayı pek çok sıkıntı yaşamaktayız, bu uyumun sağlanması gerekir.’ dedi. Mevcut kaynaklarla sorunları çözmeye çalışmamız gerektiğine ben de katılıyorum.
Şimdi sözü, Hazine Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürü Sayın Ersan Ekren’e veriyorum.
Kendisinden de, özellikle hazinenin kaynak ve finansman sorunlarını, Türkiye'nin IMF ile yapmış olduğu Stand-By Anlaşmasını ve hazinenin bazı konulara bakış açısını dinleyeceğiz.
Buyurun Sayın Ekren.
HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI DIŞ EKONOMİK İLİŞKİLER GENEL MÜDÜRÜ ERSAN EKREN – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın bakanlarım, değerli milletvekilleri, basınımızın değerli mensupları ve İnşaat ve Tesisat Müteahhitlerinin İşveren Sendikasının değerli üyeleri... Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Eğer bir panelde son konuşmacı iseniz, sizden önce bütün konulara değinilmiş olur. Siz de toplantıya gelirken kurduğunuz kurgunun dışında yeni neler söyleyebilirim diye, sürekli bunun muhakemesini yaparsınız. Ben onun için, ortalama olarak kendi düşündüklerimi ve arkadaşlarımın daha önce bahsettiği konuları kısa geçerek, daha çok soru-cevap bölümünde sorularınızı cevaplandırmayı planlıyorum.
Hazine Müsteşarlığı olarak, Hükümetimizin koyduğu, yürütmekte olduğu Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı çerçevesinde diğer ilgili kuruluşlarla birlikte ekonomiyi, daha dayanıklı, sürdürülebilir bir kalkınmayı sağlayabilecek, makro ekonomik dengelere oturmuş bir hale getirmeye çalışmaktayız. Bu açıdan da enflasyonsuz, krizlere dayanıklı, ülkemizin gerçeklerini yansıtan ve ülkemizin dünya ekonomisi içindeki layık olduğu yeri almasına yönelik olarak bir dizi tedbirler paketini hemen hemen her gün sunuyoruz ve bunları kararlılıkla uygulamaya çalışıyoruz.
Tabiî, buradaki en önemli unsur da, Türk toplumunun duyarlı bir şekilde bütün kesimleriyle, bütün katmanlarıyla bu programa verdiği destektir. Üstelik olumlu sinyalleri, özellikle son aylarda, hem iç piyasadan hem dış piyasadan almaktayız. Bu çerçevede ilk hedefimiz, Hükümetin koyduğu hedefler çerçevesinde malî disiplini sağlamaktır. İkinci hedefimiz de, sürdürülmekte olan yapısal tedbirleri hemen hemen her sektörde, her alanda geliştirmek, verimleştirmek ve özel sektörün rolünü artırıcı tedbirleri getirmek diye özetlenebilir.
Malî yapılanma ve malî konsolidasyonla ilgili olarak, diğer programlarda pek görülmeyen bir şekilde, son üç yıldır faiz dışı fazla olarak, hem 2000 yılında hem 2001 yılında hem de 2002 yılında hedeflenen rakamlara ulaşılması öngörülmektedir. Üç yıl üst üste bu şekilde bir programı uygulama disiplini göstermiş başka bir ülke dünyada yoktur. Bunun sonuçlarını ilerideki dönemlerde alacağımızı düşünüyoruz ve Türkiye'yi bir daha krize sokmayacak, geri dönülmeyecek noktalara taşımak istiyoruz.
Malî disiplin ile ilgili olarak, bir taraftan makro sorunlarla uğraşırken, diğer taraftan da mevcut bütçe imkânları ve program hedefleri çerçevesinde çeşitli sektörlerin dış finansman ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz.
Ben size yıllar itibariyle birkaç istatistiki bilgi vereceğim ve sizin bunları sektörün ihtiyaçlarıyla mukayese etmenizi istiyorum.
1998 yılında hazine olarak biz dış dünyadan toplam 6,6 milyar dolar borçlanmışız. Bunun aşağı yukarı 3,8 milyar doları proje kredilerine ve diğeri program kredilerine ayrılmıştır. 1999’da bu rakam artıyor ve ikiye katlanarak 12 milyar dolara çıkıyor. Bunun da 7 milyarı proje kredilerine ayrılmış. 2000 yılına baktığımızda, toplam 13 milyar dolar borçlanmışız. Buna, son yılların en yüksek borçlanması diyebiliriz. Bunun 3,5 milyarı proje kredilerine, 9,8 milyar doları program kredisine ayrılmıştır. 2001 yılında, Kasım ayı itibariyle toplam 4,8 milyar dolar borçlanmışız, ki bu bizim zor bir yılımızdı. Bunun da 2,7’si proje kredilerine ayrılmış durumda.
Şimdi, diğer taraftan Karayolları Genel Müdürümüz ihtiyacını belirtti, 15 milyar dolar. Devlet Su İşleri Genel Müdürümüz ihtiyacını belirtti, projelerinin tamamlanması için, 60 milyar dolar. Toplam 75 milyar dolarlık yaklaşık bir rakam sunuldu. Bu rakam, bizim yıllar içinde aldığımız borçla eşdeğer bir rakamdır.
Şimdi, sektörlere baktığımızda, 1998’de ağırlıklı olarak bu proje finansmanında, altyapı projelerine, enerji projelerine ayrılmış. Savunma Sanayii 1998’de yüzde 30 iken, 0,3 civarına düşmüş. Sektörlerin de yıllara göre dengesi değişmiş. Bazı yıllarda altyapı öne geçmiş, bazı yıllarda ulaştırma öne geçmiş, bazı yıllarda da enerji öne geçmiş.
Bir de vade yapısını vermek istiyorum. Mesela 1998 yılında 8 yıl ve üstü vadeler yüzde 26 imiş, 2000 yılında yüzde 26 civarında. Yani, ortalama olarak borçlanma vademiz 7 yıl diyebiliriz. Ama bazı yıllarda değişiyor; mesela, 2001 yılında 12 yıl üstü yüzde 45 olmuş, 2000’de yüzde 32 olmuş, 1999’da 31 imiş, 1998’de 19 yıl imiş.
Bütün kredi vadeleri ve kredinin miktarları ülkenin kredibilitesiyle ilgili bir sorun. Ülkemizin kredibilitesi arttığı ölçüde, ülkemizin diğer uluslararası piyasalardan sağladığı imkânlar da o nispette düzelmektedir ve onun ülkemize maliyeti azalmaktadır. Dolayısıyla, makro ekonomik gelişimle altyapı sektörünün gelişimi arasında doğru bir korelasyon söz konusudur. Bu açıdan, bir taraftan makro ekonomik yapıyı geliştirirken, diğer taraftan da etkinlik sorununun kaynağını bir arada bulamayacağımıza göre, daha önce Bütçe Genel Müdürünün de söylediği gibi, etkinlik sorununu ön plana getirmemiz gerekmektedir.
Şimdi, projelerin tamamlanma süresine baktığımızda, sanıyorum geçen yıl itibariyle yatırım programında 5 400 proje vardı. Bu yıllardır konuşulur: “Ülkemize bu kadar proje fazladır, bu projelerin sayısını azaltalım ve öncelik tespit edelim” diye. Fakat, Planlama Teşkilatının da bu konudaki üstün çalışmalarına rağmen bu bir türlü gerçekleştirilememişti. Yalnız, 2002 yılından itibaren projelerin tamamlanma süresinde yüzde 20 hızlandırma söz konusu olacak, bazı projeler elenecektir. Bu, bence çok isabetli bir karardır. Yani, yatırımcı kuruluşlar, önce projeleri kendi içinde önceliklendirmeli, ikinci olarak da bunu çapraz öncelik metodunu getirmelidirler. Hangi sektörü, hangi ölçüde diğerine göre öncelikli olacağının tespiti gerekmektedir. Bunun için de, kuruluşlar arasındaki koordinasyon, yani devletin etkinliği artırılmalıdır. Sektör öncelikleri ve çapraz önceliklerin belirlenmesi ve proje tamamlama sürelerinin azaltılması, önümüzdeki dönemde yapılması gereken en önemli işlerdir. Dünya Bankası’nın yaptığı bir çalışmada, ülkemiz maalesef proje tamamlama sıralamasında çok gerilerde yer almaktadır. Yani, projenin normal fizibıl olma sürelerinin proje daha ortaya konulmadan önce tespit edilen değerlerin çok aşındığını görüyoruz. Biraz önce Mümtaz Bey’in söylediği gibi, enerji projelerinin tamamlanma ortalaması 28 yılın, sulama 30 yılın üstünde seyretmektedir. Yani, bu sürelerle bunları tamamlamamız, etkin hale getirmemiz ve paraları etkin olarak kullanmamız mümkün değil. İlk etapta, mutlaka ve mutlaka proje önceliklendirmesini sağlamamız gerekmektedir.
Hazine Müsteşarlığı olarak, uluslararası piyasalardan ve uluslar arası kuruluşlardan klasik finansman yoluyla, ticarî ve ihracat kredileri sağlamaktayız. Ayrıca, bir de ikili ülkeler bazında krediler sağlanmaktadır. Bu nedenle bütün kreditör ve finans dünyasıyla Müsteşarlığımız sürekli istişare halindedir.
Diğer taraftan, Müsteşarlığımız, sadece ülkemiz sınırları içinde değil, sektörün uluslararası planda da yapılan ihalelerden pay alabilmesi için bölgesel bankalar veya amaçlı bankalar: nezdinde de yönetim vasıtasıyla, belli sayıda Türk personelin yerleştirilmesine yönelik olarak da çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıca, yapılan toplantılarla veya dokümantasyonla, ilgili kuruluşların bu iş imkânlarından haberdar edilmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Benim söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Daha sonra devam edebiliriz.
BAŞKAN – Efendim, son tur konuşmacımızın konuşmasını özetlemek gerekirse, sayın yatırımcı kuruluşlarımızın genel müdürlerine çok ince bir şekilde uyarıda bulundu ve “Son 4 yılda Türkiye 36 milyar dolar borçlanmış. Bunun 17 milyar doları projelere ayrılmış. Dolayısıyla, siz artık bu konulara çok fazla ümit bağlamayın” dedi. Eğer kendisini yanlış anladıysam bunu düzeltebilir. Hem Durmuş Bey hem Ersan Bey Ayrıca, çok önemli bir konuya parmak bastılar: “Elimizdeki kaynakları her yere sarf edemeyiz, dolayısıyla öncelikleri belirleyelim, bunların en öncelikli olanlarını sıraya koyalım, kaynaklarımızı oraya seferber edelim ki projeleri daha hızlı bir sürede bitirelim” diyorlar.
Şimdi, bu tabiî çok önemli bir yaklaşım. Dilerdim ki, Devlet Planlama Teşkilatı’nın değerli sorumluları da burada olsaydı. Bu konuda bu önceliklerin saptanmasında, yatırımcı kuruluşların öncelikleriyle DPT’nin bu çapraz uygulamayı yapacak olan organıyla birlikte olup, bu konuya beraber çözüm bulmamız gerekiyor.
Burada bu projelerin belirlenmesinde siyasî baskıları, özel sektörün baskılarını, yerel baskıların etkisini ihmal edemeyiz. Dolayısıyla, kaynakların yetersizliği ve kaynakların etkin bir şekilde kullanımı konusu önemlidir. Sayın yatırımcı genel müdürlerim, önümüzdeki dönemde yatırımlarını gerçekleştirmek için neye gereksinim duyduklarını belirttiler. Finansman kaynağını elinde tutan ve yönlendiren iki değerli kuruluşumuzun genel müdürü de görüşlerini belirledi.
Şimdi, ikinci turda maksimum iki ya da üç dakikayı geçmemek üzere bir tur daha söz vereceğim arkadaşlarımıza ve ondan sonra panelimizi bitireceğiz, değerli bakanlarımızın bu konulardaki görüşlerini dinleyeceğiz.
Buyurun Sayın Dinçer Yiğit; ilk söz sizin.
DİNÇER YİĞİT – Çok teşekkür ediyorum, çok kısa sürede toparlamaya çalışacağım.
Bir defa, yanlış bir anlaşma olmasın diye bir hususu düzeltmek istiyorum. Vermiş olduğum, 15 milyar dolar (23 katrilyonluk) hedefler, halen başlattığımız, sürdürmekte olduğumuz kısa ve orta vadeli hedeflerdir. Uzun vadeli hedef, aşağı yukarı bunun 2,5-3 mislidir. Yani, benim vermiş olduğum hedef 8 bin kilometre bölünmüş yol, 13 bin kilometre bitümlü sıcak karışım ve asfalt ve sathi kaplaması olmayan yolların asfaltlanması biçiminde özetlenebilir. Aksi takdirde, Karayollarının daha uzun vadedeki hedefleri için bir finansman tablosu vermedim.
Bir başka konu da, Türkiye'nin trafik doyma noktasının altında olmasıdır. Bu noktaya dikkat çekmek istiyorum. Şu anda 1 000 kişiye yaklaşık 130 araç düşüyor. Türkiye, ü kişi başına düşen millî gelir hedeflerini yakalamaya kalktığı zaman, bu oran artacaktır. Dolayısıyla, önümüzdeki yıllarda karayolu kullanma talepleri de buna paralel olarak artacaktır. Yani, biz şu anda sorunun başındayız.
Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerdeki bir konuya da dikkat çekmek istiyorum. Karayolu altyapısının yeterli olmaması nedeniyle oluşan zaman kayıpları, belki bu ülkede çok önemli olmayabilir. Çünkü, büyük ölçüde işsizlik var ama, eşya zaman değeri çok önemli. Eşya demek kapital demek; dolayısıyla, kapitalin kısıtlı olduğu ülkelerde bunun kısa süre içerisinde devamlı devreye girmesi gerekir. Yani, Antalya’da domates üreten bir kişinin bu domatesi hızla satıp, ikinci bir ürün daha alması, kapitalin artması demektir. Çünkü, bunu yapmadığı takdirde, taşıma maliyeti artacak ve bu da fiyatı etkileyecektir. Fiyat da rekabeti belirleyen önemli bir unsurdur. Öte yandan bu, mal ve hizmet üreten sektörlerin tamamını da etkilemektedir.
Türkiye'de bir başka husus da, ulaşım planlamalarında tutarlı, sürekliliği olan bir konseptin geliştirilememiş olmasıdır. Biliyorsunuz, 1983-1993 Ulaştırma Ana Planı yapıldı. Bu plan dinamik bir plandı, her üç yılda bir yenilenmesi ve güncelleştirilmesi gerekiyordu. Ancak, bu sağlanamamıştır. İşte, bunun bu aşamada ciddî olarak ele alınması ve dinamik bir anlayışla Ulaştırma Ana Planı’nın revize edilip, geçerliliğinin sağlanması gerekir diye düşünüyorum.
Şimdi, hizmetlerin verimli kullanılmasına bir örnek verip sözlerimi bitirmek istiyorum.
Cari bütçeden asfalt yenileme ve bakım ödenekleri harcanamazsa, bunlar çok kısa bir süre içerisinde yapıma dönen projeler haline gelir ve dolayısıyla da yapım maliyetlerini bu ülke ödemek zorunda kalır. Ayrıca projelerin bitiş yıllarını öne çekmek suretiyle, sizin de işaret ettiğiniz gibi, projeler daha bitmeden güncelliğini yitirmemelidir. Bu hususlara değinmek suretiyle, ben, bana verdiğiniz süreyi doldurduğumu zannediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yiğit.
Sayın Tufan; çeşitli Avrupa ülkelerinde enerji projelerinde ikili anlaşmalar, yap-işlet-devret, yap-işlet modelleri, hizmetler sektöründeki yatırımlar özel-kamu ortaklıklarıyla yapılmaktadır. Mesela doğalgaz dağıtımı, içmesuyu, atıksu arıtma gibi sistemleri özel ve kamu ortak olarak, özellikle yerel yönetimlerle beraber yapmaktadırlar. Acaba, yatırımların gerçekleşmesinde bir alternatif finansman yöntemi olarak, böyle bir çözüm getirilebilir mi?
Bir sorum daha var, belki bu Dinçer Bey’i de etkiliyor. Sayın Müteahhitler Birliği Başkanımız bunu birkaç defa gündeme getirdi: Eğer ödenekli yatırımlarda ödemeler, istihkaklar ödeme günündeki birim fiyata göre yapılacaksa, müteahhitler de kendileri harcamalarını yapmalıdırlar. Bununla beraber, ödeme gününün birim fiyatıyla ödeme yapılacaksa, pek çok yatırımın da önü açılabilir. ‘Biz kaynağını sağlarız’ denilmiştir. Bu konudaki görüşünüzü alabilir miyim?
Teşekkür ederim.
MÜMTAZ TUFAN – Sayın Başkan, önce ikinci sualinizden başlayarak cevap vereyim, birinci sualinize. “Öneriler” listesinde 5 numarada bahsedeceğim.
Ödemelerle ilgili görüşünüze aynen katılıyorum. Gücü olan müteahhitlerin yapabildiği kadar iş yapmasını sağlayacak önerinizle ilgili zannediyorum hükümette veya Müteahhitler Birliği’nde bu türde bir çalışma var. Eğer o konuda bize de fikir sorulursa, sizinle aynı fikirde olduğumuzu bir kez de buradan, kürsüden beyan etmek istiyorum.
Tedbirler aslında çok fazla ama, bunlardan sadece 9 tanesini size bahsetmek istiyorum. Bunların 7’si kaynakların kullanılmasıyla, son 2’si ise bürokraside çok önemli olduğunu zannettiğim iki nokta ile ilgili olacaktır.
Önce kaynakların dağılımında, önceliklerimizi çok iyi tespit etmemiz gerektiğine inanıyorum. Nitekim, söylediğim rakamlar içinde 31 milyar dolarlık yatırımın sadece enerji faydasının 26 milyar dolar olduğunu ve sadece tarım yatırımlarından sulamalar dolayısıyla ilave ettiğimiz katma değerin yılda 6 milyar dolardan fazla olduğunu beyan etsek, hidrolik projelerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlamış oluruz.
Bunlara ilaveten, yakında, belki de uluslararası faktörler dolayısıyla sınır aşan sularda ortaya çıkacak döfaktöyü de ortadan kaldırmak üzere, önceliklerde su projelerinin ön planda olması gerekliliğini bir kez daha buradan beyan etmek istiyorum.
Ayrıca, yatırımların kaynak dağılımının daha düzgün hale getirilmesi için, ‘izbedelli projelerin portföyümüzden süratlice temizlenmesi ve bu projelerin ileri tarihlerde yapılabileceği’ hususunu halkımıza iyi anlatmamız gerekmektedir. Yapım halindeki projeler, sürüncemede kalmış olan projeler en kısa zamanda bitirilmeli ve ekonomiye faydalı hale getirilmelidir. Fizibilite raporlarına göre 4 yılda yapılması gereken projelerin 8 yılda yapılması halinde, yaklaşık olarak rantabilitelerinin yüzde 50’sinin kaybolduğunu, 11 yılda yapılması halinde rantabilitelerin tamamen yok olduğunu ve bütçede sırtımıza külfet olduğunu asla unutmamalıyız.
Bu kadar verimli olan hidrolik projelerin diğer sektörleri destekleyen bir sektör olma görüşünden kesinlikle ayrılmamız gerektiğine inanıyorum. Her sektörü kendi içinde değerlendirmeli ve önemli sektörlerin üzerinde durulmalıdır diye düşünüyorum.
Sizin ilk sorunuza kabaca cevap vereyim çünkü, bu çok detaylı bir konudur. Kamu çabalarına ilaveten, özel sektör yatırımlarının, gücünün, supleksinin süratli bir şekilde bu alana çekilmesi için elden gelen her türlü gayreti mutlaka göstermeliyiz. Son 10 yılda bunun bazı iyi veya kötü örnekleri oldu ama, zannediyorum kötülerden alacağımız derslerle ve iyilerden alacağımız iyi noktalarla bunu daha iyi noktalara götürme imkânımız var.
Sadece tarım yatırımlarındaki kamulaştırma problemini halletmenin, Devlet Su İşleri bütçesine, su yatırımlarına yüzde 25 ilave katkıda bulunabileceğini belirtmek istiyorum. Hizmet götürdüğünüz bir alandaki çiftçiye, kanalının kamulaştırma bedelini ödememizi anlamsız buluyorum ve bunu hızla düzeltmemiz gerektiğine inanıyorum. Genel olarak, “Kullanan Ödemeli” prensibini tüm sektörlerde tatbik etmemeliyiz. Sektörler arası dengeleri düşünürken, “Kim neyi kullanıyorsa, bedelini de ödemeli” prensibini getirmemiz, zannediyorum bizi pek çok açıdan rahatlatacaktır.
Kanımca, bürokraside çok önemli sıkıntı yaratan iki unsur var. Sistem, şu anda üretenler ve iş yapanlardan yana değil. Müfettiş, hakim duruma gelmektedir. Bunu düzeltmezsek, iş yapan bir kişiye karşılık, birkaç tane müfettiş üretme durumunda olduğumuzu, bunun da şu andaki mevcut mevzuat çerçevesinde bir gereklilik, zorunluluk olduğunu buradan üzülerek beyan ediyorum.
Son olarak, çalışanların özlük haklarıyla ilgili bir iki hususu da buradan utanarak açıklayayım: Çalışanların onurlarıyla doğrudan ilgili olan bu hususun, Sayın Bakanlarımızca hassasiyetle üzerinde durulduğunu bildiğimden, onların affına sığınarak, daha fazla herhangi bir şey söylemeden hepinize teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Tufan’a bu samimi ve gerçekten de şu ana kadar değinilmeyen son iki sorunla ilgili görüşlerinden dolayı ben de teşekkür ediyorum.
Sayın Öztek, ben şu konuyu vurgulamak istiyorum: Türkiye'nin yatırımcı kamu kuruluşları ile DPT , Hazine ve Maliye arasında sürekli kavga var. Ben daha evvel kamuda da bulundum, şimdi dışarıdan da gözlüyorum. Bu kavga, bu uyumsuzluk, sizin az önce bahsettiğiniz bu sistem sorunuyla ilgili konularda önemli sorunlar yaratıyor. Her kurum bir şoven yaklaşımla, kendi kurumunun görüşlerini değişmez görüş olarak söylüyor. Acaba bu konuda, özellikle yatırım programlarının yapılmasında, programlara uyulmasında ve ödeneklerin de kaynakların da en etkili kullanımına yönelik bir şekilde değerlendirilmesinde nasıl bir yaklaşımda bulunmamız lazım? Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Ve alternatif finans yöntemleri konusunda da acaba bir iki şey söyleyebilir misiniz?
DURMUŞ ÖZTEK – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben konuşmamın önceki bölümlerinde de kaynak ve sistemle ilgili sorunumuz var dedim. Kaynak sorunuyla ilgili olarak, bu genel gerçeği hep birlikte, herkes payına düşeni yaptığı sürece aşarız. Dolayısıyla, özellikle faize ayırdığımız kaynağı azalttığımız ölçüde devletin gerçek ihtiyaçlarına kaynak ayırabileceğiz.
Sistemle ilgili olarak, 1050 Sayılı Kanun bu işin anayasası gibi gözükür ama, burada DPT’nın yatırım programlarının hazırlanması karara bağlanıp, YPK’nın sorumluluğu, Meclisin sorumluluğu nelerdir hepsinin oturup konuşulması, tartışılması lazım. Belki de sistemi değiştirmememiz gerektiği sonucuna da varabiliriz.
Az önce Mümtaz Bey, Müfettiş üreten bir sistem ile ilgili görüşlerini belirtti. Bazı yasalarda sorumluluk verdiğiniz kişiye, görevini, sorumluluğunu iyi tanımlamazsanız, alakasız bir kişiyi yargılamak, yargı önüne çıkarmak durumuyla da karşı karşıya kalabiliriz. Burada sektörün temsilcileri çok iyi bilirler, en çok uğraştıkları kişilerin başında saymanlar ve bütçe dairesi başkanları gelir. Ancak burada bu kişileri suçlamamak lazım çünkü, onlara verilen sorumlulukla, verilen görevle yaptıklarına baktığınız zaman, görev tanımlarının çok ötesinde bir sorumluluğu üstlendiklerini görüyoruz. Dolayısıyla, burada sistemle ilgili bir sorun var.
Sayın Başkan, koordinasyon, bu konuda yapılması gereken işlerin başında geliyor. Mükerrerrikler, insanların kaprisleri söz konusu. Ancak, bunlar aşılamayacak problemler değildir. Biz Maliye Bakanlığı olarak bu konuda bir proje başlattık. Karayolları Genel Müdürlüğü de bu projede kalite yönetimi çalışmasının içindedir. Belki bunu başaramayabiliriz ama, başarırsak bu ülkenin yararına olacaktır. Maliye Bakanlığı Bütçe Genel Müdürlüğü’nden başlayarak, herkesin kendi sorumluluğunu belirlemesinde ve bunu oturup konuşmasında fayda var. Yoksa biz İhale Kanunu’nu değiştirdik ve bu konuyu Genel Müdürlüğe geldiğimden beri Bayındırlık Bakanlığı’ndaki arkadaşlarımla birlikte çalışmaktayız. Ama, siz sanıyor musunuz ki İhale Kanunu’nu değiştirmekle sistem çok iyi çalışacak! Bizim, her şeyden önce kafalarımızı değiştirmemiz lazım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Konuşmalar böyle hareketlenince arkadaşlarımız da daha samimi olarak rahatlıkla görüşlerini söylüyorlar. Zaten bu toplantının amacı da o, hepimiz görüşlerimizi rahat rahat söyleyelim, tartışalım, içimizi dökelim ve çözümleri beraber bulalım.
En çok şikayet ettiğimiz kurumların başında Hazine Müsteşarlığı gelmektedir. Getirilen dış kredilere Hazine bir türlü onay vermiyor. Bize “Türkiye'nin borçlanmada birtakım sınırları var” diyorlar. Biz de bu uygun kredilerden yararlanmamız gerektiğini, aksi takdirde yatırımların gecikeceğini söylüyoruz. Bir de alternatif finansman yöntemleri, ekonomik olarak fizibilitesi olan, rantabilitesi olan altyapı yatırımları, yap-işlet-devret ya da yap-işlet yöntemleri, Avrupa'da özellikle yerel yönetimler tarafından çok yaygın uygulanmakta ve kamu özel ortaklıklarıyla yürütülmektedir. Acaba, Sayın Ekren bize, elimizdeki bu sınırlamalar çerçevesinde, Hazine’nin önümüzdeki dönemlerde dış kredili ve yap-işlet-devret modelli projelere nasıl yaklaşacağını, kamu özel ortaklıklar konusunda nasıl bir yaklaşım güdeceğini biraz açıklayabilir mi? Bize bu konuda biraz ışık tutabilir mi?
Bir de, şunu biliyoruz ki, gerek Hazine gerek Devlet Planlama Teşkilatı gerekse yatırımcı kuruluşlar arasında yıllık programların yapılmasında bence şimdiye kadar ki olduğundan çok daha ciddî bir ortak çalışma ve değişmeyecek bir program yapılması söz konusu.
Son bir nokta da, geriye dönük kararların verilmemesi. Yapılan ikili anlaşmalarla, kredilerle birtakım yatırım projeleri yapılacaktır. Fakat, geçen sene Ocak ayında bir tebliğ yayımlanmıştır. Bu tebliğde geriye dönük olarak birtakım kararlar da var. Yabancı kredilerle yapılacak altyapı yatırımları, özellikle enerji projelerinde, müthiş bir duruş noktasına gelinmiştir. Bu konular acaba çözülüyor mu?
ERSAN EKREN – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hazine Müsteşarlığı olarak ekonomik sorunlarla ilgili olarak bir odak kuruluş olduğumuz için tabiî ki, icraatta bazı yönlerden sıkıntılar olabilir. Bunları da siz dile getiriyorsunuz. Ben sizin sorduğunuz sorulara yanıt vermeye çalışacağım.
Birinci mesele, kamunun özel sektörün elindeki fonları almamasıdır. Yani, ilk etapta makro ekonomik olarak sürdürülebilir bir kalkınmayı sağlayamadığımız zaman, çok uzun yıllardan beri sürdürdüğümüz dur-kalk modeli ile bazı yıllar eksi 8, bazı yıllar artı 8 büyüme hızlarıyla hem iç piyasada hem dış piyasada bir güven unsuru oluşturamıyoruz ve ekonomide yatırım kararlarını, ileriye yönelik tahminleri yaptıramıyoruz. Bu piyasayı düzenleyenlere, piyasada rol alanlara önce bu şansı vermek lazım. İlk etapta yapılması gereken ve şu anda da yapılmakta olan programla gerçekleştirilmeye çalışılan da budur. Yani, özel sektörün önündeki imkânları devlet kendi borçlanma imkânları ile alarak, yıllardır yaptığımız bu, özel sektörün borçlanmasına, kendi yatırımları için fon yaratmasına imkân vermedik, veremedik. Şimdi bu yapıyı değiştirmeye çalışıyoruz. Birinci şart, budur.
İkincisi de, küçük ve etkin devleti yaratmaktır. Yani, küçük, etkin bir devleti yaratamadığınız takdirde, devletin her şeye müdahale ettiği, her şeyi yönlendirdiği, ekonomik kararlarla siyasî kararları kaynaştırdığı bir yapıda, sağlıklı bir ekonomi ve sağlıklı bir karar mekanizması yaratılamamaktadır. Şu anda yapılmaya çalışılan da devletin ekonomik kararlarında bu ayrımı yapmak, yani ekonomik kurallar içinde ekonomiyi yürütmeye çalışmaktır. Devletin rolünü de daha çok düzenleyici, yönlendirici bir şekle sokmak gerektiğini düşünüyoruz. Bu anlamda, devletin fonksiyonları da ortadan kalkmaz, ancak rol değiştirir. Hiç devlet müdahalesi olmadan da bir yapı kuramazsınız. Dünya ekonomik tarihine baktığımızda gelinen nokta, devletin aktif yönlendiriciliğinde, arabuluculuğunda özel sektör ve devletin uyumlu çalıştığı bir mekanizmayı kurabilmektir. Şu anda Türkiye'nin sancıları bu doğrultudadır ve bunları aşmak için de birtakım kararlı adımlar atılmaktadır. Bir de, devletin içindeki kurumların fonksiyonlarını uyumlu ve etkin bir devlette tanımlayabilirsiniz. Devletin bir kuruluşunun yaptığı anlaşmadan, öbür kuruluşun haberi yok. Ancak iş icraata geldiği zaman bunlar ortaya konulmaktadır. Kısaca, devlet olarak başka ülkelere karşı etkin bir pazarlık gücünü ancak etkin bir koordinasyonla sağlayabilirsiniz. Bunu yapmadığınız taktirde bunun sonuçlarına da katlanmak durumunda kalıyorsunuz.
Bu çerçevede devlette devamlılık da, sizin belirttiğiniz gibi, bir esastır. Devlet politikalarının devamlılığı da, bir devletin devlet olma şartıdır. Çünkü, o hem kendi içteki vatandaşları hem de dışarıya karşı en önemli güven unsurudur. Bugün aldığınız bir kararı yarın gerekçesiz bir şekilde değiştirmek, uygulamada çok büyük sıkıntılara yol açmaktadır. Bu anlamda da devlet olarak özellikle dışarı devletlerle yapılan ikili protokollerdeki söze sadık kalınması çerçevesi kararnamede ve tebliğde düzenlenmiştir. Bu anlamda da, şu anda bir sıkıntı olduğunu düşünmüyoruz.
Alternatif finans mekanizmalarıyla ilgili önerilerimize geldiğimizde, asıl yapılması gereken, küçük devleti oluşturmaktır. Küçük devleti oluşturmak için de, var olan kamu kurumlarının mümkün olan en kısa süre içerisinde özelleştirilmesi ve bu arada da özelleştirme sürecine kadar geçen sürede etkinleştirilmesinin sağlanması gerekmektedir. Kamudaki etkinliği sağlayamadığınız takdirde, alternatif finans mekanizmalarını da ertelemiş oluyorsunuz. Bunun için de, klasik finansmanın dışında, 1980’li yılların sonunda başlayan, ama 1990’lı yılların ortasında gerçekleştirilen 11 tane yap-işlet-devret projesi, 5 tane de BİYO projesi yapılmıştır. Bunlardan biri su, diğerlerinin tümü enerji alanında yapılmıştır. Enerji sektörüyle ilgili olarak, Enerji Kurulu ve Telekom’da da aynı kurullar kurulmuştur. Bunları hep devletin piyasa mekanizmasını açıcı yöndeki faaliyetler olarak algılamak lazım. Bunlar, piyasa mekanizmasının önünü açmak için devletin regülatör rol oynamasını gerektiren hususlardır. Henüz Kurul tam anlamıyla faaliyete geçmemiştir ancak, enerji sektörünün gelişiminde, özellikle özel sektörün marifetiyle yatırımların sürdürülmesinde biz kurulun önemli bir rol oynayacağını düşünüyoruz. Yeter ki, bu konudaki altyapısını ve araçlarını, modellerini etkin bir şekilde geliştirebilsin.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Efendim, panelimizin sonuna geldik. Son bir iki cümleyle de ben panelimizi bitiriyorum, sonra sayın bakanlarımızı konuşmaları için davet edeceğim.
Sayın konuşmacılar bize ayrı ayrı konularla bakış açılarını dile getirdiler. Fakat, bir konuya değinerek bitirmek istiyorum. Kamu kurumları bir teftiş terörü yaşarsa eğer, buradaki bürokrat arkadaşlarımızın etkin ve verimli çalışmaları mümkün değildir. Sonuna kadar yolsuzlukların üzerine gidilmesi gerekmektedir. Biz müteahhitler olarak bunu savunuyoruz ama, bunu bir teftiş terörü haline getirip, bürokratların elini kolunu bağlayarak, hiç iş yapamaz hale getirilmesi çok yanlıştır ve pek çok işin yürümesini engellemektedir. Kurumlar arasındaki uyumu da, sistemin iyi işlemesini de engellemektedir.
Sayın konuşmacılara, değerli katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Çok yararlı bir panel olduğu kanısındayım.
Sayın Faruk Bal ve Sayın Profesör Doktor Abdülkadir Akcan konuşma yapacaklardır. Bu arada Müteahhitler Birliği Başkanı Sayın Kadir Sever de bir görüşme istedi.
Saat 13.30’da yemeğe geçeceğiz, saat 14.30’da da İkinci Oturum başlayacak. O zamana kadar, izninizle Sayın Kadir Sever’e ve sayın bakanlarımıza da konuşma fırsatı vermek istiyorum.
MÜTEAHHİTLER BİRLİĞİ BAŞKANI KADİR SEVER – Sayın Başkan, değerli bakanlarım, çok değerli meslektaşlarım... Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu çok güzel, başarılı bir panel ancak, gönül isterdi ki bu panelde müteahhitlik sektörü mensuplarından bir arkadaşımızla, müşavirlik sektörü mensubu bir arkadaşımız da bulunsun ve onlar da fikirlerini beyan etsinler. Bence onların olmayışı bir eksikliktir.
Oktay Varlıer’in de aktardığı gibi, reel sektörün sorunlarının çözümü ve Türkiye'deki sorunların çözümüyle ilgili olarak bir grup bakanın da katılımıyla bir tebliğ yayımlandı. Burada en enteresan olanı, yarım kalmış projelerin bitirilmesine devletin katkı sağlamasıydı. Özel sektörün, yatırımlarının önünün açılması ve devletin yaptığı yatırımlardan hâlâ bitirilemeyen binlerce projenin hayata geçirilmesi konusunda katkı yapacağı şüpheli. Ben inanıyorum ki, İhale Yasası’nda veya uygulamalarında gerekli tadiller yapıldığı takdirde, öncelikli projelerin bitirilme imkânı var. Bunu bitirebilirler ama, ceplerinden yaptıkları ekstra ödemelerin de karşılığının ödenmesi lazım. Bugünkü mukavelerle işi yaptığı senedeki fiyatlar, sene sonunda idareler tarafından tespit edilip, yapılan senenin fiyatıyla ödeme yapılabilir ama, ödenek bulunmadığı için ödeneğin bulduğu seneki fiyattan ödeme göze alınmaktadır. Ben kendimden fedakârlık yaparak bu işi yapıp, işletmeye alıyorsam, o zaman o ödeme bana bugünkü tarihteki fiyattan ödenmelidir.
İkincisi, eğer bu ödeme bir yılı geçerse, Hazine’nin kabul ettiği LİBOR + 1-1,5’luk kredi uygulamaya sokulmalıdır. Benim kendi çevrem vasıtasıyla, dış krediden yararlanma imkânım var. Ama, bu öncelikli projelerin tespitini Maliye, Hazine, DPT ve işin sahibi olan kamu kuruluşu ve firma müşterek yapmalıdırlar.
Bu arada dış kredi konusuna da değinmek istiyorum. Dış kredi hibe değildir. Bu, Hazine’nin önünde sonunda bu ülkeden topladığı gelirlerle, yani vergilerle ödeyeceği bir meblağdır. Onun için, bu krediyi veren kuruluşlarla müzakereyi Hazine’nin yapması ve arkasından da işi yapacak firmaların kriterlerine ve rekabet kurallarına göre bunu ihale etmesi gerekmektedir. Bunu yapmadığınız sürece, tedbiri nasıl alırsanız alın, uygulamayı nasıl yaparsanız yapın, bu ülkenin kaynakları boşa harcanır ve rant sağlanmamış olur. Tabiî ki dış krediye ihtiyaç var ama, dış kredinin bir görünen veçhesi var, bir de fiyata yedirilen cephesi var. Bu miktarın Hazine’nin kontrolünde olması lazım. Ayrıca, bu devletin, bu ülkenin cebinden çıkan meblağı hepimizin şeffaflıkla bilmesi gerekmektedir.
Daha değinmek istediğim çok konu var ama, ancak bana bu kadar imkân verildi. Hepinizi saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Müteahhitler Birliği Başkanı Sayın Kadir Sever’e teşekkür ederim.
Bu arada, beni tanımayanlar için söyleyeyim, ben Müteahhitler Birliği’nin Yönetim Kurulu üyesiyim!.. Dolayısıyla biz müteahhitlerin benimle temsil edilebileceğini düşündük ama, anladığım kadarıyla Sayın Kadir Sever bunu yeterli bulmadı. Kendisine sonra açıklamada bulunacağım!..
Efendim, Sayın Bakanımız Faruk Bal’ı konuşmaları için davet ediyorum. Buyurun efendim.
DEVLET BAKANI FARUK BAL – Sayın Bakan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli panelistler, İNTES’in çok değerli yöneticileri ve kıymetli katılımcılar... Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Anlaşılan o ki, yapısal değişikliğin bir örneğini de burada yaşıyoruz. Eski toplantı düzenlerinde öncelikle bakanlara konuşma için imkân sağlanır, arkasından da kalanlar ne yaparsa yapsın denilir, onlar da çeker giderdi. Bu isabetli olmuş; hem dinlememize imkân verildiği için hem de böyle bir güzel örneği başlattığı için organize eden arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Ben aslında bir konuşma metniyle karşınıza çıkmayı düşünüyordum. Ancak, değerli katılımcıların sözlerinden başlamak gerektiğini düşünerek irticalen konuşmayı tercih ettim.
Sorunumuz belli; sektörün önünü açabilmek için gerekli olan finansmanın olmayışı... Karayolları Genel Müdürü “Benim param azdır, şu kadar verilirse şu kadar yapabilirim, bu da ekonomiye bu kadar katkı sağlayabilir” dedi, haklıdır. Devlet Su İşleri Sayın Genel Müdürü “Şu kadar bir ihtiyacımız vardır, eğer bu para verilebilirse biz ülkeye daha fazla hizmet edebiliriz” dedi. Aynı şekilde siz de; “Bütçede ödenek olursa biz çok güzel inşaatlar yapabiliriz, inşaat sektörünün önünü açabilirsiniz” diyorsunuz, bu da doğru.
Diğer taraftan, Hazine ve bütçeden görevli arkadaşlarımızı dinlediğimizde, onlar da “Biraz sıkıntımız var” diyorlar. O sıkıntıların derinine girmeden, özetini ben size anlatmaya çalışayım. Çok geriye gitmeyelim, 1999 yılı bütçesinde Türkiye'nin borç ve faiz geri ödemelerinin oranını, bütçe gelirleriyle değerlendirdiğimiz zaman, yüzde 88’dir. Bu, korkunç bir rakam. Diğer taraftan, son 10 yıla baktığımızda, reel faiz ortalaması yüzde 25’dir ve dönem dönem bu yüzde 50’lere kadar ulaşmıştır. Bu, hiçbir sağlıklı ekonominin kaldıramayacağı bir faiz oranıdır. Bunun anlamı da, Türkiye'deki ilk 300 büyük şirketin gelirlerine baktığımız zaman, gelirlerinin yüzde 75’ini faaliyetdışı işler oluşturmaktadır. Yani rakamları birleştirdiğimiz zaman, üretim ekonomisinden çıkıp, rant ekonomisine dönmüşüz. Demek ki, sorunu, şimdiye kadar konuşulanları bu şekilde toparlamamız mümkün. Bu toplantı kapsamı içerisinde ifade etmek gerekirse, ekonomimizin yüzde 33’lük bir bölümü, doğrudan veya dolaylı bir şekilde inşaat sektörüyle ilgilidir. İnşaat sektörü, ekonomik aktörler içerisinde bulunan sektörlerden 148 tanesiyle doğrudan ilişkilidir ve 2001 yılı Şubat ayında yaşadığımız krizde genel olarak daralma oranı yüzde 8,1 iken, inşaat sektöründe de bu oran yüzde 7,5’te kalmıştır.
Burada baktığımız zaman, inşaat sektörü çok fedakârca bir çalışma içerisinde, krize rağmen yine yürümeye devam etmiştir. O zaman bu sektörün önünü açmamız lazım. Bu sektörün önünü açmamız lazım ki, gayri safi millî hasılanın yüzde 33’e yakın bir bölümünün önü açılabilmiş olsun. Bu sektörün önünü açmamız lazımdır ki, 148 ayrı sektör de hareketlenebilsin. Bu sektörün önünü açmamız lazımdır ki, istihdam hacmini artırabilelim. Bu sektörün önünü açmamız lazımdır ki, esnafımızın büyük tüccarımızın inşaat malzemeleriyle ilgili alışverişini canlandırabilelim. Bunu yapabilmek için 57’nci Hükümetin aldığı birtakım tedbirlerin yapısal değişikliklerinde gerekeni yapmalıyız. Yani, bir daha yüzde 88’lik faiz yükü altına girmemek için ekonomik olarak almamız gereken tedbirlere göre yapımızı uyduralım ve bu şekilde sıkıntılı dönemlerle bir daha muhatap olmayalım. Ben şahsen, Arsa Ofisi, Toplu Konut, Konut Müsteşarlığı, Emlak Konut Anonim Şirketi ve bağlı bir iki diğer şirketten siyaseten sorumlu bakan olarak ne yapabilirim diye düşündüm.
Size tekrar bir iki rakam vereceğim. 1990 yılında Arsa Ofisi’ne, arsa rantçılığını engellemek, arsa piyasasını düzenlemek, bu amaçla tanzim satışlar yapmak, kamu kuruluşlarının ihtiyaç duyduğu arsaları üretmek ve konut ihtiyacı için lazım olan arsaları bulmak, üretmek üzere görev verilmiştir. Arsa Ofisi, 1999 yılındaki 3 trilyonluk döner sermaye ile idare etmektedir.
Toplu konut üretimi amacıyla kurulmuş olan Toplu Konut İdaresi’nin, 1999 yılındaki bütçesi, 28 trilyon lira ve kredilerin geri dönüşü ile sağlanacak miktar ise, 40 trilyon liradır. Peki, bu kadar büyük görevler verilmiş olan bu iki kuruluş, görevlerini bu bütçeyle yapabilirler mi? Hesaba ihtiyaç yok, yapamayacakları gayet açık! Özellikle Arsa Ofisi’nin görevini yapamadığı, geçmiş 30 yıl içerisinde çok belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Arsa Ofisi’ne bu görevler verilmiş, ve “Sen istersen bu arsaları ayrı hükümle kamulaştırabilirsin ama, devletin elindeki arazileri rayiç bedelden alacaksın.” denilmiş. Rayiç bedel dediğimiz bedel piyasa bedelidir. Tabiî, Arsa Ofisi, arsayı rayiç bedelle aldığı zaman, ödemesi gereken vergi, resim harç var. Şirket özel şirket gibi tüm vergileri ödemekle mükellef ve muafiyet yok. Gerçek bedel üzerine yüzde 65 civarında bir vergi, resim, harç da ödediği zaman gerçek bedeli 1 milyar lira olan bir taşınmaz, Arsa Ofisine 1 665 000 000 liraya mal oluyor. Bu durumda, Arsa Ofisi bunu satarak piyasaya ucuz arsa üretemez. Gelişmiş şehirlerimizin en güzel yerlerine bakıyoruz, birçoğu gecekondu istilası altında. Bu gecekondular da kamu arazilerinin üzerinde kurulu. Yani yapısal bir bozukluk var. İşte, biz o yapısal bozukluğu hukukî açıdan düzeltebilmiş olmanın huzuruyla karşınızda bulunmaktayız.
Konut Müsteşarlığı, konut sektörüyle ve biraz daha geniş düşündüğümüzde, inşaat sektörünün konutla ilgili olan bölümleriyle alakalı olarak, muhatap bir devlet kuruluşu olabilsin diye kurulmuştur. Konut Müsteşarlığı’nın getirdiği yenilikler, bir çok soruna çözüm getirebilecek niteliktedir. Konut Müsteşarlığı, biraz önce değerli katılımcıların ifade ettiği koordinasyonsuzluğu giderecek bir yapıyı kanunla oluşturmuştur. Bu amaçla, Konut Yüksek Kurulu kurulmuştur. Konut Yüksek Kurulu, Millî Emlak Genel Müdürü’nün bağlı bulunduğu Sayın Maliye Bakanı, gecekondular ve bazı mahallî idareler ile Teknik Araştırma Genel Müdürlüğü’nün bağlı olduğu Sayın Bayındırlık Bakanı, kamu arazilerinin haritalandırılmasıyla ilgili olarak, Kadastro Genel Müdürlüğü’nün bağlı bulunduğu Sayın Devlet Bakanı ve Arsa Ofisi ve Toplu Konut İdaresi’nden sorumlu olmak üzere bizim iştirakimizle Sayın Başbakan’ın başkanlığında kurulmuştur. Karar alınacak mekanizma içerisinde bir başka bakanlığın görev alanı var ise, görev alanı kapsamına giriyorsa, o takdirde ilgili bakan da bu kurulun üyesi olacaktır. Dolayısıyla, siyasî karar merciinde sorun çözülüyor. Bunun altında da ikinci bir kurul olan, Koordinasyon Kurulu vardır. Koordinasyon Kurulu, bu bakanların siyasî sorumluluğuna tevdi edilmiş olan ilgili daire birimlerinin başındaki kişilerdir. Yani, Millî Emlak Genel Müdürü, Tapu Kadastro Genel Müdürü, Konut Müsteşarlığı, Arsa Ofisi Genel Müdürü ve Toplu Konut İdaresi Başkanı bu kurulda görevlendirilmiştir. Örnek olsun diye anlatıyorum; konu eğer Tarım Bakanlığı ile ilgili ise, meralardan sorumlu Sayın Genel Müdür, Konut Yüksek Kurulu’nun almış olduğu kararı altta icra etmeye mecburdur ve bu şekilde mükellef bir devlet idaresi getirilmiştir. İşte, bu hepimizin mücadeleye mecbur olduğumuzu hissettiğimiz bürokrasinin kırılmasının bir yolu olarak değerlendirilmiştir.
Diğer taraftan, bu kanunla Arsa Ofisi Kanunu’nda da ciddî değişiklikler yapılmıştır. Eskiden rayiç bedelle alınan kamu arazilerinin sıfır bedelle alınabilmesine imkân sağlanmıştır. Emlak vergisi beyannamesi örnek alınmak suretiyle, kıyas yoluyla çok düşük bir bedelle alınmasına imkân sağlanmış ya da harca tabi değeri esas alınmak suretiyle çok düşük bir bedelle satın alınma imkânına kavuşturulmuştur. 3 trilyon lira olan Arsa Ofisi’nin sermayesi 750 trilyona kadar ulaşabilecek bir rakama büyütülmüştür. Bu para, tabiî nakit gelmeyeceği için, kamu arazilerinin aynî sermaye olarak alınması ve sektöre arsa haline getirilip sunulmasına imkân sağlayacak ciddî bir büyüme olarak değerlendirilmektedir.
Konumuzun başına dönecek olursak, bütçemizin imkânları bellidir. Türkiye'de vergi veren mükellefin sayısı, verebileceği miktar bellidir. Bunu artırmanız veya beklentilerimizi karşılayabilecek bir düzeye getirmemize imkân yok. O zaman, bugün örneğin, 180 milyar dolara ihtiyacımız varsa, bunu toparlayabilmemiz için gerekli miktarda ve kalitede vergi mükellefi yok. O zaman, bazı bütçe imkânlarıyla varamadığımız sonuçlarda, yeni yöntemleri arayıp bulmak mecburiyetindeyiz. İşte, onlardan birkaç tanesini sizlerin bilgisine sunmak istiyorum ve o bilgileri, burada hazır bulunan Konut Müsteşarlığı’nın değerli Müsteşarı, Müsteşar Muavinleri, Arsa Ofisi’nin Genel Müdürü, Genel Müdür Yardımcıları, Toplu Konut İdaresi’nin Sayın Başkanı ve ilgilileriyle tartışmanızı istirham ediyorum. Belki, eksiğimiz, yanlışımız vardır; bu açıda fikirlerinizle bize yol göstermenizi istiyorum.
Temel hedef şu pratik düşünceden kaynaklanmaktadır: Ülkemizde inşaat maliyeti içinde arsanın payı yüzde 50’ye yakındır. Bazı yerlerde yüzde 35, bazı yerlerde yüzde 40, ama bazı yerlerde yüzde 60’dır. Geçen gün Gimat’ta idik, yüzde 70’e Gimat Kooperatifi bir ticaret merkezi açtırmış. O zaman, bu arsa bedeli inşaat yapmadan önce müteşebbislerin, kooperatiflerin, müteahhitlerin harcadığı bir paradır. Bu da, ortalama rakam olarak inşaat bedelinin yarısıdır. Ülkemizde arsa olabilecek arazi stoku çok boldur. Üstelik Amerika ile ve Avrupa ülkeleriyle kıyaslanamayacak kadar çoktur. Bizde arazilerin yüzde 54’ü kamunun elindedir. Bir tarafta kamu bu arazileri çok ciddî ve delinmez bir hukukî zırh ile elinde tutmaya çalışıyor, diğer taraftan bürokratik aşamalar, bu arazilerin konut sektörüne veya inşaat sektörüne intikal ettirilebilmesi için bir direnç içerisinde çabalıyor. Bu arada da arsa bulunamadığı için şehirlerin etrafı gecekondularla çevrilmiş, şehirleşme apartmanlar ormanı haline gelmiş, dikine bir yapılaşma olmuş ve arsa bedeli, inşaat maliyeti içerisinde yüzde 50’yi bulmuş. Devlet, milletine hizmet için vardır. Bu sebeple de devlet bu arazileri elinde tutarak, kanun dışı kişilerin buraları kanun dışı yağmalamasına neden olmak yerine, arsa bedelini finansman aracı olarak kullanmak suretiyle, bu arsaları konut sektörüne açmalıdır.
Millî Emlak Genel Müdürlüğü’müz, üretim alanında ciddî bir öneri getirmiştir ve bunu kendi çerçevesinde uygulamaktıdır. Biz de, hasılat paylaşımı ve müşteri finansmanı suretiyle konut yapımı, kooperatiflerin inşaatlarını bitirdikten sonra arsa payını taksitle ödemeye başlamaları gibi farklı finansman modellerini geliştirdik. Teknik bakımdan ilgili arkadaşlarımız, eğer ilgi duyulursa, bu konularda ayrıntılı açıklamalar vereceklerdir.
Konuyu toparlamak gerekirse, devletin elindeki bu güç, sektörün emrine, sektörün hareketlenebilmesi için, Yeniden Yapılanma Programı çerçevesinde sunulmuştur. Bunun için gerekli hukukî altyapıların tamamı oluşturulmuştur. Şimdi, biraz da iş, bürokratlarımız ve müteşebbislerimizde, müteahhitlerimizde, özel sektör temsilcilerimizin, kooperatiflerin ve yerli ve yabancı yatırımcıların elindedir. İnşallah hep beraber bu imkândan yararlanıp, ilk 5 yıl içerisinde en az, 1 milyon konut yaparak hedefe ulaşırız.
Diğer taraftan, konut sektörünün sorunu ayrıca, ikinci el ipotek piyasasının oluşmasına ilişkindir. Yurtdışında konut sektöründen bahsettiğinizde, eğer iknci el ile ilgili mevzuatımız yoksa bizi geri çeviriyorlar. Bu yüzden ikinci el piyasasını harekete geçirmek çok önemlidir. Ülkemizde enflasyonun olduğunu biliyoruz ancak, bu sistemi kurduktan sonra enflasyon konusunda da bir gelişme olabilir.
Diğer taraftan, gayrimenkul yatırım ortaklarıyla ilgili çalışmalar da var. Bu konuda “Devlet elini ayağını çeksin” deniliyor, çekeceğiz. Elimizi özel sektörün yapması gereken işlerde tutmak gibi bir amacımız yok, ama gayrimenkul yatırım ortaklığıyla ilgili önder teşebbüslere de ihtiyaç vardır. Devletin elindeki konut stokunu eritebilmek için gayrimenkul yatırım ortaklığı da bir aktör olarak, bir enstrüman olarak kullanılacaktır. İnşallah önümüzdeki yıl itibariyle ekonominin krizler nedeniyle oluşan durağan döneminden çıkıp, yürümeye ve koşmaya başladığı dönemin adımlarının atıldığı günler olarak birlikte idrak edeceğiz.
Ben hepinize teşekkür ediyorum, değerli katkılarınızı bekliyorum; sağ olun.
BAŞKAN – Sağ olun Sayın Bakanım.
Son konuşmacımız, Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Profesör Doktor Abdülkadir Akcan. Buyurun efendim.
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI PROF. DR. ABDÜLKADİR AKCAN – Sayın Başkanım, değerli panelistler, Değerli Bakanım, Türkiye'nin imarı ve inşası sorununu sırtına yüklenmiş olan değerli müteahhitler ve değerli bürokratlar, çok kıymetli basın mensupları... Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben amacıma ulaştım. Göreve geldiğim günlerde, geliş zamanı, biçimi olarak Hükümetin kuruluş aşamasında bakanların muhatap olduğu tebrik seremonisi fırsatını kullanırken, diğer taraftan da geceleri bire bir sorunların çözümüyle muhatap olmak zorunda kaldım. Bütçenin geçiş dönemiydi, tamamlanma dönemiydi. Ödeneklerin kullanılmasının zorunlu olduğu dönemdi. Her türlü problemle uğraşırken, müteahhitlik sektörünün çok ciddî sıkıntılarının varlığını birebir görüşmelerimiz sırasında hissettim. Bunu nasıl çözeriz, nasıl çözmeliyiz, sorusunun cevabı, benim doğrudan doğruya muhatap olmamla hallolacak tarzda olmadığı için, sektörün muhatap olduğu bütün kesimleri sektörle bir araya getirirsek, problemleri burada tartışırsak, bir mesafe alırız düşüncesi ön plana çıktı ve bu düşünce doğrultusunda da bugünkü toplantıyı düzenledik.
Aslında, Aralık ayının başında gerçekleştirilmesi düşünülen bu toplantı, bütçe görüşmeleri devam ettiği için Sayın Maliye Bakanlığımız ve bürokratlarının, Hazine’den sorumlu Devlet Bakanımız ve bürokratlarının bize zaman ayıramayabileceklerini ve eğer onları zorlarsak da haksızlık edeceğimiz düşünerek, Aralık ayının sonuna doğru erteledik. Ama, gönlümüzün istediği, Sayın Maliye Bakanımız ve Sayın Hazine’den sorumlu Devlet Bakanımızın burada olmasıydı ama ne yazık ki olamadı. “Bizim KDV sorunumuz var, bizim stopoj sorunumuz var” sözünü, Sayın Maliye ve Hazine Bakanlarımız da doğrudan doğruya duyarak, bize iştirak etmesi arzusuyla toplantıyı bugüne ertelememize rağmen olmadı. Ancak bu sözlerimi tenkit veya şikayet olarak değerlendirmeyin lütfen, ben durum tespiti yapıyorum. Elbette ki bürokrat arkadaşlar bu konuyla ilgileniyorlar ve bunları ilgili mercilere ileteceklerdir. Ben yalnızca bir dileğimi belirttim.
Burada, bürokrat arkadaşlarımızın huzurunda konuştuk. Çünkü, konuştuğumuz şekliyle yapılması gereken ne ise, başta Sayın Başbakanımıza olmak üzere, Hükümeti oluşturan partilerin genel başkanlarına, Başbakan Yardımcılarımıza, buradaki sorunlar hem benim tarafımdan hem de sizin temsilcileriniz tarafından götürülecektir. Çünkü, bu problem, sadece müteahhidin problemi değil, bu problem Türkiye'nin problemidir. Ve ben amacıma ulaştım çünkü, ben burada yan yana bir ailenin iki bireyini görüyorum. Bunlar, Bayındırlık Bakanlığı ve bu Bakanlığın muhatabı olan, bu Bakanlığın yürütmekle yükümlü olduğu işi götüren görevliler topluluğudur. Eğer ortada bir ev varsa, bu evin iki asıl bireyi buradalar. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Türkiye'de iş yapan müteahhitlerin, yapım sektörünün evidir ve ev sahibinin o eve izin alarak girmesi mantık çerçevesinde olamaz. Benim hedefim de burada sizlerle beraber olmaktı ve beraberiz. Biz bu problemleri ve Sayın Bakanımızın ilettiği problemleri de birlikte ele alarak çözmek zorundayız. Ancak burada çözüme ulaşırken, bizim Bakanlığımızın problemlerini de masaya yatırmak durumundayız. Ancak, niyet meselesine bağlı olarak bu konuyu çarpıtarak kamuoyuna yansıtmak isteyenler var. Aynı medya grubunun iki televizyonu benim Cumartesi günkü konuşmamı haber yapmışlar: A Televizyonu diyor ki; “Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan, Bakanlık sayısının azaltılmasına karşı” Aynı holdingin, aynı medya grubunun öteki televizyonunda ise aynı haber “Bayındırlık Bakanı, kendisine kanunla verilmiş olan yetkinin başka bakanlıklar tarafından paylaşılmış olarak götürülmesinden ve bu karmaşa içerisinde işlerin yürütülmeye çalışılmasından şikayetçi ...” olduğu gibi veriliyor. Her ne olursa olsun, biz burada problemlerimizi Türkiye'nin ayakta kalması için, yükselerek milletler camiasında, ülkeler, devletler camiasında hak ettiği prestijli yeri alması için ve insanımızın refah düzeyini artırarak her geçen gün vatandaşlarımızın “Bu ülkede yaşamaktan mutluyum, bu ülkenin bireyi olmaktan gururluyum” diyebilmesi için çalışmak zorunda olan görevlileriz. Bakanın görevi, milletvekilinin görevi ne ise, müteahhidin görevi de, vatandaşın görevi de odur. Biz bu tartışmaları bunun adına yapıyoruz.
Sabrınızı fazla taşırmak istemiyorum. Bakanlarımızın buradaki konuşmaları birebir dinleyerek, meselenin özüne vakıf olmasını temin etmek, sektör adına Sayın Başkan’ın dile getirdiği problemlere bakanlarımızın teknokrat ve bürokratlarının düşünce tarzını ortaya koymak ve Bakan olarak, siyasî irade olarak neye karar vermemiz gerekiyorsa, bu kararın sağlıklı, doğru ve zaman geçirilmeden alınmasını temin etmek amacıyla bu toplantıyı düzenledik.
Ben bu toplantının amacına ulaştığına inanıyorum. Ayrıca, Bakanlarımızın gelmemesinde kesinlikle kasıt yok. TÜBİTAK’ın, Türk bilim hayatıyla ilgili çok önemli bir toplantısı var ve bu toplantıda konuşma yapma adına değil, orada problemi çözme adına bazı bakanlarımızın görev ve sorumluluğu var. Bunu ben burada ifade etmek zorundayım, yanlış anlaşılmasın. Tesadüfen ben o kurul oluşturulurken, bakan olmadığım için orada ismim yok. Benim de orada olmam gerekirdi. Bu bir zamanlama hatası veya eksikliğidir. Aksi takdirde, başka türlü değerlendirilmesi ilk başta beni üzer. O nedenle, burada tespit edilecek sorunların tamamı bir rapor halinde ilgili yerlere, daha iyi sonuçlar alınacağına inandığımız bakanlarımıza ve Başbakana iletilecektir. Hiç kimsenin bundan endişesi, kuşkusu olmasın. Bu, belki bir eksiklik olabilir ama, kayıp değildir.
İnşallah, elde edilecek sonuçlar, başta ülkemize ve sektörümüze hayırlara vesile olur. Hepinizi saygıyla selamlarım.
BAŞKAN – Sayın Bakanım, teşekkür ederiz.
Hepinize, değerli katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyoruz ve birinci oturumu burada kapatıyoruz
--------o---------
İNŞAAT SEKTÖRÜNDE YENİDEN YAPILANMA VE MEVZUAT SORUNLARI
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.30
OTURUM BAŞKANI: İdris YAMANTÜRK
Dostları ilə paylaş: |