TAKDİM – Değerli misafirlerimiz... Toplantımızın ve panelimizin İkinci Oturumunu açıyorum.
Bu bölümde üç değerli panelist misafirimiz var. Konut Müsteşarımız Sayın Emin Haluk Ayhan Bey, Çalışma Genel Müdürümüz Sayın Ömer Benokan ve Yüksek Fen Kurulu Başkanımız Sayın Hakkı Ustaömer. Ve bu panelimizin yöneticisi, sektörümüzün duayeni İdris Yamantürk ağabeyimizi davet ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN –Panelin İkinci Oturumunu açıyorum. Sanırım yemekten sonra sanırım rehavet çöktüğü için dağılma oldu. Yoksa, bana göre konular önemlidir.
“İnşaat Sektöründe Yeniden Yapılanma ve Mevzuat Sorunları” konulu panelimize, panelistler arasında bulunmamasına rağmen, SSK konusunda Yaşar Bey’e daha sonra söz vereceğim.
Şimdi, Yüksek Fen Kurulu Başkanı Hakkı Bey’e söz vermek istiyorum.
Buyurun Hakkı Bey.
YÜKSEK FEN KURULU BAŞKANI HAKKI USTAÖMER –Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, değerli katılımcılar... Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugünkü toplantının bu bölümünde, inşaat sektörünün önemli bir fonksiyonu olan mevzuatla ilgili gelişmeler hakkında sizlere bilgi vermek üzere huzurunuzda bulunuyorum.
Malum olduğu üzere, Kamu İhale Yasası hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine 1 Kasım tarihinde gönderilmiş bulunmaktadır. Kamu İhale Kanun Tasarısı hazırlanırken, bu mevzuat, Kamu İhale Kanunu Tasarısı ve Kamu İhaleleri Sözleşme Kanun Tasarısı olarak iki bölüm halinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuştur. Şu anda da komisyonlarda görüşülmesi devam edilmektedir.
Kamu İhale Kanunu Tasarısı ve Kamu İhaleleri Sözleşme Kanunu Tasarısı dışında, ayrıca benden istenen, yine inşaat sektörünün önemli mevzuat çalışmalarından olan Uygun Bedel Tebliği hakkındaki görüşlerimiz ve birim fiyat çalışmaları hakkındaki görüşmelerimizdir.
Birim fiyat çalışmalarına henüz yeni başlamış bulunuyoruz. Bunun hakkında da çok kısa bilgi arz etmeye çalışacağım. Şimdi sizlere, Kamu İhale Kanunu Tasarısında yapmış olduğumuz düzenlemenin çarpıcı başlıklarını ve getirdiğimiz yenilikleri özetle anlatmaya çalışacağım.
Bu kanun tasarısıyla birlikte yapılan en önemli değişikliklerden birisi, finansmanı kamu kaynaklarından karşılanan bütün kamu kurum ve kuruluşlarıyla bunların kurdukları birlik ve ortaklıklar kanun kapsamına alınmıştır. Böylece, başta KİT’ler olmak üzere, kurum ve kuruluşların farklı uygulamalarına son verilmiş ve kamu alımları bir disiplin altına alınmaya çalışılmıştır. Burada tabiî istisna durumlar vardır. Bu istisnai durumlar da kanunda ayrıca belirtilmiştir. Kamu bankaları, ayrıca istihbaratla ve güvenlikle ilgili alımlar gibi konular istisna olarak tutulmuştur.
Bu kanun tasarısında çok önemli değişikliklerden biri olarak da, uygulama projesi bulunmayan yapım işlerinin ihalesi yasaklanmış, sadece ihaleden önce uygulama projesi yapılamayan altyapı ulaşım ve iletişim işlerinin kesin projeyle ihalesine müsaade edilmiştir. Herhangi bir yapım işi ihale edilmeden önce zemin etütleri dahil, en ince detaylarına kadar projelendirilecek, mahal listeleri belirlenecek ve böylece elde edilen uygulama projeleri ihaleden sonra değiştirilmeyecektir.
Uygulama projesi elde edilen yapım işleri, anahtar teslimi götürü bedel alınmak suretiyle ihale edilecektir. Böylece her iş, tek bir bedel üzerinden ihale edilmiş olacak ve bu bedel asla değiştirilmeyecektir. Bu sayede şimdiye kadar büyük istismara ve yolsuzluklara sebep olan birim fiyata dayalı keşiflerle ihaleye son verilmiş olacaktır.
Uygulama projesinde de, tabiî yine istisnai durumlar söz konusudur. Altyapı projelerinde uygulama projesi yapılamayan işler istisna tutulmuştur. Ancak, burada temel prensip, her iş için mümkün olduğunca uygulama projesi elde etmektir.
Uygulama projesi elde edilmeyen projelerde anahtar teslimi ihale olmayacağı için, teklif birim fiyat usulüyle ihaleleri de öngörülmüştür.
Diğer çok önemli saydığımız hususlardan biri, bu yasayla birlikte gelen, planı, programı bulunmayan, en önemlisi yeterli ödenek tahsis edilmemiş işlerin ihalesine izin verilmeyecektir. Bu durum, öncelikle planlamayı ilgilendirmekle beraber, bu yasada da bu gibi konulara idarelerin dikkat etmesi açısından uyarıcı mahiyette maddeler konulmuştur.
Ayrıca, davet usulüyle ihale yerine, belli istekliler arasında ihale usulü benimsenerek, idarelerin bu usulü kullanmadan, ön seçim ilanıyla yeterlilik belirlemesi imkânı getirilmiştir. Yaşanan en büyük sıkıntılardan biri de bilindiği üzere, davetiye usulüyle yapılan ihalelerde her zaman şaibeye açık, kayırmacı bir çizginin takip edilmesiydi. Bundan sonra, yasada belirlemiş olduğumuz ana ihale usullerinden açık ihale usulü ve belli istekliler arasından ihale usulünde, mutlaka ilan yapılması zorunluluğu getirilmiştir. Belli istekliler arasında da ön yeterlilik için, ön seçim ilanı yapılması zorunluluğu vardır. Yani, hiçbir zaman, ilan yapılmadan, bir seçim yapılmadan ihaleler gerçekleştirilmeyecektir. Böylece, idareleri şaibe altına sokan ve yakınmalara sebep olan mevcut uygulamaya da son verilmiş olacaktır.
Tasarının kanunlaşması durumunda, yeniden düzenlenecek olan Yapım İhalelerine Katılma Yönetmeliği ile ihaleye katılma kriterleri daha kısa, net ve etkili olacak ve dolayısıyla müteahhitlik müessesesine yeni bir boyut kazandırılacaktır.
Kısaca, bu sektörde ihtisaslaşmış, deneyim sahibi müesseseler korunacak, çok değişik amaçlarla sektöre sızmak isteyen ilgisiz müteşebbisler tasfiye edilecektir.
İhaleye katılma şartları çok detaylı bir şekilde bu kanunda verilmiştir. Mümkün mertebe bu şartların dışına çıkmayacak şekilde düzenlenecek olan yönetmeliklerle, ihalelerde ihtisaslaşmış müesseselerin artık bu ihalelerde söz sahibi olması ve yapım işlerini üstlenmeleri amaçlanmıştır.
Yapılacak olan bu yönetmelik çalışmalarında tabiî, Kamu İhale Kurumu’na da çok büyük görevler düşmektedir. Bunları çok kısa, net ve etkili bir şekilde sonuç verecek yönetmeliklere dönüştürmek gerekmektedir. Bunun çok önemli sebeplerinden biri de, artık ihale komisyonlarının yanında, ayrıca yeterlilik komisyonları veya teknik komisyonlar adı altında komisyonlar kurulmayacağı ve bu iş sadece ihale komisyonuna kaldığı için, ihalelerin kısa sürede sonuçlandırılması bakımından çok teferruatlı, bilgi ve belgeye dayanan eski uygulamalara artık son verilmesi gerekmektedir.
Tasarıya eklenen yeni bölüm ile idarelere ihaleden önce veya sonra teknik müşavirlik hizmetlerini alma imkânı sağlanmıştır. Ekonomik nedenlerle deneyimli kadrolarını kaybeden idareler, isabetli, rantabl üretim ve denetimden uzaklaşmaktadır. Bundan böyle idareler, çağdaş bir yaklaşımla, artık her türlü etüt ve proje işleriyle denetim hizmetlerini özel olarak örgütlenmiş teknik müşavirlere yaptırma imkânına kavuşturulacaktır. Bu da bizim, bu kanunda önemsediğimiz, çok önemli değişikliklerden biridir. Artık, daha önce de ifade ettiğim gibi, idareler, gerek projelerin elde edilmesinde, etütte, projede, fizibilitede, gerekse işleri ihale ettikten sonra denetimde artık çok aciz duruma düşmüş vaziyettedirler. Çünkü, idareler artık kaliteli personel istihdam etmekten tamamen uzaklaşmış, bu denetimleri ehliyetli, bilgili kişilerin yapma şansları ortadan kalkmıştır. Bu saatten sonra da bu gibi bir istihdama imkân verilebileceğini sanmamaktayız. Onun için, devletin bu sahalarda küçülmesi, işi teknik müşavirlik firmalarına devrederek, buradan düzenleyici olarak, üst düzey denetimini sürdürmesi amaçlanmış bulunmaktadır. Böylece, müşavirlik ve mühendislik hizmetleri de ülkemizde gelişecek ve çok daha rantabl, ekonomik ve isabetli projeler ülkemize kazandırılacaktır diye düşünüyoruz.
Bu kanun tasarısında eşik değerler belirlenmiştir. Bu eşik değerler, gerek işlerin ilanlarında kullanılan limitleri belirlemekte, gerekse yerli isteklilerin yabancı isteklilere karşı fiyat avantajında kullanılmıştır. Bu konulan eşik değerler, Avrupa Birliği kriterlerine uyularak konulmuş eşik değerler olmakla birlikte, Dünya Ticaret Örgütü ile belirlenen eşik değerlerle bağdaşmadığı görülmektedir. Bilhassa yapım işlerinde belirlediğimiz 7,4 trilyonluk eşik değer, Avrupa Birliği kriterlerine dayalı belirlenmiş bir kriterdir. Bu kriterin Meclis komisyonlarında tartışılacağını düşünmekteyim. Bunu, Dünya Ticaret Örgütü kriterlerine yaklaştırmak mümkün olabilecektir. Ancak bu konuda Avrupa Birliği yetkililerinin çok titiz olduğunu da buradan belirtmek isterim.
Yerli isteklilerin yabancı ülkede açılan ihalelere katılmalarına engel olunduğunun tespit edilmesi durumunda, tasarımıza bu ülke yüklenicilerine de aynı şekilde yaptırım uygulanacağına dair hükümler konmuştur tasarımıza. Mümkün olduğunca yerli isteklimizi, yerli üretimimizi de korumak amacıyla bu gibi önlemler alma yoluna gidilmiştir.
Şimdi, bu kanun tasarısının kanunlaşmasıyla birlikte, bu ihalelerin yabancı isteklilere açılması diye bir şey söz konusu olamaz. Bu kanun, usul ve esas kanunudur. Bu kanunla bu usul ve esas konuldu diye, yabancı istekliler, bu kanun yürürlüğe girer girmez, ülkemizde gelip ihalelere katılacak diye bir durum söz konusu olamaz. Bu, yapılacak anlaşmalar, hatta şu anda sürmekte olan mal ve hizmetlerin serbest dolaşımıyla ilgili Avrupa Birliği nezdinde yürütmüş olduğumuz müzakereler neticesinde sağlanacak anlaşmalar neticesinde ortaya çıkacak hususlardır.
Bu kanun tasarısında yer alan çok önemli saydığımız konulardan biri de, Kamu İhale Kurumu’dur. Kamu İhale Kurumu, öncelikle ve hassasiyetle şikayetlerin incelenmesi, yani ihalenin açılmasından sonuçlandırılmasına kadar geçen süreçte isteklilerin, ihaleye katılmak isteyen haklarını korumak, rekabeti azami ölçüde sağlamak amacıyla kurulmuştur. Yani, herhangi bir nedenle ihaleden alıkonulan, ihaleye sokulmayan veyahut da haksız nedenlerle idareden dışlanan isteklilerin haklarını araştırmak için kurulmuştur. Demek ki, burada en önemli hedef, rekabeti ve şeffaflığı sağlamaktır. Bu kurumun en önemli görevi, aslında budur.
Bunun yanında, bu kurumun diğer görevleri: Kamu ihale mevzuatını hazırlamaktır. Kamu ihale mevzuatını tümden bu kurum yeniden hazırlayacak, kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak eğitim faaliyetleri düzenleyecek, bu sistemdeki aksaklıkları belirleyecek, onları tekrar düzeltme yolunda çalışmalar yapacak, ihale ilanlarıyla ilgili esas ve usulleri belirleyecek, araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunacak, meslekiçi eğitim sağlayacaktır. Bu kurumun, tasarı yasalaştıktan sonra üç ay içerisinde teşekkül ettirilmesi gerekmektedir. Böylece, geri kalan süre zarfında da ikinci mevzuatın hazırlanması gibi önemli ve ağır bir yükün altına girecek olan İhale Kurumu, bu ikinci mevzuatla kanunu destekleyen, şeffaf, rekabete açık bir yasanın gündeme gelmesini sağlamış olacaktır. Ve bu yasanın da bu çalışmalar sonucunda 1.1.2003 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesini Meclisin takdirine sunmuş bulunuyoruz.
Bu arada, ayrıca belirtmek isterim ki, bizim çalışmalarımız sırasında ve konuya muttali olan kurum ve kuruluşlar, kamu veya özel sektör kuruluşlarının çok önemli önerileri olmuştur. Bu önerileri biz komisyonlara taşıma kararı aldık. Eğer, Komisyon Başkanımız ve üyeleri bu önerilerimizi kabul ederlerse, bu değişiklikler de son kanun tasarısına girme fırsatı bulacaktır.
Bu Sözleşme Kanun Tasarısı hakkında çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Bu 2886 Sayılı Yasa’nın sözleşmeyi imzaladıktan sonraki hükümlerini kapsayan bölümünden ibarettir. Bu konu da, kanun tasarısıyla paralel olarak Meclise sunulmuştur.
Bunun haricinde, birim fiyat çalışmalarımıza hızla başladık. Bütün kurum ve kuruluşların fiyat tekliflerini, yeni birim fiyat ve rayiç tekliflerini aldık. Bu birim fiyatlarımızın, üç beş sene daha Bakanlık tarafından çıkarılması ihtiyacı vardır. Çünkü, devam eden yatırımlar içinde bu piyasada oluşacak yeni sisteme bir altyapı oluşturulması bakımından birim fiyatların devamında fayda vardır. Biz bunların çalışmasını yapıyoruz, artış katsayısını öncelikle belirlemek aşamasındayız. Belirleyeceğimiz katsayıyı Sayın Bakanımıza sunacağız. Katsayı onaylandıktan sonra da, birim fiyatları nihai çalışmalarına başlayacağız. Hedefimiz, şubat ayının sonuna kadar bu çalışmaları sonuçlandırmak olacaktır.
Diğer bir konu, Uygun Bedel Tebliğini de şu anda bütün kurum ve kuruluşlardan gelen görüşler doğrultusunda hazırladık, ancak, Uygun Bedel Tebliği üzerinde çok önemli bir değişiklik yapmayı düşünmüyoruz. Burada iki üç tane çok kritik konu var, yalnız onları değiştirmekle iktifa ediyoruz. Mesela, idarelere tanınan sicil puanını 5 puan düşürerek, deneyimine aktardık. Onun haricinde çok önemli bir değişiklik yapmayı düşünmüyoruz. Gene geçen sene olduğu gibi, uygun bedelin tespitinde bir ortalamayla sonuca varmayı planlıyoruz. Bunu Sayın Bakanımıza ve diğer konuyla ilgili beş bakanımıza sunacağız. Bu Uygun Bedel Tebliğini de Ocak ayı içerisinde yayınlamayı planlıyoruz.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Efendim, Yüksek Fen Kurulumuzun değerli Başkanına ben de teşekkür ediyorum.
İkinci turda kendisine 5 dakikalık bir söz daha vereceğim. İki sorum var, düşünmesi için sorayım: Birisi, Kamu İhaleleri Sözleşmesi’nin kanunla düzenlenmesi, ileride bir değişiklik gerekmesi halinde gene bir kanunla olabilecektir ama bunu dünyanın hiçbir yerinde de görmediğimi belirteyim. Enternasyonal ihalelere katılıyoruz, yani sözleşmeler bir kanun hükmü değildir. Kanuna uygundur ama, kanun hükmü değildir.
İkinci bir sorum şu: İhalelerde hiçbir değişiklik yapılmayacak deniliyor. Bu, arzu edilen bir şeydir ama, dünyanın her yerinde enternasyonal ihalelerde zaruri hallerde yeni iş değişikliği emri vardır. “Hiçbir değişiklik yapılmayacak” fikri gelirse, bunu Türkiye'de nasıl uygulayacağız? Bu konularda Sayın Başkanımdan ikinci etapta bir cevap almak isterim.
Şimdi söz, Konut Müsteşarı Emin Haluk Ayhan Bey’de. Buyurun efendim.
Bu arada Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan Daire Başkanı Bahri Can Çalıcıoğlu 4’üncü panelist olarak teşrif ettiler; arz ederim efendim.
KONUT MÜSTEŞARI EMİN HALÜK AYHAN – Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, İNTES’in değerli mensupları, değerli bürokrat arkadaşlarım... Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben, yapacağım konuşma ile yeni kurulan Müsteşarlığımızı tanıtmak, Müsteşarlığımızın neler yapmakla görevlendirildiğini belirtmek ve neler üzerinde çalıştığımızı sizlere ifade etmek istiyorum.
Buradaki grafikte de göreceğimiz gibi, ülkemiz hızlı nüfus artışı ve göçlerle hızlı kentleşme sürecini aynı zamanda yaşamaktadır. Bu süre zarfında arsa ve konuta olan talep, öngörülemeyen boyutlarda artmıştır. Özellikle dar ve orta gelirliler için planlanmış bir çevrede yaşanılabilir konutlar edinebilme meselesi büyük boyutlara ulaşmış ve problemlere yol açmıştır. Bu sürecin yarattığı meselelere çözüm getirmek amacıyla, 1164 Sayılı Kanun’la 1969 yılında arsaların aşırı fiyat artışlarını önlemek, konut, sanayi, eğitim, sağlık ve turizm yatırımları ve kamu tesisleri için arazi ve arsa sağlamak üzere Maliye Bakanlığı’na bağlı Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
Diğer taraftan, 2985 Sayılı Kanun’la da 1984 yılında ülkenin konut ihtiyacının karşılanması, konut yapanların tabi olacağı usul ve esasların belirlenmesi, devletin konut sektörüne yapacağı desteklemelerin koordine edilmesi amacıyla Toplu Konut Fonu oluşturulmuş ve Başbakanlığa bağlı Toplu Konut İdaresi kurulmuştur.
Her iki kurum da, kuruldukları zamandan bugüne kadar arsa ve konut arzı konusunda başarılı uygulamalarda bulunmuşlardır. Ancak, son yıllarda ülkemizin ekonomik ve sosyal şartlarında meydana gelen gelişmeler, her iki kurumun da verimli uygulamalar yapmasını güçleştirmiştir. Büyük şehirlerdeki demografik ve ekonomik baskıyı, altyapılı bölge merkezlerine, uzun vadeli planlama çerçevesinde aktarmak, plansız kentleşmeyi önlemek ve altyapılı arsa kıtlığı nedeniyle dar alanlarda yeterli altyapısı bulunmayan yüksek yoğunluklu alanların oluşmasını engellemek gerekmektedir.
Ülkemizde hâlâ kullanılabilir arazi stokunun yüzde 54’ü kamunun elindedir. Konut üretimi için önemli olan bu girdinin arsaya dönüştürülüp, değişik modellerle konut üretimine sunulması, konut maliyetlerini düşürecek, konut edinimini kolaylaştıracaktır. Ülkemizde arsa maliyetinin inşaat maliyeti içindeki payı, yüzde 35 ve 55’ler civarında olmaktadır. Bu oran, arazi stokunun sınırlı olduğu gelişmiş ülkelerde bile yüzde 20 ila 30 düzeyindedir. Kamunun elindeki arazi stokunun arsaya dönüştürülerek, asgari fiyatlarla sektöre arz edilmesi, konut maliyetlerinin önemli ölçüde aşağı çekilmesini sağlayacaktır.
Ülkemiz, hem gelir hem de tasarruf düzeyi bakımından, konut gibi uzun vadeli finansmana ihtiyaç duyan bir sektörü finanse edebilecek kaynaklara sahip değildir. Toplu Konut Fonu ile uygulanan destekleme politikaları da, Fonun 1993 yılında bütçe içine alınmasıyla yetersiz kalmıştır. Dolayısıyla, alternatif finansman tekniklerinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Hepimizin bildiği gibi, kamu arazileri Millî Emlak Genel Müdürlüğü’nün, arsa üretimi Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünün, konut inşaatı Toplu Konut İdaresi ve Bayındırlık Bakanlığını, gecekondu önleme ve imar planlarının hazırlığı belediyelerin ve Bayındırlık Bakanlığı’nın görev alanındadır. Konut arzının her safhası ayrı bir kurumun yetkisinde olduğu için, koordinasyon ve hızlı hareket etme meselesi ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu meselelerle birlikte, görev ve yetki kargaşası göz önüne alındığında, koordinasyonu sağlayacak bir yapısal düzenleme ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Türkiye'de kalkınma planlarına ve yıllık programlar ile bölgesel ve yerel planlar arasında uyumun sağlanması, düzenli ve sağlıklı yapıların oluşturulması, ihtiyaç duyulan arsa üretiminin sağlanması, ihtiyaca ve kaynağa uygun yeni konut finansman sistemlerinin geliştirilmesine yönelik politikaların oluşturulması amacıyla Temmuz ayında Konut Müsteşarlığı’nın kurulması ve Arsa Ofisi Kanunu’nda değişiklik yapılması hakkında kanun yürürlüğe girmiştir.
Kanunla oluşturulan teşkilat yapısında Konut Yüksek Kurulu oluşmuştur. Konut Yüksek Kurulu, Başbakanın başkanlığında, ilgili bakan, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün bağlı olduğu bakan, Maliye Bakanı, Bayındırlık ve İskân Bakanı ve Konut Müsteşarı yer almaktadır.
Diğer taraftan, ikinci bir kurul ise Konut Koordinasyon Kuruludur. Konut Müsteşarı’nın başkanlığında, Toplu Konut İdaresi Başkanı, Arsa Ofisi Genel Müdürü, Millî Emlak Genel Müdürü, Tapu Kadastro Genel Müdürü, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürü’nden oluşmaktadır.
Konut Yüksek Kurulu, Konut Koordinasyon Kurulu ve Başbakanlık Konut Müsteşarlığı ile konuya ilgili diğer bakanlıklar ve kamu görevlilerinin de yer alması sağlanarak, kamunun arsa ve konut politikalarında daha etkin çözümler üretebilmesine imkân sağlayan bir yapının oluştuğu görülmektedir.
Konut Müsteşarlığı, Başbakanlığa, dolayısıyla ilgili bakana bağlı olup, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü ilgili kuruluşlarıdır.
Konut Yüksek Kurulu’nun görevlerini incelediğimizde, arsa ve konut üretimi konusunda genel politikaların belirlenmesi, öncelikli arsa ve konut üretimi alanlarını ve bu alanlarda yapılacak üretimin takviminin tespit edilmesi, yapılacak arsa ve konut üretimi için gerekli iç ve dış kaynakların yönlendirilmesi, Konut Koordinasyon Kurulu ve Müsteşarlık tarafından kanun kapsamında hazırlanıp onayına sunulan hususları değerlendirilip karara bağlanması şeklinde ifade edilebilir.
Konut Koordinasyon Kurulu’nda ise, Konut Yüksek Kurulu kararlarının oluşumuna esas olmak üzere hazırlık yapılması, Kurul kararlarının uygulanmasıyla ilgili kurum ve kuruluşların koordinasyonu sağlanmaktadır.
Konut Müsteşarlığı, konut sektörünün daha önce açıklanan yapısal bozukluklarına ve diğer meselelerine çözüm üretmek üzere, kamu arazilerinin yeni finansman ve örgütlenme modelleri ile sektörün kullanımına arz edilmesi yolunda uygulamalarda bulunulmaktadır.
Ucuz arsa üretimine baktığımızda, kamunun elinde bulunan arazilerin asgari fiyatlar ve dengeli bir şekilde inşaat sektörüne kanalize edilmesiyle inşaat maliyetlerinin önemli ölçüde azalacağını düşünmekteyiz.
Arsa satışı yapılabilecek kesimlere baktığımızda, Arsa Ofisi ve Toplu Konut İdaresi ile kooperatiflere, yurtiçi girişimcilere, gayrimenkul yatırım ortaklıklarına, kamu kuruluşlarına, yabancı girişimciler ve özel nitelikli projelere arsa satışı yapılabilecektir. Toplu Konut İdaresi ise, kendi sahip olduğu arsalar üzerinde proje uygulayıp, üretilen konut ve tesisleri satışa sunabilecektir.
Kredi sağlanarak konut üretimini incelediğimizde, halihazırda olduğu gibi, kooperatif kredileriyle ve belediye projeleri kanalıyla konut üretiminin teşvik edilmesi ve şehit ailelerine konut kredisi desteğinin devam edilmesi şeklinde olmaktadır.
Hepimizin bildiği gibi, Toplu Konut İdaresi, kooperatiflere ve belediye projelerine belli koşullarda kredi desteği sağlamaktadır. Şimdiye kadar bu yöntemlerle yaklaşık 1,2 milyonun üzerinde konut kredilendirilmiştir. TOKİ’nin malî imkânları ölçüsünde bu uygulamaya devam edilecektir.
Yeni finansman yöntemleri olarak dikkate aldığımız hususların birincisi, hasılat paylaşımı yöntemidir. Bu yöntemde Toplu Konut İdaresi, elindeki arsayı üzerinde konut üretmek için girişimcilere devredecek ve neticede bu arsalar üzerinde yapılacak üretimden pay veya hasılat alacaktır.
Müşteri finansman yöntemi, konutların maliyetlerini önceden tespit edip, bu maliyetlere göre proje uygulamaya konmadan önce talep toplanması ve ortaya çıkan talebe ve ödeme gücüne göre konut üretiminin başlatılmasıdır. Arsa üretimi ucuza mal edileceğinden ve arsa bedeli inşaat bitiminden sonra vadeli olarak tahsil edileceğinden, üretilen konutların maliyeti piyasa şartlarına göre daha ucuz olacaktır.
Bir diğer husus ise, ipoteğe dayalı uzun vadeli konut kredisi sistemidir. Bu uygulama ile ipotekli kredilerin satın alınması ve menkulleştirilmesiyle konut piyasasına ilave bir fon yaratılacak, konut piyasalarıyla sermaye piyasaları arasındaki ilişki güçlenecek, malî kurumların konut finansmanı için ayırdıkları fonların artırılması için gerekli tedbirler alınacak ve böylece konut finansmanı için gerekli fonların yüksek maliyetli mevduatlara tercihen menkul kıymetleştirme yoluyla sağlanmasına katkıda bulunmuş olacaktır.
Bu amaçları gerçekleştirmek üzere, ilgili kuruluşlarla işbirliği ve ortaklık içinde çalışmalar yapılacak, bağlı kuruluşlar arasında koordinasyon tesis edilecek, kentsel alanlarda bilimsel esaslara dayalı planlara göre arsa arzını ve düzenli yapılaşmayı kolaylaştıracak uluslararası gelişmeler ve yenilikler takip edilecektir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Müsteşarımıza ben de teşekkür ediyorum. Birçoğumuzun ilk defa tanıştığı bir konu hakkında bizi bilgilendirdiler. Tekrar teşekkür ediyorum.
Çalışma Genel Müdürü Ömer Bey’e söz vermeden önce, Yaşar Özkan’ı 5 dakikalık konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.
YAŞAR ÖZKAN – Sayın Başkan, bana söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum. 5 dakikayı biraz geçersem lütfen kusura bakmayın.
Sayın Bakanım, Sayın Başkan, değerli meslektaşlarım; şu anda bizim Türkiye'deki halimiz belli ve konuşmalarımızdan görülüyor ki, 2002 yılı ve belki ondan sonraki yıllar yurtiçi müteahhitlik için pek parlak değil. Ben, daha çok yurtdışı müteahhitlikle ilgili sorunları burada dile getirmek istiyorum.
Türkiye'de 1979 yılında da biz ciddî ve benzer bir kriz geçirmiştik. O zaman yurtiçindeki bu tıkanıklığı yurtdışına açılarak çözdük. Mesela, 1980 yılında Libya’da 1 yılda 11 milyar dolar iş aldık ve onu takip eden Suudi Arabistan ve diğer ülkelerle beraber, o krizi büyük oranda atlatmış olduk. Ama o zaman, yanımızda Türk bankalarının verdiği teminat mektupları vardı. Türk bankalarını yurtdışında hiç kimse tanımazken, Türkiye Merkez Bankası Türk bankalarına kontrgaranti oldu. Böylece, çifte bir sistemle bankacılık olayında bir sorun yaşamadık. Biz oraya giderken, Türk işçisiyle gittik çünkü, biz ekip çalışması yapmayı yıllardan beri biliyorduk. Yani, management müteahhitlik dediğimiz bugünkü olayı yaşamıyorduk. Sadece Libya’da o yıl 120 civarında Türk firması ve 120 bin de Türk işçisi çalışmaktaydı. Sadece Türk müteahhitlerinin yanında çalışan işçi sayısı, Suudi Arabistan ve benzer ülkelerle beraber, 200 bin kişiyi bulmuştu.
Bugün itibariyle aldığım göstergelere göre, geçen sene 40 ülkeye gönderilen işçi sayısı toplam 17 bindir. Şimdi ise, 20 ülkeye gönderilen işçi sayısı 13 bin civarına düştü. Libya’da 120 bin çalışanın yanında çalışan işçi sayımız 4 bindir. Ben, bu bilgileri verdikten sonra sebeplerini izah etmeye çalışacağım. Çünkü, ben yurtdışına işçi gönderemememizde Çalışma Bakanlığı’nı bir çözücü değil, engel olarak görüyorum. Çalışma Bakanlığı’nın bizim önümüzden çekilmesiyle birlikte, bu işsizlik zamanında, biz daha çok insana yurtdışında istihdam sağlayacağız. Ama, Çalışma Bakanlığı’nın koyduğu kurallar, maalesef işçinin iş bulmasının önünde bir engel haline geldi. Mesela, Libya’da biz o dönem işçi götürdüğümüz zaman, Türkiye ile Libya arasında yapılan anlaşmaya göre, oradaki kısa vadeli sigorta işkolları Libya idarelerine yatıyordu, uzun kollu sigorta kollarında da işçiler Libya’dan ayrılırken bunu Libya idarelerinden talep edip alıyorlardı. Sonunda Türkiye-Libya bir anlaşma yaptı, “Bunları topluca bize göndereceksiniz” dediler. Fakat, Libya anlaşmaya uymadı, oradaki uzun vadeli sigorta kollarını Türkiye'ye iade etmedi. Bu durumda, maalesef devlet olarak o anlaşmayı da uygulatamadık.
Sonunda: “Türk müteahhitleri bunu da ödeyecek.” denildi. Libya’da uzun vadeli sigorta kolu 10,5 iken, Türkiye millî hudutları için çıkarılmış olan 506 Sayılı Kanun’u Libya şantiyelerimizde uyguladılar ve 24,5 prim talep ettiler. Daha sonra bu primler, yaz boz tahtasına döndü; üç ya da dört kere değiştirildi. Ve sonunda bunu düzeltmeye gitmek yerine, bunları bizden 24,5 şeklinde tahsil ettiler. Yargıtay’da bir sürü çelişkili mahkeme kararları var. Artık o hale geldi ki bu, Türk müteahhitlerine bir yerde ıstırap oldu. Yabancı müteahhitler 10,5 prim verirken, biz Türkiye'de 24,5 prim vermek zorunda kaldık. Ve dolayısıyla Libya’ya Türkiye’den işçi götürmemeye başladık. Örneğin, ben geçen yıl toplam 500 işçi ile çalışmama rağmen, bunlardan sadece 50’si Türk işçisiydi. Bugün herkes siyasetçiyi suçlamaktadır ama, bence suçlu bürokratlardır. Bürokrat proje üretecek, siyasetçiyi zorlayacak konumda olmalıdır. Sayın Başkanımızla biz Sayın Çalışma Bakanı’na gittik, kendisi talimat verdi, “Bu durumu çözün” dedi. Bürokratlarla seri toplantılar yaptık, hiçbirini çözemedik. Bize 1950’lerde çıkmış kanunu gösterdiler. Değiştirmelerini söyledik ancak, “Yargı kararı var” diyerek çözüme gitmediler.
Ayrıca, Libya’daki sorunu çözmek o kadar basit ki, yapılan anlaşmada bir idarî sözleşme var. Buna göre, eğer tatbikatta bir hata var ise, iki kişi Libya’dan, iki kişi de buradan bir araya gelerek yeni bir karar alıp, bunu uygulayabilirler. Bu anlaşmanın içinde var ama, biz bunu yaptıramadık. 18’inci KEK Toplantısı’nda Libyalılarla burada görüşmeler yapıldı. Libyalılar, bizim o günkü Eş Başkanımız ve diğer KEK toplantısına katılan kişiler burada bir anlaşma imzaladılar. Ancak, SSK toplantıda temsilcisi olmadığı için bunu kabul etmedi. Resmî Gazetede neşredilen, Parlamentodan geçen uluslararası bir anlaşma olan KEK Anlaşması reddedildi. Bütün bu sebepler dolayısıyla biz artık yurtdışına işçi götürmüyoruz.
Libya dışındaki diğer ülkelere de Topluluk Sigortası şartı getirildi. İş yapılan yabancı ülkede eğer ikili anlaşmalar yoksa, buraya yüzde 20 Topluluk Sigortası uygulanma şartı konuldu. Sosyal güvenlik müessesesi olmayan ülkelere işçi götürsem yüzde 20 prim ödemek durumundayım. Ama, yabancı bir ülke orada çalışırken, sigorta ödemeyecek! Ben bu oranı öderken, yabancı bir firma Türkiye'den Türk işçisini alıp götürürse, böyle bir sorumluluğun altında kalmamaktadır. Yani, benim devletimin getirdiği düzenlemeler, yabancı firmanın aynı ülkede Türk işçisiyle çalışması halinde bana göre yüzde 20 daha ucuz teklif verme imkânı sağlamaktadır. Biz bunu hiçbir kesimde anlatamadık. 1950’lerdeki yargı kararları ve o günün şartlarında çıkmış bazı yasalar bahane edilerek, bunlar bugüne kadar değiştirilmemiştir.
Kusura bakmasınlar ama, ben Çalışma Bakanlığı’ndan herhangi bir işçi talep etmeyeceğim ve ben o Bakanlığın bizimle ilgili işlemlerini de muhatap olarak kabul etmiyorum. Ayrıca, bunun çözüleceğine de inanmıyorum. Çünkü, bunu çözmek için niyetleri, azimleri yok. Biz onun için artık görüşmelere de katılmıyoruz. Eskiden görüşmelerde Sayın Başkan beni görevlendirirdi, ama şimdi, “Kusura bakmayın, ben o Bakanlıkla görüşmem” diyorum. Çünkü, bizim Türkiye'de zaten işçiliklerimiz pahalandı. Bugün inşaat sektöründe ortalama işçilik 500 dolar. Bunu yurtdışına götürdüğümüz zaman, giydirilmiş ücretleriyle beraber düz işçinin maliyeti, 1 200 dolara gelmektedir. Halbuki, daha önce dünyada inşaat sektörüne işgücü sağlayan ülkelerin başında Türkiye gelmekteydi. Ancak, Türkiye, bu kıstaslarla bunun önünü kesti ve artık yabancılar da Türkiye'den işçi almamaktadır. Benim 1 200 dolara Türkiye’den mal ettiğim işçiyi, Pakistan, Filipinler ve Hindistandan getirirsem bu rakamın üçte 1’ine mal ediyorum. Yeni iş alabilmek için ben de diğerleriyle aynı rekabet ortamında bulunmalıyım ve herkesin kullandığı yoldan gitmeliyim. Başka şansım da yok.
Onun için, benim ricam, bu konunun gerekirse Bakanlığın dışına taşınıp, Hükümetin Bakanlar Kurulunda buna bir çözüm bulunmasıdır. Bakanlığın bu politikasıyla, yurtdışı istihdamın önünün açılması mümkün değil. Bence, bakanlığın böyle bir niyeti de yok. Ben bunu çok açık ve şeffaf olarak söylüyorum. Alınmasınlar, kusura bakmasınlar ama sonuç olarak geldiğimiz nokta bu.
Geçen toplantımızda Sayın Müsteşar: “Biz Avrupa Birliği’ne giriyoruz, kendi mevzuatımızı da buna göre düzenlemek zorundayız.” dedi. Ama, Almanya kendi işçisini götürmüyor çünkü, onların yüksek teknolojisi var. Bu teknoloji ile benim 10 mislim iş yapabiliyor. Ama, öbür taraftan, ben işçime iş bulmak zorundayım. Yani, şimdiden daha Avrupa Birliği’ne girilmiş gibi, işçi mevzuatının Avrupa Birliği’ne uymasında bir anlam yok. Eğer, işsiz, aç insanımın önünün kesilmesi politika ise, ben bu politikayı protesto ediyorum.
Saygılarımla.
Dostları ilə paylaş: |