2- Hallâc-ı Mansûr:
“Sübhandır, parlayan lâhût nûrunun sırrını nâsût olarak izhar eden (gösteren)
Sonra da gizlenmiş olarak ortaya çıkıp yiyen ve içen sûretinde zâhir olan (görünen).”
“İnsanlar Allah’a çeşitli şekillerde inandılar.
Bense onların inandıklarının hepsine inandım.”
“Benimle senin aranda bir “benlik” var, sıkışmış zorluyor beni
Hakkın için kaldır şu benliğimi, kaldır aradan.”
“Âşık olan da, âşık olunan da benim
Biz bir bedene girmiş (hulûl etmiş) iki ruhuz.
Sen beni gördüğün zaman, onu görmüşündür,
Onu gördüğün zaman da bizi görmüşündür.”
“Sen Leylâ isen ben de Leylâ’yım.”
“Seninle kendimden geçtim
Öyle ki seni kendim sandım.”
“Ruhun ve ruhum birbirine karıştı
Tıpkı şarabın (içkinin) saf suya karıştığı gibi.
Sana bir şey dokunduğunda bana dokunmuştur.
Sen, her durumda ben olduğun zaman”.
“Seni sırrımda buldum. Dilim sana hitab etti.
Bir takım mânâlarla bir araya geldik ve mânâlarla ayrıldık.
Senin gözlerden kaybolman ta’zim içindir, fakat vecd hâli
Seni bana içimden daha yakın yaptı.”
“Âşık, hevânın kemâline ulaştığı,
Zikrin etkisine kapılıp zikrolunanı yitirdiği,
Ve kendisine hevâ egemen olduğu vakit,
Âriflerin namazının küfür olduğu gerçeğine tanık olur.”
Bk. el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, (8/115, 121, 129); Mecmûu’l-Fetâvâ (2/288, 290, 311, 312, 362, 377, 480-487); en Nakşibendiyye (sh: 73-76).
Dostları ilə paylaş: |