İslam hukukunda niKÂh sözleşmesi


II-Nikâhın Tarifi: A. Nikâhın Kelime Anlamı



Yüklə 271,69 Kb.
səhifə2/3
tarix20.11.2017
ölçüsü271,69 Kb.
#32398
1   2   3

II-Nikâhın Tarifi:

A. Nikâhın Kelime Anlamı


Nikâh, Arapça “نكح: nekeha” fiilinden mastardır. “نكح”, ‘evlenmek’, ‘cinsel ilişkide bulunmak’, ‘başını veya sırtını eğmek’, ‘kontrol altına almak’8kendine çekmek’, ‘birleşmek’, ‘büluğ ve ihtilam olmak’ ve ‘akit’ manalarına gelir9. Ezherî’ye göre;“Arapların lüğatında nikâh kelimesinin asıl manası ilişkiye girmektir. Mubah ilişkiye sebep olduğu, cinsi münasebeti mubah kıldığı için evlilik akdi nikâh şeklinde adlandırılmıştır”. Cevherî’ye göre “Nikah; cinsel ilişkidir; bazen akit manasında da kullanılır.”10 Özetle nikâh sözlükte “cinsel ilişki” manasına gelir.

Kur’an-ı Kerim’de geçen nikâh kelimelerinin “cinsel ilişki” olarak sözlük anlamıyla mı yoksa “akit” olarak terim anlamıyla mı kullanıldığı konusu tartışılmıştır. Diğer bir ifade ile “nikâh” sözcüğünün “evlenme akdi” veya “cinsi münasebet” anlamlarından hangisini hakikaten, hangisini de mecazen ifade ettiği konusu fukaha arasında ihtilaflıdır. Hanefilere göre nikâh “cinsi münasebet” manasını hakikaten, “akit” manasını mecazen ifade eder. Mevsılî; “bu kelime mutlak manada kullanıldığında cinsel ilişki kastedilmiş olur, bazı durumlarda mecazen akit manasında kullanılır” der11. Şafiî ve Zeydî fakihlerine göre ise hakikaten “akit”, mecazen “cinsi münasebet” anlamını ifade eder. Kelimenin anlamı üzerindeki bu görüş farklılıkları, zinanın sıhri yakınlık doğurup doğurmayacağı tartışmalarında etkili olmuştur.

Şâfîler ve bazı Zeydiler’e göre, kişinin zina yolu ile meydana gelen kızıyla evlenmesinde engel yoktur. Zina, ister kişinin kendi arzusu ile olsun isterse zorla gerçekleşmiş olsun ya da zina mahsulü kızın, erkeğin kendinden olduğu bilinsin ve ya bilinmesin o kız, erkeğe yabancı kabul edilir ve kişiye helaldir. İrs, veraset ve başka hükümlerde de zina yolu ile meydana gelen kızın, erkeğe yabancı görülmesi buna delildir.12

Şâfiîler, bu sonuca nikâh kelimesine verdikleri anlamdan hareketle varmışlardır. Çünkü onlara göre, Arapça’da nikâh kelimesi cinsel ilişki değil akid manasındadır. Cinsel birleşme nikâh akdinin bir sonucudur. Zina ise, nikâhsız bir fiili birleşmedir. Söz konusu ayetin kapsamına gayri meşru cinsel ilişkiler dâhil değildir. Zaten bu tür fiillere nikâh yerine zina denmektedir. Dolayısıyla, nikâhtan farklı olan zina, nikâhın doğurduğu sonuçları doğurmaz.13

Nikah kelimesinin hakikaten “cinsi münasebet” mecazen “akit” manasını ifade ettiğini benimseyen Hanefîlerden Kâsânî’nin ifadesine göre, zina sonucu meydana gelen kız zina yapan erkeğin suyundan yaratılmıştır. Hakikatte o kız zina yapan erkeğin kızı hükmündedir. Ancak fahiş/yasak birleşimden meydana geldiği için şer’i yönden o kişiye izafe/nisbet olunmaz. Yani, “falanın kızı” denilmez. Böyle bir durum ise, hakiki nesebi nehyetmeyeceğinden, hakikat red olunmaz.14

Hanbelî mezhebinden İbn Kudâme de zina yolu ile meydana gelen kızla zina yapan erkeğin evlenmesini mübah görmemektedir. O’na göre; Allah (cc) “Sizin üzerinize anneleriniz ve kızlarınız haram kılındı” buyurmaktadır. Zinadan doğan kız da zina edenin kızıdır, suyundan yaratılmış bir dişidir ve bu bir hakikattir. Kişinin, nikâhlı hanımından olan kızı ne ise zinadan olan kızı da o hükme tabidir.15 Ahmed b. Hanbel, bir kimsenin zina sonucunda meydana gelen kızı ile evlenmesi durumunda o adamın katlinin gerekeceği ve bu kimsenin mürted menzilesinde olacağı görüşündedir. İbn Teymiyye de zina mahsulü kız ile evlenmenin haram olacağı kanaatindedir.16

Maliki mezhebinin genel görüşü de zina yoluyla meydana gelen kızın zina yapan erkeğe ve bu erkeğin usul ve füruuna haram olması noktasındadır.17 Herhangi bir kız çocuğu, zina yapan kadının sütünü emse o kız da zina yapan erkeğe haram olur. Çünkü kadındaki süt o erkeğin gayri meşru teması sonucu meydana gelmiştir. Aynı şekilde zina yapan kadın bir erkek çocuk doğurursa bu çocuğa, kadın ile zina yapan erkeğin usul ve füru haram olur.18

Özetle Hanefîler, nikah kelimesini hakikaten cinsi münasebet” kabul eder ve zina edenler arasında sıhrî yakınlık doğacağını söylerler. Şafiîler ise bâtıl da olsa bir nikâh akdi bulunmadığı için, zinanın sıhrî yakınlık doğurmayacağını benimsemişlerdir19.

Kur’anda “نكح” kökünden kelimeler değişik kalıplarda 23 kez geçmektedir. İlgili ayetler incelendiğinde, kelimenin “nikâh akdi” manasına kullanıldığı görülür. Nitekim Elmalı “Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez...” âyetini (en-Nur, Ayet: 2) açıklarken şöyle der: “Ba'zıları “bu âyette maksad nikâhın hükmünü beyan değil, zinanın çirkinliğini beyandır. Burada nikâh, ilişkiye girmek manasınadır ve binaenaleyh haramlık da zinânın haramlığıdır” demişlerse de manasızdır. Çünkü Kur'an’da nikâh, hep akid manasına gelmiş olduğundan ilişkiye girmek manasına hamli doğru olmaz”20.

B. Nikâhın Terim Anlamı (Tarifi):


Nikâh ıstılahta farklı mezheplerce değişik şekillerde tanımlanmıştır. Hanefiler “Erkeğin, şer’an evlenmesine engel bulunmayan kadından, cinsel yönden yararlanmasını helal kılan akit”; Malikiler, “Erkeğin, evlenilmesi haram olmayan kadından cinsel yönden yararlanmasını helal kılan ve belli kalıplarla gerçekleştirilen akit”; Şafiiler, “Erkeğin kadınla cinsel ilişkide bulunması mubahlığını içeren ve nikâhlamak, evlendirmek yahut bunların tercümeleriyle gerçekleştirilen akit” şeklinde tanımlarlar. Hanbelîlere gelince onlar nikâhı “Evlilik akdi” şeklinde tanımlamışlardır21. Hanbelîlerinki hariç, klasik döneme ait tariflerin hemen tümünde nikâh akdine ilişkin olarak eşlerin birbirlerinden cinsel yönden yararlanmalarını mubah kılması özeliğinin vurgulandığı görülür. Bu vurgunun muhtemel nedeni, diğer akitlerin aksine sadece nikâhla cinsel birleşmenin helal olmasıdır. Hayrettin Karaman konuya ilişkin olarak şöyle der: “İslam hukukçuları... evlilik akdi “mülk-i müt’a üzerine yapılan bir akittir” derken bunun taraflara bir şeyin mülkiyet hakkını değil, karşılıklı istifade hakkını kazandırdığını ifade etmişlerdir. Bu akitten önce, evlilik içi ilişkilere girmeleri caiz olmayan taraflar, bu akitten sonra bu ilişkilere girme, evlilik bağının gerektirdiği haklar ve vazifeler bütünü içinde karşılıklı istifade etme hakkını elde etmiş olmaktadırlar”22.

Çağdaş dönemde ise muhtemelen modern hukukun da etkisiyle nikâh, “Eşlerin meşru şekilde birbirlerinden faydalanmalarını helal kılan ve birbirleri karşısında bir takım hak ve sorumluluklar yükleyen akit”23 veya “Karı koca arasında birlikte yaşamaya ve yardımlaşmaya müsaade eden ve taraflara karşılıklı hak ve vazifeler yükleyen akit24 şeklinde tanımlanmıştır.



III.NİKÂHIN DİNİ HÜKMÜ

İnsan neslinin devamını sağlamak amacıyla evlenmenin bir toplumsal görev (farz-ı kifaye) olduğu söylenebilir. Konuyla ilgili ayet ve hadislere daha önce temas edilmişti. Ancak fakihler evliliğin dini hükmünü, insanların durumlarını dikkate alarak farz, vacip, sünnet, haram, mekruh ve mubah olmak üzere altı ayrı başlık altında sınıflandırmışlardır.



1) Farz Evlilik: Evlenmediği takdirde zinaya düşeceğine kesin kanaati olan kişinin oruç ve benzeri şeylerle fuhşa düşmekten kendini koruyamaması durumunda evlenmesi farzdır.

2) Vacip Evlilik: Evlenmediği takdirde zinaya düşme ihtimali olan kişinin evlenmesi vaciptir.

3) Haram Evlilik: Evlenince eşine zulüm ve işkence yapacağı kesin olan kişilerin evlenmesi haramdır.

4) Mekruh Evlilik: Eşine eziyet etme ve haksızlık yapma ihtimali olan kişilerin evlenmesi mekruhtur.

5) Sünnet Evlilik: Cinsel ve ahlakî bakımdan normal halde olan, yani zinaya düşme ve evlendiği takdirde eşine zulmetme tehlikesi olmayan kişilerin evlenmesi sünnettir. Bu, Hanefîler başta olmak üzere, cumhurun görüşüdür. Bu şartlardaki bir kişinin evlenmesi Zahirîlere göre farz, Şafiîlere göre ise mubahtır.

Zahirîler ve cumhurun bu yaklaşımı nikâh akdini bir yönüyle ibadet olarak kabul etmeleri sonucunu doğurur. Şafiîler ise nikâhı ibadet değil yapılması mubah işlerden görürler25.



  1. Nikâh Akdinin Rükün ve Şartları

Hukuken geçerli bir evliliğin yapılabilmesi, o evlilikte bir takim unsur ve şartların bir araya gelmesi ile mümkün olur. Bu unsur ve şartlardan birinin eksik olması evliliğin ya hiç doğmamasına veya eksik doğmasına yol açar. Gerekli şartları ve vasıfları taşıyan kişiler arasında evliliğin vücut bulması, evlilik akdinin usûlüne uygun olarak yapılmasına bağlıdır. Nikâh akdinin rükunlarına ilaveten birbirinden ayrı dört gurup şartı vardır. Bunlar sırasıyla 1) inikad, 2) sıhhat, 3) nefâz ve 4) lüzûm şartlarıdır. Şartların bu şekilde taksimi Hanefilere göredir. Bu ayırımın pratik faydası, farklı gruptaki şartlara riayetsizliğin farklı sonuçlar doğuracağına işarettir. İnikad şartları eksik olan akde bâtıl, sıhhat şartları eksik olan akde fâsid, nefâz şartları eksik olan akde mevkûf ve lüzûm şartları eksik olana ise gayr-ı lâzım akid denir. Bunların her biri farklı hukuki sonuçlar doğurur.

A. Nikâhın Rükunları (Evlenme Akdinin Temel Unsurları)

Evlilik akdinin kurulabilmesi ve varlık kazanabilmesi için bazı unsurların/rükünlerin mevcut olması gerekir. Bu kurucu unsurlara “inikad şartları” denir.

Nikâhın rükunları mezheplere göre farklılık arz eder:


  1. Hanefîlere göre nikâhın rükunları ikidir: Bunlar 1) İcab ve 2) Kabuldür. Taraflar ve mahallül akd otomotik olarak bu kapsama girer.

  2. Malikîlere göre nikâhın rükunları üçtür: Bunlar 1)Taraflar, 2) Siğa (İcab ve Kabul), 3) Veli.

  3. Hanbelîlere göre nikâhın rükunları üçtür: Bunlar 1) Taraflar 2) İcab, 3) Kabul.

  4. Şafiîlere göre nikâhın rükunları beştir: Bunlar 1) Siğa (İcab ve Kabul), 2) Erkek, 3) Kadın, 4) Veli, 5) Şahitler

B. Nikâhın Rükunlarında Aranan Şartlar:

Nikâhın rükunlarına ilave olarak bu rükunların nitelikleri ile ilgili bir takim şartlar daha aranmıştır ki, buna İslam hukuku literatüründe evlilik akdinin unsurlarında aranan şartlar manasında “nikahın in’ikad” (kuruluş) şartları denir. Temel unsurlar veya bu unsurlarla ilgili şartlardan birinin eksik olması halinde nikâh hukuki bir sonuç doğurmaz, yani evlilik akdi bâtıl olur. Kaynaklarda farklı görüşler ileri sürülmüş ise de rükunlarla ilgili şartları şu şekilde sıralamak mümkündür:



1) Evlenme Ehliyeti

İslam’a uygun bir evlilik akdinin oluşması için, tarafların evlenme ehliyetine sahip olması gerekir. Evlenme ehliyeti kişinin başkasının iznine veya onayına ihtiyaç duymaksızın geçerli bir evlilik yapabilmesi için sahip olması gereken hukukî yeterliliktir. Evlenme ehliyeti medeni hakları kullanma ehliyeti içinde yer alan bir ehliyettir. Bu ehliyetin akıl, ruh ve beden sağlığı ile alakası olduğu gibi biyolojik gelişme ile de alakası vardır. Nikâh akdine gerek kendisi gerekse velayet veya vekâlet ilişkisine dayanarak başkası adına katılan kişinin cumhura göre âkil ve bâliğ, Hanefilere göre temyiz gücüne sahip olması gerekir.261917 tarihli H.A.K‘nde evlenme ehliyeti için erkeklerin 18, kızların 17 yaşını bitirme şartı getirilmiştir27.



2) Meclis Birliği

Evlilik birliğini kuran icap ve kabullerin aynı toplantıda araya taraflardan birinin bu sözleşmeden vazgeçtiğini gösteren bir hareketi girmeden yapılmasıdır. İrade beyanlarının aynı toplantıda ortaya konmasına “meclis birliği” denir28.



3) Evlenme Engelinin Olmayışı

Geçerli bir evliliğin doğması için eşlerin evliliğe mahal olması yani taraflar arasında geçici ya da sürekli bir evlenme engelinin bulunmaması gerekir. Evlenme engeli sürekli engellerden olan kişilerin evliliği, her zaman için hükümsüzdür. Ancak aralarında geçici evlenme engeli olan kişilerin evliliği, bu engel olduğu sürece batıl iken, bu engel ortadan kalktığı zaman yeni bir nikâh akdiyle yaptıkları evlilik diğer şartlara da uygunsa sahih, yani geçerli olur.



4) Evlilik Akdine Aykırı Şartın Bulunmaması

Evlenecek taraflar, akit esnasında bazı şartlar ileri sürebilirler. Evlilikte şartlar karı kocadan birinin diğerini maddi veya manevi bir yük altına sokacak şeydir. İslam’da bir sözleşme yapılırken öne sürülen şartlar genel olarak “sahih”, “fasit”, “boş veya bâtıl olan şartlar” olmak üzere üçe ayrılır. Ayet ve hadislerle çelişmeyen ve akdin taraflarından birisine tek yanlı yarar sağlamaya yönelik bulunmayan, anlamlı şartlara “sahih şart” denir. Akdin niteliği ile bağdaşmayan veya şer’i hükümlerle çelişen şartlara ise “fâsit şart” denir. Bir tarafa yararı bulunmayan veya anlamsız bulunan şartlar da “boş ve batıl şart” kapsamına girer29. Hz. Peygamber (s.a.s)’in şu hadisi, akitlerde öne sürülebilen şartlarla ilgili ölçüyü belirler. “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak helâlı haram veya haramı helal kılan şart müstesnadır.30Nitekim Hanefiler, sadece şer'i dayanağı olan veya akdin ruhuna ve tabiatına uygun olan ya da örf haline gelmiş şartların muteber olacağını, bunun dışındakilerin ise geçersiz olacağını söylemişlerdir. Fakat şartın geçersiz (lağv) olması akde bir zarar vermez. Bir diğer ifadeyle bâtıl ya da fâsit bir şart ileri sürülmüş ve bunun üzerine icap ve kabul gerçekleşmiş ise akit sahih olarak kurulmuş olur; fakat şart muteber sayılmaz. Evlenme akdinin gereği olmayan şartları batıl sayan Şafiîler de bu tür bâtıl şartların akde zarar vermeyeceği konusunda Hanefilerle hemfikirdirler. Hanbelî hukukçularla bazı Malikiler, İslam’ın genel ilkelerine ters düşmeyen her şartın muteber ve taraftarı bağlayıcı bir nitelik taşıdığını kabul etmişlerdir31. H.A.K. de şu maddesiyle, bu son görüşü kabul etmiştir: "Üzerine evlenmemek ve evlendiği takdirde kendisi veya ikinci kadın boş olmak şartıyla bir kadını tecevvüz sahih ve şart muteberdir."32


5) Rüşt Şartı


Evlilik akdinde taraflarda aranan şartlardan biri de rüşddür. İşlerini düzgün yürüten, malını koruma konusunda dikkatli olan, gereksiz harcamalardan ve israftan sakınan kişiye Reşit denir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Yetimleri nikâh çağına ulaşıncaya kadar deneyin; reşit olduklarını anlarsanız mallarını kendilerine verin….” (Nisa 4/6)

Nikâh çağına gelen kişi yetimlikten kurtulmuş olur. İşini ve yuvasını kurmak için kendine kalan mirası alması gerekir. Ama âyet, malını kendine teslim için reşit olmasını şart koşmuştur. Yoksa onu saçıp savurur ve kötü duruma düşer. Malını teslim alıp kullanacak hale gelmeyen kişi evlenemez. Çünkü Allah Teâlâ, evlenecek olan erkeklere şu emri vermiştir:

Kadınlara mehirlerini cömertçe verin, eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin.” (Nisa 4/4)

Mehri veren koca, alan da kadındır. Kadın o mehirden kocasına bağışta da bulunabilir. Mehir vermek, almak ve bağışta bulunmak ancak reşit olanların yapabileceği iştir. Evlenme ile ilgili âyetler incelendiğinde tümünün reşit olanlara hitap ettiği açıkça görülür.

Elimizdeki bilgilere göre evlenmek için reşit olmayı şart koşan tek bir âlim çıkmamıştır. Ayetlerin açık ifadesine rağmen, yaşına bakmadan çocukların evlendirilmesine izin verilmiştir. Bunun tek istisnası, tâbiîn fukahasından Abdullah b. Şübrüme (öl. 144 h./ 761 m.) ile Mu'tezileden Ebû Bekr el-Esamm (ö. 200/816)33 olmuştur. Bu iki alimin gerekçeleri ayetin nikah çağından bahsetmesidir. 14 Muharrem 1336/Ekim 1917’de Hukuk-ı Aile Kararnamesi yürürlüğe girinceye kadar Osmanlı’da da bu böyle gitmiştir. Kararnamenin yedinci maddesinde şöyle denir:

On iki yaşını bitirmemiş olan erkek çocuğu ile dokuz yaşını bitirmemiş olan kız çocuğu, hiç bir kimse tarafından evlendirilemez.”

Bu maddenin gerekçesinin sadeleştirilmiş şekli şöyledir:

Erkek ve kız çocuklarının velileri tarafından evlendirilmelerini dört mezhep imamı da caiz gördüğünden, şimdiye kadar uygulama bu yolda cereyan etmiş ise de zamanımızda değişik durumların ortaya çıkması sebebiyle yeni bir usul kabul edilmesine lüzum görülmüştür. Şöyle ki, her zaman ve özellikle hayat için mücadelenin son derece güçleştiği şu zamanda, çocuklar hakkında anne-babanın ilk görevi, onları eğitip yetiştirerek hayat mücadelesinde başarıya ulaştıracak ve düzenli bir aile kurabilecek hale getirmekten ibaret iken bizde anne-baba, çoğunlukla çocuklarının eğitim ve öğretimini ihmal ederek, sırf mürüvvetlerini görmek veya bir mirasa kondurmak maksadıyla onları daha beşikte iken nişanlaya gelmişlerdir. Sonuç olarak, zavallıların dünyalarını görmeden evlendirilip gelecek felaketlere düğünlerle atılmaları presip haline gelmiştir. Hiç bir mektep yüzü görmeyen ve kendi dilini okuyup yazmak bir yana dinî konulara dair bir kelime bile bilmeyen bu çocukların kuracakları ailelerden çoğu, ölü doğmuş cenin gibi, zifaflarının ilk aylarında çözülmeye mahkûm olmuşlardır. Memleketimizde ailelerin temelsizliğini doğuran sebeplerden biri de budur. Bu türlü nikâhlardan doğan davaların derecesini anlamak için, fıkıh kitaplarının «Kız çocuklarının baba ile dede tarafından evlendirilmeleri ve baba ile dede dışındaki veliler tarafından evlendirilmeleri, ikinci durumda erginlik çağına eren erkek ve kız çocuklarının hiyâr-ı bülûğunu nasıl kullanacağı» hakkındaki bab ve fasıllara bakmak ve şer’i mahkemelerin sicillerinde inceleme yapmak kâfidir. Hâlbuki İbni Şübrüme ve Ebubekir el-Esamm: Küçükler üzerine velayet ancak onların menfaatleri maksadına dayalı olup teberru kabulü gibi ihtiyaç olmayan yerlerde velayet dahi sabit olmayacağına ve onları evlendirme konusunda gerek yaratılışları itibariyle ve gerekse nesep meydana gelmesi gibi şer’i yönden bir fayda umulmadığından, onların nikâha ihtiyaçları olmadığına bakarak, küçüklerin erginlik çağına ermeden evlendirilmelerinin caiz olmadığı kanaatine varmışlar ve özellikle nikâhın, geçici bir şey olmayıp ömür boyu devam eden bir akit olduğunu ve eğer velilerin onlar hakkında yaptıkları nikâh akdi geçerli olsa, hüküm ve neticeleri büluğdan sonra dahi devam edeceğini dikkate alarak, büluğdan sonra onların davranışlarını sınırlayacak bir uygulamanın hiç kimse tarafından yapılamayacağını ilave etmişlerdir. Adı geçenlerin mütalaalarını, asırlardan beri devam eden felaketli tecrübeler kuvvetlendirdikten sonra onların görüşü kabul edilerek 7. madde o yolda düzenlenmiştir.”34

Görüldüğü üzere Hukuk-ı Aile Kararnamesinde rüştten bahsedilmemiş, büluğun en alt yaşı evlenme yaşı olarak sayılmıştır. Oysa ilgili ayet ve hadislerde evlenecek çiftlerin reşit olması şart koşulmuştur.

Allah’ın Elçisi s.a.v. şöyle buyurmuştur.

لَا تُنْكَحُ الْأَيِّمُ حَتَّى تُسْتَأْمَرَ وَلَا تُنْكَحُ الْبِكْرُ حَتَّى تُسْتَأْذَنَ

“Dul, görüşü alınmadan; bakire de izni alınmadan evlendirilmez.”35

Küçükler evlilik konusunda görüş belirtip izin veremezler. Bunun için reşit olmaları gerekir. Küçük yaşta evlendirilen çocukların küçük yaşta dul kalabildiği de unutmamalıdır.

Allah’ın Elçisi s.a.v. bir de şöyle buyurmuştur.

“Hangi kadın velisinin izni olmadan evlenirse, onun nikâhı batıldır…” Bu hadiste nikâhı kıyan kadındır. Evlendiği kişiyle mehir miktarını da belirleyecek ve teslim alacaktır. Velisine sadece onaylamak ve onaylamamak düşer. Bunlar, reşit olmayan bir kadının yapabileceği şeyler değildir.

Küçüklerin evlendirilmelerini caiz görenler, Aişe validemizin, Resulullah s.a.v. ‘ile çocuk yaşta iken evlendiğini delil getirirler. Bu, birkaç açıdan onlara delil olmaz.

1. Nisa suresinin, evlenme yaşından ve rüştten bahseden âyetleri Medine’de inmiştir. Resulullah s.a.v. Aişe ile Mekke’de nikâhlanmıştır. Bu âyetler indikten sonra küçüklerin evlendirildiğine dair sahih bir bilgi de yoktur.

2. Bir kısım araştırmacılara göre Aişe validemiz, Resulullah s.a.v. ile evlendiği zaman 17 yaşında idi ve reşit olmuştu. Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin...”36 âyeti de bu görüşün doğru olduğunu gösterir. Eğer Mekke’liler arasında evlenme çağı diye bir kavram olmasaydı Allah Teâlâ bu ifadeyi kullanmazdı. Ayetteki النِّكَاحَ kelimesinin elif lamlı olması onun bütün anlamlarını düşünmeyi gerektirir. Arapçada nikâh, hakikaten evlenme; mecaz olarak da cinsel ilişki anlamında olduğu için37 nikâh çağı, her iki anlamın da gerçekleşebileceği çağdır. Büluğ ile insanlar cinsel ilişkiye arzu duymaya başlarlar ama evliliğin sorumluluğu farklıdır; onu yerine getirmek için reşit olmak gerekir. İşte nikâh çağı, her iki anlamı da içeren çağdır. Eğer Aişe validemiz bu çağa gelmeden evlenseydi o toplumda büyük yankısı olurdur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur. “Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara açık açık anlatsın.” (İbrahim 14/4) Dolayısıyla Kur’ân’da kullanılan her bir kelimeyi, o günün Arap toplumunda kullanıldığı şekliyle anlamak gerekir.

Küçüklerin evlendirilmelerini caiz görenler, şu âyeti de delil gösterirler:



وَاللَّائِي يَئِسْنَ مِنَ الْمَحِيضِ مِنْ نِسَائِكُمْ إِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلَاثَةُ أَشْهُرٍ وَاللَّائِي لَمْ يَحِضْنَ

Âdetten kesilen kadınlarınızın iddetinden şüphe ettiyseniz onların iddeti üç aydır; âdet görmeyenler de öyledir.” (Talak 65/4)

“لَمْ يَحِضْنَ = âdet görmeyenler” ifadesine, “لَما يَحِضْنَ = henüz âdet görmeyenler” anlamı verilerek ayet çocukların evlendirilmesinin delili sayılmıştır. Gerdeğe girilmeden boşanan kadın iddet beklemediği için bu âyet, onlarla gerdeğe girileceğinin de delili sayılmıştır38. Hâlbuki Allah Teâlâ Kur’ân’da, her bir âyetin açıklamasını yapar ve kendinden başkasının açıklamasını kabul etmeyerek şöyle buyurur:

Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir. (De ki;) Ben onun tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim.” (Hûd 11/1-3)

Talak 4. âyet, ilgili diğer âyetlerle birlikte düşünüldüğünde bu âyette düzenli âdet görmeyen kadınların kast edildiği anlaşılır. Düzenli adet görmeyen kadınlarda iki âdet arası aylarca hatta yıllarca sürebilir. Böyle kadına "Mümteddet'üt-tuhr" denir. Ayet yanlış anlaşıldığı için gelenekte bu tür kadınlara yıllarca iddet bekletilir. Hatta hayatında bir kere âdet görmüş genç bir kadını kocası boşar da ikinci âdeti görmezse onun adetten kesilinceye kadar bekleyip, sonraki üç ay iddettin arkasından yeniden evlenmesine izin verilir39. Ama âyete göre ise bu vasıflara sahip kadınalrın iddeti toplam üç ayı geçmez.

6) Namuslu Olma Şartı


Kur’an-ı Kerim’de evlenecek eşlerin namuslu olmaları da şart koşulmuştur. Bu da evlenecek kişilerin reşit olmaları gerektiğinin bir başka delilidir.

Evlenecek çiftlerin namuslu olması, yani gizli veya açık zina etmemiş olmamaları olmazsa olmaz şartlardandır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Namuslu olur, gizli dost tutmaz, mehirlerini de verirseniz namuslu mümin kadınlar ile kendilerine kitap verilmiş olanların namuslu kadınları size helâldir.” (Mâide 5/5)

(Evlenilmesi haram olan) kadınlar dışında kalanlar ise namuslu yaşamanız ve zinadan kaçınmanız şartıyla mallarınızla isteyesiniz diye size helal kılınmıştır”. (Nisâ 4/24)

Mümin ve iffetli hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, ellerinizin altında olan mümin cariyelerden nikâhlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz40. Onlarıailelerinin41 izni ile nikâhlayın ve mehirlerini marufa uygun olarak verin. Onlar da namuslu olsunlar, zinadan uzak dursunlar ve gizli dostlar edinmesinler.” (Nisâ 4/25)

Zina eden erkek, ancak zina eden veya müşrik olan kadınla evlenebilir. Zina eden kadını da, ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek nikâhlayabilir. Bunlar müminlere haram kılınmıştır.” (Nur 24/3)

Zina edenler tevbe edip kendilerini düzeltirse namuslu olanlarla evlenebilir. Allah Teâlâ, zina iftirası ile ilgili hükmü verdikten sonra hem iftiracı hem de zina edenler için şöyle buyurmuştur:

Bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar başka. Allah bağışlar, ikramı boldur.(Nur 24/5)

İbn Kayyım el-Cezviyye, zina edenin nikâhının Allah (cc) Nur sûresinde kayıt altına aldığını belirterek, bununla hükmedilmesinin vacip olduğunu belirtir. Şayet muhatap emrin vücubuna lüzum görmez ve itaat etmez ise müşrik olur, emrin vücubiyetine inanır fakat hükme aykırı davranırsa o kişi zânidir. Çünkü Allah (cc) “Bu mü’minler üzerine haramdır” buyurmaktadır.42

Ahmed b. Hanbel zaniyenin iddet süresi bitinceye kadar nikâhının haram olduğunu, bu süreden sonra nikâhının sahih olması içinse, tevbe etmesi gerektiğini belirtir. Aynı şekilde, zina eden erkekler de tevbe edinceye kadar iffetli kadınları nikâhlamaktan men olunmuştur.43

Ancak bunca açık ayet ve hadise rağmen fakihler zina eden kadının nikâhının sahih olması için tevbe etmesi gerektiği hususunda ihtilaf etmiştir. İbn Kudame, Katâde, İshak ve Ebu Ubeyd’e göre zina eden kadının nikâhının sahih olması için tevbe etmesi ve iddetinin bitmesi gereklidir. Ebu Hanife, Mâlik ve Şâfii bunu şart görmemişlerdir. Meselâ İmam Şafiî Saîd b. el-Müseyyib’den gelen bir rivayete dayanarak Nur 4. âyetin Nur 32 ile nesh edildiğini söyler. Özetle şöyle der: “Bu konuda yetki evlenecek olanlardadır; isterlerse böyle biriyle evlenmeyebilirler; bu onlara haram değildir. Zinayı evlendikten sonra; gerdekten önce veya sonra öğrenmelerinin de bir zararı yoktur44.
C. Nikâhın Sıhhat Şartları (Evlenme Akdinin Geçerlilik Şartları)

1- Şahitlerin Bulunması

Sıhhat şartlarından en önemlisi evlenmenin şahitler huzurunda yapılmasıdır. Malikîler dışındaki üç mezhep şahitlerin nikâh anında hazır olmasını ararken, Malikîler nikâh anında hazır olmasını gerekli görmezler. Onlara göre nikâhın gizli kalmaması için etrafa duyurulması da yeterlidir45.



2- Evlilikte Rıza ve İhtiyarın Bulunması (İkrahın Olmaması)

Evlilik normalde ömür boyu sürecek bir birlikteliğin başlangıcı ve ağır sorumluluklar yükleyen, diğer akitlerden farklı bir sözleşme olduğundan evlenecek tarafların bu evliliği hiçbir zorlama ve baskı olmaksızın gönülden istemeleri ve onaylamaları gerekir. Aksi halde ikrah durumu sözkonusu olur. İkrah, bir kimseyi yapmak istemediği bir hukuki muameleye, yapmadığı takdirde kendisine veya yakınlarından birisine bir zarar verileceği tehdidi ile korkutmaktır. İkrah, kişideki serbest hareket etmeyi dıştan gelen bir tesirle sakatlayan hallerden birisidir. Tehdide uğramış olan kimsenin iradesi, sakat bir irade olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden eşlerden birisi ölüm, şiddetli dayak veya uzun süreli hapis korkusu altında evliliğe zorlansa böyle bir nikâh fasit olur.

Hanefiler dışındaki çoğunluğa göre baskı, zorlama ve tehdit altında yapılan evlilikler geçersizdir. Çünkü burada tarafların gerçek rızasından söz etmek mümkün değildir. Ancak Hanefiler farklı görüştedirler. Onlara göre zorlama ve tehdit (ikrah) kişinin iradesini ortadan kaldıran bir unsur değil, rızayı zedeleyen ancak yine de kişiye seçme hakkı bırakan bir unsurdur. Bu nedenle bu tür baskı altında yapılan nikâhı geçersiz saymak doğru değildir46. Hanefilerin görüşlerinin uygulanması bazı suçların önlenmesinde yeterli olmadığı gibi farklı problemlerin (kız kaçırma vb.) doğmasına da yol açmıştır. Bu nedenle 1917 tarihli H.A.K zorlama ve baskı altında yapılan evlenme ve boşanmalarla ilgili olarak Hanefilerin görüşünü terk etmiş ve Şafi mezhebinin görüşünü esas alarak, zorlanan kişinin nikâhını fasit saymıştır47.

4- Evliliğin Gizlenmemesi

Bu şart sadece Malikîler tarafından ileri sürülmüştür. Malikilere göre evliliğin topluma ilanı bir şart olup, gizli yapılan veya şahitlerden gizlenmesi istenen nikâh geçersizdir. Onlara göre şahitlerle anlaşarak yapılan evlenmenin gizlenmesi veya etrafa duyurulmaması sıhhat şartlarına aykırıdır, dolayısıyla böyle olan nikâhlar geçersizdir. Diğer üç mezhep bunu bir sıhhat şartı olarak kabul etmezler. Onlara göre şahitlerin duyduğu nikâh artık gizlilik sınırını aşmıştır48.


5- Mehir


Müslüman bir erkek, eşine mehir vermekle yükümlüdür. Bu, Allah tarafından kadına tanınmış bir haktır. Nisa Suresi’nin 4. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

Kadınların mehirlerini, bir güçlük çıkarmadan gönül rızası ile verin.”

Koca, usulüne uygun biçimde mehri ödemediği takdirde kadın mehrini mahkeme yoluyla talep edip alabilir. Onu alıncaya kadar kocasına karşı hakları devam eder ama görevlerini yerine getirmeyebilir49.

Mehir, karı ile kocanın veya temsilcilerinin karşılıklı anlaşmasıyla serbestçe belirlenirse ona mehr-i müsemmâ denir. Bunun bir üst sınırı yoktur. Peşin olarak ödenmesi kararlaştırılan kısmı peşin, kalanı daha sonra ödenir. Tamamının peşin olması da karara bağlanabilir. Erkek, mehir borcunun peşin ödenecek bölümünü ödemeden karısından yararlanmaya hak kazanamaz, kadın müsaade ederse o başka. Daha sonraya bırakılan kısım ya belirlenen günün gelmesiyle veya boşama ya da ölüm halinde kadına tastamam ödenir. Ölen kocanın mirası bu ödeme yapıldıktan sonra paylaşılır.

Erkek, boşadığı kadına olan mehir borcunun tek kuruşunu kesemez. “Bir eşi bırakıp yerine bir başka eş almak isterseniz, bıraktığınıza yüklerle mal vermiş olsanız bile hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek mi alacaksınız?”(Nisa, 4/20)

Nikâh kıyılırken mehir belirlenmemişse mehir hakkı kendiliğinden doğar, isterse kadın, mehir almamak şartıyla nikâha razı olmuş olsun. Bu şekilde kendiliğinden doğan mehire mehr-i misil denir.

Bunun miktarı ve ödeme şekli, o kadına denk sayılan diğer bir kadının aldığı mehire bakılarak tespit edilir. Bu denklik kadının babasının akrabaları arasından yaş, güzellik, zenginlik, akıl, dindarlık, bekârlık, dulluk, ilim, edep, güzel ahlak ve çocuksuz olma gibi özelliklere bakılarak belirlenir. Bu özelliklerde ona denk olan bir kadının kocasından almış olduğu mehir onun mehr-i misli olur50.

Burada başlık ile mehirin aynı olmadığını kaydetmek gerekir. Başlık ve süt hakkı gibi şeyler kadının babasına, annesine veya kardeşlerine ödendiği halde mehir kadının kendisine ödenir. Mehir kadının hakkıdır. Başlık ve süt hakkı gibi kadının anasına, babasına veya kardeşlerine vs. ödenen şey haksız kazançtır ve haramdır.

İnsanlar zor elde ettikleri şeylere değer verir ve onu kolay kolay elden çıkarmak istemezler. İşte mehir, kadını zor elde edilir yapıp kocanın gözünde kıymetli hale sokar ve çok ciddi bir sebep olmadan onu boşamaya yanaşmamasını sağlar.

Nisa 22’den 24’e kadar evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış ve şöyle buyrulmuştur: “Bunlar dışında kalan kadınlar; namuslu yaşamanız ve zinadan kaçınmanız şartıyla onları mallarınızla isteyesiniz diye size helal kılınmıştır. Bunlardan hangilerinden nikâh ile yararlanırsanız mehirlerini belirlediğiniz miktarda veriniz. ...” (Nisa 4/24)

Nikâh kıyıldıktan sonra kadın mehrini kocasına bağışlayabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Kadınlara mehirlerini cömertçe verin, eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin." (Nisa 4/4)

Nikâh sırasında mehir belirlenir sonra koca gerdekten önce karısını boşarsa mehrin yarısını verir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Kadınları, el sürmeden boşadığınızda, mehirlerini belirlemiş olursanız belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir; kadınlar veya nikâh düğümü elinde olan taraf51 hakkından vazgeçerse başka. (Ey erkekler) Sizin vazgeçmeniz takvaya daha uygundur. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Allah yaptığınız her şeyi görür.” (Bakara 2/237)

Mehir belirlenmeden nikâh kıyılır, sonra koca gerdeğe girmeden karısını boşarsa mut'a vermesi gerekir. Mut'a, yararlanılan şey demektir. Hanefilere göre mut’a, üç veya beş parça elbisedir. Baş örtüsü, gömlek ve dış kıyafet veya bunlarla beraber bir entari ile diğer bir elbise veya onların bedelidir52. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Kadınları, el sürmeden mehirlerini belirleyinceye kadar boşarsanız bunun size bir günahı olmaz. Onları mut’alandırın (yararlanacakları bir şey verin). İmkânı olan, gücü ölçüsünde, darlık içinde olan da gücü ölçüsünde, marufa uygun olarak, onları yararlandırsın. Bu, güzel davrananlar üzerine bir borçtur.” (Bakara 2/236).



D. Nikâhın Nefaz Şartları (Evlenme Akdinin Yürürlük Şartları)

Tarafların veya velilerin rızalarının alınmasının gerekli olduğu durumlarda bu rızanın alınmış olması bir nefaz/geçerlilik şartıdır. Bu şarta riayetsizlikte tarafların veya velilerin icazetine kadar nikâh askıdadır (mevkuftur). Fıkıh kaynaklarında taraflar tam ehliyetli değilse bizzat akdettikleri nikâh velilerin; tam ehliyetli iseler velilerinin akdettikleri nikâh tarafların icazetine kadar mevkuf kabul edilmiştir.



E. Nikâh Akdinin Lüzûm Şartları

Nikâh akdi esas itibariyle lazım, bağlayıcı akittir. Taraflardan birinin onu feshetme yetkisi yoktur. Akdin bağlayıcı olması demek evliliği yapan tarafların, veli ya da vekil gibi temsilcilerden hiçbirinin akdi tek taraflı olarak bozma yetkisine sahip olmamaları ve akdin her iki tarafı da evliliğin hükümleriyle sorumlu kılmasıdır. Ancak bazı durumlarda taraflardan birine ya da velilere evliliği feshettirme hakkı verilmiştir. Hanefilere göre evlilik akdinin bağlayıcı olması için şu şartlar gereklidir:



1) Ehliyetsiz (akil hastası veya bunak gibi) veya eksik ehliyetli (küçük çocuk ve kız gibi) kimselerin evlendirildiği zaman baba ya da dedeleri tarafından evlendirilmesi. Eğer bunları evlendiren veli, amca veya erkek kardeş gibi baba ve dede dışındaki veli grubundan olursa, bunların akdedeceği nikâha küçük çocuk ergin olunca; akil hastası da şifa bulunca itiraz etme hakkına sahiptir. Dilerlerse evliliklerini feshettirebilirler. Bu haklardan birincisine "buluğ muhayyerliği" ikincisine de "hiyaru'l-ifaka (şifa bulma muhayyerliği) denir. Burada evliliğin denk birisi ile ve emsal mehirle yapılmış olması da evlendirilenden bu hakkı düşürmez.

Ebu Yusuf’a göre ise baba ve dede dışındaki velilerin akdedeceği nikah da küçük ve akil hastası hakkında bağlayıcı olur ve bunların ileride seçme serbestliği bulunmaz. Çünkü veli gerekli araştırmayı yapar ve maslahata en uygun olanı seçer53.



2) Akıllı, hür ve ergen kadının velilerin izni olmadan dengi birisiyle kendi kendini evlendirmesi. Evlenme ehliyetine sahip olan akıllı, hür ve ergen kadın kendi başına evlenebilir; ancak dengi olmayan birisiyle evlendiği takdirde velisinin evliliği feshettirme hakkı vardır. Bu durum Zahirü'r-Rivaye'ye göre Hanefilerde şarttır.

3) Akıllı, hür ve ergen kadının velilerinin izni olmadan yaptığı evlilikte emsal mehirle evlenmesi. Eğer evlenme ehliyeti olan kadın dengi dahi olsa mehr-i misilden (ortalama mehir) daha az bir mehirle evlenirse, velisinin bu evliliği feshettirme hakkı doğar. Ancak koca, mehirden eksik olan bölümü tamamlamayı kabul ederse evlilik kesinleşir. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise mehrin azlığı evliliği etkilemez. Nikâh onsuz da bağlayıcı olma özelliğine sahiptir.

4) Evlenmede aldatmanın olmaması. Erkek evleneceği hanımı veya velisini yanlış bilgi vermek suretiyle aldatmışsa, hanımın ya da velisinin akdi feshettirme hakkı doğar.

5) Evlenmeye engel bir rahatsızlığın olmaması. Evlenecek olan erkekte evliliğin yürümesine engel olan ya da evlilikten beklenen yararın sağlanmasına engel olan iktidarsızlık vb. rahatsızlığın olması durumunda kadının evliliği feshettirme hakkı vardır. Ancak kadın bu duruma razı olursa evlilik devam eder54.

V. EVLENME ENGELLERİ

 Nikâhın rükunlarından biri taraflar, taraflarda aranan temel şartlardan biri ise evlenmeye engel bir durumun bulunmamasıdır. Kur’an-ı Kerim’de birbirleri ile evlenmesi yasak olan kişiler ayrıntılı şekilde sıralanmıştır. İlgili ayetler şöyledir:

وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَاؤُكُمْ مِنَ النِّسَاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاءَ سَبيلًا) سورة النساء: 22)

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاَتُكُمْ وَبَنَاتُ الأَخِ وَبَنَاتُ الأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمُ اللاَّتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُم مِّنَ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَآئِكُمْ وَرَبَائِبُكُمُ اللاَّتِي فِي حُجُورِكُم مِّن نِّسَآئِكُمُ اللاَّتِي دَخَلْتُم بِهِنَّ فَإِن لَّمْ تَكُونُواْ دَخَلْتُم بِهِنَّ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلاَئِلُ أَبْنَائِكُمُ الَّذِينَ مِنْ أَصْلاَبِكُمْ وَأَن تَجْمَعُواْ بَيْنَ الأُخْتَيْنِ إَلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا.) سورة النساء: 23)

Cahiliye devrinde geçenler müstesna, babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyiniz. Şüphe yok ki o, pek çirkindi, iğrenç idi, o ne fena bir âdetti. (Nisa, 4/22).

Size (şunlarla evlenmeniz) harâm kılındı: Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız -eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günâh yoktur-kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kızkardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allâh, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.(Nisa, 4/23).

Ayetlerde bir erkeğin kendileriyle evlenmesi yasak olan 14 kişi sıralanmıştır. İki ayette de evliliğe engel olan durumun yakınlık (akrabalık) olduğu anlaşılmaktadır. Bu yakınlık sayılanların bazılarında kan, bazılarında sıhrıyet bazısında ise süt ilişkisine bağlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında evlilik engellerinin sürekli ve geçici olmak iki başlık altında toplandığı görülür. Sürekli engeller hiçbir zaman ortadan kalkmayacak olan evlilik engelleridir. Geçici engeller ise zamanla ortadan kalkması muhtemel evlilik engelleridir. Meselâ, evli bir kadınla evlenilmez. Ama evlilik hali herhangi bir sebeple ortadan kalkar ve iddet de sona ererse artık evlilik engelinden söz edilmez.

 1- Sürekli (Ebedî) Engeller

Kan hısımlığı, sıhrî hısımlık ve süt hısımlığından doğan bu evlilik engelleri Kur'ân-ı Kerîm'de tek tek sayılmıştır:

"Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan olan sizin himayenizdeki üvey kızlarınız -eğer onlarla zifafa girmemişseniz bu durumda size bir vebal yoktur-, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşi bir arada bulundurmanız -daha önce geçenler hariç- size haram kılındı. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir" (en-Nisâ 4/23). Ayrıca Nisa 22 de “…babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyiniz” buyrulur.

 23. Ayetin son bölümündeki “iki kız kardeşi bir arada bulundurmanız” bölümü dışındaki tüm hükümler sürekli evlilik engellerini bildirir. Sürekli engeller ise kan hısımlığı, sıhrî hısımlık ve süt kardeşliği olmak üzere başlıca üç sınıfa ayrılır:

1- Kan Hısımlığından Doğan Engeller

 a-Usûl-Fürû Akrabalığı: Bir kişinin anne ve babası ile onların anne babaları yani büyük anneleri ve dedeleri, daha sonra da onların anne babaları ve bu şekilde uzayıp giden akrabaları onun usulüdür. Başka bir deyişle kişinin, soyundan geldiği kişilerin tamamı onun usulüdür. Diğer taraftan bir kişinin oğlu ve kızı ile onların oğulları ve kızları ve bu şekilde uzayıp giden nesli onun fürûudur. Yukarıdaki âyette geçen "anneleriniz",   "kızlarınız"   ifadeleri   sadece   insanın   kendi   annesi   veya kendi kızı ile sınırlı olmaz, âyetin maksadı usul ve fürû içinde mütalaa edilen bütün kadınlardır.

b-Kardeşlik:   Kardeşler  arası   evlilik  yasaklanmıştır.   Bu   hususta   öz-üvey  ayırımı  da  yapılmaz.   Buradaki   kardeş  kavramı,  anne  ve  babaları bir olan veya sadece anneleri yahut sadece babaları bir olan kardeşleri içerir.

c-Amca, Dayı, Hala, Teyze ile Yeğenler Arasındaki Akrabalık İlişkisi:

Bir erkeğin, halası veya teyzesi ile evlenmesi caiz değildir. Bu kendi halası ve teyzesi açısından böyle olduğu gibi anne ve babasının veya daha yukarı derecedeki usûlünün halası ve teyzesi açısından da böyledir. Yine bir erkek, kardeşinin çocukları veya torunları ile evlenemez. Olaya kadın açısından bakıldığında ise bir kadın, amcası veya dayısı ile kardeşinin çocukları veya torunları ile evlenemez.

 2- Sıhrî Hısımlıktan Doğan Engeller

 Sıhrî hısımlıktan maksat evlilik sonucu eşlerden biri ile diğer eşin akrabaları arasında doğan hısımlıktır. “Nikah” kelimesinin hakikaten cinsi münasebet anlamına geldiğini kabul eden mezheplere göre zina eden erkek ile kadın arasında da evliliktekine benzer bir sıhrî evlilik engeli doğar. Hattâ taraflar arasında cinsel ilişki olmasa bile birbirlerine şehvetle dokunma veya bazı hallerde bakma ile de evlilik engellerinin doğacağını ileri sürenler olmuştur.

Sıhrî hısımlıktan doğan evlilik engelleri ise şunlardır:

a-  Usul-Fürû Akrabalığı: Bir kişi, eşinin usulünü teşkil eden akrabaları   ile   evlenemez.   Yani   eşinin   anne   veya   babası   ile   yahut   bunların anne   veya   babaları   ile   evlenmesi   caiz   değildir.   Eşler  arasında   nikâh akdi yapılmış olması bu evlilik engelinin doğması için yeterlidir. Ayrıca zifaf şartı   yoktur.   Buna   göre   iki   kişi   arasında   nikâh   akdi   yapılsa   ve bunlar  bir araya  gelmeden,  zifaf olmadan  ayrılsalar  her  biri,  diğerinin usulü ile evlenemez.

Bir kişi, eşinin fürûu ile de yani başka bir evlilikten olma çocukları veya torunları ile de evlenemez. Yalnız burada bir erkek ile karısının başka evlilikten olma kızı arasındaki evlilik engeli sadece nikâh akdi ile doğmaz, ayrıca zifaf da olmuşsa o zaman doğar. Bu husus yukarıdaki âyet-i kerîmede özellikle belirtilmiştir.



b-  Usulün veya Fürûun Eşi Olma: Bir kişi usulünü teşkil eden anne ve   babasının   veya   bunların   anne   ve   babalarının   evlendikleri   kişilerle evlenemez.  Burada  meselâ  bir erkek babasının eşi  ile  evlenemez derken,  o   kişinin   kendi   annesi   değil   de,   babasının   evlenmiş   olabileceği başka   kadınlar   kastedilmektedir.   Aynı   husus,   o   kişiye   uzaklığı   hangi derecede olursa olsun onun bütün dedeleri için de geçerlidir. Kadın da annesinin   veya   büyük  annelerinin   evlenmiş  olduğu   erkeklerle   evlenemez.

Bir kişi fürûunu teşkil eden çocuklarının veya torunlarının eşleri ile evlenemez. Yani bir erkek, daha sonra ayrılmış bile olsa oğlu veya torunu ile evlilik akdi yapmış bir kadınla, bir kadın da kızı ile veya torunu ile evlilik akdi yapmış bir erkekle evlenemez.

 3- Süt Hısımlığından Doğan Engeller

 İslâm hukukunda bir çocuğun, annesi dışında bir kadının sütünü emmesi ile doğan ayrı bir hısımlık ilişkisi ve bundan kaynaklanan evlilik engeli vardır. Sütannelerle ve süt kardeşlerle evlenilemeyeceği yukarıda verilen âyet-i kerîmede açıkça belirtilmiştir. Diğer taraftan Hz. Peygamber buradaki evlilik yasağının daha genel olduğunu ifade etmiştir: "Nesep sebebiyle haram olanlar emme sebebiyle de haram olurlar".[71]

Buna göre süt emme sebebiyle gelen evlilik engelleri aynen nesep sebebiyle var olan evlilik engelleri gibidir. Bir çocuğun, süt emdiği kadın onun sütannesi, o kadının kocası süt babası, onların çocukları süt kardeşi olur. Bu şekilde süt amcalar, halalar, dayılar, teyzeler vb. şeklinde süt akrabaları oluşur. Süt akrabalığından doğan evlilik engellerinin sınırını tesbit etme işi çoğu kere karmaşık bir şekilde takdim edilmektedir. Konuyu daha rahat kavrayabilmek için şöyle bir yol izlenir: Süt emen çocuk için annesi, süt emdiği kadın, babası da o sütün teşekkülünde etkili olan kocası olmak üzere ikinci bir kimlik düşünülür. Çocuk bu ikinci kimliği ile o ailenin de çocuğu kabul edilir ve buna göre gerek kan hısımlığından gerek sıhrî hısımlıktan kaynaklanan hangi evlilik engelleri söz konusu ise onların hepsi sütten doğan evlilik engelleri olarak değerlendirilir. Süt emen çocuğun nesep yönünden kardeşleri bundan etkilenmezler.

Diğer taraftan şu konularda İslâm hukukçuları arasında farklı değerlendirmeler vardır: Bir çocuk, kaç yaşına kadar süt emerse bu emmeden süt akrabalığı doğar? Az bir miktar emme ile çok emme arasında fark var mıdır? İki veya daha çok kadının sütü karıştırılıp çocuğa içirilirse veya kadının sütüne su, ilâç veya hayvan sütü kanştırılsa bunun hükmü nedir? Bu gibi konular fıkıh kitaplarında tartışılmaktadır.[72]

 

B- Geçici Engeller

 Geçici evlilik engellerinden maksat, süreklilik arz etmeyen, ortadan kalkması mümkün olan evlilik engellendir. Tarafların, mevcut şartlar dolayısıyla evlenmeleri caiz değilse de bu şartların her an değişmesi mümkündür ve bu takdirde evlenmelerinde bir sakınca olmaz. Geçici evlilik engelleri şunlardır:

 1- Evlilik ve İddet

 Evli kadınlar kocalarından ayrılmadan bir başkası ile evlenemezler. Boşanma veya kocalarının ölümü sebebiyle evlilikleri sona ermiş kadınlar da iddet müddeti içinde yine herhangi bir evlilik akdi yapamazlar. İddetleri bittikten sonra bundan kaynaklanan evlilik manisi ortadan kalkar. Ayrıca bazan bir kadın sahih bir evlilik akdi olmadan da iddet bekleme durumunda olabilir ve bu durumlarda da onunla evlilik akdi yapılması caiz değildir.

2- Yakın Akraba Kadınların Aynı Kişinin Nikâhında Olması

 'İslâm hukukunda bir erkeğin dörde kadar kadınla aynı anda evli olmasına -teşvik edilmemekle birlikte- müsaade edildiği bilinmektedir. Yalnız bu kadınların kardeş olmaları veya aralarında hala-teyze, yeğen ilişkisinin bulunması bunun dışında tutulmuştur. Yukarıda meali verilen ve evlilik manilerinin sayıldığı âyette "ve iki kız kardeşi bir arada bulundurmanız" denmek suretiyle iki kardeşin aynı anda bir kişinin nikâhında olması yasaklanmıştır. Bu konuda hadîs-i şerîf de vardır. Ayrıca diğer yakın akrabalar hakkında da Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Kadın, halasının veya teyzesinin veya erkek kardeşinin kızının veya kız kardeşinin kızının üzerine nikâhlanmaz"[74]. İslâm hukukçuları bunu "iki kadından biri erkek farz edildiği takdirde aralarında evlenmeleri uygun görülmemişse bu iki kadının aynı anda bir kişinin nikâhında olması da caiz değildir" şeklinde kural haline getirmişlerdir. Buna göre süt kardeşlerin veya bu ölçüde yakın süt akrabası iki kadının da aynı anda bir kişinin nikâhında olması caiz değildir.

 3- Üç Defa Boşanma

 Bir erkek üç defa boşamış olduğu bir kadın ile o kadın, bir başkası ile sahih bir evlilik yapmadan evlenemez. İslâm'da evliliklerin ömür boyu sürmesi esas olmakla birlikte boşanma da meşru sayılmıştır. Bir evliliğin boşanma ile neticelenmesi halinde taraflar istedikleri takdirde yeniden evlenebilirler. Fakat buna da bir sınır getirilmiş ve üç defa boşandıktan sonra artık bu kişilerin sağlıklı bir evlilik hayatını sürdürmekte zorlandıkları kabul edilmiş olacak ki bir daha evlilik denemesine kalkışmaları yasaklanmıştır. Ancak bu da geçici bir evlilik engelidir. Çünkü aynı kadın başka birisi ile evlenip ayrılırsa eski kocası ile olan evlenme yasağı kalkar ve onunla tekrar evlenmesi caiz olur.

Üç defa boşanan kadının, eski kocası ile evlenmesinin caiz olması için bu üç boşamadan sonra yapacağı evliliğin sahih bir evlilik olması ve ayrıca aralarında zifafın gerçekleşmesi, bundan sonra da bu evliliğin boşanma veya ölüm ile sona ermesi şarttır. Bunun halk arasında "hülle" olarak bilinen şekliyle uygulanmasının İslâm'la bağdaştırılması ve hele ona mal edilmesi asla mümkün değildir.

4- Din Ayrılığı’nın Evliliğe Etkisi

 Mezheplerin geneline göre Müslüman   bir   kadının,   Müslüman   olmayan   bir   erkekle   evlenmesi yasaktır. Bu konudaki temel dayanak olarak şu ayeti gösterirler:

İmana gelene kadar, müşrik erkeklere kız vermeyin. Mümin köle müşrikten elbette iyidir; isterse beğeninizi kazanmış olsun”.(Bakara 2/221)

Bu ayete ek olarak bir de Mümtehine suresi 10. ayeti delil getirirler. Bu ayetlerin mevcut görüşlere ne derece delil olabileceği ayrıntılı şekilde incelenecektir.

Mezhepler, Müslüman kadının gayri Müslim erkekle evlenemeyeceğini ileri sürerken Müslüman erkeğin müslüman kadınları tercih etmelerinin tavsiye edildiğini bildirimiş, fakat bir istisna olarak Müslüman erkeklerin Ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyan) kadınlarla da evlenebilecekleri görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bu görüş şu ayete dayandırılır:

وَالْمُحْصَنَاتُمِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّمُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلاَ مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ

Namuslu olur, gizli dost tutmaz, mehirlerini de verirseniz namuslu mümin kadınlar ile kendilerine kitap verilmiş olanların namuslu kadınları size helâldir”. (Maide 5/5)

Ancak konuyla ilgili ayetlere ayrıntılı olarak incelendiğinde meselenin hiç de anlatıldığı olmadığı görülür.

Şöyle ki; Müslüman erkeklerin, dindaşları dışında, ancak ehl-i kitap kadınlarla evlenip müşrik kadınlarla evlenemeyeceğini savunanlar bunun gerekçesi olarak ehl-i kitap kadınların tek tanrı inancına sahip oldukları, oysa ehl-i kitap olmayanların müşrik olduklarını gerekçe gösterirler. Oysa şu âyete göre ehl-i kitap da müşriktir:

اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْوَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَمَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـهًا وَاحِدًالاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

Allah’tan önce, bilginlerini ve din adamlarını rabler saydılar. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir Tanrı’ya kul olmalarıdır. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, onların şirkinden uzaktır.” (Tevbe 9/31)

Ehl-i kitapla evlenmeye izin vermek, müşriklerle evlenmeye izin verme anlamına gelir.Konuyla ilgili ayetlerden biri de şudur:

İmana gelene kadar, müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mümin cariye55 müşrik kadından elbette iyidir; isterse beğeninizi kazanmış olsun.” (Bakara 2/221)

Ayetten anlaşıldığına göre, evlenecek Müslüman bir kadın için “Mümin köle müşrikten elbette iyidir”; Müslüman erkek için de “Mümin cariye müşrik kadından elbette iyidir.”Ayetteki “elbette iyidir”ifadeleri bu tür bir evliliğin haram olduğunu göstermez. Çünkü daha iyi sözü, iki iyiyi karşılaştırırken söylenir. Dolayısıyla bu âyetten, mümin kadının müşrik erkekle; mümin erkeğin müşrik kadınla evlenmesinin haramlığına hüküm çıkarılamaz. Nitekim konuyla ilgili Peygamberimizden çok sayıda uygulama nakledilmiştir.

Peygamber’imizin damadı Ebü'l-Âs b. er-Rebî' İslâm’dan önce kızı Zeyneb'le evlenmiş ama müslüman olmamıştı. Bedir savaşında esir düşünce Zeyneb, bir miktar malla beraber evlendiklerinde annesinin taktığı gerdanlığı fidye olarak Medine’ye göndermişti. Buna üzülen Hz. Peygamber gerdanlığın Zeyneb'e iadesini ve Ebü'l-As'ın da serbest bırakılmasını söyler ve Ebü'l-As'dan kızını Medine'ye göndermesini ister. O da karısını çok sevmesine rağmen sözünde durmuş ve Zeyneb'i Medine'ye göndermiştir.

Ebü'l-Âs, hicretin 6. yılında müşriklerin kendisine emanet ettiği ticaret mallarıyla birlikte Suriye'den dönerken kervan Müslümanlar tarafından ele geçirildi ama o, kaçtı. Gece Medine’deki Zeyneb'in yanına gidince Zeyneb onu himayesine aldı. Peygamberimiz de savaşçılara; “ganimetlerin kendilerine ait olduğunu ama Ebü'l-Âs'a geri verdikleri takdirde memnun kalacağını” iletti. Bunun üzerine kervandaki malların tamamı Ebü'l-Âs'a iade edildi. Ebü'l-Âs Mekke'ye varınca emanetleri sahiplerine teslim etti veMüslümanlığı seçerekMedine'ye hicret etti56. Peygamberimiz altı yıllık bir aradan sonra Zeyneb’i eski nikâh ile ona geri verdi, hiçbir şeyi yenilemedi57. Çünkü Ebü'l-Âs’ın kafir olması, Zeynep ile olan nikâhlarını ortadan kaldırmamıştı.

İbnu Şihâb’tan rivayet edildiğine göre "Resûlullah (s.a.v) zamanında, kimi kadınlar, kendi yurtlarında Müslüman olmuş, hicret etmemişlerdi58. Bunlar müslüman olurken kocaları kâfir idiler. Velîd İbnu'I-Mugîre'nin kızı da bunlardandı. O Safvân İbnu Ümeyye ile evliydi; Fetih günü Müslüman olmuştu ama kocası Safvân İslâm'a girmedi ve kaçtı. Allah’ın Elçisi, bir emân = güvence işareti olarak kendi kaftanını vererek onun amcasının oğlu Vehb İbnu Umeyr'i arkasından gönderdi. Onu İslâm'a çağırıyor ve yanına gelmesini istiyordu; şayet İslam hoşuna giderse kabul edecekti, yoksa iki ay serbest dolaşacaktı. Safvân kaftanla birlikte, Allah’ın Elçisi’ne gelince, halkın yanında yüksek sesle şöyle dedi:

"Ey Muhammed! Şu Vehb İbnu Umeyr senin kaftanını getirdi; beni yanına çağırdığını, bu iş hoşuma giderse kabul edeceğimi, gitmezse bana iki ay süre tanıdığını iddia ediyor".

Allah’ın Elçisi; "Ebu Vehb, in aşağı!" dedi ama o; "Hayır, vallahi, bana açıklamadan inmem!" dedi. Bunun üzerine; "Hayır, dört ay serbest dolaşabilirsin" dedi… Safvân kâfir, karısı ise Müslümandı. Peygamberimiz, Safvân müslüman olana kadar karısı ile arasını ayırmadı. Karısı eski nikâhıyla onun yanında kaldı59.Birinci olay Hudeybiye antlaşmasından sonra, ikincisi de Mekke’nin fethinden sonradır.

Mezheplerin konuya ilişkin ileri sürdükleri delillerden biri de Mümtahine 10. âyette geçen; “Bunlar onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar” mealindeki hükümdür. Onlara göre bu ayet müslüman kadının, müslüman olmayan biriyle evlenmesinin haram olduğunun diğer bir delilidir. Yukarıda anlatılan her iki olaydan önce inmiş bulunan bu âyet, kocasından boşanmaya karar veren kadının ileri sürdüğü gerekçenin, hakem veya mahkeme tarafından haklı bulunmasından sonraki durumu hükme bağlamaktadır. Bu konu evliliğin sona erme yöntemleri başlığı altında İftida bahsinde işlenecektir.Dolaysıyla bu ayet konuya delil olarak ileri sürülemez. Nitekim peygamberimiz din farkından dolayı hiçbir karı - kocayı ayırmamıştır. Görüşler doğru olsaydı bunun mutlaka Hz. Peygamber’e atfedilen bir uygulaması olurdu.

Nisa 22’den 24’e kadar evlenilmesi yasak olan kadınlar sayılmış ama din farkına yer verilmemiştir. 25. âyette ise namuslu mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenlerin namuslu mümin cariyelerle evlenmesi istenmiş ama onlarla evlenme yerine sabırlı olunması tavsiye edilmiştir. Buna göre birinci tercih, namuslu mümin kadınlar, ikinci tercih namuslu mümin cariyelerdir. Maide 5. âyette ise ehl-i kitabın namuslu kadınları ile evlenmeye izin verildiğine göre onlar üçüncü tercihtir. Öyleyse namuslu mümin cariye, namuslu ehl-i kitap kadınından iyidir. Namuslu mümin cariye ile evlenmek tavsiye edilmediğine göre ehl-i kitaptan namuslu bir kadınla evlenmek hiç tavsiye edilmez ama haram da kılınmaz. Ehl-i kitap da müşriktir. Bu sebeple âyet, kadın-erkek farkı gözetmeden müşrikle evlenmeyi anlatmaktadır.

İmana gelene kadar, müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mümin cariye müşrik kadından elbette iyidir; isterse beğeninizi kazanmış olsun. İmana gelene kadar, müşrik erkeklere kız vermeyin. Mümin köle müşrikten elbette iyidir; isterse beğeninizi kazanmış olsun. Onlar sizi ateşe çağırırlar; Allah ise kendi izniyle cennete ve affa çağırır. Allah âyetlerini insanlara açıklar, belki akıllarını başlarına toplarlar.”(Bakara 2/221)

Nikahta namusun öneminden bahseden bir ayette zaninin müşrikle evlenebileceği belirtilmiştir. Müslüman bir kişi zani olabileceğine göre bu hüküm Müslümanı da bağlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الزَّانِي لَا يَنْكِحُ إِلَّا زَانِيَةً أَوْ مُشْرِكَةً وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَا إِلَّا زَانٍ أَوْ مُشْرِكٌ وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ.

Zina eden erkek, ancak zina edenle veya müşrik bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadını da, ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek nikâhına alır. Bunlar müminlere haram kılınmıştır.” (Nur 24/3)

Rivayete göre “Mersed İbnu Ebi Mersed adında bir adam vardı. Mekke'den esirleri alır Medine'ye kaçırırdı. Mekke'de Anak adında fahişe bir dostu vardı. Mekkeli esirlerden birini oradan kaçırma sözü vermişti.

Mersed diyor ki: Mehtaplı bir gecede, Mekke'nin duvarlarından birinin gölgesine vardım. Derken Anak çıkageldi, duvarın dibindeki gölgemi gördü. Yanıma gelince tanıdı ve "Mersed mi?" dedi. "Evet, Mersed" dedim. "Merhaba, hoş geldin, gel geceyi yanımızda geçir!" dedi. "Hayır, Anak; Allah zinayı haram kıldı" deyince feryadı bastı: "Ey çadır halkı, bu adam esirlerinizi götürüyor!" dedi. Hemen sekiz kişi peşime düştü. Handeme yoluna saptım ve bir mağaraya veya çukura girdim. Arkamdakiler geldi, tepeme dikilip işediler. Sidikleri başıma değdi. Ama Allah beni onlara göstermedi. Sonra çekip gittiler. Ben de dönüp arkadaşımı sırtıma aldım; şişman birisiydi. İzhir’e geldim, kelepçelerini çözdüm. Tekrar sırtımda taşımaya başladım, beni çok yordu. Nihayet Medine'ye vardım. Resulullah (a.s.)'ın huzuruna çıktım: "Ey Allah'ın Elçisi, Anak'la evleneceğim" dedim; sustu; şu âyet ininceye kadar cevap vermedi.

Zina eden erkek, ancak zina edenle veya müşrik bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadını da, ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek nikâhına alır..." (Nur, 24/3).

Sonra dedi ki, "Bak Mersed, zina eden erkek ancak zina eden veya müşrik olan bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadını da ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek alabilir, onunla evlenme!"60

Peygamberimiz “onunla evlenme” derken kadının şirkini değil, zinasını gerekçe göstermiştir.Mezhepler kendi görüşleriyle çeliştiği için bu ayetiin, “İçinizden evli olmayanları evlendirin…” (Nur 24/32) ayetiyle nesh edildiği iddia ederler.Nitekim İbn Hazm, “bu iddianın bir delili yoktur. Kesin bir bilgi olmadan bir âyet veya hadisle ilgili olarak “bu mensuhtur” demek caiz değildir”. Fakat o da din frkı konusunda diğer görüşlere katılır.61

VI. GEÇERLİLİK BAKIMINDAN NİKÂH ÇEŞİTLERİ

Evlenme akdi rükün ve şartlarının bulunup bulunmamasına göre sahih, fasit, batıl, mevkuf ve gayri lazım çeşitlerine ayrılır. Hanefiler dışındaki üç mezhep göre fasit ile batıl arasında fark yoktur.

1. Sahih Nikâh Akdi ve Sonuçları: Rükün ve şartları tam olarak bulunan evlenme akdidir. Evlenme ehliyeti bulunan ve aralarında evlenme engeli bulunmayan kişilerin iki şahit huzurunda yaptıkları evlenme sahih bir evlenme akdidir. Hiçbir eksikliği bulunmayan böyle bir akit, evliliğin bütün hukuki sonuçlarını doğurur. Sahih evliliğin sonuçları şunlardır62:

a) Eşlerin İslami ölçüler içinde birbirinden faydalanmaları helal olur.

Ve onlar ki iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve sahip oldukları cariyeler hariç. Bunlarla ilişkilerinden dolayı kınanmış değillerdir.”63

b) Kadın mehre hak kazanır. Eğer belirlenmiş bir mehir varsa kadın bu miktarı hak eder. Eğer mehir belirlenmemişse kadın kendi emsallerinin aldığı miktarda mehre hak kazanır.

c) Kadın nafakaya hak kazanır. Bu da yeme, içme, giyim ve mesken ihtiyacını kapsar. Kocanın nafaka yükümlülüğü şu ayete dayanır:

Annelerin yiyeceği ve giyeceği örfe göre çocuk kendisine ait olan babaya aittir.”64

d) Eşlerin yakınları arasında sıhrî akrabalık meydana gelir.

e) Çocuğun nesebi babasına bağlanır.

f) Eşler bu evlilikle birbirlerine mirasçı olurlar.

2. Fasit Nikâh Akdi ve Sonuçları:

Hanefilere göre fasit evlilik sıhhat şartlarını kaybeden evliliktir. Evlilik bir yönüyle medeni bir akit olduğundan diğer akitlerde olduğu gibi fasit ve batıl ayrımına tabi tutulur.

Hanefilerin dışındaki çoğunluğa göre ibadetlerde olduğu gibi nikahta da fasit batıl ayrımı yoktur. Yani fasit ve batıl evlilik aynı şeydir ve aynı sonuçları doğurur65.

Hanefilere göre şu hususları barındıran evlilikler fasitir:66

Şahitsiz yapılan evlilikler, belli bir süreyle sınırlandırılan geçici evlilikler, aynı anda beş kadınla evli bulunmak, bir hanımı; kız kardeşi, halası veya teyzesiyle birlikte nikahlamak, evli olduğunu bilmeden başkasının hanımıyla evlenmek, haram olduğunu bilmeden evlenilmesi haram olan bir kadınla evlenmek. Bunlar Ebu Hanife’ye göre fasit, Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre ise batıldır.

Fasit evliliğin sonuçlarını şöyle sıralamak mümkündür67: Fasit evlenme akdinde tarafların evliliği sürdürmeleri caiz değildir, hemen ayrılmaları gerekir. Kendileri ayrılmazsa hakim tarafında zorla ayrılırlar. Cinsel birleşmeden önce fasit nikah hiçbir hukuki sonuç doğurmaz. Cinsel birleşme olmuşsa şu sonuçlar doğar: a. Kadın, ortalama mehir ile taraflar arsında belirlenmiş olan mehirden az olanına hak kazanır. Bu konuda şu prensip vardır: “ Dâru’l-İslâm’da her cinsel birleşme ya haddi ya da mehri gerektirir.” Akit şüphesi sebebiyle had düştüğü için kadın mehri hak eder.



b. Akit tarihinden en az altı ay, en fazla bir yıl içinde doğan çocuğun nesebi sabit olur.

c. Evlenmeden doğan hısımlık meydana gelir.

d. Ayrılığın ardından kadının iddet beklemesi gerekir.

e. İddet süresince erkek kadının nafakasını temin etmekle yükümlüdür. İddet dışında nafaka ile miras hükümleri cereyan etmez.

3.Batıl Nikah Akdi ve Sonuçları

Batıl evlenme, akdin unsurlarından biri ya da kuruluş şartlarından biri eksik olan evlenme akdidir. Evlenme ehliyeti olmayanların yaptığı evlilik, aralarında evlenme engeli olan kişilerin yaptığı evlilik ve mut’a evliliği batıl evliliklerdendir.

Batıl evlilikte noksanlık ana unsurlarda bulunduğu için böyle bir akit hiçbir hukuki sonuç doğurmaz. Cinsel birleşmenin olup olmaması da bunu değiştirmez. Bu durumda nikah şüphesi dolayısıyla zina haddi mi tatbik edileceği, yoksa tazir cezası mı verileceği konusu ceza hukukunda tartışılmıştır. Tarafların derhal birbirinden ayrılması gerekir. Kendileri ayrılmazsa hakim aralarını ayırır68.

Diğer taraftan mehir, nafaka, nesep, iddet ve miras gibi hükümlerin hiçbiri batıl evlilikte söz konusu değildir. Yalnız Ebu Hanife eğer aralarında evlenme yasağı bulunanlar evlenmişse, doğacak çocuğun babasız kalmaması için bu evliliği batıl değil, fasit saymıştır. Ortada bulunan fiili durumu sonuca bağlamak adına böyle bir ayrımı kabul etmiştir. H.A.K de bu görüşü kabul etmiştir69. İmameyn ise evlenme yasağı bulunan kadınlarla evlenmeyi de batıl saymıştır70.



4. Mevkûf Nikah Akdi ve Sonuçları

Kuruluş ve geçerlilik şartları tam olmakla beraber yürürlülük şartlarında eksiklik bulunan evlenme akdi mevkuf evlenme akdi olarak adlandırılır. Mevkuf evlilik akdi sahih olarak doğmuştur ancak yürürlülük kazanması için başkasının iznine ihtiyaç vardır. Bu izin alınmadan önce evliliğin sonuçlarından hiçbiri gerçekleşmez. Dolayısıyla bu durumda cinsel birleşme helal olmadığı gibi nafaka, mehir, iddet ve miras gerekmez. Gerekli kişinin izni

alındıktan sonra bu evlilik sahih evliliğe dönüşür ve bu evlenme akdinin sonuçları geçerli olur71.

5. Gayr-ı Lâzım Nikah Akdi ve Sonuçları

Diğer şartları tamam olduğu halde bağlayıcılık şartlarında eksiklik olan evlenme akdine gayrı lazım yani bağlayıcı olmayan evlenme denir. Örneğin; akıllı ve ergin kadının velisinden izinsiz olarak dengi olmayan biriyle yaptığı evlilik, velisi izin verinceye kadar gayrı lazımdır. Velinin bu evliliği feshetme hakkı vardır. Cinsel birleşmeden önce fesih hakkı kullanılmışsa gayrı lazım evlilik hiçbir sonuç doğurmaz. Ancak birleşme olmuş ve fesih hakkı bundan sonra kullanılmışsa iddet, nafaka, evlenmeden doğan hısımlık, nesep ve emsal mehir sabit olur72. Kadın gayrı lazım evlilik sonucunda hamile kalmışsa veli artık bu hakkını kullanamaz73.



Yüklə 271,69 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin