m. İvaz
İvaz kelimesi bir iş veya nesneye bedel ödemek anlamındaki “Avz” kökünden türemiş bir isim olup 757 Mu'tezile mezhebi mensuplarınca kullanılan bir terimdir. Genelde dünyada yaşanan üzüntü ve acılara karşılık olarak ahirette bir bedelin ödenmesi diye tanımlanır. Kadı Abdülcebbâr, onu: “Tazim (ululama) ve iclâl (yüceltme) yolları dışında hak edilen her türlü menfaat” 758 diye tanımlar. İvaz “Hak edilen menfaat” olması özelliği ile sevapla ortaktır. Ancak sevabın aksine ivazda tazim ve yüceltme yoktur. O, kendisinde tazim ve yüceltmenin olmaması ile sevaptan, hak edilme ile de lütûftan ayrılır. Sevap, insanın arzu ederek yaptığı güzel işlerin karşılığıdır. İvaz ise insanın arzusu hilafına gerçekleşir. Ayrıca ivazın hasen fiil olması da şart değildir; bazen hasen, bazen de kabih olabilir. İlâhî adaletin gerçekleşebilmesi için eleme karşılık olarak verilen ivazın, en az hak edilen kadar olması gerekir, fazla olmasında ise bir sakınca yoktur, yani ivaz çekilen elemin tam karşılığı veya ondan daha çok olmalıdır. 759 Çünkü bu dünyada hiçbir kimse sadece karşılığını veya çok az fazlasını almak için elbisesinin biri tarafından yırtılmasını istemez. Bu, görünen âlemde böyle olduğu gibi görünmeyen âlemde de böyledir. 760
Mu'tezilî âlimler ivazın bir defaya mahsus olup olmadığı ve yenileşerek devam edip etmediği konusunda da farklı görüşler ileri sürerler. Ebû Ali el-Cübbâî, Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf ve Bağdat ekolüne bağlı bir grup Mu'tezilî onun devamlı olduğunu ileri sürmektedir. Bunlara göre ahiretteki mükâfat ve ceza devamlı olduğundan ivaz da devamlı olmalıdır. Kişi ivaz ile lezzet ve sevince ulaşır, ivazın kesilmesi durumunda ise bunlardan mahrum kalarak acı çeker. Bu defa, söz konusu elemin de yeni bir ivaz ile giderilmesi gerekir. Bu da kısır bir döngüyü gerektirir. Bunun önüne ancak daimî bir ivazla geçilebilir. 761 Ebû Hâşim el-Cübbâî ile Kadı Abdülcebbar ise ivazın daimî değil bir defaya mahsus olduğu kanaatindedirler. Bunlara göre dünyada diyet ödemek bir defaya mahsus olduğu gibi, ahirette de bir defaya mahsustur. 762 Kadı Abdülcebbar, ivazm kesilmesiyle kişinin elem duyacağı görüşünü reddeder ve Allah Teâlâ'nın ivazı, kişinin elem duymayacağı bir şekilde keseceğini söyler. O, ivazın devamlı olmadığını ve kesilmesiyle elem duyulmayacağını dünya hayatına ilişkin bazı örneklerden hareketle savunur. İvazın devamlı olmadığına ilişkin olarak, “Birinin elbisesini kasten yırtan bunun bedelini bir defaya mahsus tazmin ettiği gibi; eleme maruz kalana da bunun karşılığı olarak bir defa ivaz ödenir” örneğini verir. 763 İvazın kesilmesiyle elem duyulmayacağına ilişkin ise, belli bîr menfaati hak eden kişinin onu aldığında daha fazlasını ummamasını örnek gösterir. 764 Mu'tezile'ye göre kendine ivaz verilen kişinin, bunun hak edilen bir ivaz olduğunu bilmesi şart değildir. Çünkü onun, Allah Teâlâ'nın adil ve hakîm olduğunu ve kimseye zulmetmeyeceğini bilmesi yeterlidir. İvazın nerede verileceği konusunda ise Ebû Alî, bunun ahirette ödeneceği söylerken; Ebû Hâşim, kişi ivaz ile bir lezzet ve sevince ulaşmaktadır. Bu, dünyada verilebileceği gibi ahirete de tehir edilebilir, der. Kadı Abdülcebbar da bu görüştedir. 765
Mu'tezile'ye mensup âlimler, Allah'ın yarattığı her şeyin kulların yararına olduğu (aslah) düşüncesinden hareketle bu dünyada rızası dışında çektiği elemlere karşılık olarak kula ahirette bir mükâfat verilmesi gerektiği görüşündedir. Aksi takdirde kulun çektiği eleme makul bir açıklama getirmenin imkansızlaşacağını iddia etmektedirler. Onlara göre elem, insanın başına ya hak ettiği için veya ibret alsın diye gelir. İnsana, ibret alması için verilen eleme ivaz gerekli değildir. Çünkü insan, bundan doğan menfaatten yararlanmaktadır ve bu onun çektiği elemin karşılığıdır. Başkalarına ibret olsun diye insana çektirilen elemden dolayı ise ivaz gereklidir. Zira söz konusu elemden doğacak olan fayda elemi çekene değil, başkalarına dönmektedir. Kadı Abdülcebbar başkalarının ibret alması için bir insana elem çektirmenin isabetli olmadığı ve Allah Teâlâ'dan böyle bir fiilin gerçekleşmediği kanaatindedir. 766 İvazda asıl olan insanın iradesi dışında elem çekmesidir. Bu tür elemlere karşılık bir ivaz ödemek adaletin gereğidir, aksi durum ise zulüm olur. Allah ise kullarına zulmetmekten münezzehtir.
Kulun, hangi eleme karşılık hangi ivazın verileceğini bilmesi gerekmez. Çünkü bu konuda Allah'ın alim, hakîm, âdil ve kullarına asla zulmetmeyen yüce bir varlık olduğunu bilmek yeterlidir. Mu'tezilî âlimlere göre ivaz, dünyada kötülüğün mevcudiyetine dayanarak tanrının varlığını inkâr eden maddecilerin görüşlerinin geçersizliğini gösterir. Zira ivaz, her kötülüğün bir hikmeti bulunduğunu kanıtlayıcı bir mahiyet arz eder. İvaz bu dünyada kula verilebileceği gibi öbür dünyada da da verilebilir. Bununla birlikte itikadı anlamdaki ivaz daha çok ahirete mahsustur. Dünyada verilen ivaz fıkhî bir anlam taşır.
Mu'tezilî âlimler, ergenlik çağına girmeyen çocuklara verilecek ivaz konusunda farklı görüşler ileri sürerler. Bir grup, çocukların sorumlu olmadıklarını söyleyerek onlara elem ve karşılığında bir ivaz verilemeyeceğini savunur. Çoğunluğu teşkil eden ikinci grup, başkalarına ibret olması için çocuklara elem ve karşılığında ivaz verileceğini benimser. Ashab-ı lütuf olarak bilinen üçüncü grup ise Allah Teâlâ'nın çocuklara elem çektirmeden ivaz vermesinin daha uygun (aslah) olduğunu, fakat aslah olanı yapmanın O'na vacib olmadığını kabul eder. 767 Öte yandan bir grup Mu'tezilî âlim ahirette hayvanlar arasında kısas yapılacağını beyan eden hadislere dayanarak 768 dünyada elem gören hayvanlara da ahirette ivaz verileceğini ileri sürerken; “Hayvanların yaralanmasından ötürü bir tazminatın ödenmeyeceğine” 769 ilişkin hadisi dikkate alan diğer bir grup Mu'tezilî âlim ise çektikleri elem karşılığında hayvanlara ivaz verilmeyeceğini söyler. 770
Mu'tezilî âlimlerden Abbâd b. Süleyman, belirli bir maslahatın gözetilmesi dışında Allah'ın çektirdiği elem sebebiyle kullarına ivaz vermesinin gerekli olmadığını savunmaktadır. Ona göre ivaz ve sevap kulun fiillerine karşılıktır, elem ise ilâhî fiillerin kapsamına girer ve bu sebeple de ivazı gerektirmez. Şayet ivaz ödemek suretiyle elem çektirmek iyi bir şey olsaydı, insanın ivaz vermek kaydıyla başkasına elem çektirmesi uygun olurdu. Halbuki bunun yanlışlığı açıktır. Başta Kadı Abdülcebbar olmak üzere Mu'tezilî âlimlerin büyük çoğunluğu Abbâd b. Süleyman'ın bu görüşünü eleştirip reddetmişlerdir. Buna göre son tahlilde Allah'ın ivaz vermeden kuluna elem çektirmesi her hâl ve şartta zulüm olur, bunun da hiçbir yönden Allah'a nispet edilmesi caiz değildir. 771 Ebû Ali el-Cübbâî ise sırf ivazı hak edebilmesi için, Allah'ın, kuluna elem vermesini bile caiz görür. Buna karşılık Ebû Hâşim el-Cübbâî ile Kadı Abdülcebbar elemin kula, sadece ivazı hak etmesi için değil, aynı zamanda ibret almasını sağlama amacıyla verildiğini kabul ederler.
Öte yandan, ivaza konu olan elem ilâhî veya beşerî bir fiilin sonucu olabilir. Şayet elem ilâhî fiilin sonucu olarak vuku bulmuşsa, Allah tarafından ona karşılık bir ivaz verilir. Eğer elem kulun kendi kötü fiilinin sonucu ise ona karşılık herhangi bir ivaz ödenmez. O, kötü değil de iyi fiilinin sonucu ise bu takdirde ona karşılık bir ivaz ödenir. Şayet kul elemi bir başka insana ait kötü bir fiilin sonucu çekmiş ise ona kesinlikle bir ivaz verilir; elem, başkasına ait iyi bir fiilin sonucu ise bu takdirde iki alternatif bahis konusudur; çekilen eleme karşılık ivaz verilebileceği gibi verilmeyebilir de. Eğer verilecek olursa bu durumda ivaz, eleme sebep olan fiilin failine ait sevaplardan alınarak elem sahibine verilir. Ebû Ali el-Cübbâî'ye göre ise ikab ehlinden olanlara ivaz verilmez. 772
Sünnî âlimler, birbirlerine çektirdikleri elemler sebebiyle hayvanlar arasında bir tür ivazın uygulanacağını kabul etmekle birlikte 773, mükellef olan insanlara, ilâhî fiiller sonunda çektikleri elemlere mukabil bir ivaz verilmesinin Allah'a vacip olmadığını savunmuşlardır. Zira onlara göre Allah kâinatın ve içindeki bütün varlıkların yegane sahibi olup mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Çektirdiği acılara ve ıstıraplara mukabil olarak kullarına ivaz vermeye mecbur olduğunu söylemek, ilâhî irade ve kudretini sınırlandırıp onu aciz bir varlık statüsüne indirmek anlamına gelir. 774 Fahreddin er-Râzî'ye göre elemlere mukabil kula ivaz vermek Allah'a vacib olsaydı, bu durumda kula dünyada elem çektirmemek, onu ahirette büyük bir menfaatten mahrum bırakmak olurdu ve bu da kötü bir fiil sayılırdı. 775 Bazı Sünnî âlimler, Mu'tezile'yi ivaz meselesinden dolayı tenasüh inancını benimsemiş olmakla itham etmişlerdir. Zira ivaz, bu görüşü benimseyenleri çocukların ve hayvanların dünyada çektikleri elemlerin, daha önce yaşadıkları hayattaki fiillerinin bir karşılığı olduğunu iddiaya kadar götürür.
Mu'tezilî âlimlerin, Allah Teâlâ'nın kullarına çektirdiği elemlere mukabil olarak onlara ahirette ivaz vermesini kendisi hakkında vacip görmeleri isabetli olmadığı gibi, Sünnî âlimlerin ilâhî irade ve kudreti sınırlandıracağı düşüncesiyle ivaz nazariyesini bütünüyle geçersiz kabul etmeleri de isabetli değildir. Zira bazı insanların, iradeleri dışında ve işledikleri günahlara karşılık olmaksızın eleme maruz bırakıldığı bir realitedir. Bu realiteye uygun olarak âyetlerde, ilâhî musibetlere sabredenlerin cennetle müjdelenmesi. 776 hadislerde de hastalıkların müminlerin günahlarını sileceğinin açıklanması 777 dikkate alındığı takdirde ilâhî iradeyi sınırlayan bir vücub fikrini reddedip ilâhî hikmete uygun olan bir ivaz nazariyesini benimsemek gerektiği açıkça ortaya çıkar. 778
Dostları ilə paylaş: |