İslam tariHİ


Bölüm DOĞUMUNDAN PEYGAMBERLİĞİNE KADAR: Hz. MUHAMMED (s.a.a)



Yüklə 1,34 Mb.
səhifə6/26
tarix30.07.2018
ölçüsü1,34 Mb.
#63162
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26

2. Bölüm





DOĞUMUNDAN PEYGAMBERLİĞİNE KADAR: Hz. MUHAMMED (s.a.a)








  1. fasıl: Hz. Muhammed’in (s.a.a) ataları

  2. fasıl: Çocukluğu

  3. fasıl: Gençlik dönemi

-*-

1. Fasıl





HZ. MUHAMMED’İN (S.A.A) ATALARI




Soyu


Hz. Muhammed’in (s.a.a) soyu, 20. atasına kadar sırasıyla şunlardır: Abdulmuttalib, Haşim, Abdumenaf, Kusayy, Kilab, Mürre, Ka’b, Luvayy, Galib, Fiherr, Malik, Nezr, Kinane, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Muzer, Nizar, Meedd ve Adnan302 …Adnan’dan Hz. İsmail’e (a.s) kadar uzanan atalarının adları ve sayıları hakkında ise ihtilaf vardır.303 Nitekim bizzat Hz. Resulullah’ın (s.a.a) kendisi de atalarını tam olarak Adnan’a kadar saymış, ondan öncesinde durmayı yeğlemiş304, başkalarına da bunu tavsiye etmiştir.305.Adnan’la Hz. İsmail (a.s) arasındaki ataları hakkında soybilimcilerin görüşleri kendisine aktarıldığında onların sözünün yalan olduğunu buyurmuştur306.

Bütün Arapların “Adnanoğulları” ve “Kahtanoğulları” kabilelerinden geldiği esasınca307 Kureyşliler, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) 20.atası Adnan’ın soyundan oldukları için Adnanoğulları’ndan sayılmaktadır. Adnan Arapları arasında soyu Nezr bin Kinane’ye varan bütün boylarla ailelere “Kureyşî” denilirdi, çünkü Nezr’in adı veya lakabının “Kureyş” olduğu kaydedilmiştir308

Kureyş kabilesi309 çeşitli boylara, oymaklara ayrılır; Mahzumoğulları, Zühreoğulları, Ümeyyeoğulları, Sehmoğulları, Esedoğulları ve Haşimoğulları bunların başlıcasıdır ki Hz. Muhammed (s.a.a) Haşimoğullarındandı310.

Abdulmuttalib’in Kişiliği


İslam’ın zuhur çağına yakın olduğundan, Hz. Resulullah’ın(s.a.a) dedeleri arasında en fazla tarihi bilginin bulunduğu isim, o hazretin 1. dedesi -ceddi- olan Abdulmuttalib’dir.

Abdulmuttalib fevkalâde olumlu bir kişiliğe sahipti; herkesçe sayılıp seviliyordu, Kureyşin rakipsiz büyüğüydü, çok cömert, akıllı, basiretli ve zayıfların sığınağıydı311. Bütün ilahi şahsiyetler gibi o da çağının ötesinde bir kişiliğe sahipti, toplumunu aşan bir karakteri vardı. Yaşlı olmasına rağmen Mekke toplumundaki çirkin ve kötü davranışların hiçbirine bulaşmadan yaşamayı başarmıştı. O günlerde Mekke toplumunda ahiret inancı neredeyse yok denecek kadar az olmasına rağmen Abdulmuttalib sadece miada-öldükten sonra herkesin diriltileceğine- inanmakla kalmıyor, kıyamette herkesin hesaba çekileceğini de hatırlatarak “Bu dünyadan sonra herkesin hesap vereceği bir dünya vardır, iyiler ödüllendirilecek, kötüler cezalandırılacaktır” diyordu!312

O günün Arapları arasında acımasız bir kabile taassubu egemen olduğu ve daha önce de belirttiğimiz gibi herhangi bir ihtilaf ve anlaşmazlık durumunda kimin haklı, kimin haksız olduğuna bakılmaksızın herkes ancak kendi kabile, akraba ve dostundan yana tavır aldığı halde Abdulmuttalib böyle değildi! Mesela Harb bin Ümeyye akrabası ve dostu olduğu halde, onun tahrikiyle öldürülen bir yahudinin diyetini -kan parasını- ödemesi için Harb’i sıkıştırıp zorlamış ve akrabasından değil, haktan yana tavır almıştı!313 Evlatlarına zulüm, kötülük ve aşağılık işlerden daima uzak durmalarını öğütler, insanî haslet ve iyi davranışları teşvikte bulunurdu314.

Abdulmuttalib’in koyduğu kuralların çoğunu İslam onaylamıştır: Şarap yasağı, zina yasağı, zina edene had uygulanması, hırsızın elinin kesilmesi, kötü kadınların Mekke’den sürülmesi, kız çocuklarının diri diri gömülmesi, mahremlerle evlenme yasağı, çıplak tavaf yasağı, adağı yerine getirme farzı, haram ayların kutsallığının korunması ve mübahele bunlardan birkaçıdır315. Abdulmuttalib’in Allah’ın hücceti ve Ebu Talib’in de onun “vasi”si olduğu rivayet edilmiştir316.


Tevhid Soyu


Hz. Muhammed’in (s.a.a) soyu bir “tevhid” soyuydu. İmamiye ulemasının çoğunun itikadına göre Abdullah’tan Hz. Adem’e (a.s) kadar Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bütün ecdadı tek tanrı inancı taşımıştır ve aralarında bir tek müşrik yoktur. Bu görüş birçok ayetle hadise dayandırılmaktadır. Bizzat Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Rabbim beni sizin dünyanıza getirinceye kadar daima temiz erkeklerin sulbünden temiz kadınların rahmine taşımış ve beni hiçbir zaman şirkin çirkinliklerine bulaştırmamıştır.”317 İslam şeriatinde şirkten daha kötü bir çirkinlik olmadığı bilinmektedir; Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ceddi arasında bir müşrik bulunsaydı o hazret bütün ceddinin “temiz”olduğunu elbet buyurmazdı.

İmamiye uleması Ebu Talib’in ve Âmene binti Veheb’in tek tanrıya inandığı görüşündedir318. Nitekim İmam Ali de (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a andolsun ki babamla dedem Abdulmuttalib, Haşim ve Abdumenaf’tan hiçbiri puta tapmış değildir; onlar Hz. İbrahim’in (a.s) dinindendiler ve Ka’be’ye doğru namaz kılarlardı”319

2. Fasıl





HZ. MUHAMMED’İN (S.A.A) ÇOCUKLUĞU

Doğumu


Cahiliyet dönemi Araplarının belli ve düzenli bir tarihleri yoktu. Büyük ve ünlü birinin ölümü veya iki kabile arasındaki kanlı bir savaş gibi yerel önemli olaylar tarihin başlangıcı olarak kabul ediliyor ve bu, bir süre böyle gidiyordu320. Hatta bütün kabileler aynı tarihi kullanmıyordu, her kabile kendi açısından önemli bulduğu bir olayı, tarihin başlangıcı olarak almadaydı321.

Habeşistan kralı Ebrehe komutasındaki Fil ordusu Ka’be’yi yıkmak için Mekke’ye saldırdığında322 gaybî bir müdahele ve Allah’ın aşikar ettiği bir mucizeyle inanılmaz bir bozguna uğrayınca bu büyük olay, kendisinden önceki olaylardan çok daha önemli olduğundan uzun bir süre “Fil Senesi”adıyla başlangıç tarihi olmuştur(*). Hz. Muhammed (s.a.a) işte bu yılda dünyaya geldi323.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) miladi tarihle 622’de hicret ve 632’de vefat ettiği ve bu sırada 62 veya 63 yaşında olduğu gibi karineler göz önünde bulundurulacak olursa Fil hadisesinin 569-570’li yıllarda vuku bulmuş olması gerekir324.

Bebeklik ve Çocukluk Dönemi


Babası Abdullah -ra- Şam’a yaptığı ticaret yolculuğundan dönerken hastalanıp Medine’de vefat ettiğinde Hz. Muhammed (s.a.a) henüz iki aylık bir bebekti325; henüz minik yaşta yetim kalmış, sevgili babası Medine’de toprağa verilmişti326. Kur’an-ı Kerim onun yetim kalmasını şöyle hatırlatır:

“…Sen bir yetim iken Rabbin seni bulup barındırmadı mı?Ve seni yol bilmez iken doğru yola yöneltip iletmedi mi?Bir yoksul iken seni bulup da zengin etmedi mi?”327



Amene Hatun minik yavrusuna ilk günlerde bizzat süt vermiş328, kısa bir süre de onu, Ebu Leheb’in azadlı cariyesi Süveybe emzirmişti329. Bu kısa dönemden sonra o günkü arap gelenekleri gereğince330 Hz. Muhammed’i (s.a.a) büyütmesi için bir dadıya verdiler, bu dadı çölde göçebe hayatı yaşayan Sa’d b. Bekiroğulları kabilesinden Halime Sa’diye’ydi331. Halime bu kutlu bebeğe 2 yıl süt verdi332 ve 5 yaşına kadar bakıp büyüttükten sonra onu ailesine teslim etti333.

Arapların, bebeği çölde yaşayan bir dadıya vermelerinin nedeni şehirden uzakta çölün temiz havasında büyümesi ve Mekke’de sıkça görülen veba hastalığından korunmasını sağlamaktı334. Bazı tarihçiler bunun bir başka nedeninin de çocuğun fasih ve düzgün arapça öğrenmesi olduğunu yazarlar335.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) şu hadisi de bunu onaylar:

“Benim arapçam hepinizden düzgündür; çünkü hem Kureyşliyim hem Sa’d bin Bekiroğulları kabilesinde yetiştirildim”336

Bazı tarihi kaynaklarda, Halime’nin süt annesi olarak seçilme nedeni şöyle açıklanır: Minik Muhammed (s.a.a) yetim olduğu için hiçbir dadı onu kabullenmedi. Çünkü kadınlar, dadılık karşılığında bebeğin ailesinden maddi bir yardım görmeyi bekliyorlardı; Halime alacak bebek bulamayınca mecburen yetim Muhammed’i (s.a.a) almak zorunda kaldı337. Ama Hz. Muhammed’in (s.a.a) yetim olduğu için dadılar tarafından tercih edilmediği görüşü pek makul değildir. Zira:

1- Daha önce de belirttiğimiz gibi Abdullah, minik Muhammed’in (s.a.a) doğumundan birkaç ay sonra vefat etmiştir. Yani bebek dadıya verilirken henüz yetim kalmamıştı.

2- Abdulmuttalib’in Mekke’deki fevkalade ileri ve saygın konumu ve çok zengin olmasına binaen dadıların başkalarını tercihi şöyle dursun, onun gibi birinin torununu büyütmek için yarışa girmiş olması gerekir.

3- Konuyla ilgili bilgilerin yeraldığı çoğu tarihi kaynaklarda dadıların böyle bir çekimserliğinin sözü dahi geçmemektedir338.


Annesinin Ölümü ve Dedesi Abdulmuttalib’in Kefaleti


Âmene Hatun artık serpilip büyümüş olan çocuğunu Halime’den teslim aldıktan sonra hem eşinin mezarını ziyaret etmek, hem de Muhammed’i (s.a.a) dayılarına götürmek için, Abdullah’ın cariyesi Ümmü Eymen’i de yanına alarak bir kervanla Yesrib’e gitti339. Yesrib’de 1 ay kaldıktan sonra Mekke’ye dönüşünde “Ebvâ” denilen konaklama yerinde vefat etti ve naşı orada toprağa verildi, bu sırada Hz. Muhammed (s.a.a) 6 yaşındaydı340 Ümmü Eymen Hz. Muhammed’i (s.a.a) kervanla Mekke’ye ulaştırıp sevgili dedesi Abdulmuttalib’e teslim etti341. Abdulmuttalib torununun bakımını bizzat üstlenerek onu itinayla büyüttü, hayatta olduğu sürece ona fevkalâde ilgi ve şefkat gösterdi, daima “Bu torunum bir gün pek büyük bir makama erecek!” diyordu342.

Abdulmuttalib’in Vefatı ve Ebu Talib’in Himayesi


Hz. Muhammed (s.a.a) 8 yaşındayken sevgili dedesini de kaybetti. Abdulmuttalib vefatından önce onu, Abdullah’la anneleri bir olan öz amcası Ebu Talib’e343 emanet etmişti. Ebu Talib kalabalık nüfuslu bir ailenin geçimini sağladığı ve maddi durumu pek iyi olmadığı halde344 çok cömert ve çalışkandı, halk tarafından pek sevilip sayılıyor345 Kureyş arasında sözü geçiyordu346. Dahası, Muhammed’e (s.a.a) çok sevgi beslemekteydi, onu kendi çocuklarından bile fazla seviyordu347.

Ebu Talib’in eşi Fatıma binti Esed Hatun da Hz. Muhammed’i (s.a.a) öz evladı gibi bağrına basmış, ona kendi evlatlarından daha fazla yakınlık göstermiş, onu gerçek bir anne şefkatiyle büyütmüştü. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) eğitim ve yetiştirilmesinde bu büyük kadının çok önemli rolü vardır. Hz. Muhammed (s.a.a) onun çektiği zahmet ve verdiği emekleri daima minnetle anmakta ve ondan her zaman “annem” diye sözetmekteydi348.


Şam Yolculuğu ve Rahib’in Kehaneti


Ebu Talib, Kureyş kervanıyla birlikte ticaret için gittiği bir Şam yolculuğuna, Hz. Muhammed’in (s.a.a) ısrarı üzerine onu da götürmüştü. Tarihçiler bu sırada hazretin yaşı konusunda 8,9,12,13 yaşları diyerek 4 rivayet aktarmışlardır. Kervan Büsra’ya varınca bir manastırın yanında konakladılar349. Bu manastırda hırıstiyan aleminin büyük dinadamı rahip “Büheyra”yaşıyordu. Kervandakiler arasında Ebu Talib’in yeğeni bu ünlü rahibin dikkatini çekmişti. Çünkü geleceği vaat edilen son peygamberin birçok özellik ve işaretlerini onda görebiliyordu!Bir süre Hz. Muhammed’le (s.a.a) sohbet edip onu sınadıktan sonra müjdelenen peygamberin o olduğundan emin oldu; meseleyi Ebu Talib’e açarak bu çocuğa çok iyi bakmasını, özellikle onu Yahudilerin komplolarından korumasını tembihledi350.

Bu konuyla ilgili birkaç noktayı hatırlatmakta yarar var:

1- Bu olay bazı tarih ve hadis kaynaklarında çok özetle, bazılarında da dallandırılıp budaklandırılarak anlatılır; ancak meselenin esası üzerinde şüphe bulunmamaktadır. Zira Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette önceki peygamberlerin Hz. Muhammed’in (s.a.a) geleceğini müjdelediği ve kitap ehli alimlerinin de bundan haberi olduğu, ilgili işaretler ve özellikleri bildikleri gerçeğini hatırlatmaktadır351. Aynı şekilde, kitap ehlinin Hz. Resulullah’ın (s.a.a) geleceğiyle ilgili birçok kehanetleri de tarih ve hadis kitaplarında yer almaktadır352.

2- Ehl-i Kitab’ın Hz. Muhammed hakkında bildiği nişanelerin bir kısmı onun özel yaşamı ve fizikî özellikleri (çocuklukta yetim kalması, çehresi, adı…vb) ile, bir kısmı da onun kabile ve ailesiyle ilgili (arap olması, ünlü ve kişilikli bir kadınla evleneceği) alâmetlerdi. O hazretin fizikî işaretlerinin en önemli ve en bârizi, iki omuzu arasında yer alan “nübuvvet mührü” veya “peygamberlik beni”ydi353.

3- Büheyra’nın bu kehaneti sadece kervandakiler için yeni bir haberdi, zira sadece Ebu Talib değil, Hz.Muhammed’in (s.a.a) diğer yakın akrabaları da onun parlak geleceğinden haberdardı354.

Hırıstiyanların Tarihi Tahrifi


Bazı oryantalistler Hz. Muhammed’le (s.a.a) Büheyra’nın görüşmesinde tarihi saptırma yoluna giderek bu görüşmede Hz. Muhammed’in (s.a.a) ondan İncil ve Tevrat’ı öğrendiği iddiasında bulunmuşlardır355.

Will Dorant yumuşak bir dille bu asılsız iddiaya şöyle değinir:

“…Amcası Ebu Talib 12 yaşındayken onu Şam’ın şehirlerinden biri olan Büsra’ya götürdü. Bu yolculukta hırıstiyanlık ve Yahudilik inançlarından bazısıyla tanışmış olması muhtemeldir356.

Bu boş iddia ve tarihi tahrife verilecek cevap şudur:

1- Bütün tarihçiler Hz. Muhammed’in (s.a.a) ümmi olduğu ve okuma yazma bilmediğinde müttefiktirler.

2- Daha önce de belirtildiği gibi bu sırada çocuktu ve 13 yaşını geçmiyordu.

3- Bu görüşmeyle bi’set arasında çok uzun bir zaman dilimi vardır.

4- Büheyra’yla görüşmesi çok kısa olmuş ve Büheyra sadece birkaç soru sormuş, o da cevap vermiştir.

Bütün bunlar dikkate alındığında okuma yazması bile olmayan bir çocuğun kısa bir görüşme sırasında İncil’le Tevrat’ı; 40 yıl sonra mükemmel bir şeriat ortaya çıkaracak kadar etraflıca öğrendiğine inanılabilir mi gerçekten?!

5- Eğer Hz. Muhammed (s.a.a) Büheyra’dan bir şeyler öğrenmiş olsaydı inatçı ve bahaneci Kureyşlilerin bunu onun aleyhine bir propaganda aracı olarak kullanması gerekirdi; oysa İslam tarihinde böyle bir şeye rastlanmamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de de Kureyş’in iftira ve karalamalarına cevap verilirken böyle bir konuya işaret yoktur.

6- Böyle bir şey vuku bulmuş olsaydı, kervandakilerin Mekke’ye gittiklerinde bunu anlatmış olması beklenmez mi?

7- Eğer bu gerçek ise Şam hırıstiyanları neden “Muhammed’in (s.a.a) öğretmeni aslında biziz” şeklinde bir iddiada bulunmamışlardır?

8- Bu iddia doğru ise, İslam inançlarının İncil ve Tevrat’taki inançlarla aynı olması gerekirdi. Oysa böyle olmadığı gibi, Kur’an hırıstiyanlarla Yahudilerin birçok inançlarını ve aynı şekilde İncil’le Tevrat’taki birçok inanç ve öğretiyi açıklamakta ve bunları batıl ilan etmektedir357.

Bir gün Hattaboğlu Ömer, Yahudilerden duyduğu Hz. Musa’nın (a.s) hadislerini yazmak için izin istediğinde Hz. Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurmaktadır: “Neden? Yahudilerle hırıstiyanlar gibi siz de dininizden emin değil misiniz yoksa?! Ben bu temiz ve nurlu dini sizler için getirmiş bulunuyorum, biliniz ki eğer Musa hayatta olsaydı onun da bana uymaktan başka seçeceği bir yol yoktu!”358.

Hz. Resulullah (s.a.a) çok sayıda yahudinin yaşamakta olduğu Medine’de Yahudilerin birçok inanç ve programına karşı çıkıyor, onları reddediyordu359, o kadar ki, Yahudiler “bu adam bizim yaptığımız her şeye karşı çıkmak istiyor” diyecek noktaya gelmişlerdir360.

Bu olayı İslam aleyhine bir propaganda aracı olarak kullanıp zihinleri bulandırmak isteyen hırıstiyanlardan biri olan Konstant Virjil Geogıo bunu o kadar saptırıp tahrif ederek anlatır ki hiçbir kıstasa sığdırmak ve hiçbir mantıkla bağdaştırmak mümkün olmadığı gibi, bizzat hırıstiyanların mezkur iddiasıyla da bağdaşmamaktadır. Bu komplocu hırıstiyan, Büheyra adını bile “Behire” şeklinde tahrif ederek şöyle diyor:

Arap ravi İbni Hişam şöyle yazar: Behire, halkın zannettiği gibi, bir hırıstiyan değil, Maneviydi aslında (Manişeizmi kastediyor-çev-); Sasaniler döneminde peygamberlik iddiasında bulunan Mani’ye inanıyordu. Sasani kral 1. Behram mil.262’de Huzistan’daki Gendi Şafir’un kapıları önünde bu adamı çarmıha germiştir.

Mani peygamber olduğunu iddia ediyordu, (Behire gibi onu izleyenler de tanrının sadece bir millete ait olmadığına, bütün milletlerin olduğuna, çünkü herkesin O’ndan olduğuna inanıyor ve tanrının dilediği zaman dilediği milletin arasından, onların dilini konuşan bir peygamber gönderdiğini söylüyorlardı”361

Yukarıdaki hırıstiyanın “İbni Hişam”dan maksadı, hk.213’de ölen İslam tarihinin önemli kaynaklarından ünlü “Nebevi Siyeri”nin yazarı “Abdulmelik b. Hişam”olsa gerek; ancak sadece İbni Hişam’ın Siyer’inde değil, diğer eski İslam tarihi kaynaklarının da hiçbirinde “Mani”veya “Manişeizm”in adına dahi rastlamak mümkün değildir! Bilakis, bu şahıstan sözedilen yeni tarihlerde ise ondan bir hırıstiyan -çok nadir olarak da Yahudi- olarak bahsedilmiştir, zaten bizzat mevzuya bakıldığında da onun hırıstiyan olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Bu durumda Geogio efendinin bu bilgiyi hangi kaynaktan aktardığını sormak gerekmez mi sahi?!

Bu bir tarafa dursun, esasen Maniliğin Şam’da bir tek izleyicisi bile yoktu; “Arap Yarımadası”ndaki dinler” konulu bahsimizde de belirttiğimiz gibi Maniliğin merkezi o günkü İran’dı. Bu durumda bir araştırmacının da dediği gibi, Büheyra’nın Mani dinine mensup olduğu iddiası; gerçekte Yüce İslam dininin “tektanrıcı” ve “cihanşumül”lüğünün Manilikten kopyalandığı zihniyetini oluşturmak için tezgahlanmış bir komplo değil midir aslında?! Nitekim hırıstiyanlar yüce İslam dinine karşı benzeri komploları asırlar önce de defalarca sergilemişlerdi. En ileri fikirleri, hükmü kalkıp tahrif olmuş dinlere maletmek onlar için hiç önemli değildir, çünkü bu dinlerin böyle şeylerle övünebilecek sayıda önemli bir taraftar kitlesi bulunmadığını çok iyi bilmektedirler. Haçlı savaşları üzerinden asırlar geçmesine rağmen hırıstiyan dünyasının halâ ürktüğü tek din İslamdır; bu nedenle de bu yüce dinin cazibesini lekeleyip onu gözden düşürebilmek için her yola başvurmakta, doğrusuna yalanına aldırmadan her vesileyi kullanmaktadırlar362.



Yüklə 1,34 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin