3. Fasıl
HZ. MUHAMMED’İN (s.a.a) GENÇLİĞİ Hılf’ul Fuzul363
Kureyşin imzaladığı en değerli antlaşma olarak bilinen364 Hılf’ul Fuzul antlaşması, Kureyş boylarından birkaçının reisi arasında yapılan bir antlaşmadır, bu ilginç antlaşmanın öyküsü şöyledir: Zübeydoğulları kabilesinden biri Mekke’ye mal getirmiş, bu malı sehmoğulları kabilesinden Âs bin Vâil almıştı. Âs, aldığı malın ücretini ödemedi. Zübeydî arap, parasını almak için her müracaat edişinde red cevabı alıyordu. Daha önceki bahislerimizde değindiğimiz gibi o günlerin Arap Yarımadası’nda kabile taassubu egemendi; her kabile kendi mensuplarının çıkarını gözetir, yabancı biri burada bir zulüm ve haksızlığa uğrayacak olsa kimseden destek görmezdi. Kureyş büyüklerinin Ka’be etrafında bir arada oturduklarını gören yabancı adam, Ebu Kubeys tepesine çıkarak pek hazin bir şiir söyleyip Kureyş büyüklerinden adaletli davranmalarını istedi365.
Bu adamcağızın hüzünlü bir şiirle adalet dilenmesi duyanları pek etkilemişti; Kureyşin halk arasında iyi isim yapan ve en sevilen boyları olan Haşimoğulları,Abdulmuttaliboğulları, Zühreoğulları, Temimoğulları ve Hârisoğulları kabilelerinin büyükleri, Zübeyr Bin Abdulmuttalib’in önayak olmasıyla Teymîoğulları boyundan Abdullah b. Cud’an’ın evinde toplanıp zulme ve haksızlığa uğrayan mazlumların yanında yer alacaklarına dair yeminleşip bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşma gereğince hangi kabileden ve hangi sınıftan olduğuna bakmaksızın Mekkeli veya yabancı, zengin veya fakir, zayıf veya güçlü kim olursa olsun, Mekke dahilinde hiç kimseye haksızlık yapılmasına asla izin vermeyecek ve mağdur düşenlere arka çıkıp hak sahibinin hakkını elde etmesine yardımcı olacaklardı. Bu yeminden sonra Âs’ın evine gidip Zübeydoğullarından olan yabancının hakkını ondan aldılar ve kendisine verdiler366. Bu sırada Hz. Muhammed (s.a.a) 20 yaşındaydı367.
Cehalet ve karanlığa gömülmüş olan o günün toplumunda görülmemiş bir mertlik ve bir nevi “insan haklarını savunma birliği” sayılan bu gruba onca genç yaşına rağmen Hz. Muhammed’in (s.a.a) de katılmış olması çok şeyler ifade ediyordu aslında. Zira bu sırada onun yaşıtları gününü gün edip eğlenmekten başka bir şey düşünmüyordu; mazluma destek vermek, temiz bir toplum yaratmak ve adaleti icra etmek gibi insani değerler onların gözünde hiçbir anlam ifade etmiyordu. Hz. Muhammed (s.a.a) ise genç yaşta böyle bir antlaşmaya katılıp böyle bir gruba üye olmaktan mutluluk duyuyordu, peygamber olduktan sonra da bunu belirtecek ve şöyle buyuracaktı:
“Abdullah b. Cud’an’ın evinde öyle bir antlaşmaya katıldım ki onun yerine bana kızıl tüylüdeveler verilseydi o kadar mutluluk duymazdım, şimdi İslam çağında da beni böyle bir antlaşmaya katılmaya davet edecek olsalar gidip katılırım!”368
Bu antlaşma o güne kadar yapılan antlaşmaların en değerlisi ve en üstünü olarak tanımlandı ve bu yüzden de adına “Hılf-ul Fuzul (veya fudul)” denildi369. Mazlumların, savunmasız zayıfların, fakirlerin ve gariplerin hakkını korumak için imzalanan bu güzel antlaşma daha sonra birçok mazlum yabancının Mekke zorbalarının elinden kurtulmasına yaramıştır370.
Şam’a İkinci Yolculuk
Huveyled kızı Hatice Mekke’nin en muteber tüccarlarından biriydi, zenginliğinin yanı sıra asil ve kişilikli bir kadındı; ticaret için kiraladığı adamlar onun için mal alıp satar, ücretlerini alırlardı371 Hz. Muhammed (s.a.a) 25 yaşına geldiğinde372 . Ebu Talib “Oğul” dedi, “Ben yaşlandım, maddi durumumuz da pek iyi değil; bir Kureyş ticaret kervanı yola çıkmaya hazırlanıyor.Keşke sen de gidip Hatice’yle konuşsaydın, onun ticaret sorumluluğunu da sen alırdın!..”
Ebu Talib bunları söylerken, Hz. Muhammed’in (s.a.a) dürüstlüğü, emanete sadakati ve güzel ahlakını epey duymuş olan Hatice de aynı şeyi düşünmüş ve kölesi Meysere’yi Hz. Muhammed’e (s.a.a) göndererek kendisinin ticaret sorumluluğunu kabul etmesi halinde ona başkalarından daha fazla ücret ödeyeceğini ve kölesi Meysere’yi de yanına vereceğini belirtmişti!! Hz. Muhammed (s.a.a) onun bu teklifini kabul etti373 ve Meysere’yle birlikte Şam kervanına katıldı374. Bu defa kazançları daha öncekilerden de fazla olacaktı375.
Meysere bu yolculuk sırasında Hz. Muhammed’in (s.a.a) kerametlerini görmüş, hayrette kalmıştı. Bu yolculukta Nostur adlı bir rahip, Hz. Muhammed’in (s.a.a) gelecekte peygamber olacağını müjdelemişti. Meysere’nin gördüğü bir başka olay da bir adam, alışveriş sırasında Hz. Muhammed’e (s.a.a) “Lat’la Uzza’ya yemin edersen sana inanır, malını alırım” deyince o hazret (s.a.a) “Ben hayatımda Lat’la Uzza’ya yemin etmiş değilim!” demiş, yemin etmemişti376.
Meysere Mekke’ye döndüğünde şahid olduğu bu kerametleri Hatice’ye anlattı377
Hatice’yle Evliliği
Hatice çok akıllı, uzak görüşlü ve iffetli bir kadındı, soy ve neseb bakımından da Kureyş kadınlarından daha asil ve üstündü378. Mümtaz ahlakî meziyetleri ve sosyal prestiji nedeniyle bütün Mekke’de tanınmış, cahiliyet dönemi gibi bir ortamda halk ona “Tahire”379ve “Kureyş kadınlarının baş tacı ve efendisi” lakâplarını vermişti380. Bir rivayete göre Hatice daha önce iki evlilik yaşamış, ama her ikisinde de eşi öldüğünden, dul kalmıştı381. Kureyş büyükleri onunla evlenebilmek için çok çaba gösteriyordu382, Ukbe b. Ebu Muit, Ebu Cehil ve Ebu Süfyan gibi çok ünlü adamlar defalarca Hatice’ye evlenme teklifinde bulunmuş, ama o bütün bu teklifleri nazikçe geri çevirmişti383.
Diğer taraftan Hatice Hz. Muhammed’le (s.a.a) akraba sayılıyordu, ikisinin de soyu “Kusayy”a ulaşıyordu çünkü. Hz. Muhammed’in (s.a.a) parlak manevi geleceğini duymuştu;384 ve o hazretle (s.a.a) evlenmek istiyordu385. Nitekim Hz. Muhammed’e (s.a.a) evlenme teklifinde bulundu; hazret (s.a.a) amcalarıyla danıştıktan sonra bu teklifi kabul etti ve aile arasında düzenlenen sade bir törenle evlendiler386 Meşhur kavle göre bu sırada Hz. Hatice (a.s) 40, Hz. Muhammed de (s.a.a) 25 yaşındaydı387.
Hz. Hatice (a.s) Hz. Muhammed’in (s.a.a) evlendiği ilk kadındır388
Hacer’ül Esved’in Nesebi
Hz. Muhammed (s.a.a) güzel ahlakı, emanete sadakati, dürüstlüğü ve doğru sözlülüğüyle Mekke halkının gönlünü fethetmişti, herkes ona “güvenilir” anlamına gelen “emin” diyordu artık389. Mekkeliler ona duydukları sınırsız sevgi ve güvenin yanı sıra onun adaletine de inandığından Hacer’ül Esved’in yerine konulması kararını ona bırakacak, o da görülmemiş bir dehayla bu sorunu hallederek Mekkeliler arasındaki ciddi bir ihtilafı giderecekti390.
Hz. Muhammed (s.a.a) 35 yaşlarındayken “Mekke dağlarından şehre inen büyük bir sel Ka’be duvarlarını birkaç yerden tahrib etmişti. O güne kadar Ka’be tavansızdı, duvarları da pek kısaydı, bu nedenle de içindeki değerli eşyaların korunması zor oluyordu. Bu nedenle Kureyş ötedenberi Ka’be’ye bir tavan çekmek istiyor, ama buna bir türlü fırsat bulamıyordu. Şimdi iyi bir fırsat doğmuştu, Ka’be’nin duvarlarını yıkıp yeniden inşa etmeye, bu arada üzerine bir de tavan yapmaya karar verdiler.
Kâ’be’nin yeniden inşası sırasında, Hacer’ül Esved’in yerine konulması konusunda Kureyş boyları arasında ciddi bir anlaşmazlık baş gösterdi, kabileler arası rekabet ve taassuplar yine hortlamıştı! Her kabile, Hacer’ül Esved’i yerine koyma onurunun kendisine bırakılmasını istiyordu. Bazı kabileler kan dolu bir leğene ellerini daldırıp yemin etmiş, bu onuru başka kabilelere bırakmaktansa ölünceye kadar savaşmaya karar vermişlerdi. İş çığırından çıkıyor, korkunç bir savaşın kıvılcımları çakıyordu…
Anlaşmazlık büyüyünce en yaşlılarının önerisiyle; bugünkü Safa Kapısı olan Benî Şeybe Kapısı’ndan Harem’e ilk girecek kimsenin hakemliğini kabullenmeye karar verdiler.
Gözler “Bab-u Beni Şeybe”ye dikildi…
Tam bu sırada Hz. Muhammed (s.a.a) bu kapıdan Mescid’ul Haram’a girmişti!..
Hepsi birden sevinçle “Aa! Bu, Muhammed!” dediler, “Muhammed’ül Emîn geldi işte!O ne derse kabulümüzdür!”
Kureyşin “Emin”i (s.a.a) büyük bir kumaşı yere sererek Hacer’ül Esved’i üzerine koydu ve kabile reislerinin kumaşın bir kenarından tutmasını istedi, duvarın yanına geldiklerinde Hacer’ül Esved’i bizzat kendisi alıp itinayla yerine yerleştirdi391. Bu ince tedbir sayesinde büyük bir anlaşmazlığı tatlıya bağlamış ve kanlı bir savaşı önlemişti!
Hz. Ali’yi (a.s) Yetiştiriyor
Ka’be’nin yeniden inşasından birkaç yıl sonra ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) bi’setinden birkaç yıl önce Mekke’de büyük bir kıtlık baş gösterdi. Hz. Muhammed’in (s.a.a) sevgili amcası Ebu Talib kalabalık bir aileyi geçindirmek zorundaydı, ama fakirdi. Hz. Muhammed (s.a.a) Haşimoğullarının en zenginlerinden biri olan amcası Abbas’a giderek “Her birimiz Ebu Talib’in çocuklarından birini yanımıza alıp büyütelim, böylece onun sıkıntısı biraz azalmış olur” dedi. Abbas bu teklifi kabul edince birlikte Ebu Talib’e gidip durumu anlattılar. Ebu Talib memnun olmuştu; Abbas, Cafer’i, Hz. Muhammed de (s.a.a) Ali’yi (a.s) aldı ve böylece Hz. Ali’nin (a.s) eğitim ve terbiyesini bizzat Hz. Resulullah (s.a.a) üstlenmiş oldu. Hz. Ali (a.s) çok küçük yaştan itibaren Hz. Resulullah’ın (s.a.a) özel terbiye ve eğitimiyle yetişecek, onun elerinde, onun evinde büyüyecek ve peygamberlikle görevlendirildiğinde de ona ilk iman eden erkek olacaktı392.
Hz. Ali (a.s) bu sırada 6 yaşındaydı393, eğitim, terbiye ve kişiliğin ilk tohumlarının yeşermeye başladığı kritik bir çağdı bu. Hz. Muhammed (s.a.a) amcası Ebu Talib’le yengesi Fatıma binti Esed’in kendisine verdikleri onca emek ve zahmetlere karşılık teşekkür borcunu yerine getirebilmek için onların çocuklarından birini bizzat alıp yetiştirmek istemiş ve bu eğitime en uygun çocuğun Hz. Ali (a.s) olduğunu görmüştü. Nitekim Hz. Ali’nin (a.s) veliliğini üstlendikten sonra “Ben, Rabbimin benim için seçmiş olduğunu seçtim!”buyuracaktı394.
Hz.Muhammed (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) çok seviyor, onu fevkalade bir ilgi ve itinayla tıpkı kendi evladı gibi yetiştiriyordu. Hz. Ali’nin (a.s) amcaoğullarından Fazl bin Abbas şöyle anlatır: Babam Abbas b. Abdulmuttalib’den “Hz. Resulullah (s.a.a) evlatlarından en çok hangisini severdi?” diye sordum, babam “Ali’yi” dedi, onun yanlış anladığını sanarak “Ben Resulullah’ın (s.a.a) evlatlarını kastediyorum” deyince babam “Hz. Resulullah (s.a.a) Ali’yi (a.s) bütün evlatlarından daha fazla severdi” dedi, “Ona, bütün evlatlarından daha fazla ilgi gösterirdi. Hatice için çıktığı yolculuktan başka bir defa olsun, onun Ali’yi (a.s) yanından ayırdığını görmedim. Resulullah’ın (s.a.a) Ali’ye (a.s) olan düşkünlüğü kadar çocuklarına düşkün bir baba ve Ali’nin (a.s) de ona gösterdiği kadar babasına itaat ve bağlılık gösteren bir çocuk görmedim ben!”395.
Hz. Resulullah (s.a.a) peygamber olduktan sonra Hz. Ali’nin (a.s) eğitim ve terbiyesine o kadar özen gösteriyordu ki, gece vakti kendisine bir vahiy nazil olacak olsa sabah olmadan; gündüz bir vahiy nazil olsa akşamdan önce onu mutlaka Hz. Ali’ye (a.s) öğretiyordu.”396
Hz. Ali’ye (a.s) kendisinin nasıl diğer sahabelerden daha fazla hadis öğrenebildiğini sorduklarında şu cevabı verdi: “Ne zaman Hz. Resulullah’tan (s.a.a) bir şey soracak olsam cevap verirdi, ne zaman susacak olsam önce kendisi bana bir hadis söylerdi”397.
Hz. Ali (a.s) halife olduğu günlerden birinde, kendisinin çocukluktan beri nasıl yetiştirildiğini şöyle anlatır:
“…Siz sahabeler benim Resulullah’la (s.a.a) yakınlığımı, yakın akrabalığımı ve onun nezdinde nasıl özel bir yerim olduğunu bilirsiniz… Küçük bir çocukken beni nasıl bağrına bastığını, kendi yatağında, kendi yanında yatırdığını bilirsiniz. Onun mübarek kokusunu elvan elvan duyardım, yemeğimi bizzat yedirir, ağzıma lokma verirdi.
Annesinin peşi sıra giden bir çocuk gibi, nereye gitse peşi sıra giderdim. Her gün kendi erdem ve ahlakından birini bana öğretir, ona uymamı buyururdu. Her yıl Hira Dağı’nda ibadete çekilir, benden başka kimse onu göremezdi. Ona vahiy nazil olduğunda şeytanın sesini duydum “Ya Resulullah, bu feryat nedir?” diye sordum, “Bu şeytanın feryadı, onun iniltisidir”buyurdu. “Çünkü artık yeryüzünde kendisine itaat edilmesinden ümidini yitirir hale geldi. Ya Ali! Benim duyduğumu sen de duyuyor, benim gördüğümü sen de görüyorsun; ancak sen peygamber değil, benim hayırlı ve daima iyilik üzere olan vezirimsin.”398.
Bu sözlerin Hz. Resulullah’ın (s.a.a) peygamberliğinden sonraki dönemlerinde Hira’daki ibadetiyle ilgili olduğu sanılmamalıdır; zira Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Hira’da ibadete çekilmesi daha çok bi’setten önceki döneme rastlar, bu nedenle de sözkonusu ibadete çekilme olayı bi’setten öncesine aittir. Nitekim şeytanın feryadının nedeni de Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bi’seti, yani ilk ayetin nazil oluşundan dolayıdır. Her hal-ü kârda önemli olan şudur: Hz. Ali’nin (a.s) temiz bir ruha sahib oluşu ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) onu aralıksız ve itinayla eğitip yetiştirmesi sonucu o henüz çocukluk çağından itibaren hassas bir kalp, keskin bir görüş ve duyuş gücü, özel bir anlayış ve basiretle donanmış ve diğer insanların göremediği şeyleri görür, onların duyamadığı şeyleri duyar hale gelebilmiştir.
-*-
Dostları ilə paylaş: |