İslam’in etrafindaki ŞÜpheler



Yüklə 0,89 Mb.
səhifə30/31
tarix27.12.2018
ölçüsü0,89 Mb.
#87561
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   31

Çıkar Yol

İslâm nizamını gerçekleştirmenin yolu nedir?

îslâmın yeryüzünde en hayırlı nizam olduğuna, tarihî, coğrafî ve devletlerarası durumumuzun İslâ-im, izzet, şeref ve sosyal adalete giden tek yolumuz haline koyduuğna inandık. Fakat bugün İslâm mef­kuresine düşman bir ortamda; tıpkı dıştaki düşman­ların harp etmekte olduğu gibi, müslüman devlet bal­kanı ve krallardan İslama karşı harp halinde bulunan azgınların idaresine İslâmı gerçekleştirmeğe götüre­cek yol nerede ve nasıl bir yoldur?!..

Çıkar yol nedir?... Durum şu ki, dünya üzerinde­ki her dâvanın ancak bir tek garantili yolu bulunabi­lir... İman!

«Bu dine sonunda hiç bir şey fayda vermiyecek, ancak evvelinde faydalı olan fayda verecektir.,.»

Bugün biz sadr-ı îslâmdaki müslümanîarın karşı­laşmış oldukları şeylerin tıpkısı ile karşılaşıyoruz. O zamanın müslümanları bir avuç insandan ibaretti; Onlar, iki büyük imparatorlukla karşı karşıya idiler. Kuzeyden Bizans İmparatorluğu, doğudan da İran İmparatorîuğu. İnsan, malzeme, mal, harp sanatı ve tec­rübe bakımlarından bu iki imparatorluğun kaynaklan mukayese edilemiyecek kadar müslünıanlarınkin-den kat kat üstündü.

Bunların hepsine rağmen yine de mucize vâki oldu...

Bu mucize Tarihteki mucizelerin en ziyade hay­ret vereni idi.

Bir avuç müslüman Kisra ve Kayser'in imparator­luklarına galebe çaldı. Yarım asırdan daha az bir za­manda her ikisini de tamamen ortadan kaldırdı. Her ikisinin mülküne birden vâris oldu. Kısa bir zaman sonra Atlas Okyanusundan Hint Okyanusuna uzanan bir ülkeye el koydu.

Nasıl meydana geldi ve nasıl oldu bu?..

Tarihin maddi ve iktisadî tefsirlerin hiçbiri, onun nasıl meydana geldiğini anlatmağa elbette kaadir ola-mıyacaktır. Lâkin bir tek şeyin onu tefsir etmesi müm­kündür. İmân... Onlardan herbiri «Cennetle benim aramda, ancak şu adamı öldürmem veya onun beni öldürmesinden başka bir şey var mı?» demeye sevke-den îman. Sanki zifafa gidiyormuş gibi «Bizi, iki gü­zelden başka bir şeyin mi beklediğini sanıyorsunuz.» diyerek savaşa atılır. Sonra iki güzelden birine mülâ­ki olmak için düşmana saldırır. O iki güzel: Zafer ve­ya şehadet...

işte yol budur. Yeryüzünde hiç bir davetin ondan başka yolu yoktur.

Bir kısım insanlar, samimi veya gayri samimî ola­rak ısrarla, silâh!... Nerede silâh?... derler.

Evet, silâha muhtacız. Lâkin bizim ilk muhtaç ol­duğumuz şeyin silâh olmadığı gerçeğinin gözümüzden kaçmaması lâzımdır. Malûmdur ki, yalnız silâh bir fayda vermez. Geçen harpte İtalyanlar en süratli ve en tahripkâr silâhlara mâlikti. Hiçbir savaşta sabır ve celâdet gösteremediler. Sabır ve celâdet ne gezer, onlar firarda yarış ediyorlar, esir düşme fırsa­tını kendilerine bahşedenlere silâhlarını veriyorlardı. Şu halde onlarda eksik olan şey silâh değildi. Onla­rın noksanı ancak îman ve mânevi kuvvet idi.

Yine zikredebiliriz ki, Kanal harbinde adetleri yü­zü aşmayan ve her gece ancak beş veya altı tanesi hücum eden fedailerden küçük bir gurup ihtiyar im­paratorluğun rahatını kaçırdı. Bu yüzden müstevliler oradan çekilmek mecburiyetinde kaldılar.

Bu fedaîler, tahrip edici silâhlara mâlik değiller­di. Ne ağır makinelileri, ne bombardıman uçakları ve ne de tankları vardı. Onların ellerindeki silâhlar sa­dece tabanca, mavzer ve hafif makineli tüfeklerden ibaretti. Lâkin onlar, silâhtan daha kuvvetli ve daha tahripkâr bir şeye sahiptiler. Onlar îman silâhına sa­hiptiler. Onlar, o ilk müslümanîardan bir avuç insan bu ruh ile yaşıyorlardı. Onlar Allah yolunda çarpışıyor, öldürüyor ve ölüyorlardı. İşte onlar ihtiyar imparator­luğun rahatını bununla kaçırdılar.

Hiç kimse önümüzdeki yolumuz «Çiçeklerle be­zenmiş, güllük, gülüstanîık bir yoldur.» diyemez. Ha­yır, önümüzdeki yol, ter, kan ve göz yaşı ile dolu bir yoldur. Her dâva için mutlaka bunlar lâzımdır. Zafer için nice fedakârlıklar yapmak ve nice kurbanlar ver­mek şarttır. İzzet, şeref ve sosyal adaletten ibaret olan gayemiz, elbette uğrunda kurbanlar vermeğe lâyık­tır.

Bununla beraber, bu uğurda vereceğimiz kurban­lar, zillet, meskenet, fakirlik, gerilik ve sürgün haya­tı yaşamak uğrunda şimdiye kadar verdiğimizden ve daha bizden vermemiz istenen kurbanlardan daha fazla olmayacaktır.

Geçen harpte ne kadar kurban verdik? Müttefik­lerimiz olan milletlerin askerlerinin arabaları altında kaç bin kişimiz öldürüldü? Ne kadar namus tarumar edildi? Karşılıksız olarak ne kadar yiyecek ve malze­me yağma edildi?... Sonra ne oldu? Sonra Çorçü, «Sizi himaye ettik, himayenin bedelini ödeyiniz.» diyerek karşımıza dikildi.

Dün garp müşterek bir müdafaa kampına girme­mizi istiyordu. Amerikalı veya İngiliz «Beyaz Adamdın eline ulaşmadan önce, tahrip edici silâhlan tecrübe et­mek için, bizden yarım milyon insan silâh altına al­mak, gıda maddelerimizi- yağma etmek, müslüman­larm ırz ve namuslarına tecavüz etmek istiyordu... Sonra ne olacak, ister kazansınlar, ister kaybetsinler tabii savaşın sonunda bize tekme atacaklardır.

Madem ki, ölümden kurtuluş yoktur. O halde ni­çin zillet ve meskenet yolunda ölüyoruz?

Müttefikler uğrunda yanm milyon ölse mukad­des topraklarımızda, asker veya sivil bir tek müstenv lekeci kalmaz. Böylece yeryüzünde müstemlekecilik de sona ermiş olur...

İşte ancak budur çıkar yol...

Biz, ilk önce kendi nefislerimize karşı, sonra da gelecek harpte tarafsız kalmamız için cihat ederken, muazzam toplara, tayyarelere ve tanklara muhtaç olmayacağız. Çünkü biz ne harp edeceğiz, ne de ülkeler işgal edeceğiz. Bizim harbimiz iman ye ilim harbi olacaktır. Bunlarm hepsi bugün bizim elimizdedir. Dileyeceğimiz zaman da imkânımız dahilindedir...

Bazı kimseler komünizmin yayılması karşısında İslama kızıyorlar. Nedir onları izaç eden şey acaba?.

İslama göre durum hiç değişmeyecektir. Bugün komünizmin silip süpürüp yuttuğu âlem, Türkistan, Azerbaycan, Şimal Kafkasya, Kırım ve İdil, Ural gibi müslüman ülkeleri de komünizm tarafından işgal edi­lerek birer sömürge haline getirilmiştir. Daima İsla­ma düşman kesilen salip veya gayri müslim topluluk­lardır. Komünizmin bizzat başlama yeri olan Rusya, fitne ve ıztıraplar meydana getirmek için, bir çok züm­releri bir araya getirerek İslâm devletinin aleyhine savaşlar açan bir ülke idi. O halde değişen nedir? İs­lama saldıran ilk haçlıların beşiği Avrupa'dır. Hâlâ da öyle. O hâlde değişen nedir?

Hayır, hiç bir şey değişmemiştir.

Şüphesiz bugün bizim durumumuz sağdan ve sol­dan iki büyük imparatorluğa karşı ilk müslümanlarm durumlarının aynıdır. İslâm memleketlerindeki azgın kıral ve idarecilere gelince, biiznillâh onlar zevale doğru yollarını almaktalar. Azgın Faruk'un saltana­tından hâl edileceğini kim kabul ederdi? Bir defa vu­ku bulanın defalarca vuku bulması mümkündür... Şüphesiz azgınları hezimete uğratan ve onları yerle­rinden sarsan İslâmî hareket kendi yolunda emin adımlarla ilerlemektedir... Yerin ve göğün kuvvet eli kendine destek olduğu halde yoluna devam edecektir. İslâm âleminin her yerinde müjdecileri belirmekte olan bu İslâmî kütleleşme hiçe sayılacak bir durum de­ğildir.

Kendi memleketi içerisindeki azgın ve taşkın davramşîara karşı direnen ve onlara savaş açan bu İslâ-mi hareketler elbette değersiz şeyler sayılmamalıdır. Müstemlekeciliğe karşı savaşmakta olan İslâmî hürri­yet ve kurtuluş hareketleri kıymeti olmayan şeyler de­ğildir. Şarkî veya garbi kütlede erimek veya ona tâbi olmakta gerçekten bir abeslik vardır. Ancak İslâm yo­lunda sosyal adaleti isteyen bu İslâmî duyuş ve anla­yış, abes bir şey olamaz.

İslâm kuvvet yolunda ilerlemektedir. Çünkü bü­tün hareket ve davranışlar, İslâmm yeniden parlaya­cağına işaret ediyor. Çünkü bugün İslâmm beşer ha­yatındaki rolü, büyüklük ve kuvvet bakımından sadr-ı îslâmdaki ilk rolünden daha az değildir. İslâm, mad­denin hükmedemiyeceği, iktisad üzerinde koparılan nizalarm esir edemiyeceği yeni bir âlemin müjdesidir. Öyle bir âlem ki, ruh ve maddeden müteşekkil ve her ikisinin birleştiği bir nizamın hükmedeceği bir âlem.

Şüphesiz maddenin içine dalmış olan, bu yüzden ruhu doymayan, kendisine lâzım olan sükûn ve istik­ran temin edemeyen, bilâkis kendini acı ve devamlı bir boğuşmanın içine atan bir âlem değil!...

İnsanlığın, bir gün madde ve ruhu birleştiren birr nizama dönmesi şart ve zaruridir. Beşeriyet, İslama; girmemiş olsa bile mutlaka İslâm mefkuresine dönüşi yapacaktır. Bize gelince, hiçbir zaman yolumuz çiçek­lerle süslü değildir. İlk müslümanlarm insanları iyilik­le ikna etmek yolunda vermiş oldukları gibi sayısız; kurbanalr vermemiz elbette kaçmlımaz bir zarurettir. Fakat öyle kurbanlar ki, yerde ve gökte ilâhî temina­ta mazhar olmuşlardır. «Allah kendisine yardım eden­lere mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah kuvvetli ve azizdir.»

Allanın sözü haktır.. 181


1 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 5-6.

2 Müteşafaihin lügat mânası, birbirine benzeyen demektir. Bu­rada hususî bir mâna taşır ki ; «Maksadı tanı olarak bilinmeyen âyet veya tâbirler» demektir.

Kur'ân-ı Kerim'in âyetleri muhkem ve müteşabih olmak üze­re ikiye ayrılır :



Muhkem, aslolan ve mânası bizce anlaşılan, müteşabth ise, mâna ve maksadı kesin biçimde bilinemeyen âyetlerdir. Kalbi bozuk ve imanı zayıf olanların müteşabihata tâbi olmak sure­tiyle dâli ve mudili yâni kendileri sapık ve başkalarını Allah yo­lundan saptırıcı kimseler olacaklarını, bizzat Kur'ân-ı Kerim ha­ber veriyor.

3 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 9

4 Bu ÖNSÖZ kitabın beşinci baskısı için, müellifi tarafın­dan yazılmıştır.

5 İslâm in Modern History P. 101 n. 10812, 159 n. 1957 İstan­bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi îslâm Araştırmaları Enstitüsü Kitaplığı M-2809.

6 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 10.

7 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 11-18.

8 Tevbe sûresi, âyet: 24

9 El-İnsan-BeyneI-mâddiyet-i vel-İsîâm» adlı eserin «Fert ve Cemiyet» kısmına bakınız.

10 Telepati uzaktan bir şeyler hissetmektir. Bunun misali Hz. Ömer'in minberde «Ya Sâriye dağa, dağa!..» diye söylediği meşhur hâdisedir. Sâriye yüz mil uzaktan onu işitti. Or dusu ile "birlikte dağa yürüdü, tehlikeden kurtuldu ve mu­zaffer oldu. İlim yükseklerden aşağı indi ve telepatinin bir hakikat olduğunu itiraf etti. Lâkin ruhla olan münasebeti hususunda henüz bocalamakta meçhul bir altıncı his şek­linde tefsire çalışılmaktadır.

11 Mâide sûresi, 44.

12 Nisa sûresi,. 65

13 Ra'd sûresi! 17.

14 Mâide sûresi, 3.

15 Ahzab sûresi 62, Fâtir 43, Fetih 23,

16 B'aharî.

17 Bafcare sûresi, 258;

18 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 19-48.

19 îsrâ sûresi, 70.

20 Bakara sûresi, 260.

21 Ağalık şüphesinin münakaşasını gelecek bölümde yapacağız.

22 Nisa süresi, 25.

23 Buhari, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizl, Neseî.

24 Müslim, Ebu Dâvud.

25 Taberî'nin «Âdâbünnüfûs» adlı kitabından.

26 Nisa sûresi, 36.

27 Nisa sûresi, 25.

28 Buharî.

29 Ebu Hüreyre'den.

30 Hindlilerin inancına göre (menbûz) olan köleler, İlâhın ayar ğından yaratılmıştır. Böylece onlar yaratılışları icabı de-ğersiz ve hakirdirler. Onların, kendilerine ayrılmış olan bu durumdan yükselmeleri hiçbir şekilde mümkün olmaz, an­cak azab ve hakaretlere tahammül etmekle mümkün olur, Böyle yaptıkları takdirde umulur ki, onlar öldükten sonra ruhları daha şerefli bir mahlûka geçer! Böylece, Hindli kö­lelerin içinde yaşadıkları kötü ve lânetli duruma, onlan, zillet ve hakareti kabule mecbur eden ruhî başka bir lanet ilâve olunur. (Menbûz = parya)

31 îmam-ı Gazalî, «İhya-ül Ulûm» kitabında «Meiiklerin Hu­kuku» bahsinde bir hadîs zikrederek «Köle hakkı Resülül-lahm tavsiyelerinin en sonudur.» der,

32 17 rakamlı dipnotta geçen hadis.

33 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 48-58.

34 Nisa sûresi, 92.

35 İslâmda Sosyal Adalet, Prof. Seyyid Kutub.

36 Tevbe sûresi, 60.

37 Tahrim sûresi, 6.

38 Maddecilik doktrinin dâvetçileri «duygulan yaratan Bucak dış şartlardır» derler. Biz buna inanmıyoruz. Çünkü bu nazariyede'çığırtkan bir mugalâta vardır. Orada, varolmak ba­kımından bu dış şartlara sebkat etmiş ruhî bir teminat ve­ya oluş vardır. Şartlar tnı oluşu niteler. Lâkin onu yoktan yaratmaz.

39 Buharı.

40 Dünyanın tarihi (Unİversal History of the world) adlı ge­niş eserin 2273 S. de şu mealde birseyîer vardır : «5P9 sene­sinde Roma İmparatoru Moris, Avarlar'ın eline düşmüş olan esirlerden birkaç bininin mübadelesini İktisadî mülâ­hazalarla reddetti ve Ayar Hanı elindekîlerin hepsini sonu-na kadar Öldürdü.»

41 Bakare sûresi, ftyet: 190.

42 Enfâl sûresi, 39.

43 Bakare sûresi, 256

44 Avrupalı bir Hristiyan olan Sir Arnold. «İslama Davet» ad­lı kitabında buna şahadet eder.

45 Bunun misalleri pek çoktur. Bir tanesi Sir Amold'un «İs­lama Davet» eserinin 58. sahifesindedir. Böylece Hiyre'ye komşu olan memleketler halkının bazısı ile aktedilen mua­hede de tescil edildiğine göre şöyle denilmektedir Eğer sizi korursak bize cizye alma hakkı vardır. Yoksa, yani ko­ruyamazsak cizye alma hakkımız yoktur. Ve devamla der

ki: (Arap Kumandan Ebû Ubeyde Hücum için Heraklit'in hazırlık yaptığını öğrenince, Şam dolaylarında fet­hedilmiş memleketlerin valilerine yazdı ve bu memleket aha­lisinden alman cizyelerin geri verilmesini emretti. Ayrıca oradaki İnsanlara da şöyle yazıyordu : «Sizin mallarınızı size geri verdik. Çünkü bizimle harbetmek'için düşmanla­rımızın toplandıklarını haber aldık. Bizim sizi himaye et memizi siz şart koşmuştunuz. Biz şu anda buna muktedir değiliz. Sizden aldıklarımızı size geri Yerdik. Biz sizinle olan şartımız üzereyiz. Allah bize yardım eder dt onlan yener-sek aramızdaki anlaşma dev&m edecektir.»)



46 Enfâ! sûresi, 61.

47 Müslim, Ebû Dârud, Tirmizt

48 Kassas sûresi. 77.

49 Bakare sûresi, 194.

50 Mııhammed sûresi 4. âyetteki evzardan Murad, harbin durması ve sulhun akdediîmesidir.

51 Bu esasa göre esir ticareti pazarlarından satm alınmış olan, bu yoldan zenginlerin, emirlerin ev ve sarayltnnda bulunan cariyelerin bu günkü durumu İslâmi değildir.

52 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 58-89.

53 Bu tez, 1953'de

54 îştirakî Nizam Kitabı, Sh. : 22-23.

55 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 90-104.

56 İhtikârın haramiyeti hakkındaki hadisler pek çoktur. Biz burada en kısa ve en şümullüsünü seçiyoruz. «Kim ihtikâr yaparsa muhakkak o hatadadır.» (Müslim, Ebü Dâvud, Tir-mizî).

57 Ebûl Alâ El Mevdûdi"nin «RİBA» adlı kitabına bakınız. «FAÎZ» ismi ile Türkçeye tercüme edilmiştir.

58 Haşir sûresi, 9.

59 Ahmed îtoni Hanbel ve Ebû Dâvud.

60 Maksud olan fabrikatörlerin (iş verenin) işçilere sadaka vermesi değildir. Zenginlerin şahıslan için vasat miktarla İktifa etmeleri, Allah yolunda harcamalarıdır. Keza, okul, hastahane ve benzeri hayır ve vakıflar yapmaları Allah yo­lunda infaktır.

61 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 105-118.

62 İslârr.ın görüşüne göre bizatihi rekabet kötü değildir. Re­kabet, ancak kötülük Cşer) yolunda olduğu zaman kötüdür. Amma rekabet hayır yolunda olduğu zaman Kur'an şöyle der : «Onda rakipler edebildikleri kadar rekabet etsinler.» «Eğer Allah insanların bazısını bazısı ile sevkü idare etme­seydi yeryüzü fesada uğrardı.»

63 Allah Teâlâ eğer Kur'ân'da «Rızıkta Allah bazısını basınız­dan üstün kıldı.» diyorsa, bu, ikinci kasımda arzedeceğimi^ başka bir konudur. Burada bizim arüatmak istediğimiz, "bü­tün beşer için olan kanunî vaziyettir. Mutlak eşitlik "ba-fomda İslâmm üzerine titrediği husus budur.

64 Eu kitabın gelecek bölümlerinde «İslâm ve İdealizm» bölü­müne

65 Bu, kendinde ihtilâf olmayan sarih bir nass varit olmadığı vakit.

66 Haşr sûresi, 7.

67 Ancak son zamanlarda komünizmin ortalığa saldığı korku sebebile dunun biraz değişmiştir. Az seneler önce İngilte­re'de maden ocakları fertlerin elinde idi. Sonra kısmen dev-letleştirüdi. Hâlen Amerika'da bu gibi kaynaklar fertlerin mülküdür.

68 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 119-132.

69 NahI sûresi, 71.

70 Zuhruf sûresi, 32.

71 Ha^r sûresi, 7.

72 Nisa süresi, 8.

73 Hucürat sûresi, 14.

74 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 133-141.

75 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 142-148.

76 Bundan ötürü materyalizm taraftarları ve tarihin iktisadi tefsirini yapma heveslileri şöyle derler : Şüphe yoktur ki. sosyal vaziyetleri yeniden meydana getiren, insanlık ara-smdaki alâkaları tahdit eden ancak maddî ve iktisadî vazi­yetlerdir. Hiçbir kimse beşer hayatındaki iktisadi faktörün kuvvetini inkâr etmiyor. Lâkin bizim şiddetle inkâr ettiği­miz, onun tek ve hâkim faktör olması, fikirler, duygular ve davranışlar üzerinde cebri bir tesiri bulunması iddiasıdır. Bu faktörle ilgili bu tesirlerin hepsi Avrupa .hayatında an­cak, şuurları yükselten, gönlü temizleyen, insanî bir esas üzerine iktisadi alâkalar kuran yüksek bir akideden mah­rum olduğu için bulunmuştur. İslâm alemindeki akide ora­da da bulunsaydı, en azından iktisadî zaruretlerin kasvetini yumuşatmaya, böylece insanları onun esaretinden kurtar­maya muktedir olurdu.

77 Burada da iktisadi nazariyelerin düşünürleri derler ki: İk­tisadî faktör var ya, işte o hayatta her şeydir. Kadın me­selesini bugünkü şekle ileten odur. Beşerin hayatında etki yapmakta olan iktisadî âmilin kıymetini ikinci defa düşür­mek istemeyiz. Lâkin biz deriz ki, eğer orada, İslâmda ol­duğu gibi bütün hallerde erkeğin kadına kefaletini emre­den, ücrette erkeğe eşitlik hususundaki tabiî hakkını -oa-lıştığı zaman- veren, geçici, hallerde birden fazla evlen­meyi mubah kılan, böylece harpler neticesi meydana gelen cinsi buhranı temiz bir hal yolu ile halleden, binaenaleyh, açık ahlâksızlığa veya karanlıkta gizlice ihtiyaçlarını gider­meye kadım fnuztar "bırakmayan bir âkide ve nizam mev­cut olsaydı, kat'î olarak işlerin bu vaziyet ve tarz üzere yü­rümesi lâzım gelmezdi.

78 Nisa sûresi, 1.

79 Hucürat sûresi, 11.

80 Hucürat sûresi, 11.

81 Nûr sûresi, 27.

82 Buharı ve Müslim.

83 ÂM îmran sûresi, 195.

84 Nİsâ sûresi, 7

85 Nisa sûresi, 33.

86 Buharî ve Müslim

87 Taklitlerin. Harbi» kitabına bakınız.

88 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 149-163.

89 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 163-168.

90 Nisa sûresi, 76.

91 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 168-171.

92 Bakara sûresi, 282.

93 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 171-172.

94 Enbiya suresi, 22 .

95 Mü'minün. sûresi, 91.

96 Nisa sûresi, 91,

97 Tirmizî.

98 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 172-177.

99 El İnsan Boynel Maddiyet-i ve İslâm» adlı eserin cinsi me­seleler bölümüne bakıma.

100 Nisa sûresi, 84.

101 Biz, îalâmm asılları hakkında konuşuyoruz. Amma bugü îslâmm adiyle mevcut kötü ve acı gerçeğe gelince, bun ayrı bir bölümde bahsedeceğiz.

102 Buharî.

103 Nisa sûresi, 128.

104 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 177-188.

105 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 189-193.

106 Nisa sûresi, 3.

107 İslâm canMığa malik, temiz bir vazife gören fıtrî davranışı aslında temiz ve önemle üzerinde durulmaya lâyık görür. Ancak kötülüğe ilettiği zaman onu çirkin sayar. El İnsan Beynel-Maddiyet-i vel İslâm isimli eserin, Nazaratül İslâm faslına bakınız.

108 Prof. Muhammed Kutub, İslâmın Etrafındaki Şüpheler, Tuğra Yayınları: 193-197.

109 Buharî ve Müslim.

110 Ve erkek de kadının nazarında o duruma düşer. Lâkin o, vazife ve bakım işini üzerine alması itibarîyle kadının na­zarında cinsle ilgili hususlardan daha büyük bir yer işgal eder.


Yüklə 0,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin