İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə295/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   291   292   293   294   295   296   297   298   ...   1221
Bir atıf notu:

-Masnuat-ı hârikaya karşı esbabın acziyeti, bak: 238, 1146.p.lar.

839- «Kevn ve vücudda müessir-i hakiki, ancak kudreti gayr-ı mütenahi bir Hâlik-ı Kadir’dir. Esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir. Havas ve hasiyetler dahi kudretin tecelliyatına ve lem’alarına isim ve ünvanlardır. Hem kanunlar ve nevamis denilen şeyler, ancak ilim ile irade ve emrin envaa olan tecellilerinin isimle­ridir. Evet kanun emirdendir, namus iradedendir.» (M.N. 58)

840- «Kevn ve vücud sahasında durup, ahval-i âleme dikkat eden adam, hadsî bir sür’atle anlar ki: Te’sir ve failiyet; latif (Bak: Latif), nuranî, mücerred olan şeyle­rin şe’ni olduğu gibi; infial, kabiliyet, teessür de maddî, kesif, cis­manî şeylerin hassa­sıdır. Evet misal olarak semadaki nur ile yerdeki şu ko­caman dağa bak. O nur se­mada iken ziyasıyla yerde iş görür, faaliyette­dir. O dağ ise, azametiyle beraber fa­ali­yetsiz yerinde oturuyor. Ne bir tesiri var ve ne de bir fiili var.

Ve keza, eşya arasında vukua gelen fiillerden anlaşılıyor ki, hangi bir şey latif, nuranî ise, sebeb ve fail olmaya kesb-i liyakat eder. Kesafeti nisbetinde de infial ve müsebbebiyet mertebesine yaklaşıyor. Bundan anlaşılıyor ki, esbab-ı zahiriyenin Hâlikıyla, müsebbebatın mucidi, ancak ve ancak Nur-ul Envar, Sani-i Ezelî’dir.» (M.N. 146) (İcadı, esbabın ictimaına vermenin muhaliyeti, bak: 234, 671.p.lar)



841- «Maddî olan bir şey, kesafeti ne kadar fazla olursa o nisbette ince ve gizli şeyleri göremez ve onları idraktan kasırdır. Fakat nur ve nurani şeyler, ne kadar nuraniyette terakki ederse, o nisbette ince gizli şeylere nüfuzu tam ve keskin olur. Ve keza ne kadar latif olursa, o derece maddiyatın içlerini keşfeder (Röntgen şuaı gibi). Mümkinatta mes’ele bu merkezde ise; Vacib, Vahid olan Nur-ul Envar ne de­-

rece ¬‡~«h²,«ž²_¬" °v¬7_«2 _«<_«S«F²7~ ­g¬4«_9 olacağı, bir derece anlaşıldı. Öyle ise aza­meti, tam

manasıyla ihata, nüfuz, şümulü iktiza ve istilzam eder.» (M.N. 194)

Ve keza, kevn ve vücudda imkân, kesret, infial mertebeleri vardır. İmkân mer­tebesi, vücud mertebesine bakar ve onu istilzam eder. Kesret mertebesi, vahdet mertebesine nazırdır, onu iktifa eder. İnfial mertebesi, failiyet merte­besine müte­vakkıftır. Bu mertebeler arasındaki istilzam, bizzarure vacip, vahid, fa’al bir Haliki iktiza ve istilzam eder.»(M.N.61)



842- «Kadir-i Alim ve Sani-i Hakim, kanuniyet şeklindeki âdatının gös­terdiği nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiç bir tesadüf işine ka­rışmadığını iz­har ettiği gibi; şuzuzat-ı kanuniye ile, âdetin hârikalarıyla, tagayyürat-ı suriye ile teşahhusatın ihtilâfatıyla, zuhur ve nüzul zamanının te­beddülüyle meşietini, iradetini, fail-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıd altında olmadığını iz­har edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey, her anda, her şe’nde, her şeyinde ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu i’lam etmekle gafleti dağıtıp, ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbib-ül Esbab’a çevirir. Kur’anın beyanatı şu esasa bakıyor.

Meselâ: Ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar bir sene meyve verir; yani rahmet hazinesinden ellerine verilir, o da verir. Öbür sene, bütün esbab-ı zahiriye hazırken meyveyi alıp vermiyor. Hem meselâ: Sair umur-u lâzımeye muhalif olarak yağmurun evkat-ı nüzulü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebat-ı hamsede dahil olmuştur. Çünki: Vücudda en mühim mevki, hayat ve rahmetindir. Yağmur ise, menşe-i hayat ve mahz-ı rahmet olduğu için elbette o ab-ı hayat, o ma-i rahmet, gaflet veren ve hicab olan yeknesak kaidesine girmiyecek. Belki doğrudan doğruya Cenab-ı Mün’im-i Muhyi ve Rahman ve Rahim olan Zat-ı Zülcelal, perdesiz elinde tutacak; ta her vakit dua ve şükür kapılarını açık bırakacak. Hem meselâ: Rızık ver­mek ve muay­yen bir sima vermek, birer ihsan-ı mahsus eseri gibi ummadığı tarzda olması; ne kadar güzel bir surette meşiet ve ihtiyar-ı Rabbaniyeyi gösteriyor. Daha tasrif-i hava ve teshir-i sehab gibi şuunat-ı İlahiyeyi bunlara kıyas et.» (S.201)



843- «Esbab-ı zahiriyeyi perestiş edenleri aldatan; iki şeyin beraber gel­mesi veya bulunmasıdır ki, “iktiran” tabir edilir, birbirine illet zannetmeleri­dir. Hem bir şeyin ademi, bir nimetin madum olmasına illet olduğundan, te­vehhüm eder ki: O şeyin vücudu dahi, o nimetin vücuduna illettir. Şükrünü, minnettarlığını o şeye verir, ha­taya düşer. Çünki bir nimetin vücudu, o ni­metin umum mukaddematına ve şerai­tine terettüb eder. Halbuki o nimetin ademi, birtek şartın ademiyle oluyor. Meselâ: Bir bahçeyi sulayan cedvelin deliğini açmıyan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine sebeb ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hiz­metinden başka, yüzer şeraitin vücuduna tevakkufla beraber, illet-i ha­kiki olan kudret ve irade-i Rabbaniye ile vücuda gelir. İşte bu mağlatanın ne ka­dar hatası zahir olduğunu anla ve esbab-perestlerin de ne kadar hata ettikle­rini bil!» (L.133) (Esbaba hırs gösterenlerin misali, bak: 1273/1.p)

844- Ve keza «göz ile görünmeyen bir mikrob, bir hayvancık, küçüklü­ğüyle be­raber pek ince ve garib bir makine-i İlahiyeyi havidir. O makine mümkinattan oldu­ğundan, vücud ve ademi, mütesavidir. İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O makine­nin bir illetten vücuda geldiği zaruridir. O illet ise, esbab-ı tabiiye değildir. Çünkü o makinedeki ince nizam, bir ilim ve şuu­run eseridir. Esbab-ı tabiiye ise; ilimsiz, şuur­suz, camid şeylerdir. Akılları hayrette bırakan o ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş’et ettiğini iddia eden adam, esbabın herbir zerresine Eflatun’un şuurunu, Calinos’un hikme­tini i’ta etmekle beraber, o zerrat arasında bir muhaberenin de mevcut olma­sını itikad etmelidir. Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaiyi bile utandırıyor.» (İ.İ.87)

Evet« nizam-ı âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve şamil bir ilme ve kâmil bir kudrete yaptıkları şehadetten gaflet eden gafiller, sathî nazarla­rınca, te’sir-i hakikiyi esbab-ı camideye vermeye mecbur kal­mışlardır.» (İ.İ. 89)



845- Ve keza« huveynat ki, çok defa büyülttükten sonra görünür. Dikkat et! Nasıl mu’ciznüma, hayret-feza bir misal-i musaggar-ı kâinattır. Sure-i Ya­sin, suret-i lafz-ı Yasin’de yazıldığı gibi, cezaletli, mûciz bir nokta-i camiadır. Onu yazan, bütün kâinatı da o yazmıştır. Eğer insaf ile dikkat etsen, şu kü­çücük hayvanın ve huveynatın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlahiyyenin şuursuz, kör, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatından evleviyet olmayan esbab-ı basite-i camide-i tabiiyeden husu­lünü, muhal-ender muhal göreceksin.» (M:N.248)

Hem «hayat vücud ve nurun, dışları gibi içleri de şeffaf olduğundan, ke­sif per­deler hükmünde olan esbab vaz’edilmemiştir. Yalnız pek ince, nazik perdeleri andı­ran vesait varsa da altında dest-i kudret görünür.» (M.N. 94)



846- Hikmet-i İlahiye iktizası ile şu dar-ı imtihanda vaz’ olunan esbab perdesi, âhirette konulmayıp hak ve hakikat ayan bulunacaktır. Kur’anda tekrar edilen

«–Y­Q«%²h­# ¬y²[«7¬~ Åv­$ ve emsali ifadelerin bir sırrı şudur ki:

«Cenab-ı Hak, âlem-i kevn ü fesad denilen şu âlemde hüsün, kubh, nef’, zarar gibi zıdları, çok hikmetlere binaen karışık bir tarzda yaratmıştır. Hem de izhar-ı iz­zet için, vesait ve esbab vaz’etmiştir. Haşir ve kıyamette kâinat tasfiye ameliyatını gördüğü zaman, zıdlar birbirinden ayrılır ve esbab ile ve­sait de ortadan kalkar; orta­daki perde ve hicab kalktıktan sonra, herkes Saniini görür ve hakiki Malikini bilir.» (İ.İ. 180) (Bak: 1222, 1223,1928,2019.p.lar)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   291   292   293   294   295   296   297   298   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin