qqENE _9~ : (Bak: Enaniyet)
835- qqENES İBN-İ MALİK t7_8 w" j9~ : Ensardan ve ashab-ı Kiram’ın fakihlerindendir. Hicretin ibtidasından itibaren on sene Resul-i Ekrem Efendimizin( A.S.M.) hizmetinde bulunmakla şeref kazanmıştır. Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) 2630 hadis-i şerif rivayet etmiştir. 100 yaşına kadar yaşamış, hicri 92 veya 94 senelerinde Basra’da ebedî hayata kavuşmuştur. Basra’da en son vefat eden sahabe, Hazret-i Enes’tir. (Bak: 3197.p.)
qqENFÜSÎ zKS9~ : Bir kimseye mahsus görüş ve düşünüş. Nefse, kendi hayatına ait, dahile ait. (Subjektif) (Objektifin zıddı) (Bak: Afakî)
836- qqESBAB _A,~ : Sebebler. (Bak: Âdetullah, Emr-i Tekvinî, Essebebü, İcad, Tabiat)
«Cenab-ı Hak esbabı müsebbebata bağlamakla, intizamı temin eden bir nizamı kâinatta vaz’etmiş. Ve herşeyi, o nizama müraat etmeğe o nizamla kalmaya tevcih etmiştir. Ve bilhassa insanı da, o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeye mükellef kılmıştır. » (İ.İ. 20)
İki atıf notu:
-Daire-i esbabla daire-i itikad arasını tefrik, bak: 2675.p.
-Esbaba riayet dua-yı fiilîdir, bak: 3829.p.
Lâkin «esbab bir perdedir. Çünki izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i Samedaniyedir. Çünki tevhid ve celal öyle ister ve istiklali iktiza eder. Sultan-ı Ezelî’nin memurları, saltanat-ı rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellallarıdırlar ve o rububiyetin temaşager nazırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar; kudretin izzetini, rububiyetin haşmetini izhar içindir. Ta umûr-u hasise ile kudretin mübaşereti görünmesin.
Acz-âlud, fakr-pişe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için memurları şerik-i saltanat etmiş değildir. Demek esbab vaz’edilmiş, ta aklın nazar-ı zahirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira ayinenin iki vechi gibi, herşey’in bir “mülk” ciheti var ki, ayinenin mülevven yüzüne benzer. Muhtalif renklere ve hâlata medar olabilir. Biri “melekut”tur ki, ayinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zahir vechinde, kudret-i Samedaniyenin izzetine ve kemaline münafi hâlat vardır. Esbab, o hâlata hem merci, hem medar olmak için vaz’edilmişler. Fakat melekutiyet ve hakikat canibinde, herşey şeffaftır, güzeldir. Kudretin bizzat mübaşeretine münasibdir. izzetine münafi değildir. Onun için esbab, sırf zahirîdir; melekutiyette ve hakikatta te’sir-i hakikileri yoktur.
837- Hem esbab-ı zahiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvaları ve batıl itirazları Âdil-i Mutlak’a tevcih etmemek için; o şekvalara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz’edilmiştir. Çünki kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i latif suretinde bir temsil-i manevi rivayet ediliyor ki: Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenab-ı Hakk’a demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva edecekler; benden küsecekler.” Cenab-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibadımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Ta şekvalar ona gidip senden küsmesinler.” İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı ervahda hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir. Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahda zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemaline münasib düşmeyen bazı hâlata merci olmak için, o memuriyete bir nazır ve kudret-i ilahiyeye bir perdedir. Evet izzet ve azamet ister ki; esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında... Tevhid ve celal ister ki; esbab, ellerini çeksinler te’sir-i hakikiden...» (S.293)
838- Evet Kur’an «zahirî sebebi, icadın kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösteriyor. Ta anlaşılsın ki; sebeb, yalnız zahirî bir perdedir. Çünki gayet hakîmane gayeleri ve mühim semereleri irade etmek, gayet Alîm, Hakîm birinin işi olmak lâzımdır. Sebebi ise şuursuz, camiddir. Hem semere ve gayetini zikretmekle âyet gösteriyor ki; sebebler çendan nazar-ı zahirîde ve vücudda müsebbebat ile muttasıl ve bitişik görünür. Fakat hakikatta mabeynlerinde uzak bir mesafe var. Sebebden müsebbebin icadına kadar o derece uzaklık var ki, en büyük bir sebebin eli, en edna bir müsebbebin icadına yetişemez. İşte sebeb ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede esma-i İlahiye birer yıldız gibi tulu eder. Matla’ları, o mesafe-i maneviyedir.
Nasılki zahir nazarda dağların daire-i ufkunda semanın etekleri muttasıl ve mukarin görünür. Halbuki daire-i ufk-u cibalîden semanın eteğine kadar umum yıldızlarının matla’ları ve başka şeylerin meskenleri olan bir mesafe-i azîme bulunduğu gibi, esbab ile müsebbebat mabeyninde öyle bir mesafe-i maneviye var ki, imanın dürbünüyle, Kur’anın nuruyla görünür. Meselâ: (80: 24 ilâ 32)
_ÈA«. «š_«W²7~ _«X²A«A«. _Å9«~ ¬y¬8_«Q«0 |«7¬~ –_«K²9¬²~ ¬hP²X«[²V«4
_®A²N«5«— _®A«X¬2«— _ÈA«&_«Z[¬4 _«X²B«A²9«_«4 _ÈT«- «Œ²‡«²~_«X²T«T«- Åv$
²vU¬8_«Q²9«¬«—²vU«7_®2_«B«8 _È"«~«—®}«Z¬6_«4«— _®A²V3«s¬¶<~«f«&«— ®Ÿ²F«9«—_®9YB²<«ˆ«—
İşte bu âyet-i kerime, mu’cizat-ı kudret-i İlahiyeyi bir tertib-i hikmetle zikrede-
rek esbabı müsebbebata rabtedip en ahirde ²vU«7 _®2_«B«8 lafzıyla bir gayeyi gösterir
ki; o gaye, bütün o müteselsil esbab ve müsebbebat içinde o gayeyi gören ve takib eden gizli bir mutasarrıf bulunduğunu ve o esbab onun perdesi olduğunu isbat
eder. Evet, ²vU¬8_«Q²9«¬«— ²vU«7 _®2_«B«8 tabiriyle bütün esbabı, icad kabiliyetinden azle-
der. Manen der: Size ve hayvanatınıza rızkı yetiştirmek için su, semadan geliyor. O suda size ve hayvanatınıza acıyıp şefkat edip rızkı yetiştirmek kabiliyeti olmadığından; su gelmiyor, gönderiliyor demektir. Hem toprak, nebatatıyla açılıp, rızkınız oradan geliyor. Hissiz, şuursuz toprak, sizin rızkınızı düşünüp şefkat etmek kabiliyetinden pek uzak olduğundan, toprak kendi kendine açılmıyor, birisi o kapıyı açıyor, nimetleri ellerinize veriyor. Hem otlar, ağaçlar sizin rızkınızı düşünüp merhameten size meyveleri, hububatı yetiştirmekten pekçok uzak olduğundan, âyet gösteriyor ki, onlar bir Hakîm-i Rahîm’in perde arkasından uzattığı ipler ve şeritlerdir ki, nimetlerini onlara takmış, zihayatlara uzatıyor. İşte şu beyanattan; Rahim, Rezzak, Mün’im, Kerim gibi çok esmanın matla’ları görünüyor.» (S.422)
«Elhasıl: Sebeb, gayet adi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise, gayet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, cahil ve camid olan esbabı ortadan atar, bir Sani-i Hakîm’in eline teslim eder.» (S.681)
Dostları ilə paylaş: |