2864- qqNİ’MET }WQ9 : (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. *Yiyecek faydalı şey, rızık. Her türlü meşru ihtiyaçlar. (Bak: Rahmaniyet, Rızk, Şükür)
“Dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:
Bir cihette, o nimetlerin bir mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner; onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.
İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganimet telakki ederek minnetsiz yer. Halbuki birinci cihette lezzet, zeval ile zail olsa bile ruhu bakidir. Çünki Mün’im’i düşünür. Mün’im ise merhametlidir, daima bu nimetleri bana verir diye ümitvar olur. İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın. Ruhu da söner, ancak dumanı kalır Musibetlerin ise; zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.
2865- Arkadaş! Dünya ve âhiretteki lezzet ve nimetlere, iman ile bakılırsa, bunlarda bir hareket-i devriye görülür ki; emsaller birbirini takib eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat-ı cüz’iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki; lezaiz-i imaniye, firak ve iftirak ile müteessir ve mükedder olmuyor. Fakat ikinci cihette, her bir lezzetin zevali var. Ve o zeval hadd-i zatında elem olduğu gibi, düşünmesi de elemdir. Çünki bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet, ebedî bir ölüm ile mahkûm olur.” (M.N. 70)
2866- Hem “eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zılliyeti sende ise taahhüd, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alamazsın, daima rahatsız olursun. Çünki noksanları tedarik, mevcutları telef olmaktan muhafaza ile daima evham, korkular, meşakkatlere mahal olursun. Halbuki o nimetler, Mün’im-i Kerim’in taahhüdü altındadır. Senin işin onun sofra-i ihsanından yeyip içmekle şükretmektir. Şükürde bir zahmet yoktur. Bilakis nimetin lezzetini artırır. Çünki şükür nimette in’amı görmek demektir. İn’amı görmek, nimetin zevalinden hasıl olan elemi def’eder. Zira nimet zail olduğundan, Mün’im-i Hakiki onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alırsın.” (M.N:122)
2867- Keza “nur-u iman ile bilinir ki: Allah’ın varlığı bütün nimetlerin fevkinde öyle büyük bir nimettir ki; sonsuz nimetlerin envaını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyelerin sınıflarını havi bir menba, bir kaynaktır. Binaenaleyh zerrat-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamd ü sena etmek bir borçtur. Risale-i Nur’un eczasında bir kısmına işaretler yapılmıştır. Maahaza iman-ı billahtan bahseden Risale-i Nur’un cüz’leri, bu nimetten perdeyi kaldırarak gösteriyor.
“Elhamdülillah” lam-ı istiğrakla işaret ettiği umum hamdler ile hamdedilmesi lâzım olan nimetlerden birisi de, Rahmaniyet nimetidir. Evet Rahmaniyet, zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. Çünki bilhassa insan, herbir zihayatla alâkadardır. Bu itibarla insan her zihayatın saadeti ile saidleşir ve elemleri ile müteessir olur. Öyle ise herhangi bir fertte bulunan bir nimet, arkadaşlarına da bir nimettir.
Ve keza validelerin şefkatleri ile nimetlenen çocukların sayısınca nimetleri tazammun edip ona göre hamdlere, senalara kesb-i istihkak edenlerden birisi de Rahimiyettir. Evet annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur. İşte bu gibi zevkler birer nimettir hamd ve şükürler ister.” (Ş: 758)
2868- “Ve keza, esma-i hüsnadan “Vâris” isminin tecelliyatı adedince ve babalar gibi usûlün zevalinden sonra baki kalan füruatın sayısınca ve âlem-i âhiretin mevcudatı adedince ve uhrevî mükâfatları almağa medar olmak üzere hıfzedilen beşerin amelleri sayısınca, sadası ile şu fezayı dolduracak kadar büyük bir “Elhamdülillah”ile hamd edilecek hafiziyet nimetidir. Çünki ni’metin devamı, ni’metin zatından daha kıymetlidir. Lezzetin bekası, lezzetten daha lezizdir. Cennet’te devam, Cennet’in fevkindedir ve hakeza...
Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın hafiziyeti tazammun ettiği nimetler, bütün kâinatta mevcut bütün nimetlerden daha çok ve daha üstündedir. Bu itibarla dünya dolusu ile bir “Elhamdülillah” ister. Şu zikredilen dört isme baki kalan esma-i hüsnayı kıyas et ki; herbir isminde sonsuz ni’metler bulunduğu için sonsuz hamdleri, şükürleri istilzam eder.
Ve keza, bütün nimet hazinelerini açmak salahiyetinde olan nimet-i imana vesile olan Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm dahi öyle bir nimettir ki; nev-i beşer ilel’ebed O Zat’ı (A.S.M.) medh ü sena etmeye borçludur. Ve keza, maddi ve manevi bütün nimetlerin envaına fihriste ve kaynak olan İslâmiyet ve Kur’an nimeti de gayr-ı mütenahi hamdleri bil’istihkak istilzam eder.” (Ş.759)
2869- “Zat-ı Hayy-ı Kayyum, insana bütün esmasını ihsas etmek ve bütün enva-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki, o midenin geniş sofrasını hadsiz enva-i mat’umatıyla kerimane doldurmuş. Hem bu maddi mide gibi, hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise, duyguları vasıtasıyla, o sofra-i nimetten her çeşit istifadeler ile, teşekküratın her nev’ini yapar. Ve bu hayat midesinden sonra bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide hayattan daha geniş bir dairede rızk ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde; semavat ve zemin genişliğinde, o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder. Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızık ister bir manevi mide hükmüne getirip, onun rızık sofrasının dairesini mümkinat dairesinin haricinde genişletip, Esma-i İlahiyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile İsm-i Rahman’ı ve İsm-i Hakîm’i en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder. “Elhamdülillahi alâ rahmaniyyetihi ve alâ hakîmiyyetihi” der ve hakeza... bu manevi mide-i kübra ile hadsiz nimet-i İlahiyeden istifade edebilir; ve bilhassa o midedeki muhabbet-i ilahiye zevkinin daha başka bir dairesi var.” (L.353)
2870- “Eğer desen: “Şu küllî hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu mahdud ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?
Elcevab: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile. Meselâ: Nasılki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım.” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünki sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.” İşte hiç ihtiyacı olmıyan ve raiyyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o biçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatını en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de: Âciz bir abd, namazında “Ettehıyyatü lillâh” der. Yani bütün mahlukatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Hem meselâ: Kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki, “Ya Hâlikım! Senin esma-i hüsnanın nakışlarını yerin bir çok yerlerinde ilan etmek isterim.” Cenab-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder.”Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır” şu sırra işaret eder.” (S.361)
Dostları ilə paylaş: |