Ezcümle: (2:229) ¯°–_«K²&¬_¬" ¯d<¬h²K«#²—«~ ¯¿h²Q«W¬" °¾_«K²8¬~
(4:19) ¬¿—h²Q«W²7_¬" Åw;—h¬-_«2
(2:233) ¬¿h²Q«W²7_¬" ÅwZ#«Y²K¬6«— ÅwZ5²ˆ¬‡ y«7 ¬…Y7²Y«W²7~ |«V«2«—
¯m²Q«" |«V«2 ²vZ«N²Q«" yÁV7~ «uÅN«4 _«W¬" ¬š_«K¬±X7~|«V«2 «–Y8~ÅY«5 Ä_«%¬±h7«~
(4:34) ²v¬Z¬7~«Y²8«~ ²w¬8 ~YT«S²9«~ _«W¬"«—
(4:4) ®}«V²E¬9 Åw¬Z¬#_«5f«. «š_«K¬±X7~ ~Y# ³~«—
®‡_«O²X¬5 ÅwZ<«f²&¬~ ²vB²[«#³~«— ¯‚²—«ˆ «–_«U«8 ¯‚²—«ˆ «Ä~«f²A¬B²,~ v#²…«‡«~ ²–¬~«—
(4:20) ®š²|«- y²X¬8 ~—g'Ì_«# «Ÿ«4
~YV[¬W«# «Ÿ«4 ²vB².«h«& ²Y«7«— ¬š_«K¬±X7~ «w²[«" ~Y7¬f²Q«# ²–«~ ~YQ[¬O«B²K«< ²w«7«—
(4:129) ¬}«TÅV«QW²7_«6 _«;—‡«g«B«4 ¬u²[«W²7~ Åu6
İmdi bu hükmün umumu içinde şu da anlaşılıyor ki hîn-i nikahta mehir tesmiye edilmemiş ise, mehr-i misil de lâzım gelir.
Ú «— Û Maamafih °}«%«‡«… Åw¬Z²[«V«2 ¬Ä_«%¬±hV¬7 erkekler için kadınlar üzerinde fazla bir derece vardır. Maksadı izdivacda erkekler kadınlar müşarik olmakla beraber üzerlerinde bulunurlar, onları ve ellerindekini gözetir, muhafaza ederler, idare ve infak eylerler, me’unet-i aileyi erkekler çekerler, erkeklerin bu gibi cihetlerle der’uhde edecekleri fazla vecibeye mukabil meziyet ve dereceleri de fazladır.” (E.T. 785)
2874/4- Bazı rivayetlerde İslâm kadınlarının asr-ı saadette (yani fitnenin bulunmadığı en mükemmel İslâm cemiyetinde) gazaya iştirakleri olduğu; yani, geri hizmetlerde çalıştıkları bildirilmiştir. (Bak: S.B.M.1216.hadis) Zamanımızın fitne ve bozuk cemiyetinde, şeriat imamları kadının camiye çıkmalarını dahi caiz görmüyorlar. (Bak: 181,182, 183.p.lar)
Bir rivayette: “Kadını cemiyetin idaresinde veliyy-ül emir, idareci tâyin eden cemiyet felâh bulmaz” buyrularak ümmet ikaz edilir. Bu rivayete istinaden imamlar, kadının veliyy-ül-emir olamıyacağı hükmünü vermişlerdir. (Bak: D.M.i.F. shf: 3469, H.G. 339.hadis, Buharî: 92-18, Tirmizî fiten 75, K.H.2080. hadis (S.M. ci: 4, shf: 263) Bütün beşer âlemine Allah tarafından gönderilen bütün Peygamberler yalnız erkekler arasından gönderilmiştir. (Bak:3933.p.ta bir âyet notu)
Sağlam İslâm cemiyetlerinde dahi kadınların hâkimlik yapmalarını, müçtehidlerin ekserisi caiz görmemişlerdir. Hukuk-u İslâmiye ve İstilâhatı Fikhiye Kamusunun altıncı cild 429. sahifesindeki (kadıların=hâkimlerin evsafı) bölümünde bu hususun tafsilâtı vardır. Ancak bu bölümdeki hükümleri İslâm cemiyetinde câri olduğu da unutulmamalıdır. Aksi halde cemiyette en büyük ifsad kapısının açılmasına sebebiyet verilir.
Hikmet-i İlahiye her nevi mahlukları ve herkesi vazife-i fıtriye ve gaye-i hilkatlerine göre vücud şekli verip çeşitli istidat, kabiliyet ve cihazatla teçhiz etmiştir. O şey veya kimse, kendi hususiyetlerine uygun olan vazifede çalışması veya çalıştırılması ile kendi hususiyetlerindeki İlahi hikmetler tezahür eder ve istidatları zamanla gelişir. Vazifesinde de muvaffak kılınır. Nitekim Kur’an (17:84) ayetinde çok hakikatlerle beraber, insan nevindeki bu hakikate işaret edildiği gibi (4:119) gibi ayetlerle de hilkatin tağyiri ile, hilkat nizamını bozmak ve ona ters düşen harekette bulunmak, şer hesabına geçeceği beyan edilir. Bu zahir hükümlerin derin hikmet ve mahiyetlerini izah eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Bir işde muvaffakıyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatını muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde fıtrat, adem-i muvafakatla cevab verecektir.” (İ.İ. 110)
“Evet Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği şeriatın hakaikı, fıtratın kanunlarındaki müvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet, nev-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden vikaye eden yegâne bir âmildir. “ (İ.İ. 111)
“Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delail, uhud-u İlahiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur. Ve keza ifrat ve tefrit hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna fıskın birinci sıfatı olan (2: 27) ¬yÁV7~ «f²Z«2 «–YNT²X«< cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet bu âmiller hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kanunları keser atar. Evet şehvet veya gazab haddini aşarsa, ırz ve namuslar pay-mal olur, masumlar mahvolur.
Buna da, fıskın ikinci sıfatı olan «u«.Y< ²–«~ ¬y¬" yÁV7~«h«8«~ _«8 «–YQ«O²T«<«— cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza dünyanın nizamının bozulmasını intac edip fesad ve ihtilale sebebiyet veren iki ihtilalcidirler.
Buna dahi, fıskın üçüncü sıfatı olan ¬Œ²‡«²~ |¬4 «–—f¬K²S<«— cümlesiyle işaret edilmiştir. Evet fasık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi itidali kaybedip safsatalara düşerse, itikadata ait rabıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar atar. Ve keza kuvve-i gazabiyesi hadd-i vasatı tecavüz ederse, hayat-ı içtimaiyenin hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder. Ve keza kuvve-i şeheviyesi haddi aşarsa heva-i nefse tabi olur, kalbinden şefkat-i cinsiye zail olur, kendisi berbad olacağı gibi başkalarını da berbad edecektir. Bu itibarla fasıklar hem nev’inin zararına, hem arzın fesadına çalışmış olur. » (İ.İ. 165)
“ «–xNT²X«<: Örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak manasını ifade eden “nakz” tabiri, yüksek bir üslûba işarettir. Sanki Cenab-ı Hakk’ın ahdi; meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecelli ederek silsilelerini kâinatın enva’ına dağıtır iken, en acib silsilesini nev’-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidad ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidadların terbiyesini ve neticesini cüz’-i ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz’-i ihtiyarînin yuları da şeriatın ve delail-i nakliyenin eline verilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın ahdini bozmamak ve îfa etmek, ancak o istidadları lâyık ve münasib yerlerine sarfetmekle olur.” (İ.İ. 173)
« (2:27) «u«.Y< ²–«~ ¬y¬" yÁV7~ «h«8«~ _«8 «–YQ«O²T«<«— Bu cümledeki emir, iki kısımdır.
Birisi, teşriîdir ki, sıla-i rahim ile tabir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır.
Diğeri, emr-i tekvinîdir ki, fıtrî kanunlar ile âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir. Meselâ; ilmin i’tası, manen ameli emrediyor; zekanın i’tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekayı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.
İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen te’sis edilen muvasala hattını kesiyorlar.” (İ.İ. 174)
Mezkur nisa mevzuunun fıtrat kanunlarına uymak meselesinde en ehemmiyetli cihet şudur ki, hikmet-i İlahiyenin farklı veya müşterek olarak çeşitli vasıflar ve meziyetlerle teçhiz ettiği erkeklerin ve kadınların fıtratlarına uygun hayat ve hareket tarz ve kanunlarını mutlak isabetle vazedebilecek olan ancak onların Sani’leri olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmektir.
Evet Cenab-ı Hak insanları yaşayışlarında başıboş bırakmayıp peygamberleri vasıtasıyla uyacakları şeriatı gönderdiği herkesin malumudur. Bu şeriata uygun hayat ve hareket, fıtrata uygun hayat ve hareket demektir. Buna muhalif olan hayat ve hareket ise, İlahî hikmet ve gayeye ve istikamete; Rububiyetin terbiyesine ve Onun fıtrat kanununa aykırı düşen dalalet yolu olup insan fıtratının fesadını, dünya ve ahiret hayatının mahvını intac eder.
İşte nisa taifesini açık-saçık ve erkeklerle iç içe karışık olarak cemiyetin her sahasında tavzif etmek mezkur tekvinî teşri’î kanunlara muhalefet olduğundan fitneye kapı açılır. (Bak: 983. p.)
Dostları ilə paylaş: |