A
1- qqAB-I HAYAT _[& ¬³~ : Hayat suyu. Ebedî hayata sebeb olan nesne. *Yağmur. *Mc: Kan.
Bu terkib edebiyatta; çok güzel ifade, latif söz, parlaklık ve letafet mânâlarına kinayedir. Tasavvufta ise; aşk-ı hakiki, aşk-ı İlahî, ilm-i ledün ve marifetullah mânâlarına gelmektedir.
Kur’an (21:30) âyetinde de beyan edildiği gibi, Allah canlıları sudan yaratmıştır. Bilindiği gibi her canlı yine suya muhtaçtır. Bu hakikata teşbihen, iman ilmi ve dersleri dahi insanın manevi ve uhrevi hayat ve saadetine vesile olmasından dolayı ab-ı hayat tabiri ile de ifade edilmiştir. Ab-ı hayat tabiri; ab-ı hızır, ab-ı hayvan, ab-ı beka gibi isimlerle de söylenir. (Bak: 1285.p.)
2-qqABADİLE-İ SEB’A yQA, ¬šy7…_A2 : “Abadile” Abdullahlar, “seb’a” da yedi demektir. Abadile-i seb’a, Sahabelerden Abdullah isimli yedi meşhur şahsı ifade eder. Bunlar: Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i Mes’ud, Abdullah İbn-i Revaha, Abdullah İbn-i Selâm, Abdullah İbn-i Amr İbn-il As, Abdullah bin Ebi Evfa (Radıyallahu Anhüm)dur. Asr-ı Saadette Abdullah ismiyle anılan 220 sahabe-i kiram hazeratı vardı. Fakat bunların içinde hafız, Kur’an-ı Kerim’i iyi anlamış, Resul-i Ekrem’in hayatını iyi öğrenmiş, hadis bilgisine sahip ve fakih yedi Abdullah vardı ki, bunlara Abadile-i Seb’a denilmiştir.
3-qqABBAS ‰_A2 : El-Abbas Bin Abdülmuttalib, Hz. Peygamberimizin
(A.S.M.) amcasıdır. Künyesi, Ebu-l Fazl’dır.
4- Rivayete göre Abbas İslâm’ı kabul etmişti, yalnız bir zaman için gizli tutulmuştu. Hatta onun Medine’ye gidip yerleşmek arzusunda bulunduğu halde, Peygamber’in (A.S.M.) ısrarı üzerine Mekke’de kaldığını rivayet ederler. Abbas atıl oturmayıp Mekke’deki müslümanları himaye etmekle kalmamış, Kureyşilerin muharebe planlarını da Peygamber’e (A.S.M.) gizlice bildirmişti. Mekke’nin fethine gidildiği vakit, Hz. Abbas müslümanlığını açığa vurarak, İslâm ordusunun şehre girmesinden evvel ona iltihak etmişti.
5- Abbas, Medine’de Hi. 32 senesinde vefat etmiştir. Diğer rivayetlere göre 34 senesinde ve 88 yaşında irtihal eylemiştir. Abbasi halifeleri, onun oğlu Abdullah’dan gelmiştir.
6- Hz. Abbas’ın müslüman oluşunu bildiren, sahih ve manidar bir hadisin verdiği haber şöyledir:
«Gazve-i Bedir’de Hz. Abbas sahabelerin eline esir düştüğü vakitte fidye-i necat istenilmiş. O da demiş: “Param yok.” Hz. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etmiş ki: “Zevcen Ümm-ü Fadl yanında bu kadar parayı filan yere bırakmışsın.” Hz. Abbas tasdik edip, “İkimizden başka kimsenin bilmediği bir sır idi.” O vakit kemâl-i imanı kazanıp İslâm olmuş.” (M.109)
7-qqABBASİLER hV[,_A2 : Hulefa-i Raşidin’den sonra hilafete geçen iki hanedandan ikincisi. Abbasi halifeleri, Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbas’ın soyundan oldukları için bu isimle şöhret bulmuşlardır.
Abbasi soyundan gelen Ebu-l Abbas Abdullah es-Seffah Mi.749 (Hi. 132) tarihinde Kufe’de Ebu Müslim-i Horasani’nin de desteğiyle ilk Abbasi halifesi olarak hilafet makamına geçti.(Bak: Hilafet)
Bundan sonra eski Enbar şehrini imar ederek burasını Haşimiye adıyla hilafet merkezi yaptı. Abdullah’dan sonra kardeşi ve halife olan Ebu Cafer Mansur, Bağdad şehrini kurarak başkent yaptı. Bazı halifelerin Samarra şehrinde ikamet etmelerine rağmen Bağdad şehri esas merkez olarak nihayete kadar devam etti. Abbasi halifeleri Ebu Cafer Mansur’dan itibaren bilhassa Harun-er Reşid ve oğlu Me’mun zamanında matematik, tıb, felsefe gibi ilimlere ait olan Yunan kitabları Arabçaya tercüme edilmiştir. Bu sebeble de Avrupa felsefesinin İslâm dünyasında bazı menfi tesirleri görülmüş ve buna karşı da başta İmam-ı Gazali olmak üzere İslâm büyükleri mukabele etmişlerdir.
8- İslâm memleketlerinden yalnızca İspanya, Endülüs Emevilerinin elinde kalıp, diğer yerler, Abbasi halifelerinin idaresinde bulunuyordu. Hindistan ve Maveraünnehir de bu sınırlara dahil idi. Abbasiler devrinde kültür, imar işleri ilerlemiş ve milli gelir çok artmış, bu medeniyet üç kıtaya yayılmıştı. Ancak devletin sınırlarının çok geniş olması, merkeziyetçi idareye fazla imkân vermiyor ve idareyi güçleştiriyordu. İkinci Hicri asrın sonundan itibaren Abbasi halifeleri adına hutbe okunan bazı emirlikler kuruldu. Bunlardan Afrikiyye’de Beni Ağleb, Horasan’da Beni Tahir, daha sonra Beni Leys ve Âl-i Saman, Mısır’da Beni Tulün hükümetleri en önemli olanlarıdır. Bu hükümetler gittikçe bağlılıklarını azaltmağa başladılar. Nihayet önce Büveyhiler, sonra Selçuklular Irak’ı da ellerine geçirerek Emir-ül Ümera (Emirler Emiri) ünvanıyla Bağdad’da dahi hüküm sürmeğe başladılar.
Ancak hilafet ilga edilmiyerek halifelerin sadece ünvanı kalmıştı. Dördüncü Hicri asrın ortalarında Batı Afrika’dan gelip, Mısır’ı zabt ve Kahire’yi merkez yapan Fatımiler hilafet iddiasında bulundular. Böylece Abbasilerin Afrika kıtasında hükümleri ve hutbeleri ortadan kalktı. Şam bölgesi ise bazan Fatımilere, bazan Abbasilere tabi oldu. Altıncı Hicri asrın ortalarında Fatımiler yıkılınca Salahaddin-i Eyyubi Mısır’da Abbasilerin hakimiyetini yeniden kurdu. O sırada Haçlılar, Şam ve civarını istila ettiklerinden Salahaddin-i Eyyubi, Atabeylikler ve diğer Türk hükümetleriyle beraber Haçlılarla kahramanca mücadele etti.
9- Abbasi Devleti her geçen gün kuvvet ve itibarını kaybediyordu. Son Abbasi halifesi olan Musta’sım dinine çok bağlı ve sünni idi. Veziri olan İbn-i Alkami ise Şii olup, halifeye sadık değildi. Devleti bu idare ediyordu. Abbasileri yıkıp, Şii devleti kurmak istiyordu. Bunun için Moğol hükümdarı Hülagu’nun Bağdad’ı alarak halifeliği yıkmasını ve kendinin de ona vezir olmasını arzu ediyordu. Şamanist olan Cengiz’in torunu Hülagu’nun müşaviri Nasırüddin Tusi de Şii olup durmadan Bağdad’ı almasını teşvik ediyordu. Neticede Hülagu’nun ikiyüzbin kişilik kuvveti karşısında duramadı. Bağdad teslim olduğunda insanlık tarihinin en büyük vahşetlerinden biri cereyan etti. Halife yanındakilerle birlikte idam edildi. Dörtyüzbinden fazla müslüman kılıçtan geçirildi. Milyonlarca İslâm kitabı Dicle’ye atıldı. Güzel şehir harabeye döndü. Böylece 524 senelik Abbasi Devleti yıkıldı. Bu yıkılışın önemli müsebbiblerinden olan vezir İbn-i Alkami’ye hiçbir vazife verilmedi. Zillet içinde o sene öldü. Ancak Hülagu istilasından kurtulan Abbasi halifelerinden biri 1261 (Hi. 659)da Mısır’a gitti. Orada hüküm sürmekte olan Memluk sultanlarından Baybars tarafından Kahire’de halife ilan edildi. Abbasilerin bu kolu da Mısır’da 1517 (Hi. 923) tarihine kadar devam edip bu esnada hilafet makamında bulunan III. Müte-vekkil Alallah, hilafeti kendi arzusuyla Mısır ve Hicaz Fatihi Yavuz Sultan Selim Han’a teslim etti. Selçuklular ve Memluklerdeki Abbasi halifeleri, müslümanların sadece manevi imamı idiler. Devlet idaresini sultanlar yürütüyordu.(*)
10- Bağdad’da hüküm süren asıl Abbasi hilafeti 750 (Hi. 132) tarihinden 1258 (Hi. 656) tarihine kadar 508 sene, Mısır’daki kolu da 1261 (Hi. 659)dan 1516 (Hi. 923) tarihine kadar 255 sene toplam 763 sene devam etti. Bağdad Abbasilerinin yıkılmasıyla Mısır Abbasilerinin kurulması arasında 3 senelik bir fetret devri vardır. Bağdad’daki asıl Abbasilerden 37, Mısır’daki Abbasilerden 17 halife vazifede bulundular.
11- İslâm Ansiklopedisi’nin nakline göre, Bağdad Abbasi halifelerinin hilafete geçiş tarihleri:
Hicri Miladi Hicri Miladi
Saffah.............. 132 750 Razi................. 322 934
Mansur............ 136 754 Muttaki............ 329 940
Mehdi.............. 158 775 Müstekfi.......... 333 944
Hadi................ 169 785 Muti................ 334 946
Reşid............... 170 786 Tai.................. 363 974
Emin............... 193 809 Kadir.............. 381 991
Me’mun.......... 198 813 Kaim............... 422 1031
Mu’tasım........ 218 833 Muktedi.......... 467 1075
Vasık............... 227 842 Müstazhir....... 487 1094
Mütevekkil...... 232 847 Müsterşid....... 512 1118
Muntasır.......... 247 861 Raşid............ 529 1135
Mustain........... 248 862 Muktefi.......... 530 1136
Mu’tazz........... 252 866 Müstencid....... 555 1160
Mühtedi.......... 255 869 Mustazi........... 566 1170
Mu’temid........ 256 870 Nasır.............. 575 1180
Mu’tezid......... 279 892 Zahir............... 622 1225
Muktefi........... 289 902 Mustansır........ 623 1226
Muktedir......... 295 908 Musta’sım....... 640-656 1242-1258
Kahir.............. 320 932
12- Mısır Abbasi Halifelerinin Hilafete Geçiş Tarihleri:
Hicri Miladi
Mustansır Billah Ebu-l Kasım Ahmed 659 1261
Hakim Bi-Emrillah Ebu-l Abbas Ahmed 660 1261
Müstekfi Billah Ebu-l Rabi Süleyman 701 1302
Vasık Billah Ebu İshak İbrahim 740 1340
Hakim Bi-Emrillah Ebu-l Abbas Ahmed 741 1341
Mu’tezid Billah Ebu-l Feth Ebu Bekr 753 1352
Mütevekkil Alallah Ebu Abdullah Muhammed 763 1362
Mu’tasım (Musta’sım) Billah Ebu Yahya Zekeriya 779 1377
Mütevekkil Alallah (ikinci defa) 779 1377
Vasık Billah Ömer 785 1383
Mu’tasım Billah (ikinci defa) 788 1386
Mütevekkil Alallah (üçüncü defa) 791 1389
Mustain Billah Ebu-l Fazl El-Abbas 808 1406
Mu’tezid Billah Ebu-l Feth Davud 816 1414
Müstekfi Billah Ebu-l Rabi’ Süleyman 845 1441
Kaim Bi-Emrillah Ebu-l Beka Hamza 855 1451
Müstencid Billah Ebu-l Mehasin Yusuf 859 1455
Mütevekkil Alallah Ebu-l İzz Abdülaziz 884 1479
Müstemsik Billah Ebu-s-Sabr Yakub 903 1479
Mütevekkil Alallah Muhammed 914 1508-9
Müstemsik Billah (ikinci defa, oğlu Mütevvekkil’in
tam salâhiyetli mümessili sıfatı ile) 922-923 1516-17
13- Abbasi devleti hakkında tarihî bilgi olarak verdiğimiz bu izahtan sonra Abbasiler hakkında gelen bir hadis-i şerifi de nakledelim. Aynı zamanda bu rivayet, Peygamberimizin Peygamberliğini isbat eden mucizelerindendir. Çünki, seneler sonra olacak olan hâdiseyi i’lâm-ı İlahî ile bildirmiş ve aynen öyle olmuştur. Şöyle ki:
14- «Kat’i bir mu’cize-i Nebeviyeyi (A.S.M.) gösteren bu hadis-i sahihde,
1 ¬Ä_Å%Åf7~|«7¬~ _«ZW¬±V«K< |ÅB«&¬‰_ÅA«Q²7~z¬«"~ ¬Y²X¬. |¬±W«2 ¬f²7¬— z¬4 }«4«Ÿ¬F²7~ «Ä~i¸«# ²w«7
«Yâni: Benim amcam, pederimin kardeşi Abbas’ın veledinde Hilâfet-i İslâmiye devam edecek. Tâ Deccal’a, o hilafeti yani saltanat-ı hilâfet Deccal’ın muhrib eline geçecek.” Yâni, uzun zaman beşyüz sene kadar hilafet-i Abbasiye vücuda gelecek, devam edecek. Sonra Cengiz, Hülâgu denilen üç deccalden birisi o saltanat-ı hilafeti mahvedecek, deccalane, İslâm içinde hükümet sürecek. Demek, İslâm içinde müteaddid hadislerde üç deccal geleceğine zâhir bir delildir. Bu hadisdeki ihbar-ı gaybî, kat’i iki mucizedir: (Bak: 3844.p.)
Biri, hilafet-i Abbasiye vücuda gelecek beşyüz sene devam edecek.
İkincisi de, sonunda en zâlim ve tahribci Cengiz ve Hülâgu namındaki bir deccal eliyle inkıraz bulacak.”(Ş.506)
15- Abbasiler zamanında ortaya çıkan bid’at fırkaları ve ihtilafları ve bunlara karşı dinî mücahedeler, İslâm tarihinde mühim yer işgal eder. Ezcümle:
«Abbasilerin zamanında, o tarihte Mu’tezile, Râfizî, Ceberî ve perde altında zındıklar, mülhidler, İslâmiyeti zedeliyen çok fırak-ı dâlle meydana gelmiştiler. Şeriat ve itikad noktasında ehemmiyetli sarsıntılar olması hengâmında, Buhari, Müslim, İmam-ı A’zam, İmam-ı Şafii, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve İmam-ı Gazalî ve Gavs-ı Azam ve Cüneyd-i Bağdadî gibi pekçok eazım-ı İslâmiye imdada yetişip o fitne-i diniyeyi mağlub ettiler. O tarihten üçyüz sene sonraya kadar o galebe devam ile beraber, perde altında yine o ehl-i dalâlet fırkaları, siyaset yoluyla Hülâgu Cengiz fitnesini İslâmların başına getirdiler. Bu fitneden hem Hadis, hem Hazret-i Ali Radıyallahu Anh sarih bir surette aynı tarihiyle işaret ediyorlar.” (Ş.331)
16- qqABD fA2 : Kul, köle, Allah’ın kulu. *Mahluk, insan. *Hizmetçi. *Hür’ün zıddı. Abd kelimesi Allah’ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah’ın kulu). Abdulbaki (Ebedi olan Allah’ın kulu) gibi. Abd kökünden gelen ibadet ve ubudiyet kelimelerinin esas mânâsı da Allah’ın emirlerine göre hareket etmek demektir. O halde böyle isimleri taşıyan insanlar, buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar.
Kur’an, Peygamberimiz’in (A.S.M.) yüksek meziyetlerini nazara verip ümmetini kendisine tebaiyete teşvik eder. Bütün peygamberlerde bulunan meziyetlerden biri de abdiyettir. Kur’an’ın müteaddid âyetlerinde _«9¬…_«A¬2 _«9¬f²A«2 gibi tabirlerin mükerreren zikredilmesi, abdiyetin ehemmiyetini ifade eder. Nitekim Kur’an (2:23) âyetin-de geçen ve Peygamberimiz’in (A.S.M.) abdiyetine dikkati çeken _«9¬f²A«2 ifadesini Bediüzzaman Hazretleri tefsir ederken şöyle diyor:
«Abd lafzının, Nebi veya Muhammed (A.S.M.) lafızlarına cihet-i tercihi: Abd tabiri, Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın azametine ve ibadetin uluvv-i derecesine işaret olduğu gibi ~—fA²2~ emrini tekiddir ve Resul-i Ekrem hakkında varid olan vehimleri defetmektir ki, o Zat bütün insanlardan ziyade ibadet yapmış ve Kur’an’ı okumuştur.” (İ.İ. 131) (Kur’anda peygamberler, abdiyet vasfıyla tavsif edilirler, bak: 1728, 2889.p.larda âyet notları.)
«Ve keza insanların nazarını aldatıp ayağını kaydıran, hususan şekçi, şüpheci ve müteharri müşterinin nazarını perdeliyen esbabdan birisi de budur ki: Masdariyet ile mazhariyetin mâbeynini; ve menbaiyet ile ma’kesiyetin arasını; ve mânâ-yı ismî ile mânâ-yı harfînin ortasını; ve zâtiyle tecelli mabeynini tefrik edip ayırmamaktır.
İşte Peygamber’in (A.S.M.) zatı, bir abd-i mahzdır. Ve Allah’a olan ubudiyeti bütün mahlukatınkinden daha çoktur. Öyle ise o zata (A.S.M.) tecelliyat-ı İlahiyeye bir mazhar ve bir ma’kes nazarıyla bakılması istilzam eder. Ve onda olan bütün kemâlat ise, Cenab-ı Hakk’ın feyz-i fazlından geldiğini bilmek gerektir.” (M.Nu. 174) (Bak: İbadet ve 3893/1.p.)
qqABDAL Ä~f"¶~ : (Bak: Ebdal)
17-qqABDEST a,f"³~ : Namaz ve sair dinî ibadetler için, usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye meshetmektir. Kur’an’da (5:6) âyetiyle abdest farz kılınmıştır. (Bak: 2856, 2857.p.lar)
18- qqABDÜLAZİZ HAN –_' i : 32. Osmanlı Padişahıdır.
Hilafeti (Mi. 1861-1876) seneleri arasındadır. Sultân Âziz devrinde, Devlet Danışma Kurulu (Şûray-ı Devlet) ve Hukuk İşleri Kurulu (Divân-ı Ahkâm Adliye) kuruldu (1868). Medeni hukuk sistemi olan Mecelle’nin (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye) Osmanlı tarihçisi ve hukukçusu Cevdet Paşa tarafından hazırlanıp yürürlüğe konması da bu dönemde olmuştur. Bu medeni hukuk, Osmanlı hukukunun şâheseri olup 1926 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
İngiliz elçisi Henry Elliot olmak üzere gizli haber alma elemanları, masonlar tarafından tahttan indirilmesi için bir komplo hazırlandı. Bu komploya ileri gelen zevat iştirak ederler. Süleyman Paşa, Harbiye Okulu öğrencilerini ve iki tabur askeri alarak sabaha karşı Dolmabahçe Sarayı’na gelir. Onlara Pâdişah’ı koruma görevi verildiğini, aldıkları habere göre Pâdişah’a karşı bir sûi kast düzenleneceğini, buna karşı tedbir alacaklarını söyleyip yanıltır. Pâdişah’ı Dolmabahçe Sarayı’ndan alıp Topkapı Sarayı’na götürür, orada hapsettirir. Mithat Paşa ve arkadaşları tarafından intihar süsüyle bilek damarları kesilerek şehid edilmiştir. (Bak: 1856.p.)
19- qqABDÜLHAMİD II ¢Ü f[WE7~ fA2 : (Mi. 1842-1918) 34’üncü Osmanlı Padişahıdır. 33 yıl saltanatta kalmış olan bu şefkatli sultan, İslâmiyete bağlı idi. Yüksek bir siyaset adamı olup devlet işlerini bizzat takib eden bir zattı.
Memlekette bolluk ve refahı te’min için çalıştı. Ancak, idarî sahada bazı mühim tedbirler alınması ve ta’dilat yapılması gerekiyordu, yapılamadı. (Bak: İttihad ve Terakki)
20- Sultan Abdülhamid Hazretlerine, hilafet makamından düşmemesi için, Bediüzzaman Hazretlerinin matbuat lisanıyla bazı tavsiyeleri olmuştur. Ezcümle 1909 senesinde yazdığı bir yazısında aynen şöyle diyor:
21- «Daire-i İslâm’ın merkezi ve rabıtası olan nokta-i hilafeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sabık sultan merhum Abdülhamid Han Hazretleri, sabık içtimai kusuratını derk ile nedamet ederek kabul-ü nasihata istidad kesbetmiş zannıyla ve «Aslah tarik, müsalahadır” mülahazasıyla, şimdiki en çok ağraz ve infialâta mebde ve tohum olan bu vukua gelen şiddet suretini (*) daha ahsen surette düşündüğümden, merhum Sultan-ı Sâbıka, ceride lisaniyle söyledim ki: «Münhasif Yıldız’ı darülfünun et; tâ, Süreyya kadar âli olsun! Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine, ehl-i hakikat melaike-i rahmeti yerleştir; tâ cennet gibi olsun! Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira, senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terket! Zekatü’l-ömrü, ömr-ü sânî (Ömer-i Sânî) yolunda sarfeyle. Şimdi müvazene edelim: Yıldız, eğlence yeri olmalı veya darülfünun olmalı? Ve içinde seyyahlar gezmeli veya ulema tedris etmeli? Ve gasbedilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi daha iyidir? İnsaf sahipleri hükmetsin.» (İ.M.Ş.30)
22- Yine aynı mevzuda Sultan Abdülhamid zamanında, Bediüzzaman’ın gördüğü hilafete dair gayet hakikatlı bir rü’ya:
23- «Alem-i mânâda padişahı gördüm. Dedim: «Sen zekat-ül ömrü, Ömer-i Sâni’nin mesleğinde sarfet. Tâ ki meşrutiyet riyasetine lâzım ve biatın mânâsı olan teveccüh-ü umumiyi kazanasın.
Padişah dedi: Ben onun yolunda gideyim; siz de ol zaman ehlini taklid edebiliyor musunuz? Bir de sizde, onlardaki kuvvet-i İslâmiyet ve safvet ve ahlâk...
Ben dedim: Bizdeki tenbih-i efkâr-ı umumî ve tekmil-i mebadî ve vesait ve ihata-i medeniyet, o noktaların yerini tutmakla, hem o noktaları istihsal, hem de netice-i matlub olan terakkiyi intac edebiliyor. Düvel-i ecnebiyenin adaleti bunu isbat eder.
O dedi: Nasıl yapacağım?..
Dedim: İstibdad, kalb-i memalik olan İstanbul’da kan bırakmadığından hüsn-ü niyeti göster. Bir şefkat ile meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi menfur olmuş Yıldız’ı mahbub-u kulûb etmek için eski zebaniler yerine melaike-i rahmet gibi muhakkikîn-i ülemayı doldurmak ve Yıldız’ı dar-ül fünun gibi etmek ve ulûm-u İslâmiyeyi ihya etmek ve meşihat-ı İslâmiyeyi (Bak: Meşihat-ı İslâmiye) ve hilafeti, mevki-i hakikisine is’ad etmek.. ve milletin kalb hastalığı olan za’f-ı diyanet ve baş hastalığı olan cehaleti, servet ve iktidarınla tedavi etmekle Yıldız’ı Süreyya kadar i’lâ et. Tâ hanedan-ı Osmanî ol burc-u hilafette pertevnisar-ı adalet olabilsin. Hem de havaic-i zaruriyeyi iktisad et. Tâ alıştırılmış olan israfa iktidarı olmayan biçare millet de iktida etsin. Madem ki imamsın...
Birden uyandım gördüm ki, asıl bu âlem-i yakaza rüyadır. Asıl uyanmak ve hakikat o rüya imiş.» (A.B. 375)
24- Sultan Abdülhamid idaresini tenkid eden bazı edib ve siyasi şahsiyetlerin, bir hiss-i kablel-vuku iltibasıyla yanlış hedefe taarruzları olmuştur. Bu iltibasın esas sebebi, aşağıdaki rivayetin te’vili ile anlaşılır. Şöyle ki:
25- «Rivayetlerde her iki Deccal’ın hârikulâde icraatlarından ve pek fevkalâde iktidarlarından ve heybetlerinden bahsedilmiş. Hattâ bedbaht bir kısım insanlar, onlara bir nevi uluhiyet isnad eder diye haber verilmiş. Bunun sebebi nedir?
26- Elcevab: (El-ilmu indallah) İcraatları büyük ve hârikulâde olması ise: Ekser tahribat ve hevesata sevkiyat olduğundan, kolayca hârikulade öyle işler yaparlar ki; bir rivayette «Bir günleri bir senedir” yani, bir senede yaptıkları işleri, üçyüz senede yapılmaz, denilmiş... Zannederim, asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyetperverleri, bir hiss-i kablelvuku’ ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hata bir cebhede hücum göstermişler...» (Ş.593)
27- Hem de «Eski Said, bazı dâhî siyasi insanlar ve hârika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip ona karşı cebhe almışlardı. O hiss-i kablelvuku’ tabir ve tevile muhtaç iken bilmiyerek resmî, zaif ve ismî bir istibdad görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı. Habuki onlara dehşet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdadların zaif bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksad doğru fakat hedef hata.» (K.L.78) (Abdülhamid’in hal’i, bak: 1859,1860,1864,1867.p.lar)
28-qqABDÜLKADİR-İ GEYLANÎ (R.A.) z9Ÿ[6 ‡…_T7~ fA2 : İran’ın Geylan kasabasına yakın Nif köyünde doğan ve Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Gavs-ül A’zam, Gavs gibi namları bulunan bu zat (Hi. 470-561) yılları arasında yaşamıştır ve Kadirî Tarikatı’nın müessisidir. Müteaddid müridlerinden bir çoğu sonradan veli olarak meşhurdurlar. Derslerinin te’siriyle birçok Hristiyan ve Museviler Müslüman olmuşlar, ruhani feyze ermişlerdir. Aktab-ı Erbaa’dan sayılır. (R.A.)
29- Abdülkadir-i Geylanî Hazretlerinin dini tahsil için seyahata çıkışı ve bu seyahatında vuku bulan ibretli bir hâdise:
30- «Azami bir takva ile oğlunu terbiye eden Fatma Hanım, oğlunun din ilimlerini öğrenmek hususunda gösterdiği ısrarı karşısında, onu tahsile gönderirken, şu nasihatta bulunur:
«Ben şu âna gelinceye kadar sana ne bir damla haram süt emzirdim, ne de bir lokma haram ekmek yedirdim. Bundan böyle de senden bu geçmişine uygun bir dindarlık isterim. İslâmi vazifeleri hiçbir surette ihmal etmeyecek, hele asla yalan söylemeyeceksin. Doğru sözde ziyan görecek, zarar edecek de olsan yine yalana tenezzül etmiyecek, doğruluktan asla ayrılmıyacaksın.»
31- Geylanî Hazretleri annesine söz verip, Bağdad’a giden bir kervanla yola çıkar. İki günlük bir yolculuktan sonra iki dağın ortasından geçerken kervan haydutlar tarafından sarılır. Haydutlar herkesin eşyalarını, kıymetli şeyleri alırlar. Şakilerden biri, genç Abdülkadir’e: “Paran var mı?” diye sorunca: “Var” diye cevap verir.
Annesi koltuğunun altında kırk dinarı bir kese içinde dikmişti. Haydutlar onun da parasını alırlar. Reisleri: “Niçin param var, dedin?” diye sorunca: “Anneme hiç yalan söylemeyeceğim, diye söz verdim.” der. “Annen yalan söylediğini nerden bilecek?” deyince, o da: “Annem bilmezse de, Allah her şeyi bilir yâ!” diye karşılık verir.
Bu söz üzerine haydutlar yaptıklarına tövbe edip kervan sahiplerine mallarını iade ederler.
(Mezkûr hâdisede görüldüğü gibi, şefkatin hakiki mânâ ve hedefini idrak ve takdir eden bir annenin, dini terbiyede gösterdiği bu hassasiyet, bütün müslüman anneler için şayan-ı dikkat bir ibret dersidir.) (Bak: 169.p.)
32- Geylanî Hazretleri Bağdad’da İslâmî ilimleri öğrendikten sonra icazetini alır. Hem hadis hem fıkıh hem de tefsirde büyük din âlimi olur.
Manevi kemâlat kazanmak için de inzivaya çekilir. Uzun zaman sonra İlahî feyizlere mazhar olur. Geylani Hazretleri nefse karşı cihadını ömrünün sonuna kadar devam ettireceğini anlatırken şöyle der:
33- «Her ne zaman nefsimle cihada girişip de onu o an için öldürsem, işi bitmiş saymam. Zira nefis tekrar dirilir, yeniden baskı yapmağa başlar. Nefis bir defa ölmekle yok olup gitse, onunla kazanılan cihad sevabı da bir defaya mahsus kalır. Halbuki nefis ölmiyecek ki, cihad sevabı mücahede ile ömür boyunca devam etsin.» (İslâm Büyükleri - A. Şahin)
34- «Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece hârika bir keramete mazhardır ki, kâfirlerin bir kısmı demiş: “Biz İslâmiyeti kabul edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i Geylani’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı inkâr eden Vehhabînin müfrit kısmı dahi Hz. Şeyh’i inkâr edemiyorlar. Evliya onun derece-i celaletine yetişmediği bütün ehl-i tarikatça teslim edilmiştir.» (S.T.150)
Dostları ilə paylaş: |