İSLÂm tariHÇİleri derneğİ Hİcaz bölgesi araştirma-inceleme ve umre gezi raporu



Yüklə 133,41 Kb.
səhifə2/3
tarix17.11.2017
ölçüsü133,41 Kb.
#32000
1   2   3

e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgHz. Peygamber’e en zor anında kucağını açan Medine’yi tanımaya başlamıştık ki, ayrılık vaktimizin geldiği hatırlatıldı. Medine’de bir haftanın nasıl da geçtiğini anlayamamıştık. Nitekim, 10.07.2010 günü, saat 10.00’da Mekke’ye hareket edileceği belirtildiğinde bütün grup üyeleri sabah namazından saatlerce önce mescide akın ederek Allah Rasûlü’nü ebedî istirahatgâhında son bir kez daha ziyaret edip, ayrılışın derin hüznünü kendi iç dünyalarında yaşamaya çalıştılar.  Sabah namazı çıkışında kafilemiz, Ravza-ı Mutahhara (kubbetü’l-hadrâ) karşısında avluda toplandı. Kur’an’dan aşırlar okundu, dualar edildi. Yüzlerdeki ayrılış hüznünü yansıtan toplu fotoğraflar çektirildi. Herkes son bir kez daha mahzun gözlerle Rasûlün Mescidi’ne bakarak yavaş adımlarla Mekke yolculuğuna hazırlık için otele döndü. Gerekli hazırlıklar yapılarak otelde umre niyetiyle ihrama girildi. Eşyalar otobüslere taşındı ve yolculuk için hazırlıklar tamamlandı. Dolu dolu geçirdiğimiz Medine’deki bir haftalık süre içerisinde bizlere olağan üstü ilgi gösteren, zaman zaman duygusallığı ve samimiyetini tomurcuk tomurcuk akan göz yaşları ile tescil eden, bizleri de duygulandıran Diyanet İşleri Başkanlığı Medine sorumlusu Hasan Başiş Bey ile vedalaşarak, helalleştik. İki otobüsle Medine’den ayrıldık. 
Mekke-Medine arasında mîkat yeri olan Zü’l-Huleyfe’de ihram namazları kılındı. Beyazlar içerisinde çok farklı duygularla otobüslere binilerek Kur’an tilaveti, telbiye, tesbihât, ve ilahîler eşliğinde yolculuğumuz devam etti. Her ne kadar Hz. Peygamber’in hicret yolunu takip etmesek de, bu coğrafyada kutsal yolculuğun nasıl gerçekleşebileceğini hayal ettik. Vahalarda başı boş dolaşan develer, keçiler, su kuyuları,  küçük gölgelikler ve bedevi çadırları tarihçilerin gözünde asırlar önce gerçekleşen hicreti anımsatmaktaydı. Daha önce Mekke-Medine arasında yolculuk yapmayanlar uçsuz bucaksız çöl beklerken; iç içe geçmiş dağ silsileleri, derin vâdilerle karşılaştılar. Bizler klimalı otobüslerde yolculuk yapmamıza rağmen yolun uzunluğundan muzdarib iken, yakalanma korkusuyla gizlenerek, kimi zaman yaya, kimi zaman deve üzerinde bu mesafenin Hz. Peygamber tarafından kavurucu çöl sıcağı altında nasıl kat edildiği neredeyse herkesin kendine sorduğu ortak soruydu. 
e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgMilyonlarca hacı ve umrecinin güzergahı olan Mekke-Medine hattında yolculuk esnasında gönül rahatlığı ile mola verilebilecek bir tesisin dahi bulunmaması son derece eksikliği hissedilen bir husustur. Tesis dahi denemeyecek kadar ilkel şartlara sahip mola verdiğimiz mekanda, öğle namazlarımızı kıldık. Ağır yağ kokusu, pislik içerisindeki tuvaletler, toza bürünmüş mescid burada zihnimizde kalan bazı noktalardı. Müsbet olan tek şey ise tedarik ettiğimiz soğuk meşrubatlar…
Mekke sınırına geldiğimizde Osmanlı’nın harem sınırlarını belirlemek maksadıyla dikilmiş olan tarihi sınır taşları bizleri karşıladı. Daha sonra, tahrip edilme sırasını bekleyen (!) Osmanlı döneminin bu eserini görünce, bu dikili taşların halen ayakta kalmalarının onlar için büyük bir şans olduğunu düşündük. Mekke şehir merkezine 17.30’da  ulaştığımızda ilk defa, hatta yıllar önce ziyaret gerçekleştirenler de dahil, Hz. Peygamber’in, hatta Osmanlı’nın hâdimliğini yaptığı Mekke’sini aramaya başladık. Hayallerimizi süsleyen kutsal şehir acaba burası mıydı? Önce yalçın kayalar üzerine kurulmuş gecekondular karşıladı bizleri. Kâbe’ye doğru yaklaştığımızda bu defa dar, düzensiz ve çöplerle dolu sokakların her iki tarafından yükselen plansız inşa edilmiş çirkin otellerle bir kat daha sukûtu hayale uğramamıza sebep oldu. Onlardan biri vardı ki, âdeta Kâbe’nin azametini gölgelemek için inşa edildiği izlenimi veren Zemzem Towers şehrin çirkinlik âbidesi olarak kilometrelerce uzaklıktan fark edilmekteydi. Yap-sat modeli ile inşa edilen bu ucûbe yapının en önde gelen tâliplerinin Türkler olduğunu öğrenince hayretimiz bir kat daha arttı.


KÂBE VE İLK TAVAF

e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgBizi karşılayan bu olumsuzluklar bir an önce Kutsal Kâbe’ye ulaşıp hasret giderme, tavaf etme arzusunun yanında aslında hiçbir değer taşımamaktaydı. Hayâlimizde canlandırdığımız mübarek beldede görmek istemediklerimiz, arzu ettiklerimiz yanında zerre-i miskal kadar değere sahip değildi. Maddi ağırlıklarımızı Mescid-i Hareme yürüme yirmi dakika uzaklıktaki Bedir Otel’ine bıraktıktan sonra, omuzlarımıza ağırlık veren manevȋ külfetlerden kurtulma arzusu ile ve bütün benliğimizle Kâbe’ye yöneldik. Kral kapıları ile kuşatılan revaklar arasından kurtulup uzay boşluğunu, ferahlığı, aydınlığı, kurtuluşu, merkezi sembolize eden Beytullah ile karşılaştığımızda hiçbir ifadede karşılık bulamayacak duygu seli ile atom çekirdeği etrafında dönen elektronları andıran beyaz deryanın içerisine kendimizi bırakıverdik. Aslında bizi rahatlatan benliğin yok oluşu ve hiçliğimizi hissedebilmemizdi. Tespih taneleri gibi sıralanan, beyaz incilerin imamesi idi Hacerü’l-Esved. Kutsala verilen değerin sembolüydü ecdadın Kâbe’nin gözyaşlarını silmek için yaptırdığı altınoluk. Sarılmıştı Kâbe renklerin anasıyla. Eğilmişti ecdatda yadigarı revaklar Kâbe’ye ihtiramdan, emsallerini görünce bir gün kendisine düzenlenecek suikastin kaygısıyla atmaktaydı yüreği. Hz. İbrahim’in ayak izi, götürdü bizleri Hâtemü’l-Enbiyâ’ya. Telbiyeler, tesbihatlar, salâtü selâmlar ortak diliydi tüm insanlığın. Sel olup akan gözyaşları bütün kirleri nûra tebdil ediyor, her dönüşte bir başka pâk hissediyor insan kendini. Arayış var, hayatı arayış; yani çöle hayat veren suyu arayış, insanın varlık sebebini arayış. Yöneldik Safâ’ya, yalın ayak, başı açık ikmal ettikten sonra tavafı. Belki yoktu ayağımızı acıtacak kaya parçası, olsa da acıtmazdı düşününce İsmail’in susuzluktan çatlayan dudaklarını. Fizîken bitkin düşsek de mânen hafiflemiştik. Sa’yı tamamlayıp, ihramdan çıktıktan sonra bir süre daha Kâbe ile özlem giderdik ve otellerimize döndük.

MEKKE’DE İLK GÜN

e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgOtelde kısa süreli istirahat sonrası sabah namazı için tekrar Mescid-i Harem’e gittik. Mekke’deki bu ilk günümüzü daha ziyade ibadete hasrettik. Hem Kâbe’yi tanımak, hem bir gün öncesinin yorgunluğunu telâfi etmek açısından faydalı oldu. Bu esnada kafile başkanımız Medine’de olduğu gibi daha önceden haberdar edilen Mekke Diyanet İşleri Başkanlığı sorumluları ile temasa geçti ve Mekke gezi programının muhtevasını belirlemek için yoğun çaba sarf etti. Gece saat 22.00 de Diyanet Mekke sorumlusu, İslâm tarihi doktoru olan yıllardır Mekke’de öğretim üyeliği yapmış, Hicret yolu üzerine televizyon programları çeken ve broşürler hazırlayan bütün bu faaliyetleri hizmet aşkıyla yerine getiren Dr. Necati Öztürk hocamızın katılımıyla Mekke gezi programı hakkında bilgilendirme toplantısı yapıldı. Ertesi gün ilk olarak Mektebetü’l-Haremeynü’ş-Şerîfeyn ziyaretinin yapılacağı, bu sebeple sabah saat 09.00’da serviste hazır bulunulması kararlaştırılarak toplantı sonlandırıldı.

HAREMEYN KÜTÜPHANESİ VE TAİF ZİYARETLERİ

e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpg12.07.2010 Pazartesi saat 09.00’da otelden ayrılarak servislerle Harameyn Kütüphanesine ulaştık. Burası Mekke’nin değişik yerlerinde bulunan kütüphanelerin bir arada toplanmasıyla oluşturulmuştu. Türkçe eserler kısmının sorumluluğunu yürüten Mekke üniversitesi mezunu görevli memur kütüphane ziyareti esnasında bizlere rehberlik yaptı. Ziyaretçiler, özellikle İslâm Tarihi eserlerinin bulunduğu bölümde yoğunlaştı. Daha sonra üst katlarda bulunan yazma eserler bölümü ziyaret edildi. Mikrofilm çekim merkezine gidilerek yazma eserlerin mikrofilmlerinin nasıl alındığı uygulamalı olarak gösterildi. Yazma eser cenneti bir ülke vatandaşı olarak, açıkçası bu kütüphanelerin bizde olağanüstü bir heyecan uyandırdığını ifade etmek abartı olacaktır. Tasavvuf, kısmȋ olarak Siretin üniversitelerde ders olarak dahi okutulmaması, bazı kitaplara mesâfeli yaklaşılması, bağımsızlıklarını elde etmeden önce basılmış tarihî vesika niteliğindeki çalışmaları çok fazla benimseyememiş olmaları kütüphanelerdeki yavanlığın gerekçelerinden bazıları olabilirdi. Mısır, Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan gibi ülkelerdeki kültürel derinliği burada görme imkanına sahip değiliz. Kütüphaneden ayrılmadan önce altışar ciltten oluşan görme engelliler için hazırlanmış üç takım Kur’an-ı Kerim hediye edildi. 
e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgTâif şehrini Umre vizesiyle ziyaret etme imkanımız olmadığı için ara formül geliştirilerek iki grup halinde konsolosluk araçları ile ziyaretin gerçekleşeceği ifade edildi. Araçlar küçük ve sınırlı sayıda olduğu için kâfilenin ikiye bölünmesi, bir grubun bu gün, diğer grubun ise daha sonra ziyarette bulunulmasının uygun olacağı hususunda ittifak edildi. Kütüphane lobisinde Taife gideceklerin ismi okunarak, diğerlerinin otele dönüp serbest kalacakları duyuruldu. Katılmak isteyen bayanların da içerisinde bulunduğu onüç kişiden oluşan ilk grup Taif ziyaretini gerçekleştirdi. Hem hicret öncesi, hem de sonrasında Tâif’in Hz. Peygamberin hayatındaki önemi, bölgeye göstermiş olduğu ihtimâmın gerekçesi ziyaret sonrasında daha iyi anlaşılmaktaydı. İki ayrı bölgeden ulaşılan Tâif’e Hz. Peygamber’in Hicretten önceki ilk ziyaretini yeni açılan dağlık bölgedeki diğerinden elli km daha kısa olan yol güzergâhından yaptığı rivayet edilmektedir. 
Deniz seviyesinden oldukça yüksek olan (1700 m.) Tâif’te irili ufaklı birçok barajlar bulunmaktadır. Ziyaret imkânımız olmasa da Hulefâ-i Râşidin döneminden kalma barajların mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Sulama amaçlı kullanılan bu barajlar bölgeye sıkça düşen yağmur sularını depolamaktadır. Şehre ilk girdiğinizde bakımlı sıradan bir Anadolu şehrini andırmaktadır. Serin bir iklime, tarıma elverişli arazilere sahiptir. Bolca incir, nar, zeytin, üzüm yetiştirilmektedir.. Bölge kendine özgü narı ve gülleri ile meşhurdur. Sayfiye olarak kullanılan Tâif, şehircilik açısından Mekke ve Medine’nin aksine daha düzenli ve daha temiz görünmektedir. Öyle ki, şehirler arasındaki fark bazı öğretim üyeleri arasında ‘acaba Taif’te olduğu gibi Mekke ve Medine’ye gayr-ı müslimlerin girişine izin verilmiş olsaydı oralarda temiz ve düzenli olur muydu? şeklinde espiri konusu dahi oldu. 

e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgHz. Peygamber Mekke fethi sonrası Taif’i kuşatmış ve muhkem kaleler nedeniyle şehri ele geçirememişti. Bu gün o kalelerden herhangi bir kalıntı mevcut değildir. Ancak şehrin oturduğu alan yüksek bir bölgede olduğu için savunmaya müsait bir yapısının olduğu açıkça görülmektedir. Mekke’deki baskı ortamını hafifletmek, kendisine yeni melce bulmak için gittiği Taif’te peşine ayak takımı insanlar takılarak taşlanan Hz. Peygamber’in kaçtığı vâdi (Vecc) bu gün şehrin önemli caddelerinden biri haline gelmiştir. Canını kurtarmak için sığındığı Şeybe ve Utbe’ye ait üzüm bahçesinde her ne kadar bugün üzüm bağı olmasa da, sebze ekilen boş bir arazi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarlanın yan taraflarında nar ve incir ağaçları sıralanmaktadır. Bahçe sahiplerinin kölesi olan ve İslâm’ı tercih eden Addas’ın anısına bahçenin kenar kısmına kendi adıyla anılan bir mescid inşa edilmiştir. Bu bahçeden ikiyüz- üçyüz metre aşağıda yine vâdi yatağında Hz. Peygamber’in yorulup kolunu yaslayarak dinlendiği rivayet edilen bölgeye Mescidü’l-Kuu’’adında bir mescit inşa edilmiştir. Bu mescidin biraz gerisinde vâdinin diğer yamacında Hz. Ali Mescid’inin ayakta kalmayı başaran ilginç minaresi yükselmektedir. Merkez câmiine bitişik olan Abdullah b. Abbas’ın kabri tarihi açıdan Tâif adına kayda değer diğer bir mekandır. Özellikle dağlık bölgeden Tâif’e gidildiğinde popülasyonu gün geçtikçe artan maymun sürüleri ile karşılaşmak mümkündür. İkinci grubun Tâif ziyaretinin fırtına, dolu ve şiddetli yağmur nedeni ile yarıda kesildiği, hatta fırtına nedeniyle yola yıkılan büyük bir ağacın altında kalmaktan son anda kurtuldukları düşünüldüğünde Tâif şehrinin iklimi ile de farklı bir özeliğe sahip olduğu görüntülerle kanıtlanmış oldu.

MEKKE’DE GEÇEN EN YOĞUN GÜN

e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpg13.07.2010 Salı günü daha önce şehre hakim Handeme dağı zirvesinden izlemiş olduğumuz Mekke içerisindeki önemli tarihî mekanları gezmekle işe başladık. Mekke, Kâbe merkezli kuzeyde Ma’lat veya Türkler arasındaki yaygın ismiyle “mualla” ve güneyde Mesfele bölgesi olmak üzere iki ayrı kısımdan oluşmaktadır. Daha anlaşılır bir ifadeyle bu bölgeleri Mekke’nin aşağı ve yukarı mahalleleri olarak tanımlayabiliriz. Hz. Peygamber döneminde yerleşke alanının Kâbe etrafında odaklandığı bilinmektedir. Bu gün bu bölge genişletme nedeniyle Mescid-i Harâm sınırları içerisinde kalmıştır. Kuş bakışı izlendiğinde Kâbe’nin şehrin merkezindeki en çukur bölgeye inşa edildiğigörülmektedir. Etrafı üç yüzü aşkın dağ ve tepelerle çevrili olan Kâbe’nin sıklıkla sel baskınlarına mâruz kalmasının nedeni olarak bu fiziki coğrafi yapıyı gösterebiliriz. Coğrafi özellikler göz önünde bulundurulduğunda bölgenin yer altı sularının toplanabileceği tek bölgenin Kâbe civârı olduğu anlaşılacaktır. 
e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgŞehri ziyaretimize ilk olarak Hz. Peygamber’in yiyecek ve içecek temini için Hz. Hatice ile buluştuğu, Vedâ Haccın’da Mîna’dan dönüşünde çadır kurduğu yere inşa edilen Mescidü’l-İcâbe ile başladık. İlk defa 720 yılında inşa edildiği ifade edilen mescidin dış duvarında Osmanlı dönemine ait kitabeler mevcuttur. Mescidin hemen alt tarafında uzanan cadde ve civarında resmi binaların bulunduğu yerdeki Hayfü Beni Kinâne bölgesini ziyaret ettik. Burası Mekke fethi sonrası Rasûlullah’ın onbeş gün konakladığı ve Huneyn gazvesi hazırlıklarını yaptığı yerdir. Bu bölgeye yakın olan dağ tepesine inşa edilmiş Hz. Peygamber’in cinlere Kur’ân ayetlerini okuduğu yer olarak bilinen bölgedeki “Mescid-i Cin”i uzaktan izlemekle iktifa ettik. Kâbe’ye yakın bir bölgede bulunan, Mekke döneminde Müslümanlar’ın boykot yıllarını geçirdikleri Şîb-i Ebî Talib bu gün işlek bir caddenin bulunduğu yere tekâbül etmektedir. Aynı bölgede bulunan Bi’ru Tuvâ (Tuvâ Kuyusu) Hz. Peygamber’in Mekke fethi öncesi gecelediği ve abdest alıp yıkandığı kuyudur. Yakın döneme kadar hizmet veren kuyu muhafazaya alınmış olup, bu gün âtıl vaziyettedir. Mekke şehir merkezinde bizleri heyecanlandıran diğer bir tarihi eser, bu gün mezbelelik haline gelmiş yıkılacağı günü iple çeken yarı ahşap Osmanlı medresesi ve bitişiğindeki yurtlar oldu. Kapılar paslı zincirlerle kapalı olduğu için binaları dışardan izlemek ve kayda almakla yetindik. Binalar arasında gözden kaçırılan ve kaderine terk edilen bu medreseye el uzatılması ve restore edilmesi gerekmektedir. Osmanlı’nın eğitim alanına yapmış olduğu yatırımın diğer bir göstergesi ise halife Abdülmecid tarafından yaptırılan bu gün başka amaçlar için kullanılan kız okuludur. Dıştan estetik bir görünümü olan, sütun başları, kirişler, giriş kapısı ve pencere kenarları nakışlarla bezenmiş bu yapının da iç kısmını gezme imkanı bulamadık. Teşebbüste bulunanların ise sert bir mukavemetle karşılaştığına şahit olduk. 
e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgŞehir merkezindeki gezimizi tamamladıktan sonra aynı gün Mekke’ye otuz km uzaklıktaki Mervu’z-Zehrân’a ulaştık. Burası Mekke fethi öncesi Hz. Peygamber’in on bin kişilik ordusu ile karargâh kurduğu bölgedir. İncelemelerimizden sonra gece ateş yakılarak Mekke halkına psikolojik tazyik uygulandığına ilişkin rivayete dair düşüncelerimizde kısmȋ değişiklik oldu. Zira bu bölgede yakılan ateşin doğrudan Mekkeden görülme imkanı bulunmamaktadır. Muhtemelen Ebû Süfyan başta olmak üzere gözcülük amacıyla şehir dışına çıkanların dikkatini çekmek için böyle bir uygulamaya gidilmiş olabilir. Daha sonra karargahın kurulduğu merkeze Fetih Câmii inşa edilmiştir. Müslüman ordular bu bölgeden dört ayrı gruba ayrılarak Mekke’ye farklı bölgelerden girmişlerdir. 
Fethin hâtırasını derinliğine yaşarken bu defa rotamızı tarihte elim bir olayın, Rec’i vakasının, yaşandığı bölgeye çevirdik. Benî Lihyân oğullarına İslâm’ı tebliğ maksadıyla gelen sekiz kişilik grup Rec’i suyu başında şehit edilmişti. Araç şoförlerini dahi çileden çıkaracak, yolu çok iyi bilen birisi olmadan ulaşmanın imkansız olduğu bu bölgeye, bedevî çadırlarını, koyun ve deve sürülerini izleyerek ulaştık. Katliâma sebebiyet veren Benî Lihyân oğullarının hâlen bu bölgede meskun olduğunu öğrendik. Yüksek dağ silsilesi eteğindeki su birikintisi yaz sıcağına rağmen hâlâ varlığını devam ettirmekteydi. Bölgedeki yaban ve evcil hayvanların su ihtiyacını karşılamasına rağmen su tükenmemekte, içildikçe alttan yenisi gelmektedir. Su birikintisi etrafına kuş avlamak için taşlardan yapılan siperler âdeta Benû Lihyân’ın kurduğu tuzağı hatırlatmaktadır.


GÜZERGÂHIMIZ  BÂRIŞ DİYARI HUDEYBİYE

e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgReci’ den ayrıldıktan sonra Medineli Müsülmanlar için yeni bir dönemin başlamasına vesȋle olan Mekke’den 22 km uzaklıktaki Hudeybiye’ye yöneldik. Rehberimiz Necati Öztürk Bey, Hudeybiye antlaşmasının akdedildiği bölgenin bu gün Hudeybiye Mescid’inin bulunduğu yer olmayıp çoğunluk tarafından bilinmeyen Hudeybiye kuyusu civarı olduğunu ifade etti. Ancak buraya ulaşmadan Hz. Peygamber’in dinlendiği ve su ihtiyaçlarını giderdikleri Bi’ru Tefle kuyusunda acı suyun tadına baktık. Suyun tadı konusu ziyaretçiler arasında ihtilâfa sebep olmuşsa da suyun acılığı görüşünün ağır bastığını söyleyebiliriz. Rehberimizin aktardığına göre bölgedeki sular içilemeyecek kadar acı olmasına rağmen Allah Ra’sulünün mucizesi ile su tatlanmıştır. Bölge sulak olduğu için misvak ağacı ve bildiğimizin aksine  Ebû Cehil karpuzunun faklı bir türü ile karşılaştık ve meyvelerini topladık.  Tarihi Hudeybiye alanının bulunduğu bölgeye tarla aralarındaki arazi yolunu aşarak ulaştık. Yakın zamana kadar faal olduğu söylenen ve Osmanlı döneminde inşa edilen kuyu Hudeybiye’nin nişanesi gibi dimdik ayakta durmaktaydı. Çevredeki şantiye ve tarım arazilerindeki sondajlama faaliyeti kuyu suyunun çekilmesine sebep olmuş. Bunu fırsat bilen güvercinler kuyuyu kuluçka makinesi gibi kullanmakta olup, terkedilmişliğin keyfini çıkartmaktaydılar. Kuyudan yaklaşık 50 m uzaklıktaki boş alan Mekke heyetinin karşılandığı ve o tartışmalı anlaşmanın imzalandığı yer olarak tanıtıldı.  
e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgİslâm tarihin kayda değer bir sürecini kapsayan acı ve tatlı olayların yaşandığı bir çok mekânı ziyaret, hem fiziken hem de zihnen bizleri yormuş olacak ki, sunulan teklifle farklı bir aktviteyi gerçekleştirmek için deve çiftliğine doğru yol almaya başladık. Çöl sıcağında çadır içerisinde serinlemeye çalışan deve çobanları bizim hangi amaçla geldiğimizi anlamış olacaklar ki, büyükçe bir kazanı kaptıkları gibi haraya girdiler. Gözlerine kestirdikleri sütlü bir deveyi kendi yöntemleriyle kısa sürede ikna etikten sonra, sütyenleri açıp başladılar iki  deveyi sağmaya. Birkaç dakika içerinde yarısı köpükle dolan kazanı getirdiler derme çatma yapılmış hijyenden uzak tezgâha. Bazıları daha önce tattığı için, bazısı da merâkını gidermek için peş peşe içti plastik bardaktaki sütü.  Taze deve sütü umumun beğenisini kazandı. Çocuklar kurutulmuş yoncalarla develeri beslemeye çalıştılar. Bazıları su içmeye gelen yavru develerle hâtıra fotoğrafı çektirip ânı tarihe kaydettiler.
e:\islamtarihcileri\02.10.2012\resim\hbr_icn1.jpgDönüş yoluna geçtiğimizde Arafat’a uğradık. Haccın menâsikinden biri olan Arafât’ta vakfe yapmasak da bölgenin kısmi sakinliğinden istifade ederek mekânı tanımaya çalıştık. Otobüslerden indiğimizde bizi ilk karşılayan Osmanlı yâdigarı su çeşmeleriydi. Hacıların su ihtiyacını gidermek için bölgeye inşa edilen su kanalının nihaȋ kısmındaki çeşmelerin yetmişli yıllarda faal olduğu bazı ziyaretçiler tarafından ifade edildi. Hacıların vakfe için tercih ettikleri Cebel-ı Rahmeye tırmandık. Birçok yerde karşılaştığımız manzaranın bir benzeri ile burada da karşılaştık. Kolları kesilmiş veya kıyafet içerisine elleri saklanmış çocuklar, özürlüler merdiven basamaklarına sere serpe uzanmış birçok farklı dili bir arada kullanarak acıklı çağrışlarıyla dilencilik yapmaktaydılar. Volkanik kayalardan oluşan tepenin her tarafı sorumsuzluğun ve duyarsızlığın bir göstergesi olarak atılan pet şişeler ve poşetlerle doluydu. Güzel koku anlamına gelen arf kelimesinden türeyen Arafat mahalli nâhoş kokuların yayıldığı merkez haline gelmişti. Tepe üzerindeki dikili taşın ulaşılabilen her yeri yazılarla doldurulmuş ve bî gayret boşluklarda doldurulmaya devam etmekteydi. Bu yazıların ağırlıklı kısmının Türkçe olması da bizler için mânidar bir durumdu. Arafât’ta Diyanet Mekke Temsilciliğinin uımreciler için düzenlediği pikniğe katılarak akşam namazını toplu olarak eda ettikten sonra okunan Kur’ân’ın ardından konuşmaları dinledik. Arafat’tan ayrıldıktan sonra ziyaret etmeyi düşündüğümüz Sevr ve Nur dağlarını etek kısımlarından izledik ve performans değerlendirmesi yaptık. Daha önce bu dağlara tırmanmış arkadaşlarımızın tecrübelerini dinledik ve psikolojik olarak kendimizi hazırladık.

ZORLU TIRMANIŞ

Yüklə 133,41 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin