İsmail arabaci kiMDİR



Yüklə 2,91 Mb.
səhifə67/269
tarix07.01.2022
ölçüsü2,91 Mb.
#83021
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   269
TÜRK ADININ KULLANIMI

Türk soylu halklardan ‘’Türk’’ adını kullanan sadece Göktürk’ler olmuştur. Arap ve Kürtler deki aşiret tanımlamasının karşılığı olarak, Türkler de de daima ‘’Boy’’ tanımlaması öncelik olmuş ve Türk adını kullanmamışlardır. Kurulan Türk devletleri boy esası üzerine kurulmuş ve diğer Türk boylarını devlet yönetimine sonradan devlet büyüdüğü içim mecburen almışlardır. Tarihte kurulan Türk devletlerinin çoğu başka bir Türk boyu tarafından kurulmuş devletler tarafından yıkılmıştır. Çünkü Türk boylarının savaş teknikleri birbirine benzer olduğu için karşı tarafın zaaflarını iyi biliyorlardı. Bize Türk adını veren aslında, Türk olmayan halklardır. Osmanlı imparatorluğu kendini Türk olarak tanımlamayıp bir Osmanlı milleti oluşturma çabası içindeyken, örneğin Sırplar Balkanlarda yaşayan ve Türkçe konuşsun konuşmasın tüm Müslümanlara Türk (Turçsin) diyordu. Osmanlı devleti, İslamiyet’ten önceki Türk tarihini araştırmaz ve okullarda okutmazken, Avrupalı Türkologlar Türk tarihini yapmışlar ve İslamiyet’ten önceki Türk tarihini ortaya çıkarmışlardır. Orhun Abidelerini bulan ve yazılarını okuyanlar da Avrupalılardır. İlk Türklerden Osmanlı Türklerine bağlantıyı ırksal anlamda yine Avrupalılar kurmuş ve Osmanlı’dan genelde Türkler diye bahsetmişlerdir. Çünkü, Selçuklu devletinin ve Osmanlı devletinin yönetimlerine göre kendileri Selçuklu veya Osmanlı’dır, Türk değillerdir. Kendilerinin Türkmenlerin Kınık ve Kayı boyundan geldiklerini de bilirler. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul’un fethinden sonra kozmopolit bir yapıya bürünmüş ve devlet yönetimine Türk asıllılar getirilmemiştir. Devletin yönetim kademelerindeki kişilerin milliyeti, Osmanlının nasıl bir millet yaratmak istediğinin de bir göstergesidir. ‘’Müslüman Osmanlı Milleti’’. Osmanlı yönetimi tarafından çoğu zaman, Anadolu’da göçebe olarak yaşayan Türkmenler aşağılanmış ve işe yaramayan cahil bir halk gözüyle bakılmışlardır. Osmanlı aydınlarının kendilerinin Türk olduklarının farkına varması 1850’li yıllardan sonra başlar. Türk olduklarının farkına varanlar ilk olarak Osmanlı’nın Avrupalı Hristiyanları sayesinde Balkanlar’da yaşayan Türklerdir. Anadolu Türkleri ise Kurtuluş savaşının başlangıcına kadar kendini Müslüman kimliğinden başka bir kimlikle tanımlamaz. Evet, aslında biz Türk soyundan gelen Türkmenlerin torunlarıyız. Bizim şu anda kendimize Türk dememiz, Ruslar ve Polonyalıların kendilerine Slav, İtalyanlar ve İspanyolların kendilerine Latin, Alman ve İngilizlerin kendilerine Germen demesi ile aynıdır.


Osmanlı harabeleri üzerine kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarına resmen Türk adını vermesi  ve dolayısıyla bu coğrafya içinde oluşan yeni ulusun da "Türk" olarak tescil edilmesidir. Böylece önceden soy birliğini belirten "Türk" adı artık ekseriyeti Anadolu'da yaşayan, Osmanlının varisi bir ulusun özel adına dönüşmüş oldu. Zaten Türkiye'de de "Türk" kelimesi batıdaki bilimsel çalışmalardan etkilenerek ancak 19. yüzyılda kullanılmaya, II.Abdülhamit’in son döneminde etkisini göstermeye başlamıştır. Dolayısıyla Sovyet döneminde uluslaşma süreci başlayınca, zaten Türk adını kullanmayan değişik Türk toplulukları Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen v.b. gibi isimlerle tarih sahnesine çıktılar. SSCB'nin dağılması ve neticede bu Türk topluluklarının bir haylisinin kendi milli kimliklerini belirten adlarla kurulan bağımsız cumhuriyetlere kavuşmalarının sonunda, bu adlara sıkıca sarılarak, kendilerini bu ulus adları ile özleştirmektedirler. Soy birliğini ise, Türkiye'de genelde resmi olarak red edilen "Türki" (Türki halklar veya Türki dilli halklar) kelimesi ile ifade ettikleri için "Türk" adını Anadolu'da yaşayan soydaşlarına has özel bir ulus adı olarak kabul ettiler.(Prof.Dr. Nadir Devlet)
Yukarıdan çıkan sonuca göre; devletimizin adı Türkiye değil de Osmanlı veya Anadolu olsaydı, belki Orta Asya’daki devletler bizi Osmanlı veya Anadolu Türkü, kendilerini ise Kazak Türkü, Özbek Türkü veya Kırgız Türkü diye adlandırabileceklerdi. Aslında Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Türkistan daha parçalara tam anlamıyla ayrılmamıştı.Türkistan parçalanmadan bir bütün halinde SSCB dağıldıktan sonra 1991’de bağımsızlığına kavuşsaydı, burada yaşayan değişik Türk boyları ortak adlarını ‘’Türk’’ olarak tanımlaması çok kuvvetli bir ihtimaldi. Böylece iki kavram olurdu: Türkistan Türkü ve Türkiye Türkü.
Türki (Turani) kavimler var ola geldikleri tarih den beri Göktürkler haricinde hiçbir zaman Türk kavramı ile tarih sahnesine çıkmamışlardır bu kavramla tarih sahnesine çıkmaları Cumhuriyet Türkiye’si ile olmuştur. Bu da milliyetçilik ve ulusçuluk akımlarının dünyada uygulamaya geçildiği 19.  ve 20.yüzyıla denk gelmektedir. Türki kavimlere de ilk Türk tabirini Çinliler daha sonra ise Türk göçleri ile birlikte Türk kavim ve boyları Anadolu’ya yerleşince de komşu oldukları Venedikliler Türk tabirini bu kavimlere kullanmışlardır. Anadolu’dan bahsederken de Turkoya yani Türkiye diye bahsetmişler, yani Anadolu’ya Türk’e ait toprak demişlerdir. Türkler tarih boyunca belirli boylar şeklinde kavim kavim ayrı ayrı yaşamışlar kendilerini kah boy adları; kah han, hakan, hanedan adları ile vasıflandırmışlardır. Çinliler ve Venedikliler ve diğer kavimlerde bu boyların ve Turani kavimlerin hepsini birden Türk diye vasıflandırmışlardır. Ve bu kavimler etnik, dil, kültür ve din açısından birbirleriyle akraba kavimlerdir ve bu akraba kavimlerin ortaklaşa adları da Türk olmuştur. Anadolu’da bulunan Türkmen Yörük, Çepni, Abdal, Tahtacı, Manav vs. Türk boy ve kavimlerinin alt kimliği bu isimler yani gerçek mahiyetteki kimlikleri bu olmuş ama hepsinin etniksel, dilsel, kültürel ve dinsel akrabalıklarının sonucu oluşan, birlikte anılmalarının ve dolaysıyla bu alt kimliklerinin haricinde, başkaları tarafından hepsi birlikte dış görünümleri olarak üst kimlikleri Türk olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla Türk kavramı, Türki kavimler için bir üst kimliktir çünkü bu değişik akraba Türki kavimlerin hepsini birden nitelendirmektedir. Bunda bir kuşku yoktur. Bu açıdan Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde de ulusçuluk ve milleyetçilik akımları ve uygulamaları olmadığı için ve Osmanlı tabiyet, değişik kavim ve milletlerin tabiyetine ve Fatih Sultan Mehmet’ten beri de millet sistemine göre örgütlendiğinden Türki kavimler de Türk kavramını kullanmadan kendi alt kimlikleri ile millet sistemine, diğer müslüman ve gayri-müslim kavimlerle birlikte dahil olarak yaşamışlardır.
Kaynak: www.vatankirim.net

KAFKASYA COĞRAFYASI

Kafkasya...Adını hemen herkesin duyduğu, hakkında az yada çok bir şeyler bildiği, kimilerine göre efsanelerde anlatılan Kaf Dağı'nın ülkesi. Kimilerine göre ise, Kafkasya karlı dağların, cengaver savaşçıların, ayak parmaklarının ucunda savaş danslarını oynayan korkusuz dağ kartallarının, uzun boylu - ince belli güzel Çerkes kızlarının hayal beldesi.

   Kafkasya aslında konuyla yakından ilgilenen uzmanların dışında, Türkiye'de halk tarafından pek tanınmayan bir bölge. Türklerin Kafkasyalılarla tanışmaları, 1860'lı yıllarda Kafkas kabilelerinin Rusya tarafından Anadolu topraklarına sürülmeye başlandıkları zamana dayanıyor. Sürülenlerin büyük bölümünü Kafkasya'da kendilerine Adige adını veren Çerkes kabileleri oluşturduğundan, Türkler Kafkasya göçmenlerinin hepsine, dış görünüm ve giyim kuşam açısından birbirlerine benzedikleri için, Çerkes adını veriyor. Anadolu halkı benzer geleneklere ve giyime sahip Kafkasya göçmenlerinin aslında birbirinden farklı kabilelere ve değişik dillere sahip olduklarını ilk bakışta fark edemiyor. Bu nedenle, Çerkes adı Türkiye'ye göç eden Kafkasyalıların ortak adı oluyor.

Kafkasya ya da Kafkaslar, Karadeniz ile Hazar denizi arasında uzanan, uzunluğu 1100 kilometreyi bulan, genişliği 110-160 kilometre arasında değişen yüksek sıradağların adıdır. Bugün siyasî, coğrafî ya da kültürel sınırlar açısından ele alındığında, karşımıza birbirinden farklı sınırlara sahip birkaç Kafkasya çıkmaktadır. Coğrafyacılar Kafkasya’yı Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye bölmüşler, siyaset bilimciler de bu bölünmeyi kabul ederek Kuzey Kafkasya-Güney Kafkasya isimlerini literatüre sokmuşlardır. Bu tarife göre Kuzey Kafkasya denildiğinde, bugün Rusya Federasyonu sınırları içinde kalan sözde özerk Kafkas cumhuriyetleri akla gelmektedir. Bunlar; Adige, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar, Kuzey Oset, Çeçen, İnguş ve Dağıstan cumhuriyetleridir. Güney Kafkasya denildiğinde ise akla gelenler, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan cumhuriyetleri ile Abhazya ve Güney Osetya’dır. Asıl bilimsel gerçek böyle değildir. Çünkü masa başında uydurulmuş olan Kuzey Kafkasya-Güney Kafkasya isimleri o bölgenin sosyolojik, etnolojik, antropolojik ve kültürel gerçeklerine uymamaktadır. Gerçekte tek bir Kafkasya vardır, o da bugün pek çok çevrelerce Kuzey Kafkasya olarak adlandırılan bölgedir. Ancak bu sınırlandırma da eksik kalmaktadır, çünkü bugün siyasî açıdan Gürcistan’a bağlı görünen Abhazya ve Güney Osetya da etnik ve kültürel açıdan Kafkasya’nın bir parçasıdır ve Kafkasya’ya dahildir. Güney Kafkasya tabiri ise tamamen uydurmadır. Bu bölgenin literatürdeki asıl adı “Kafkas Ötesi”dir. Rusların bu bölgeye verdikleri “Zakavkaz”, İngilizlerin verdikleri “Transcaucasus”, Osmanlı ve Arapların verdikleri “Mavera-i Kafkasya” adları Güney Kafkasya değil, Kafkas Ötesi anlamına gelir.

Bu bakımdan Kafkasya denilince Abhazya, Adigey, Kabardey, Karaçay-Malkar, Kuzey-Güney Osetya, Çeçen-İnguş ve Dağıstan halkları ve bunların yaşadıkları coğrafî bölge akla gelmelidir.

Kafkasya gerçekte baştan başa karlı dağlarla kaplı bir ülke değil. Kafkasyanın Karadeniz sahillerinde yer alan Abhazya tropik bir iklime sahip, neredeyse hiç kar yağmıyor. Adigeler'in yaşadıkları bölgelerde ise alçak engebeler ve sık ormanlar yer alıyor. Kafkasyanın ortalarına doğru Kabardeylerin yaşadığı bölge de dümdüz ovalardan, hafif engebeli tepelerden oluşuyor. Çeçen-İnguş bölgesinin güney kısmı Kafkas dağlarına dayansa da, halkın yaşadığı bölgeler genellikle düzlükler ve ormanlar arasında yer alıyor. Dağıstan'ın kuzeyi de düzlüklerle kaplı iken, güneyinde çıplak kayalık dağlar yükseliyor.

Kafkasya halkları yüzyıllardan beri aynı tarihi, kültürü ve coğrafyayı paylaşmalarına rağmen, toplumsal yapılarında son derece güçlü bir yere sahip olan aile-soy bağlılığı, kabilecilik gibi tutum ve davranışları sebebiyle tarih boyunca bir birlik oluşturamamışlardır. Kafkasya’da birbirinden tamamen farklı pek çok dil ve lehçenin konuşuluyor olması, birliğin oluşturulmasını bir dereceye kadar etkilemiştir. Çünkü farklı dillerde konuşan kabile ve boyların tek bir dil etrafında birleşerek milletleşme sürecine girmeleri mümkün olmamıştır. 20. yüzyıl başlarına kadar Kafkasya halkları arasındaki ortak anlaşma dilinin Kumuk Türkçesi olduğu bilinmektedir. 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Avrupalı misyoner Johannes de Galonifontibus Kafkasya’da ve Karadeniz’in doğu kıyılarında yaşayan Yunan, Ermeni, Çerkes, Got, Tat, Rus, Lezgi, Avar, Gazikumuk ve Alan kabilelerinin hepsinin Türk-Tatar dilinde (Kıpçak Türkçesi) konuştuklarını yazmaktadır. 17. yüzyılda Kafkasya’da bulunan Evliya Çelebi, seyahatnamesinin “Çerkes Vilayetleri” bölümünde, Çerkesler’in Türk-Tatar dilinde konuştuklarını belirtmektedir. Konuşmalara verilen örneklerden Çerkesler’in Kıpçak Türkçesini bildikleri anlaşılmaktadır. Değişik dillerde konuşan Kafkasya halkları arasında Kıpçak Türkçesinin ortak anlaşma dili olarak yaygın biçimde konuşulduğunun en somut kanıtı ise, 11 Mayıs 1918’de kurulan “Birleşik Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin resmî dilinin Kumuk Türkçesi olarak kabul edilmesidir. Bu cumhuriyetin Sovyetler tarafından işgal edilip yıkılmasıyla birlikte Kıpçak Türkçesinin Kafkasya halkları arasındaki birleştirici rolü de sona ermiş ve onun yerini emperyalist gücün dili olan Rusça almıştır.


Yüklə 2,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   269




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin